|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Muvahhid25,Açılış Tarihi: 06 Ocak 2012 (17:26), Konuya Son Cevap : 13 Ocak 2012 (18:35). Konuya 39 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
06 Ocak 2012, 17:26 | Mesaj No:1 |
İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri İBNİ TEYMİYENİN KULLUK RİSALESİ ADLI ESERİNDE FENA TANIMI Hiç kuşkusuz fena üç çeşittir: 1 - Enbiya ve kâmil evliyaların fenası. 2 - Enbiya ve salihlerden kasîdinin (bir kast taleb edenlerin) fenası. 3 - Münafık, mülhid, müfsid ve müşebbihlerin (Allah (c.c)'ı mahluka bezetenlerin) fenası. Birinci gruba girenlerin fenası: Bunların fenası, Allah (c.c)'tan başka hiç bir şeyi istememektir. Başkalarını (irade etmekten) istemekten kurtulmaktır. O kadar ki, bunlar sadece Allah (c.c)'ı sever ve yalnız O'na kulluk eder. Sadece O'na tevekkül eder (O'nu kendine vekil tayin eder) ve güvenir. Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeyden istimdat (yardım ve destek) dilemez. Bu, Ebu Yezid'in ifade ettiği ve kastettiği manadır. O şöyle ifade etmiştir bu manayı: "O'nun irade ettiği şeyden başka hiçbir şeyi murad etmiyorum." Yani, mahbubunrazı olduğu muradını (sevgili Allah (c.c)'ın) murad ettiğinden başka hiçbir isteği yok). Elbette ki, böyle bir murad, dinin emrettiği, istediği muraddır. (Bu da dînî iradeyi murad etmekten başka bir şey değildir) Böyle bir istek sahibi kimse, dinin istediklerini ister, istemediklerini ise reddeder. Kulu yücelten, kemâle erdiren şey; Allah'ın irade ettiği, dilediği, istediği, razı olduğu ve sevdiği şeyden başkasını istememek, dilememek, sevmemek ve O'nun razı olduğundan başka hiçbir şeye razı olmamaktır. Bu da Allah'ın farz ve müstehab olarak emrettiği şeylerden başkası değildir. Melekler, Rasuller ve salih kullar gibi, Allah (c.c)'ın sevdiklerinden başka hiçbir şeyi sevmez. Böyle bir hal, Yüce Allah'ın anlattığı şu haldir: "O gün ki ne mal bir fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalple gitmek müstesna" (Şuara: 26/88-89) Diyorlar ki: "Selim bir kalp Allah'tan başka şeylerden selim olan bir kalpdir". Yani, Allah'a kulluktan başka veya Allah'ın iradesinden başka her şeyden selim olmak, kurtulmuş olmak. Mana birdir. Bu manaya, ister "Fena" ismi verilsin, isterse verilmesin. (Bu manayı "Fena" kelimesiyle izah et, istersen de başka başka kelimelerle), netice değişmez. Çünkü, bu mana: İslam dininin hem evveli hem de sonu, hem bâtını ve hem de zahiridir. İkinci gruba girenlerin fenası: Allah (c.c)'ın dışındaki bütün varlıklardan "fena" bulmaktır. Mahlukları müşahede etmekten uzaklaşmış olmaktır. Bu hal birçok salikte meydana gelen bir haldir. Hiç şüphe yok ki, bunların kalpleri Allah (c.c)'ın zikri ile, O'na kulluk ve sevgi göstermeye o kadar çok bağlanmıştır ki, bağlandığı ve zikrettiği Allah'tan başkasını görememektedir. Göremediği için de, Allah (c.c)'tan başkasını hatırlamaz. Hatta belki düşünemez bile. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır mealen: "Musa'nın anasının kalbi, evlat derdinden başka her şeyden boş olarak sabahladı. Eğer vaadimizi tastik edenlerden olması için kalbine sabır vermeseydik, az kalsın onu açığa vuracaktı" (Kasas: 28/10) Bu ayet hakkında diyorlar ki: "Musa'yı hatırlamaktan dolayı, ondan başka herşeyi unutmuştu". Bu hal, kendini sevgi, korku veya ümid gibi şeyler istila eden kimselerde sık sık olan bir haldir. Bu hallerde insan kalbi, o sevdiği, korktuğu veya ümitlendiği şeyden başka ne varsa yüz çevirir. Öyle ki, istiğrak (dalıp mestolma) halinde sevdiğinden başka hiçbir şeyi müşahede ve idrak edemez olur. Bu şekildeki fena hali, sahibinin üzerinde artıp kuvvetlendiği zaman; onun varlığında kendi varlığını,onu müşahededen kendini müşahedeyi, onu seyretmekten kendini seyretmeyi, onu hatırlamaktan kendini hatırlamayı, onu tanımaktan, bilmekten kendini bilmeyi unutur, her hali yok olur gider (yani fenaya erişir). Hatta her şey, kulun bizzat kendisi ve bütün diğer varlıklar varlıklarını sürdüğü halde, onun idrakinden silinir gider. Ve sadece ezeli ve ebedi olan varlık baki kalır ki, O da Yüce Allah'dır. Murad, yani niyet, kast, kulun hafızasında ve müşahedesinde (görüşünde) Allah (c.c)'tan başka ne varsa, hepsinin yok olması, fena bulmasıdır. ve kulun da mahlukatı müşahede etmekten ve hatırlamaktan fena haline gelmesidir. Bu hal insanda kuvvetlendiği zaman, seven kişi zaaf içine girer, iyiyi kötüyü, yaratığı, yaratanı birbirinden ayırd etmesi fevkalade zorlaşır. Artık mahbubun sevilmesi lazım gelenin bizzat kendisi olduğunu vehmetmeye, zannetmeye başlar. Bir bakıma kendisini ilahla birleşik görmeye başlar. Anlatıldığı gibi... Birisi denize düşer, onu sevenlerden birisi de arkasından denize bırakır kendini. Denize düşen arkasından denize atlayana sorar: "Ben düştüm. Seni benim arkamdan suya atan sebep nedir? " Cevap verir atlayan: "Seni ben sandım. Çünkü kendimi sende kaybetmiştim, yok etmiştim" Bu konuda böyle inanan bir kimsenin ayağı kaydı ve helak (yok) oldu. Onlar fena bulmayı birleşme zanettiler. Sevenle sevileni bir görmeye başladılar. Bir başka deyimle, halikle mahluk bir vücuda birleşiktir zannına kapıldılar, ikisinin varlığı hakkında bir fark görmediler. Bu azim bir hata, müthiş bir yanılmadır. Çünkü, kesin bir gerçek vardır ve bu gerçek; Hâlık(Hâlkedici) olan Yüce Allah, mahlûkuyla(halkettiği varlıkla) birleşmez. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: "O'nun misli, benzeyeni yoktur. O bütün söylenenleri işitir ve bütün yapılanları mutlak bilir" (Şura: 42/11) O birdir ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey varlığını sürdürmek için O'na muhtaçtır. Doğmamış ve doğurulmamıştır. O'na denk olacak hiçbir şey yoktur. Hayır, hayır... Hayır hiçbir şey, bir başka şeyle birleşemez. Ancak istihale geçirebilir,Varlıkları değişebilir. Varlıklar değişime uğrayarak iki şeyi birbirine bağlar yahut birleştirir ve üçüncü bir şeyi meydana getirirse, bu olabilir. Böyle bir sonuçda da, ortaya çıkan üçüncü şey, ne birincidir, ne ikincisi. Ne biridir ve ne de öbürü. Su ile sütün, su ile şarabın birleşiminde olduğu gibi... Fakat murat ile mahbub, murat ile mekrin, yani sevilmeyen, nefret edilen birleşebilir. Bunlar irade ile kerahat (istek ile çirkinlik) çeşitlerinde ittifak edebilirler (birleşebilirler). Biri diğerinin sevdiğini sevebilir ve bir başkası öbürünün nefret ettiğinden nefret edebilir. Razı olduğuna razı olur, kızdığına kızar. Şiddetli davrandığına şiddetli davranır, tiksindiğinden tiksinebilir. Dost edindiğini dost, düşman saydığını düşman sayabilir. Ama bütün bu fenaların hepsinde eksiklik vardır. Ebu Bekir (r.a.), Ömer (r.a.) ve muhacir ve Ensar'dan önce gelip geçen bütün büyük evliyalar bile arz ettiğimiz bu fena biçimine düşmediler. Nerede kaldı Rasuller düşsün. Onlar böyle bir fena durumuna asla düşmemişlerdir. Bütün bu hallerin sahibi olduğu gibi iddialar ashabı kiramdan sonra oraya çıkmıştır. Bu kabil, kalbe arız olan iman hallerinden, aklı terketmek yahut kaybetmek, hayırla şerri, iyiyle kötüyü birbirinden ayırd edememek gibi haller sahabelerden sonra ortaya çıkan arızalardır. Hiç şüphe yok ki sahabeler (Allah onların hepsinden razı olsun) akli bakımdan herkesten daha üstün, daha (kâmil) ileri idiler. İmanları, akıllarını kaybetme, baygınlık geçirme, kendinden geçme sorhoşluk veya delilik gibi hallere düşmeyecek kadar sağlamdı. Bu işlerin başlangıcı, tabiîn devrinde ve Basra'da aşırı ibadetle meşgul olan kimseler arasında zuhur etti. Bunların içinde Kur'an-ı Kerim'i dinlediği zaman bayılıp düşen kimseler vardı. Ebu Cüheyri Darırî veBasra Kadısı Ebu Evfa oğlu Zerare gibi adamlar vardı. Aynen böyle, sûfiyenin şeyhlerinde de, kendisine fena hali, onunla iyiyi kötüden ayırd etme gücünün zayıfladığı sarhoşluklara müptelâ insanlar vardır. Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler. Mesela: Ebu Yezid'i Bestami, Ebu Hasan en-Nuri, Ebu Bekri Şibli gibiler hep böyledir. Ebu Süleyman-ed-Darani, Ma'ruf-u Kerhi, Fudayl bin Iyaz ve Cüneyd-i Bağdadi ve daha bir çokları böyle değildir. Bunlar seyri sülük halinde iken akılları başlarında iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak şuurda idiler ve onun için asla şeriata aykırı sözler söylemediler. Aklı şaşırtan bu çeşit bir fena haline hiç duçar olmadılar. Hayır, bin kere hayır. Onlar, sarhoşluk içinde saçmalamadılar. Bunlar kitap ve sünnetin hidayeti ile hidayetlenen (doğru yolu ile beslenen), kalplerinde Allah sevgisinden, Allah'ı istemekten, O'na kulluk etmekten başka bir şey bulunmayan, (düşünmeyen ve yapmayan) büyük kâmil mü'minlerdir. Çünkü, onlar her hallerinde içinde bulundukları durumu çok iyi, şuurlu bir biçimde müşahede etmişlerdir. Böyle olmaları onların (müşahede ettiklerinden iyisini ve kötüsünü ayırd edecek kadar) ilim sahibi olduklarını gösterir elbette. Daha başka bir deyimle, bunlar, bütün mahlukatın Allah (c.c)'ın emri ile kaim ve O'nun diriltmesiyle hareket ettiğini ve bütün yaratılmışların Allah (c.c)'ı tesbih ve dua eder olarak müşahede ederler. Böylece mahlûkatın (yaratıkların) bu hallerinde, kendilerinde basiret ve tezekkür hasıl olmakta ve bu müşahede ettikleri şeyler onların kalplerinde dinin ihlasını, Allah (c.c)'a tevhidin sadeleşmesini, şeriksiz ve eşsiz olan Allah (c.c)'a, sadece O'na kulluk etmelerini sağlamlaştırır ve kökleştirir. Bu Kur'an-ı Kerim'in tanımladığı, davet ettiği gerçek iman sahiplerinin ve üstün ve kâmil irfan ehlinin yerine getirdiği bir gerçektir. Son nebi, sevgili Rasulümüz Muhammed (s.a.v.) bunların önderi ve en kâmilidir (en üstünüdür). Bundan ötürüdür ki, semavata uruç ettiği (yükseldiği) ve çeşitli alametler gördüğü, rabbinin ona çeşitli biçimlerde münacaatlardan vahyeylediği ve Mekke insanlarının içinde sabahladığı halde, durumu hiç değişmemiş ve kendisinde reddedilmesi gereken bir fena ve sarhoşluk gibi bir hal zuhur etmemiştir (görülmemiştir). Hiçbir sarhoş edici şartta kendisini kaybetmemiştir. Fakat baygınlık geçiren Musa (a.s.) böyle değildir. O bile dayanamamıştır harikuladeliklere. Fena hali dedikleri üçüncü şekil fenaya gelince: Bu Allah (c.c)'tan başka hiçbir varlık müşahede etmemek, halikin vücudunu mahlûkun vücudu sanmaktır. Elbette ki böyle bir hal, Allah (c.c) ile kul arasındaki farkı olduğu gibi kaldırmaktadır. Allah (c.c) ile kulu birleştirmektedir. Bu "hulûliye", yahut "Vahded-i Vücud" sapık telakkisine düşenler, zındıkların ve dinsizlerin en kötüsüdür. Sahabe ve hidayet kılavuzu (doğru yolun öncüleri) din imamları ve sünnetin hidayeti üzerine müstakim olan alimler bu çeşit fenadan beridirler. Eğer bunlardan birisi: "Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeygörmüyorum veya Allah (c.c)'tan başkasına bakmıyorum" ve benzeri şeyler söylerse; söylediği ispat edilebilirse, onların bu sözlerden muradı (kastı), söylemek istediği: "Allah (c.c)'tan başka Rab, O'ndan başka müdebbir ve hâlık, O'ndan başka kendim için ilâh görmüyorum. Sevgi, korku ve ümid itibariyle Allah (c.c)'tann başkasına nazar etmiyorum O'ndan başka bir kudret kabul etmiyorum", demektir. Çünkü göz, kalbin kapıldığı, takıldığı, şeye nazar eder ona bakar. Bir kimse bir şeyi sever veya ümitlenir veya ondan korkarsa, ona iltifat eder ve elbette ona yönelir. Kalbte ona sevgi, ondan ümitlenme ve korkma, o şeye nefret ve kalbe ait diğer hallerden her hangi bir ilgi olmadığı zaman, kalp ona iltifat etmeyi, ona bakmayı asla istemez ona nazar etmeyi kastetmez. Sadece onu (muvafıkan) üstünkörü görür belki. Kalbin meyletmediği şeylere bakan göz, sadece bir eşyaya bakar gibi bakar fakat aslında görmez. (Bu kalbinde ilgisi olamayan bir perde ve benzeri şeylere bakmış gibi haldir). Büyük alimler ve salih Müslümanlar. Tevhid-i Rabbaniyi tecrit ve dinin tamamında ihlası gerçekleştirme konusunda öyle şeyler zikrediyorlar ki... Kul Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey en küçük bir iltifat göstermeyecek, nazar etmeyecek (bakmayacak), korkmayacak, ümitlenmeyecek. O kadar ki, kalbi bütün yaratıklardan azade olacak, müstağni kalacak, Böyle bir insan, mahlûka (yaratığa) Allah (c.c) nuru ile bakar, Böylece hak ile (hakkın yardımı ile) işitir, görür, hak ile görür, hak ile tutar ve hak ile yürür, Yaratıklardan Allah (c.c)'ın sevdiğini sever, sevmediğini de sevmez (kin ve nefret ettiğine kin ve nefret eder), Allah (c.c)'ın dost (edindiğini) saydığını dost, düşman (edindiğini ) saydığını düşman (edinir) sayar. Yalnız Allah (c.c)'tan korkar ve Allah (c.c)'tan korktuğu için dünyada hiçbir şeyden korkmaz. Dünyada bütün işlerinde Allah (c.c)'a ümit bağlar, Allah (c.c) için dünyaya ümid bağlamaz.(Yani Allah (c.c)'ı bırakıp dünyaya umut bağlamaz.) İşte bu, kötülükten yüz çeviren, muvahhid, müslim, mü'min, enbiya ve Rasûllerin marifetini, hakikatini ve tevhidini gerçekleştirebilen, kalb-i selimin ta kendisidir.Gerçek tevhid budur. Üçüncü gruba girenlerin tevhidi ise: Yani, vücudda yok olmak, vahded-i vücud tevhidi ise, Firavun'un ve onun yolunda gidenlerin tevhididir. Yahudi "karamita" teşkilatlarının ve bu teşkilatın yolunda giden, Hallaç, Muhyiddin Arabi, İbni Fariz, İbni Sebin ve Afif Telemasani'nin ileri sürdüğü vahded-i vücudu kendilerine din edinen ve kabul eden insanlar gibi... Allah (c.c)'ın Rasulü'ne tâbi (bağlı) olanların fenası ise: Bu çeşit fena övülen, methedilen cinsden bir gerçektir. Böyle bir halle hallenen kişi, Allah (c.c)'ın övdüğü, sevdiği muttaki evliyalarından kurtuluşa eren cemaatından ve galib gelen, zafer kazanan askerlerinden olur. Yukarıda geçen sözler ile meşayih (büyük alimler) ve salihler (hâşâ) "Allah (c.c)'ı mahlukattan görüyorum" demek istemiyorlar. Çünkü Allah (c.c) yer gök ve onun içinde olan herşeyin Rabbidir. Böyle bir sözü ancak; dalâlet ve fesadın en son derecesine düşmüş insanlar söyleyebilir. Bu da, ya akıl bozukluğundan veya itikad bozukluğundan gelir. Böyle kimseler, ilhad (dinsizlik) ile delilik arasında bocalayan kimselerdir. Din yolunda kendisine uyulan büyük alimler, ümmetin selefinin önde gelen imamlarının ittifak ettiği, birleştiği şeyler üzerinde ittifak etmiş, buluşmuşlardır. Bu ittifak ettikleri (birleştikleri) şey, Yüce Allah'ın yaratıklardan ayrı olduğu gerçeğidir. O'nun zatından yaratıkların da hiç bir parça bile yoktur. Yaratıklardan hiçbirisi de O'nun zatında mevcut değildir. Ezeli olanı, kadim olanı sonradan var edilmiş olandan ayırd etmek, halikı mahlûktan, temyiz ve tefrik etmek ve haliki ait olduğu eşsiz ve benzersiz yere oturtmak her mümin insan için farzdır. Ve bu söz büyük din önderlerinin söylediği en büyük gerçektir. Onlar kalplere musallat olan arızalardan ötürü pek çok gerçek sözler söylemişlerdir. Mesela: İnsanlardan bazılar zaman zaman mahlukatın vücudunu görür, somut varlığını müşahede eder, fakat onun mücerredini, soyutunu, iç yüzünü göremez, müşahede edemez, idrak edemez. Çünkü kalbinde farkları görücü, birbirinden ayırıcı hassa tefrik ve temyiz etme gücü yok olmuştur. Aslı göremediğinden, gerçeğe nüfuz edemediğinden, surette, görüntüde kaldığından, görebildiğini yerin ve göğün sahibi zanneder. Güneş ışığını gören ve bu gördüğünü güneş zanneden insanın durumunda olduğu gibi. Onlar bazen hem fark hem de vahdetten (birlikten) bahsediyorlar. Fena kavramı hakkında birçok sözler bulunduğu gibi bu konuda birçok yazılı ibareler vardır... | |
Konu Sahibi Muvahhid25 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Vehhâbîlerin Tâifde müslimânları öldürmeleri ve... | İslami Haberler | 1 | 1598 | 06 Ocak 2012 18:36 | |
İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında... | Tasavvuf-Tarikat | kamer34 | 39 | 14566 | 06 Ocak 2012 17:26 |
Abdulvahhabın Keşf-el Şubuhat Eserinde Tevessül... | Tasavvuf-Tarikat | Yitiksevda | 28 | 10603 | 06 Ocak 2012 12:30 |
07 Ocak 2012, 19:04 | Mesaj No:2 |
Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri
İbn Teymiyye r.a zannımca şirazesinden kopmuş tasavvuf dininin bazı kavramlarını, bu cümleleriyle ıslaha gayret göstermiş. Çünkü öyle bir çağda yaşamış ki, müslüman beldelerde, kafirlerin katliam, zulumleri had safhaya çıkmış, tasavvuf dininin vahdeti vucut gibi ekolleri ise en parlak dönemlerini yaşamıştır. İşte böyle bir siyasi,itikadi tenakuzlukların içinde, zaten yönetimlerce tasavvuf dininin müntesiplerinin kışkırtmaları neticesi, zindanlara atılmış, İslami tebliğini en zor şartlar altında gerçekleştirmekte idi. Belki halkın çoğunun daldığı tasavvuf batıl dininden kurtarabilmek adına, böyle bir içtihat geliştirdiğini düşünebiliriz. Bunu ricalul gayb ve kutup meselesinde de görmekteyiz ve fakat, bu konuda övdüğü Cüneydi Bağdadinin nakline güvenerek hatada yapmıştır. Herşeyi bir kenera bırakalım gerçekten tasavvuf dininin içerisinde ikmal edilen fena ile yukarda zikredilen fena kavramı arasında deriin bir ayrılık ve çelişki vardır. Bugün ve daima fenayı sahtekar şey-hini telepatik tapınmayla kutsamak olarak gören, şey-hini düşünerek feyz gibi soyut kavramlarla somut ilme ulaştıklarını idda edenlerin saçma sapan iddialarıyla karşılaşmaktayız. Batındı,gizlilikti, fenaydı,rabıtaydı,feyzdi, ilmi mektumdu, gibi farazi ve tamamen hayali soyut anlamsız türetilen kavramlarla, tasavvuf dini ikame edilmeye çalışılmaktadır. Kardeşim bir kişide bana çıksın gözlem ve deneye dayalı ispatla, bu hayali kavramlarla meydana geldiklerini iddia ettikleri somut ilim ve hikmeti ispatlayabilsin. Neymiş efendim sahtekar şey-hini telepatik tapınmayla düşünmekle kendisine feyz ve nur akıyormuş. Peki nerde kardeşim bunların somut delilleri desen hemen bunu gayba görünmemezliğe,veya görebilmek için yetkin kişi olmaya bağlarlar. Yani hiç çekinmeden bir yalanın peşine ikitane birden daha takıştırıverirler. Ben hala bunları tatbik edenlerin kendilerini buna nasıl inandırabildiklerine şaşırıyorum. Psikolojiden az biraz anladığım için bunu kişilik bozukluğuyla tevil etmek istemem ama, en azından buna inanarak bu eylemi gerçekleştirenlerin aşırı hayalperet kişilik arzettiğini açıkça söyleyebilirim. Bunun yanı sıra hint felsefesindeki kast sistemlerindeki zavallı en düşük tabakadaki kişilerin sömürülmesinde kullanılan nirvana, tekamül evresi, yoga düşünüldüğünde, din psikolojisi bakımından da, elitlerin avamı sömürebilmek ve hiyerarşik bir mutlak itaati sağlamak adına, ot insan-yogistte olduğu gibi, yoganın anlamları olan kontrol altına almak, boyunduruk altına almak gibi, tarikatçı ve tasavvuf dinincede mürit-mürşit rabıtası, hiyerarşi içerisinde kulluk derecesinde mutlak itaati barındırmaktadır. Evet İbn Teymiyenin r.a bahsettiği türden bu farazi kavramlar anlamlandırılacaksa, o zaman gergekten bu kavramlar gerçek somut ilimle anlamlanmış olur. Yoksa fena derken la mevcuda deyip(mevcut diye bir şey,yani yaratılmış birşey yok demektir), ALLAH subhanehunun yaratma sıfat ve kudretini yok saymak elbette ALLAH subhanehuya yaratma ve varetme kudretinde eksiklik izafe etmek olur ki, ALLAH subhanehu her şeyin yaratıcısıdır... Selamlar... | |
07 Ocak 2012, 23:26 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri mdm1 epeydir sizi aramızda görmemiyorduk öncelikle koşgeldiniz. Bu konuyu yeni fark ettim daha sonra konuyla ilgili birşeyler yazacağım inşallah. Geçenlerde şunu yazdım dedimki biz Allah'a iman etmişiz müslüman alim kardeşlerimizn varsa hataları elbette bunu dile getirmekten geri kalmayız. "Ben bilmem şeyhim bilir" mantığı Allah'ın izni ile müslümanlarda söz konusu değildir
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
08 Ocak 2012, 02:22 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri BNİ TEYMİYENİN KULLUK RİSALESİ ADLI ESERİNDE FENA TANIMI Hiç kuşkusuz fena üç çeşittir: 1 - Enbiya ve kâmil evliyaların fenası. 2 - Enbiya ve salihlerden kasîdinin (bir kast taleb edenlerin) fenası. 3 - Münafık, mülhid, müfsid ve müşebbihlerin (Allah (c.c)'ı mahluka benzetenlerin) fenası. Birinci gruba girenlerin fenası: Bunların fenası, Allah (c.c)'tan başka hiç bir şeyi istememektir. Başkalarını (irade etmekten) istemekten kurtulmaktır. O kadar ki, bunlar sadece Allah (c.c)'ı sever ve yalnız O'na kulluk eder. Sadece O'na tevekkül eder (O'nu kendine vekil tayin eder) ve güvenir. Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeyden istimdat (yardım ve destek) dilemez. Bu, Ebu Yezid'in ifade ettiği ve kastettiği manadır. O şöyle ifade etmiştir bu manayı: "O'nun irade ettiği şeyden başka hiçbir şeyi murad etmiyorum." Yani, mahbubunrazı olduğu muradını (sevgili Allah (c.c)'ın) murad ettiğinden başka hiçbir isteği yok). Elbette ki, böyle bir murad, dinin emrettiği, istediği muraddır. (Bu da dînî iradeyi murad etmekten başka bir şey değildir) Böyle bir istek sahibi kimse, dinin istediklerini ister, istemediklerini ise reddeder. Kulu yücelten, kemâle erdiren şey; Allah'ın irade ettiği, dilediği, istediği, razı olduğu ve sevdiği şeyden başkasını istememek, dilememek, sevmemek ve O'nun razı olduğundan başka hiçbir şeye razı olmamaktır. Bu da Allah'ın farz ve müstehab olarak emrettiği şeylerden başkası değildir. Melekler, Rasuller ve salih kullar gibi, Allah (c.c)'ın sevdiklerinden başka hiçbir şeyi sevmez. Böyle bir hal, Yüce Allah'ın anlattığı şu haldir: "O gün ki ne mal bir fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalple gitmek müstesna" (Şuara: 26/88-89) Diyorlar ki: "Selim bir kalp Allah'tan başka şeylerden selim olan bir kalpdir". Yani, Allah'a kulluktan başka veya Allah'ın iradesinden başka her şeyden selim olmak, kurtulmuş olmak. Mana birdir. Bu manaya, ister "Fena" ismi verilsin, isterse verilmesin. (Bu manayı "Fena" kelimesiyle izah et, istersen de başka başka kelimelerle), netice değişmez. Çünkü, bu mana: İslam dininin hem evveli hem de sonu, hem bâtını ve hem de zahiridir. İkinci gruba girenlerin fenası: Allah (c.c)'ın dışındaki bütün varlıklardan "fena" bulmaktır. Mahlukları müşahede etmekten uzaklaşmış olmaktır. Bu hal birçok salikte meydana gelen bir haldir. Hiç şüphe yok ki, bunların kalpleri Allah (c.c)'ın zikri ile, O'na kulluk ve sevgi göstermeye o kadar çok bağlanmıştır ki, bağlandığı ve zikrettiği Allah'tan başkasını görememektedir. Göremediği için de, Allah (c.c)'tan başkasını hatırlamaz. Hatta belki düşünemez bile. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır mealen: "Musa'nın anasının kalbi, evlat derdinden başka her şeyden boş olarak sabahladı. Eğer vaadimizi tastik edenlerden olması için kalbine sabır vermeseydik, az kalsın onu açığa vuracaktı" (Kasas: 28/10) Bu ayet hakkında diyorlar ki: "Musa'yı hatırlamaktan dolayı, ondan başka herşeyi unutmuştu". Bu hal, kendini sevgi, korku veya ümid gibi şeyler istila eden kimselerde sık sık olan bir haldir. Bu hallerde insan kalbi, o sevdiği, korktuğu veya ümitlendiği şeyden başka ne varsa yüz çevirir. Öyle ki, istiğrak (dalıp mestolma) halinde sevdiğinden başka hiçbir şeyi müşahede ve idrak edemez olur. Bu şekildeki fena hali, sahibinin üzerinde artıp kuvvetlendiği zaman; onun varlığında kendi varlığını,onu müşahededen kendini müşahedeyi, onu seyretmekten kendini seyretmeyi, onu hatırlamaktan kendini hatırlamayı, onu tanımaktan, bilmekten kendini bilmeyi unutur, her hali yok olur gider (yani fenaya erişir). Hatta her şey, kulun bizzat kendisi ve bütün diğer varlıklar varlıklarını sürdüğü halde, onun idrakinden silinir gider. Ve sadece ezeli ve ebedi olan varlık baki kalır ki, O da Yüce Allah'dır. Murad, yani niyet, kast, kulun hafızasında ve müşahedesinde (görüşünde) Allah (c.c)'tan başka ne varsa, hepsinin yok olması, fena bulmasıdır. ve kulun da mahlukatı müşahede etmekten ve hatırlamaktan fena haline gelmesidir. Bu hal insanda kuvvetlendiği zaman, seven kişi zaaf içine girer, iyiyi kötüyü, yaratığı, yaratanı birbirinden ayırd etmesi fevkalade zorlaşır. Artık mahbubun sevilmesi lazım gelenin bizzat kendisi olduğunu vehmetmeye, zannetmeye başlar. Bir bakıma kendisini ilahla birleşik görmeye başlar. Anlatıldığı gibi... Birisi denize düşer, onu sevenlerden birisi de arkasından denize bırakır kendini. Denize düşen arkasından denize atlayana sorar: "Ben düştüm. Seni benim arkamdan suya atan sebep nedir? " Cevap verir atlayan: "Seni ben sandım. Çünkü kendimi sende kaybetmiştim, yok etmiştim" Bu konuda böyle inanan bir kimsenin ayağı kaydı ve helak (yok) oldu. Onlar fena bulmayı birleşme zanettiler. Sevenle sevileni bir görmeye başladılar. Bir başka deyimle, halikle mahluk bir vücuda birleşiktir zannına kapıldılar, ikisinin varlığı hakkında bir fark görmediler. Bu azim bir hata, müthiş bir yanılmadır. Çünkü, kesin bir gerçek vardır ve bu gerçek; Hâlık(Hâlkedici) olan Yüce Allah, mahlûkuyla(halkettiği varlıkla) birleşmez. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: "O'nun misli, benzeyeni yoktur. O bütün söylenenleri işitir ve bütün yapılanları mutlak bilir" (Şura: 42/11) O birdir ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey varlığını sürdürmek için O'na muhtaçtır. Doğmamış ve doğurulmamıştır. O'na denk olacak hiçbir şey yoktur. Hayır, hayır... Hayır hiçbir şey, bir başka şeyle birleşemez. Ancak istihale geçirebilir,Varlıkları değişebilir. Varlıklar değişime uğrayarak iki şeyi birbirine bağlar yahut birleştirir ve üçüncü bir şeyi meydana getirirse, bu olabilir. Böyle bir sonuçda da, ortaya çıkan üçüncü şey, ne birincidir, ne ikincisi. Ne biridir ve ne de öbürü. Su ile sütün, su ile şarabın birleşiminde olduğu gibi... Fakat murat ile mahbub, murat ile mekrin, yani sevilmeyen, nefret edilen birleşebilir. Bunlar irade ile kerahat (istek ile çirkinlik) çeşitlerinde ittifak edebilirler (birleşebilirler). Biri diğerinin sevdiğini sevebilir ve bir başkası öbürünün nefret ettiğinden nefret edebilir. Razı olduğuna razı olur, kızdığına kızar. Şiddetli davrandığına şiddetli davranır, tiksindiğinden tiksinebilir. Dost edindiğini dost, düşman saydığını düşman sayabilir. Ama bütün bu fenaların hepsinde eksiklik vardır. Ebu Bekir (r.a.), Ömer (r.a.) ve muhacir ve Ensar'dan önce gelip geçen bütün büyük evliyalar bile arz ettiğimiz bu fena biçimine düşmediler. Nerede kaldı Rasuller düşsün. Onlar böyle bir fena durumuna asla düşmemişlerdir. Bütün bu hallerin sahibi olduğu gibi iddialar ashabı kiramdan sonra ortaya çıkmıştır. Bu kabil, kalbe arız olan iman hallerinden, aklı terketmek yahut kaybetmek, hayırla şerri, iyiyle kötüyü birbirinden ayırd edememek gibi haller sahabelerden sonra ortaya çıkan arızalardır. Hiç şüphe yok ki sahabeler (Allah onların hepsinden razı olsun) akli bakımdan herkesten daha üstün, daha (kâmil) ileri idiler. İmanları, akıllarını kaybetme, baygınlık geçirme, kendinden geçme sorhoşluk veya delilik gibi hallere düşmeyecek kadar sağlamdı. Bu işlerin başlangıcı, tabiîn devrinde ve Basra'da aşırı ibadetle meşgul olan kimseler arasında zuhur etti. Bunların içinde Kur'an-ı Kerim'i dinlediği zaman bayılıp düşen kimseler vardı. Ebu Cüheyri Darırî veBasra Kadısı Ebu Evfa oğlu Zerare gibi adamlar vardı. Aynen böyle, sûfiyenin şeyhlerinde de, kendisine fena hali, onunla iyiyi kötüden ayırd etme gücünün zayıfladığı sarhoşluklara müptelâ insanlar vardır. Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler. Mesela: Ebu Yezid'i Bestami, Ebu Hasan en-Nuri, Ebu Bekri Şibli gibiler hep böyledir. Ebu Süleyman-ed-Darani, Ma'ruf-u Kerhi, Fudayl bin Iyaz ve Cüneyd-i Bağdadi ve daha bir çokları böyle değildir. Bunlar seyri sülük halinde iken akılları başlarında iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak şuurda idiler ve onun için asla şeriata aykırı sözler söylemediler. Aklı şaşırtan bu çeşit bir fena haline hiç duçar olmadılar. Hayır, bin kere hayır. Onlar, sarhoşluk içinde saçmalamadılar. Bunlar kitap ve sünnetin hidayeti ile hidayetlenen (doğru yolu ile beslenen), kalplerinde Allah sevgisinden, Allah'ı istemekten, O'na kulluk etmekten başka bir şey bulunmayan, (düşünmeyen ve yapmayan) büyük kâmil mü'minlerdir. Çünkü, onlar her hallerinde içinde bulundukları durumu çok iyi, şuurlu bir biçimde müşahede etmişlerdir. Böyle olmaları onların (müşahede ettiklerinden iyisini ve kötüsünü ayırd edecek kadar) ilim sahibi olduklarını gösterir elbette. Daha başka bir deyimle, bunlar, bütün mahlukatın Allah (c.c)'ın emri ile kaim ve O'nun diriltmesiyle hareket ettiğini ve bütün yaratılmışların Allah (c.c)'ı tesbih ve dua eder olarak müşahede ederler. Böylece mahlûkatın (yaratıkların) bu hallerinde, kendilerinde basiret ve tezekkür hasıl olmakta ve bu müşahede ettikleri şeyler onların kalplerinde dinin ihlasını, Allah (c.c)'a tevhidin sadeleşmesini, şeriksiz ve eşsiz olan Allah (c.c)'a, sadece O'na kulluk etmelerini sağlamlaştırır ve kökleştirir. Bu Kur'an-ı Kerim'in tanımladığı, davet ettiği gerçek iman sahiplerinin ve üstün ve kâmil irfan ehlinin yerine getirdiği bir gerçektir. Son nebi, sevgili Rasulümüz Muhammed (s.a.v.) bunların önderi ve en kâmilidir (en üstünüdür). Bundan ötürüdür ki, semavata uruç ettiği (yükseldiği) ve çeşitli alametler gördüğü, rabbinin ona çeşitli biçimlerde münacaatlardan vahyeylediği ve Mekke insanlarının içinde sabahladığı halde, durumu hiç değişmemiş ve kendisinde reddedilmesi gereken bir fena ve sarhoşluk gibi bir hal zuhur etmemiştir (görülmemiştir). Hiçbir sarhoş edici şartta kendisini kaybetmemiştir. Fakat baygınlık geçiren Musa (a.s.) böyle değildir. O bile dayanamamıştır harikuladeliklere. Fena hali dedikleri üçüncü şekil fenaya gelince: Bu Allah (c.c)'tan başka hiçbir varlık müşahede etmemek, halikin vücudunu mahlûkun vücudu sanmaktır. Elbette ki böyle bir hal, Allah (c.c) ile kul arasındaki farkı olduğu gibi kaldırmaktadır. Allah (c.c) ile kulu birleştirmektedir. Bu "hulûliye", yahut "Vahded-i Vücud" sapık telakkisine düşenler, zındıkların ve dinsizlerin en kötüsüdür. Sahabe ve hidayet kılavuzu (doğru yolun öncüleri) din imamları ve sünnetin hidayeti üzerine müstakim olan alimler bu çeşit fenadan beridirler. Eğer bunlardan birisi: "Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeygörmüyorum veya Allah (c.c)'tan başkasına bakmıyorum" ve benzeri şeyler söylerse; söylediği ispat edilebilirse, onların bu sözlerden muradı (kastı), söylemek istediği: "Allah (c.c)'tan başka Rab, O'ndan başka müdebbir ve hâlık, O'ndan başka kendim için ilâh görmüyorum. Sevgi, korku ve ümid itibariyle Allah (c.c)'tann başkasına nazar etmiyorum O'ndan başka bir kudret kabul etmiyorum", demektir. Çünkü göz, kalbin kapıldığı, takıldığı, şeye nazar eder ona bakar. Bir kimse bir şeyi sever veya ümitlenir veya ondan korkarsa, ona iltifat eder ve elbette ona yönelir. Kalbte ona sevgi, ondan ümitlenme ve korkma, o şeye nefret ve kalbe ait diğer hallerden her hangi bir ilgi olmadığı zaman, kalp ona iltifat etmeyi, ona bakmayı asla istemez ona nazar etmeyi kastetmez. Sadece onu (muvafıkan) üstünkörü görür belki. Kalbin meyletmediği şeylere bakan göz, sadece bir eşyaya bakar gibi bakar fakat aslında görmez. (Bu kalbinde ilgisi olamayan bir perde ve benzeri şeylere bakmış gibi haldir). Büyük alimler ve salih Müslümanlar. Tevhid-i Rabbaniyi tecrit ve dinin tamamında ihlası gerçekleştirme konusunda öyle şeyler zikrediyorlar ki... Kul Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey en küçük bir iltifat göstermeyecek, nazar etmeyecek (bakmayacak), korkmayacak, ümitlenmeyecek. O kadar ki, kalbi bütün yaratıklardan azade olacak, müstağni kalacak, Böyle bir insan, mahlûka (yaratığa) Allah (c.c) nuru ile bakar, Böylece hak ile (hakkın yardımı ile) işitir, görür, hak ile görür, hak ile tutar ve hak ile yürür, Yaratıklardan Allah (c.c)'ın sevdiğini sever, sevmediğini de sevmez (kin ve nefret ettiğine kin ve nefret eder), Allah (c.c)'ın dost (edindiğini) saydığını dost, düşman (edindiğini ) saydığını düşman (edinir) sayar. Yalnız Allah (c.c)'tan korkar ve Allah (c.c)'tan korktuğu için dünyada hiçbir şeyden korkmaz. Dünyada bütün işlerinde Allah (c.c)'a ümit bağlar, Allah (c.c) için dünyaya ümid bağlamaz.(Yani Allah (c.c)'ı bırakıp dünyaya umut bağlamaz.) İşte bu, kötülükten yüz çeviren, muvahhid, müslim, mü'min, enbiya ve Rasûllerin marifetini, hakikatini ve tevhidini gerçekleştirebilen, kalb-i selimin ta kendisidir.Gerçek tevhid budur. Üçüncü gruba girenlerin tevhidi ise: Yani, vücudda yok olmak, vahded-i vücud tevhidi ise, Firavun'un ve onun yolunda gidenlerin tevhididir. Yahudi "karamita" teşkilatlarının ve bu teşkilatın yolunda giden, Hallaç, Muhyiddin Arabi, İbni Fariz, İbni Sebin ve Afif Telemasani'nin ileri sürdüğü vahded-i vücudu kendilerine din edinen ve kabul eden insanlar gibi... Allah (c.c)'ın Rasulü'ne tâbi (bağlı) olanların fenası ise: Bu çeşit fena övülen, methedilen cinsden bir gerçektir. Böyle bir halle hallenen kişi, Allah (c.c)'ın övdüğü, sevdiği muttaki evliyalarından kurtuluşa eren cemaatından ve galib gelen, zafer kazanan askerlerinden olur. Yukarıda geçen sözler ile meşayih (büyük alimler) ve salihler (hâşâ) "Allah (c.c)'ı mahlukattan görüyorum" demek istemiyorlar. Çünkü Allah (c.c) yer gök ve onun içinde olan herşeyin Rabbidir. Böyle bir sözü ancak; dalâlet ve fesadın en son derecesine düşmüş insanlar söyleyebilir. Bu da, ya akıl bozukluğundan veya itikad bozukluğundan gelir. Böyle kimseler, ilhad (dinsizlik) ile delilik arasında bocalayan kimselerdir. Din yolunda kendisine uyulan büyük alimler, ümmetin selefinin önde gelen imamlarının ittifak ettiği, birleştiği şeyler üzerinde ittifak etmiş, buluşmuşlardır. Bu ittifak ettikleri (birleştikleri) şey, Yüce Allah'ın yaratıklardan ayrı olduğu gerçeğidir. O'nun zatından yaratıkların da hiç bir parça bile yoktur. Yaratıklardan hiçbirisi de O'nun zatında mevcut değildir. Ezeli olanı, kadim olanı sonradan var edilmiş olandan ayırd etmek, halikı mahlûktan, temyiz ve tefrik etmek ve haliki ait olduğu eşsiz ve benzersiz yere oturtmak her mümin insan için farzdır. Ve bu söz büyük din önderlerinin söylediği en büyük gerçektir. Onlar kalplere musallat olan arızalardan ötürü pek çok gerçek sözler söylemişlerdir. Mesela: İnsanlardan bazılar zaman zaman mahlukatın vücudunu görür, somut varlığını müşahede eder, fakat onun mücerredini, soyutunu, iç yüzünü göremez, müşahede edemez, idrak edemez. Çünkü kalbinde farkları görücü, birbirinden ayırıcı hassa tefrik ve temyiz etme gücü yok olmuştur. Aslı göremediğinden, gerçeğe nüfuz edemediğinden, surette, görüntüde kaldığından, görebildiğini yerin ve göğün sahibi zanneder. Güneş ışığını gören ve bu gördüğünü güneş zanneden insanın durumunda olduğu gibi. Onlar bazen hem fark hem de vahdetten (birlikten) bahsediyorlar. Fena kavramı hakkında birçok sözler bulunduğu gibi bu konuda birçok yazılı ibareler vardır... İBN-İ TEYMİYYE Muvaihhid25 bey ben ibn-i Teymiyyeyi nasıl okudunuz doğrusu anlayamadım. İbni Teymiyye mevcut olan vahdet- vucut düşüncesinin hem mürşitlerini hemde müritlerinin tamamını tekfir ediyor... İbn-i arabinin ve benzeri ideolojileri din olarak değerlendiryor ve firavunun dini ile eş olarak yorumluyor. Hatta dahada ileri giderek tasavvuçulardaki fena halini zındıklıkla kafirlikle itham ediyor. Daha evvelde söyledik islamda elbetteki zikir vardır, kalbin pisliklerden arınması vardır. “”Birgün üç sahabe kendi aralarında konuşuyorlar,biri ben bundan sonra hiç eşimle birlikte olmayacağım nefsimi körleştireceğim,diğeri ben artık hergün oruç tutarak nefsimi körleştireceğim,bir diğeri ise ben gece gündüz durmadan ibadet edeceiğim dediler. Bu haber rasulullah (sav) ulaşınca onları huzuruna çağırtarak böyle böyle diyenler sizlermisiniz onlarda evet ey Allah’ın elçisi. rasulullah (sav): sizin içinizde Allah’a en yakınız benim sizin içinizde allahı en çok seven ben olduğum halde bazen oruç tutar bazen iftar ederim eşimlede tenhalaşırım rabbime olan ibadetlerimide belirli vakitlerde yaparım o halde sizin bu yaptığınız neyin nesi. Sahabe ey Allah’ın elçisi sen peygambersin senin gelmiş geçmiş tüm günahların af olunmuştur. Rasulullah (sav) şunu unutmayın eşinizin sizin üzerinizde hakkı vardır, nefsinizin sizin üzerinizde hakkı vardır, rabbinizin sizin üzerinizde hakkı vardır sizde her hak sahiplerine hakkını verin. Yine bir gün hz.Ömer (r.a) mescide girerken bir kaç kişinin mescidde oturdukduklarını görür,onlara neden bu saatte burdasınız diye sorar,onlarda ey emirülmümin biz ibadet ediyoruz,bunun üzerine hz. Ömer hiddetlenir kalkın yeryüzünde rızkınızla meşkul olun insanlarıda böyle tembelliğe alıştırmayın der. Yani sonuç olarak islamdaki müslüman karakterine baktığımızda sufi tiplemsinden çok uzak ilim, bilim hertürlü dünya gelişmelerine karşı son duyarlı bir yandanda ibadetlerini asla aksatmayan Allah’a gerçek manada kulluğunu sunan bir profil görmekteyiz...
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
08 Ocak 2012, 19:30 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 15316 Üyelik T.:
18 Aralık 2011 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri
[QUOTE=mdm1;150673]İbn Teymiyye r.a zannımca şirazesinden kopmuş tasavvuf dininin bazı kavramlarını, bu cümleleriyle ıslaha gayret göstermiş. Çünkü öyle bir çağda yaşamış ki, müslüman beldelerde, kafirlerin katliam, zulumleri had safhaya çıkmış, tasavvuf dininin vahdeti vucut gibi ekolleri ise en parlak dönemlerini yaşamıştır. İşte böyle bir siyasi,itikadi tenakuzlukların içinde, zaten yönetimlerce tasavvuf dininin müntesiplerinin kışkırtmaları neticesi, zindanlara atılmış, İslami tebliğini en zor şartlar altında gerçekleştirmekte idi. Belki halkın çoğunun daldığı tasavvuf batıl dininden kurtarabilmek adına, böyle bir içtihat geliştirdiğini düşünebiliriz. Bunu ricalul gayb ve kutup meselesinde de görmekteyiz ve fakat, bu konuda övdüğü Cüneydi Bağdadinin nakline güvenerek hatada yapmıştır. Evvela Teymiyye yi Mısır Devleti zindana atmıştır.Sebebi o zamanki tartışmaları ve sivrilişidir.Bu zamanda zindana atılanda sadece kendisi değildir.Ayriyeten İslam İbni Taymiyyenin yada bir başkasının tekelinde değil elbetteki Tasavvufta İslamda gidilen yollardan biridir ve amacı islamı tebliğdir.İbn Teymiyye hata yapamaz değil oda hata yapmıştır.Hadislre çok takılmış hatta sahih olanları bile yok saymıştır.Zaten kendisine yazdığı her ters göürşüne reddiyeler de gereken cevaplar verilmiştir....Ama yeri gelmiştir oda bunları tasdiklemiştir ve İbn Teymiyye Allah Dostlarını asla kötülememiştir.Ama sözde ona uyanlar anlayamamalarından olsa gerek buna cüret etmişlerdir. Herşeyi bir kenera bırakalım gerçekten tasavvuf dininin içerisinde ikmal edilen fena ile yukarda zikredilen fena kavramı arasında deriin bir ayrılık ve çelişki vardır. Tasavvuftan uzak olduğunuz belli Fena hallerini incelerseniz göreceksiniz benzerlikleri hemde açık açık Bugün ve daima fenayı sahtekar şey-hini telepatik tapınmayla kutsamak olarak gören, şey-hini düşünerek feyz gibi soyut kavramlarla somut ilme ulaştıklarını idda edenlerin saçma sapan iddialarıyla karşılaşmaktayız. Sahte şeyh ne demek acaba ? Bu isnadı yaptığınız kişilerle hiç sahte olup olmadıklarını konuştunuzmu ? ki suizanda bulunuyorsunuz? Eğer duydunuz yada okudunuz ise bu ne kadar inandırıcıdır? Müslüman kişi birisine düşüncelerini sormadan zan edermi? Bu idda değil yaşanan hallerdir yani zahire dökülen hallerdir. Siz bir soru Madde mi Manaya yoksa Manamı Madde ye bağlıdır? Yani Ruhmu yoksa Bedenmi? Batındı,gizlilikti, fenaydı,rabıtaydı,feyzdi, ilmi mektumdu, gibi farazi ve tamamen hayali soyut anlamsız türetilen kavramlarla, tasavvuf dini ikame edilmeye çalışılmaktadır. Allah akletmezmisiniz, Tefekkür etmezmisiniz buyurmakta Kuranda acaba neden bize düşünmeyi, derinlere inmeyi , akletmmeyi emretmiş ki? Tefekkür de bu değilmidir soyut yani manasını hayaletmek ve onu keşfetmek , hikmetlerii görmek bu zahiren bir fayda vermese Allah bunu emredermi? Kardeşim bir kişide bana çıksın gözlem ve deneye dayalı ispatla, bu hayali kavramlarla meydana geldiklerini iddia ettikleri somut ilim ve hikmeti ispatlayabilsin. İşte o bir kişi burda buyurun size ben yardımcı olayım bire bir, zahiren ispatları ile size bunu kanıtlıyayım ne zaman isterseniz .... Neymiş efendim sahtekar şey-hini telepatik tapınmayla düşünmekle kendisine feyz ve nur akıyormuş. Peki nerde kardeşim bunların somut delilleri desen hemen bunu gayba görünmemezliğe,veya görebilmek için yetkin kişi olmaya bağlarlar. Yani hiç çekinmeden bir yalanın peşine ikitane birden daha takıştırıverirler. Hem telepatik diyorsunuz hem kanıt istiytorsunuz gördüğünüz bir rüyayı bana kanıtlayabilirmisiniz? Yada bu rüyayı nerde görüyorsunuz bu gördükleriniz nasıl meydana geliyor? Kanıtlayabilirmisiniz ? Sahtekarlık görecelidir bakın kişiyi Allah ile kandıranlarda sırf anlayamadıkları için bunu inkar edenlerde sahtekardır diyebiliriz o zaman Ben hala bunları tatbik edenlerin kendilerini buna nasıl inandırabildiklerine şaşırıyorum. Psikolojiden az biraz anladığım için bunu kişilik bozukluğuyla tevil etmek istemem ama, en azından buna inanarak bu eylemi gerçekleştirenlerin aşırı hayalperet kişilik arzettiğini açıkça söyleyebilirim. İnsan yaşadıklarına inanır, anlayamadığınız aslında şu ; siz bu yaşanılan olayları çok abartıyor ve Kuranla bağdaştıramıyorsunuz bu konuda da haklısınız herkes Kuranı aynı açıdan anlıyamaz Kuran karşısındakine ne verecekse onu veren bir kitaptır nede Olsa Allah kelamı elbette bu kadar derin olucak , mesela rabıtaya takılıp kalanlar , bir sonrasını göremezler peki neden ? Çünki onlar bir Mürşide gidip rabıta ne demektir sormamışlardır Tasavvufi taımına bakar ve kıyameti koparırlar çünki bu onlara göre şirktir...Oysa Mürşid Müridine rabıtayı bir sonraki aşama için yani Tefekkür için verir ki Tefekkür kapılarını açabilsin daha sonra bu diğer safhalara yönlendirir kişiyi , Tefekkür Mücahedeye sonrada Müşahadeye dönüşür.Yani Bu haller aslında Kuranın özünde var elbette görebilene bende bunu görmeyen insanlara şaşıyorum aslında, bu insanların sadece okuyup geçtiklerini düşünüyorum... Bunun yanı sıra hint felsefesindeki kast sistemlerindeki zavallı en düşük tabakadaki kişilerin sömürülmesinde kullanılan nirvana, tekamül evresi, yoga düşünüldüğünde, din psikolojisi bakımından da, elitlerin avamı sömürebilmek ve hiyerarşik bir mutlak itaati sağlamak adına, ot insan-yogistte olduğu gibi, yoganın anlamları olan kontrol altına almak, boyunduruk altına almak gibi, tarikatçı ve tasavvuf dinincede mürit-mürşit rabıtası, hiyerarşi içerisinde kulluk derecesinde mutlak itaati barındırmaktadır. Halidi Bağdadi ksa Hindistanda değilde keşke Arap yarımadasında kalsaymış nasılda bağlamışlar hint akımlarına bunu haklılarda böyle bir fırsat elbette kaçınılmaz olurdu Evet İbn Teymiyenin r.a bahsettiği türden bu farazi kavramlar anlamlandırılacaksa, o zaman gergekten bu kavramlar gerçek somut ilimle anlamlanmış olur. Yoksa fena derken la mevcuda deyip(mevcut diye bir şey,yani yaratılmış birşey yok demektir), ALLAH subhanehunun yaratma sıfat ve kudretini yok saymak elbette ALLAH subhanehuya yaratma ve varetme kudretinde eksiklik izafe etmek olur ki, ALLAH subhanehu her şeyin yaratıcısıdır... Selamlar... Teymiyye mükemmel anlatmış hemde soyut oğlu soyuttan anlatmış bunu dolandırmaya gerek yok bence ... |
08 Ocak 2012, 22:24 | Mesaj No:6 |
Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri
Kamer hocam hoşbulduk, aslında diğer bir yazınızda oldukça güzel bir cevabınız vardı, sanırım 19 numaralı yazıydı, ALLAH razı olsun hocam oldukça anlamlı vede yerinde bir cevaptı. İşlerim biraz yoğun ayrıca başka bir sitede uzun soluklu bir tartışmadayım. Kişisel polemiklere fazlada dalmak istemiyorum ama hakkında söylenmesi gerekiyor görüyorsunuz. Esedullah kardeşim, gülümsediğiniz telepati kavramını somut veri olarak benimsediğimden değil, bizatihi ciddiye almadığım ve inanmadığım için yakıştırıyorum. Rabıta konusunda akademik denilebilecek ölçüde, eski nakşi şey-hi Ferit Aydının mükemmel bir çalışması var. Sonraki bir yazımda e-kitap linkini verebilirim. Yine İbrahim Sarmış ın Teorik ve pratik açıdan tasavvuf ve İslam kitabıda oldukça etkili bir kitaptır. Bana somut verilerle hiçbir farazi türetilmiş kavramın yakıştırılmış anlamını ispat edemezsiniz. Çünkü kavramların kendisi soyut olmakla beraber, anlam bakımından şerhe gidilirse, bütün sözler döner dolaşır gaybı taşlar durur. Sahtekar şey-hler diyorum çünkü şey-hlik iddasında olan her kim varsa sahtekarın ta kendisidir. Bana delilin var mı diyorsunuz,peki kardeşim bu zatların şey-h veya evliya olduğuna sizin ALLAH katında deliliniz var mı_? Demek ki delili ilk sunması gerekenler idda ve zan zahipleri. Bu arada mesela Rumi ve Arabi gibi sahtekarların küfür dolu eserlerinden ve sözlerinden çok uzun soluklu konular açabilirim. Genel olarak sahtekar şey-hler diyorum ama, kişi bazında bir çok örnek verebilirim. Kendi sözlerinden, kendi eserlerinden nakillerle. Çok yorgun ve uykusuzum sonra devam etmek üzere, selam ve dualarla... | |
08 Ocak 2012, 23:31 | Mesaj No:7 | |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri Alıntı:
tüm şeyhler sahtekar ise; şeyh said palu sahtekar! şeyh said nursi sahtekar! ve doğu güneydoğu bölgesinde ne kadar alim varsa şeyh olarak adlandırılıyor... sadece bu iki alimi örnek verdim.ve ikisinide seviyorum.hataları varsa kendilerini bağlar.ama onlar benim önderlerim,alimlerim,üstadlarım,saygınlarım,Allah için sevdiklerim!!!! bnlar dahil hepsi sahtekardır demeniz bizleri yaralıyor,kardeşliklerimizi zedeliyor. Allah aşkına düşünce ileri sürün,kişileri değil.hele hele kuranda putları bile aşağılamak yasak iken . aşağıladığınız kişiler birilerinin sevdası olabilir.sevdalarınızı hedef tahtası yapmak demektir bu. aklı selime,tebliğ ahlakına,forum kurallarına davet...!!! medineweb forum kurallarının 19.maddesi; 19. Alimler, Hocaefendiler, Tarikatlar, Cemaatler, İslam Tarihindeki Şahsiyetler ve Toplum tarafından değer verilmiş Saygın ve Kariyer sahibi, Siyasi Parti, Oda, Dernek, Kurum, Kuruluş VE Başkanlarını Küçük düşürücü, aşağılayıcı, Karalayacı, tekfir edici,Hakaret türünden Paylaşımlara İZİN verilmez.ve bu kurallara uymayan üye uyarılır,tekrarı halinde kalıcı siteden uzaklaştırılır. lütfen ! saygılar...
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. | |
09 Ocak 2012, 00:38 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 90 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri Muhterem medineweb ailesi, Uzun zamandır sitemizde bir tasavuf kavgasıdır sürüp gidiyor. Artık önümüze bakma vakti gelmedi mi? Yetmedi mi bu kadar hakaret asağılama tenkit... Kardeşim bırakın insanları, rahat bırakın. En evvelinde şunu bilmenizi rica ediyorum, TASAVUF DİN DEGİLDİR. Allah katında din İSLAMDIR. Tasavuf sadece şeriatin fantazisidir. isteyen bu fanteziyi kullanır, istemeyen kullanmaz. Kullanmayana hakaret etme özgürlüğü yoksa kullananada olmaması gerekir. Bu bir tercih meselesidir. Size ne oluyor ki böyle galeyana gelip insanları irdeleme derdine düsüyorsunuz. Birsey anlatacaksınız felsefi bakıslarla cümleleri corba edip millete servis ediyorsunuz. ŞUnu unutmayınız ki, her tasavuf sempatizanı cahil degildir. Cok Kıymetli tasavuf ehilleri, Kendinizi savunmaya kalkısmayınız. Neye güvenerek bu savunmayı yapıyorsunuz. Hangi ayeti, hadisi delil olarak sunabilirsiniz. Tasavufta akıldan önce teslimiyet ön plandadır. Fakat bunu kime anlatabilirsiniz. Tasavuf, farz mı, sünnet mi, vacib mi, müstehab mı, Nedir söyler misiniz? Cevap veremiyoruz dimi. Yapmayın Allah aşkına, bu kendini bilmezlerin eline malzeme verip kendinizi kücük duruma düsürmeyin. Hem farkında mısınız, sizin yüzünüzden insanlar günaha giriyor. Kötü söz sahbinindir. Onların her türlü densiz sözlerine karsı SELAM deyip geciniz. Hmm bu arada bir yorumda bulundumya Bismillah, nickimi gören kosarak gelir, buyrun gelin bakalım, göreceginiz vardır...
__________________ Bismillah diyerek... |
09 Ocak 2012, 01:31 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri
İklimya bacım kendini bilmezler kim rica etsem izah etseniz sizin nickinizle yorum yapmanız karşılığında kimse size saldırı için beklemiyor teslimiyetin esası Kuran ve Sünnetmi tasavvufmu sizin gözlemleriniz ile cevap verirseniz sevinirim kardeşim... Esadullah kardeşim ile yapmış olduğumuz münazaralar sizi neden rahatsız ediyor anlayamadım kabul etmediğimiz görüşleri ortaya koyuyor ve hatalı isek hatalı olduğumuzu doğru isekte doğrulumuzu savunmamız size ne tür zarar veriyor kardeşim....
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
09 Ocak 2012, 01:41 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: İbni Teymiyenin Tasavvuftaki Fena Hakkında Görüşleri Hem telepatik diyorsunuz hem kanıt istiytorsunuz gördüğünüz bir rüyayı bana kanıtlayabilirmisiniz? Yada bu rüyayı nerde görüyorsunuz bu gördükleriniz nasıl meydana geliyor? Kanıtlayabilirmisiniz ? Esadullah beyden alıntı Güzel abim bizler bazı meseleleri kıyas yaparken konuları biraz birbirine karıştırıyoruz sanırım.. Bakın bizim mülaza ettiğimiz konu islam dinidir. Bu dinin rabbi olan Allah bu dinin sınırlarını çizmiştir. Bu din öyle rüyalarla yada hayali şeylerle ifade edilemez.
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Acibtü liâmiri dâri’l-fenâ... | Hazan Mevsimi | Serbest Kürsü | 1 | 26 Aralık 2009 11:34 |
Müteşabih Hakkında Alimlerin Görüşleri | NUR | Kur'ân-ı Kerim Genel | 1 | 22 Aralık 2009 00:59 |
Fena Fi'l-Hak | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 1 | 13 Mayıs 2009 21:29 |
Fena Fillah | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 1 | 13 Mayıs 2009 21:28 |
İbni sinanın hayatı ve hakkında genel bilgi | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 07 Nisan 2009 22:49 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|