Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.KUR'ÂN-I KERİM.::. > Kurân-ı Kerîm > Tefsir Çalışmaları

Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi:  05 Nisan 2008 (01:30), Konuya Son Cevap : 05 Nisan 2008 (12:53). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 05 Nisan 2008, 01:30   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Nas Suresi Tefsiri

Nas Suresi Tefsiri

21/NAS SURESİ TEFSİRİ

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahman ve Rahim ALLAH'ın adına...

Ayetlerin toplu meali:

1, 2, 3, 4, 5, 6:

“Cin ve insten, insanların akıllarında, sinsice kötülük fısıldayan Hannasın kötü fısıltılarının şerrinden insanların ilahına, insanların hükümdarına ve insanların rabbine sığınırım” de!

Ayetlerin tefsiri:

Bu sure Felak suresi ile birlikte bir bütün niteliği taşıdığından genel değerlendirilmesi beraber yapılacaktır.

1-De ki: İnsanların Rabbine sığınırım!

2-İnsanların hükümdarına.

3-İnsanların ilahına.

İkinci ayetle üçüncü ayet birinci ayetin Atf-u beyan’ıdır. Yani birinci ayete açıklık getirir. Bu ayetlerin anlaşılması açısından birkaç kavram üzerinde bir kısa açıklama yapalım.

Rabb:

Rabb, “Terbiye edip eğiten. Yarattıklarını belirli bir programa göre uygun olarak, bir takım hedeflere götüren. Tekamülü programlayıp yöneten” demektir. Yaratıcı, ilah gibi diğer kavramlarla karıştırılmamalıdır.

ALLAH’ın Rabb özelliği zerreden evrene her nesne üzerinde ilk varlığından (doğumundan, oluşumundan) itibaren en son aşamasına kadar devam etmektedir. Hiçbir varlık hiçbir zaman bu programdan ayrı değildir. Rabb sıfatı Kur’an’ı kerimde en çok geçen sıfattır. Ki Kur’ân’da tam 903 kez yer alır.

Melik:

“Melik”, “hükümdar” ve “kral” demektir. ALLAH’ın da güzel isimlerinden biridir.

“Melik” sözcüğü, “Me-Le-Ke” fiilinden gelir. “Me- le-ke”, “malik ve sahip olmak” demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve malik anlamında 'melik, malik, melîk' kelimeleri kullanılır. Masdarı olan mülk veya milk, üzerinde sahip ve tasarrufta bulunulan şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder. Bu tasarruf, hem insanlar, öncelikle insanlar, hem de mallar üzerinde tasarruftur. Nitekim, ALLAH Teâlâ için insanların meliki denirken, O'nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu anlatılmak istenir.

Melik yada malik olma, malik olunan şey üzerinde isten ildiği biçimde tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik ancak ve ancak ALLAH'tır; çünkü, Kur’an’da mülkün yalnızca ALLAH'a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat ALLAH'ın mülküdür ve ALLAH mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Ama, ALLAH adil, hakk ve tek ilâh olduğu için kâinatta dengesizlik ve haksızlık olmaz.

İnsan yeryüzünde halife olduğu, yani ALLAH adına yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için, kendisine yeryüzü mülkü üzerinde izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır. Bu yetki, hiç bir zaman mutlak anlamda olmadığı ve insanın keyfine bırakılmadığı gibi, ALLAH'ın yeryüzündeki hayatının gereği olarak çeşitli biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve mesleklere sahip olacak şekilde yarattığı insanlar da, önce bütün olarak bu meliklik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla, herkesin belli bir tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiç bir zaman mutlak değil, sınırlı ve ALLAH'ın tanıdığı alanda sadece bir emanettir. Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da ALLAH her insana ayrı ayrı değil, insanlar arasından seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmiş ve genel anlamda yeryüzündeki mülkiyetini bu elçiler aracılığıyla yürütmeği dilemiştir.

ALLAH yeryüzündeki melikliğini, kendi seçtiği ve kendilerine ilim ve hikmet verip, te'vil öğrettiği kişiler aracılığıyla yerine getirir.

Temelde ALLAH'ın iradesi, yeryüzünde kendi mülkünün, yani kendi melikliğinin hâkim olması şeklindedir ve bunun için dilediği insanları seçerek, onlar aracılığıyla melikliğini gerçekleştirmek ister. Seçimini de hiç bir zaman insanların keyfine bırakmaz. Çünkü, O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Ama, insanlar ALLAH'ın iradesi doğrultusunda değil de, kendi keyfi iradeleri doğrultusunda gider ve ALLAH'ın seçtiklerinin melikliğini kabul etmezlerse, bu kez ALLAH başlarına hak ettikleri meliği getirir. Nitekim, bu anlamda Firavun da, İbrahim'le ALLAH hakkında çekişen ve kaynaklarda Nemrut diye geçen kişi de meliktirler.

Öte yandan “melik” kelimesinin hükümdar, yani devlet başkanı anlamında kullanılması da söz konusudur. İslâm devletlerinin hükümdarları genellikle "melik" ünvanını taşımazlardı. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime ALLAH için kullanılmadığı zamanlarda, yabancı ülkelerin hükümdarlarını ifade etmekteydi. Melik kelimesi, İslâm tarihinde ilk olarak Emevî devletinin kurucusu Muaviye tarafından kullanılmıştır. Ancak bu kelime, Asr-ı saadetten Hulefa-i râşidin döneminin sonuna kadar icrâ edilen şeklin dışında, İslâm'a aykırı bir idareyi zihinlere getirdiği için Muâviye’nin bu "melik" ünvanını alması iyi karşılanmamış ve hatta bazı âlimler tarafından şiddetle kınanmıştır.

İlah:

“İlah”, lügatta, “örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk” anlamında kullanılmakla beraber genelde “ibadet edilen, tapınılan, ululanan” nesnelerin ortak adı olmuştur.

İslâmiyet'in saf tevhid akîdesi, tapılacak, ibadet edilecek, ululanacak; kainatın ve eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olarak sadece ALLAH'ı kabul eder.

İslâmiyet’in ALLAH âkidesiyle diğer dinlerdeki “ilâh” fikri arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Diğer dinlerdeki ilah fikrine, İslâmiyet'in reddettiği yollardan ulaşılır. Sonra bu dinlerin mensubu olan insanlar, ilâhlarım kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinirler. Diğer dinlerdeki ilâh fikri, insanların korkularının isteklerinin ihtiyaçlarının ürünüdür. Bu ilâhlar insanların isteklerinin ihtiyaçlarının ürünüdür. Bu ilâhlar insanların ihtiyaçlarına göre şekillenirler. Sonra bu ilâhların hüküm koymak gibi özellikleri de yoktur. insanların ihtiyaçları karşılandığından, bu ilâhların fonksiyonları da tükenecektir. Oysa İslâm, kişi ilâhım kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinemez. Zîra İslâm, mutlak bir yaratıcının ve hüküm koyucunun ve ibadet edilecek bir tek ilâhın var olduğu, onun da hiç bir ortağı bulunmadığı esası üzerine oturtulmuştur. İslâm insanları bu ilâha (yani ALLAH'a) iman ve ibadet etmeye çağırır. Diğer dinlerde ilâhlar, insanlarla birlikte vardır. İnsan yok olduğunda bu ilâhlar da yok olurlar. Oysa ALLAH insanı yaratandır. İnsan yaratılmadan önce de vardı ve zatı ile kâimdir. İnsan kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım elini uzatan, onu koruyup gözeten, sıkıntı ve korkulu anlarında onu emniyete ulaştıran bir varlığa ibadet için yönelmektedir.

“İlâh” kelimesinin mabuda bağlanmasının sebepleri şöyle sıralanabilir: İhtiyaçları gideren, işlenen âmelin karşılığını veren, sükunet bahşeden, yücelik hükmü altına alıp koruyan, ihtiyaçları gideren, musibet anında koruyandır.

Kur'an-ı Kerimde ilâh kelimesi iki manada kullanılmıştır. Birincisi: “Hak olsun batıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların kendisine tapındığı şey” anlamında mabud. İkincisi: “Gerçekten ibadete lâyık olan varlık” anlamında hak mabud.

İlah Edinmek

Yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber olan Adem'le başlayan tevhîd inancı gönderilen her peygamberle birlikte devam edegelmiş ve İslam peygamber'i ile kemâle ermiştir.

Bütün peygamberler, kendinden önceki peygamberleri tasdik edici özellikte tevhid yolunda mücadelelerini sürdürmüşler, gönderildikleri kavimleri ALLAH’tan başka ilâhlar edinmemeleri hususunda uyararak, onları ALLAH'a kulluk etmeye çağırmışlardır. Ancak peygamberler bu mücadeleleri sırasında kendilerinin yanında yer alan pek az mümin bulabilmişlerdir. Hatta bazıları öldürülmüşler, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmışlar ve içinde bulundukları toplumun, sürekli hakaret ve alaylarına maruz kalmışlardır.

Peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan insanlar, kendi inançlarında ısrar etmişler, ALLAH’dan başka ilâhlar edinerek, onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Nitekim ALLAH'u Teâlâ Kur'an’da bu kavimler hakkında şöyle buyurmaktadır.

Meryem suresi ayet 81:

“Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, ALLAH'tan başka düzme ilâhlar edindiler”

Yâsin suresi ayet 74:

“Onlar, ALLAH'ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mahzar) edilecekler ümidi ile mabudlar edindiler”

Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere cahiliye devri insanları kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları nesnelerin şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucu olduklarını, onların etrafında toplandıklarında yeminlerinden vazgeçmekten doğabilecek sorumluluktan bir takım korkulardan kendilerini emin kılabileceklerini zannediyorlardı.

Hûd suresi ayet 101:

“ALLAH'ı bırakıp taptıkları yalancı ilâhlar, rabbinin azap emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı.”

Nahl suresi ayet 20-22:

“Halbuki ALLAH'ı bırakıp da çağırdıkları şeyler hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır.”

Kasas suresi ayet 88:

“ALLAH ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. Ondan başka hiç bir ilâh yok”

Yûnus suresi ayet 66:

“ALLAH’tan başkasına tapanlar dahi gerçekte ALLAH’a eş tuttukları ortaklara tabi olmuyorlar. Onlar kuru zandan başkasına uymuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar.”

Bu ayetlerden şu neticeleri çıkarmak mümkündür:

a) Cahiliye devri insanları kendilerine sıkıntılı anlarında dua edip yardıma çağırdıkları ilâhlar ediniyorlardı.

b) ilâhlar sadece cinler, melekler ve putlardan ibaret değildi. Daha önce şahıslar da tapınılan ilâhlar arasında idi. Nitekim “onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine şuurları da yoktur” ayeti, bunu ispatlamaktadır.

c) Müşriklere göre ilâh edindikleri putlar, onların dua ve yakarışlarını işiten ve onlara yardıma gücü yeten varlıklardı.

Meselâ bir adam acıkmışsa, karısından yemek ister. Yada hastalanmış olsa doktor çağırır. Onun bu davranışları bir dua değil, sebep ve netice kanununun tabii bir göstergesidir. Adam, karısını veya doktoru ilâh edinmemektedir. Ancak bu adam açlık ve hastalığa katlanamaz duruma geldiğinde karısından doktorundan yardım isteyeceği yerde, başka bir şahıstan veya puttan medet umsa, ona bu ihtiyaçlarını gidermesi için dua etmiş ve onu kendisine ilâh edinmiş olur. Günümüzde de pek sık rastlanabildiği gibi kilometrelerce uzaklıktaki bir mezarda yatan bir ölüye dua etse, ihtiyaçlarını karşılaması hususunda ondan bir medet umsa veya aynı duyguları bir puta karşı beslese bunların, ihtiyaçları hakkında kendisine yardım edeceğine, hastalık, sıhhat ve açlığa, tabiat kanunları dışındaki bir mânevî güçle ihtiyaçlarını vermek için gereken sebepler üzerinde hükmünü geçirme kudretine sahip olduğuna inanırsa, bu ölüyü, diriyi veya putu kendisine ilâh edinmiş olur.

Nitekim günümüzde bu misali andıracak şekilde canlı olaylar yaşanmaktadır. Meselâ yeni evlenen çiftlerin kendilerine mutluluk getireceğine inanarak, çeşitli şahısların mezarlarına ziyaretler düzenleyip, çeşitli adaklar adadıkları işitilmektedir. Bu olaylar günümüzde ALLAH'tan başka ilâhlar edinip O'na şirk koşmanın en açık örneklerinden biridir.

Aslında insanın ilâh edindiği nesnelere dua etmesine, ondan yardım dilemesine sebep olan düşünce, şüphesiz ki onun tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu dışında bir kuvvete sahip olduğunu kabul etmeye götüren düşüncedir.

ALLAHu Teâlâ kendisinden başka ilâh edinenlerin durumlarını şöyle açıklamaktadır:

Ahkâf suresi ayet 27, 28:

“Andolsun ki, biz kendi çevrenizde bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, belki onlar küfürden imana dönerler diye tekrar tekrar açıkladık. O vakit ALLAH'ı bırakıp da güya O'na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir”

İnsanların gerçek yaratıcıyı bırakıp, kendi elleriyle yaptıkları putları ilâh edinmelerinin başlangıcı Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirlenir.

Nûh suresi ayet 21-23:

“Nûh şöyle dedi: “Rabbim! Kavmim bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve “Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ved, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr gibi putlarınızdan vazgeçmeyin” dediler”

(Tarihi belgelere göre bu putlar daha sonra Arabistan yarımadasının değişik yerlerinde yeniden dikilmiştir.)

Tevhid inancından bu şekilde ilk sapmalar yolunda, eski çağlarda bu inançtan habersiz diğer kavimlerin de bazı ilâhlar edindikleri görülmektedir. Meselâ; eski Mısır'ın mitolojik dinlerine göre, zaman ilâhı Keb ile gök tanrıçası Nut’un evlenmesinden meydana gelen Osiris, kıskançlık yüzünden Seth tarafından öldürülerek oniki parçaya bölünmüştü. Eski Çin dini olan Sinizm’e göre tanrı Çang-Ti’nin soyundan gelen Çin hükümdarları, göğün oğludur. Hind dinlerindeki ilâhlar, her türlü beşeri eksikliklerden uzak olamazlar. Gök gürültüsü, yağmur, fırtına gibi olayların ilâhı olan İndra, çok zâlim ve gaddar bir ilâhtı. Keza Sümerlerin ilâhı olan Madruk, uluhiyyeti diğer tanrılarla savaşarak tıpkı insanlar arasındaki krallar gibi elde etmişti. İran dini Mecûsîlikte ise iyilik tanrısı olan Hürmüz ile kötülük tanrısı Ehrimen devamlı savaşırlardı. Hangisi galip gelirse ona bağlı olarak yeryüzünde iyilik veya kötülük galip gelmektedir. Bugünkü Avrupalıların ataları olan Keltlerin dininde, insanlar vahşice ilâhlara kurban edilirdi. Azteklerin harp tanrısı olarak kabul ettikleri Çiçli-Puçli, insan yüreği yemekten hoşlanan zâlim ve savaşçı bir ilâhtı. Bunların yanında eski Yunan'ın mitolojik Olimpos tanrılarını da unutmamak gerekir. Ayrıca orta Asya Türklerinin çeşitli nesneleri, özellikle kendilerini kurtardığına inandıkları bir kurdu nasıl ilâhlaştırdıkları bilinmektedir. (İslam ansiklopedisi)

Yahudilerin millî ilâhi olan Yahova, kendi kavmi olan İsrailoğullarının dışında kalan kavimlere karşı son derece zâlim ve gaddardır.

İslâm'ın dışındaki dinlerin ilâh telâkkisi, İslâmiyet'ten tamamen farklıdır. Bu sebeple diğer dinlerdeki ilâhlara ancak ilâh, tanrı, Rab, Huda, Çalab gibi isimler verilebilir. ALLAH ismi ise aslâ verilemez. Meselâ; Batı dillerinde ilâh karşılığı kullanılan (Fransızca “Dieu”, İngilizce “God”, Almanca “Gott”, İtalyanca “Dio”) kelimeler, temelde Yunanca Theos ve Lâtince Deivo kelimelerine dayanmaktadır. Bu kelimeler de Yunan mitolojisinin insan şeklindeki tanrı anlayışına dayanmaktadır.

Genellikle beşeri zaaf ve eksikliklerle bilinen bu Yunan kaynaklı ilah anlayışı önce Roma'ya, oradan da Hristiyanlığa geçmiştir. Ve bundan sonra da Hristiyan mabedlerine. İsa'nın ve Meryem'in heykelleri konulmaya başlanmıştır.

Bugünkü Batı dünyası, Yunan ve Roma politeizmini, isminin dışında her şeyi ile almıştır. Dolayısıyla onların ilah anlayışı, bir türlü saf tevhide ve tevhiddeki her şeyden arındırılmış ALLAH anlayışına yaklaşamamaktadır.

Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Emekdar Üye 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Hz. Ali ile Fatıma'nın Aç Kalmaları İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2438 31 Temmuz 2008 02:53
Seleme bin el-Ekvâ'nın Hz Peygambere Ölüm Üzerine... Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader Emekdar Üye 0 2293 31 Temmuz 2008 02:52
Mekke, Savaşılmadan Nasıl Fethedildi? İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2709 31 Temmuz 2008 02:51
Hz. Peygamber'in Hac Esnasındaki Hutbeleri Hacc-Umre-Kurban GÖKCEN_AZRA 1 3049 31 Temmuz 2008 02:49
Bu Mübarek Zat kimdir ?? Hz.Muhammed(s.a.v) Mihrinaz 4 2864 31 Temmuz 2008 00:27

Alt 05 Nisan 2008, 12:53   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Seleme isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 556
Üyelik T.: 11 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 829
Konular: 194
Beğenildi:13
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Nas Suresi Tefsiri


Psikologlara terapistlere gidip para harcayanlara duyrulur işte reçete Kuran-ı Kerim...
Nas süresi vesvese,sıkıntı bırakmaz kulda....
__________________
Dünyayı Güzellik Kurtaracak.
Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Fizilalil Kur'an Hud Suresi Tefsiri MERVE DEMİR Fizilalil Kur'ân 15 08 Ekim 2008 01:32
Cum'a suresi tefsiri... TÜRKcan Tefsir Çalışmaları 4 16 Ağustos 2008 03:47
Felak Suresi Tefsiri 20 Emekdar Üye Tefsir Çalışmaları 1 09 Nisan 2008 13:08
Asr Suresi 103 Özel Tefsiri Emekdar Üye Tefsir Çalışmaları 4 09 Nisan 2008 02:27
ınşirah suresi tefsiri akgün Tefsir Çalışmaları 12 08 Nisan 2008 22:17

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.