|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Verda_Naz,Açılış Tarihi: 26 Eylül 2008 (02:58), Konuya Son Cevap : 03 Temmuz 2013 (21:55). Konuya 16 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
26 Eylül 2008, 02:58 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 | Fizilalil Kuran Alak Suresi Tefsiri 96-Alak 1- Yaratan Rabbinin adıyla oku. 2- O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. 3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. 4- O, insana kalemle yazmayı öğretti. 5- İnsana bilmediğini öğretti. Kur'an'ın ilk suresi bu suredir. Ve bu sure Allah'ın adı ile başlamaktadır. Resulullah'ı yönlendirdiği ilk esnada, yücelerin yücesi ile bağlantı kurduğu ilk anda, seçilmiş olduğu davet yolunda atmış olduğu ilk adımda onu Allah'ın adı ile okumaya yönlendirmektedir: "Oku yaratan Rabbinin adı ile." Ve sure Allah'ın adı ile başladığı gibi, Rabbin sıfatlarından olan yaratmanın ve hayata başlamanın kendisi ile sağlandığı yaratma sıfatı ile başlamakta ve Allah'ı "yaratan" diye nitelemektedir. Sure sonra insanın yaratılmasını ve hayata başlamasını özel olarak ele almaktadır. "O, insanı bir kan pıhtısından yarattı". Evet Allah insanı, bu donmuş ve rahime yapışan bir damlacık kandan yarattı. İşte bu son derece sade ve küçük kaynaktan yaratılmıştır insanoğlu. Bu bir damlacık kan pıhtısı da Yaratıcının gücünü göstermekle birlikte ondan da öte O'nun keremini, ihsanını gösterir. Çünkü onun lütfu ile bu kan pıhtısı öğretilebilen ve buna dayalı olarak da, öğrenen insan seviyesine yükselmiştir. "Oku Rabbin en büyük kerem sahibidir. O insana kalemle yazmayı öğretti, insana bilmediğini öğretti." Gerçekten insanın doğuşu ile vardığı son durum arasında son derece büyük bir aşamadır bu. Ama Allah'ın herşeye gücü yeter. ikramı çoktur. Zaten bu yüzden o baş döndürücü aşamayı gerçekleştirmiştir. Bu gerçeğin yanısıra, öğretme gerçeği, Rabbin insanı "Kalemle" öğretme gerçeği ortaya çıkmaktadır. Çünkü kalem eskiden olduğu gibi bugün de, insan hayatına en geniş ve en derin etkiyi yapmış ve yapan öğretim aracıdır. O zamanlar bu gerçek şu anda bizim gördüğümüz ve insan hayatında bildiğimiz biçimi ile bu açıklıkta değildi. Ama yüce Allah kalemin değerini biliyor ve insanlığa gelen en son kutsal mesajın inmeye başladığı ilk anda ve Kur'an'ın ilk suresinde kalemin önemine dikkatleri çekiyordu. Halbuki bu kutsal mesajı getiren peygamber kalemle yazabilen birisi değildi. Şayet Hz. Muhammed bu Kur'an'ı kafasından uydurmuş olsaydı, şayet bu Kur'an vahiy ürünü olmamış olsaydı ve eğer onun getirdiği çağrı kutsal mesaj olmamış olsaydı, kalemin önemini vurgulayan bu gerçek daha ilk anda kesinlikle ortaya çıkamazdı. Sonra sure bilginin Alınacağı kaynağı gösteriyor. Bilginin tek kaynağının yüce Allah olduğunu, insanın bildiği ve bileceği herşeyi, şu varlık aleminin gizemlerine, şu hayatın ve insanın kendi nefsinin bilinmezliklerine dair çözebildiği neler varsa bunların tümünün kaynağının yüce Allah olduğunu belirtiyor. İnsanın tüm bildikleri, oradan, bir başkası daha olmayan bu tek kaynaktan, aldığını ifade ediyor. Rasulullah'ın yüceler yücesi ile bağlantı kurduğu ilk anda inen bu biricik bölümle evet bu bölümle iman düşünce sisteminin geniş olan temeli atılmış oldu. Her iş, her davranış, her adım, her çalışma Allah'ın adı ile, O'nun adına yapılır. Allah'ın adı ile başlar, Allah'ın adı ile yürür, Allah'a yönelir ve sonuçta O'na varır. Allah'tır yaratan. O'dur öğreten. Doğuş ve başlangıç O'ndan dır. Öğretme O'ndan, bilgi O'ndan dır. İnsan öğrenebildiğini öğrenir. Öğretebildiğini öğretir. Ama bütün bunların kaynağı yaratan ve öğreten yüce Allah'tır. "O insana bilmediğini öğretti." Rasulullah'a o andan itibaren hayatı boyunca bütün duygularına hakim olan, dilini Allah'a bağlayan, davranış ve yönelişine etki eden kalbinin daha ilk anda almış olduğu bu ilk Kur'an gerçeğidir. Çünkü bu gerçek imanın ilk temeli oluyordu. imam Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b. Kayyim El Cevziyye Zadu'l Mead isimli eserinde, Resulullah'ın Allah'ı zikretmesini şöylece özetliyor: "Yaratıklar içinde yüce Allah'ı en mükemmel zikreden Resulallah idi. Hatta ağzından çıkan bütün sözler Allah'ı zikirdi. Allah ile ilgili idi. Ümmetine her emri, yasaklaması, yasa koyması Allah'ı zikri demekti. Rabbinin isimlerini, sıfatlarını, hükümlerini, fiillerini, vaadini ve ihtarını onlara anlatması hep Allah'ı zikir demekti. Allah'ı nimetleri ile övmesi, yüceltmesi, hamd etmesi tesbih etmesi, O'nun Allah'ı zikri demekti. Allah'tan istemesi, O'na dua etmesi, O'na yönelik sevgisi ve O'ndan korkması da Allah'ı zikri demekti. Susması hiçbir şey söylememesi Allah'ı kalbi ile zikri idi:' Kısacası Resulallah her an ve her şartta Allah'ını zikrederdi. Ayakta iken, otururken, yere uzanmışken, yürürken, binerken, yolculuk ederken, bir yerde konaklarken, bir yere giderken bir yerde kalırken alıp verdiği nefeslerle akıp giden hep Allah'ın zikri idi. Uykudan uyanınca, "Hamd olsun bizi öldürdükten sonra yeniden dirilene. Son gidiş ancak O'nadır." derdi. Hz. Aişe der ki: Gece uyanınca, on kere tekbir ve on kere de tehlil (La ilahe illallah demektir) getirir ve sonra on kez: "Ya Rab! Dünyanın ve kıyamet gününün sıkıntısından sana sığınırım. Senden başka hiçbir ilah yok. Seni tesbih ederim. Allah'ım senden günahlarımı bağışlamanı ve rahmetini dilerim. Allah'ım benim bilgimi artır. Bana doğru yolu gösterdikten sonra kalbimi kaydırma. Katından bana rahmet bahşet. Kuşkusuz sen çok bağışlar ve verirsin" derdi. Bu rivayet Ebu Davut'da yer Alır. Başka bir rivayette Resulallah şöyle buyurur: "Bir kişi geceleyin uykusundan uyanır da, bir olan Allah'tan başka ilah yoktur, O'nun hiçbir ortay yoktur, mülk O'nundur, hamd O'nadır, O'nun herşeye gücü yeter, hamd Allah'adır, Allah'ı tesbih ederim, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur, Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak yüce ve ulu Allah'a aittir" der sonra da "Allah'ım beni bağışla" derse ya da başka bir dua okursa, duası kabul olunur. Bu kişi eğer abdest alır ve namaz kılarsa, namazı da kabul olunur" buyurur. Bu rivayet de Buhari de yer alır. İbn Abbas, Peygamberin yanında geçirdiği geceyi şöyle anlatır: "Resulallah, uykusundan uyanınca başını gökyüzüne doğru çevirdi. Ve Al-i İmran suresinin "Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında gece ile gündüzün birbirini kovalayışında derin düşünceliler için birçok ibret dersi vardır." diye başlayan son on ayetini okudu. Sonra şöyle dua etti: "Allah'ım hamd sanadır. Sen göklerin, yeryüzünün ve bunlarda bulunanların nurusun. Hamd sanadır. Sen göklerin yeryüzünün ve onlarda bulunanların hakimisin. Hamd sanadır. Gerçek Hak sensin. Senin verdiğin söz hak ve gerçektir. Sözün doğru ve haktır. Sana kavuşmak hak ve gerçektir. Cennet haktır ve vardır, cehennem de haktır ve gerçektir. Peygamberler haktırlar, doğruyu söylemişlerdir. Muhammed de doğruyu söylemiştir. Kıyamet günü doğrudur mutlaka gelecektir. Allah'ım sana teslim oldum. Sana inandım. Sana güvendim. Sana döndüm. Senin yardımınla savaştım. Senin hükmüne başvurdum. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Gizli ve açık yaptıklarımı affet. Sen benim ilahımsın. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Güç ve kuvvet ancak ve ancak yüce ve ulu Allah'a aittir." Hz. Aişe der ki: Peygamber geceleyin kalktığın zaman, "Cebrail'in, Mikailin ve israfilin Rabbi olan, gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen ey Allah'ım. Kullarının birbirleri ile anlaşmazlıklara düştükleri konularda sen hükmünü verirsin. Hakka aykırı davrandığım noktalarda izninle bana doğru yolu göster. Sen dilediğine doğru yolu gösterirsin" Hz. Aişe, "Peygamber namazına bu dualarla başlardı" demiş de olabilir. "Resulallah vitir namazı kıldığı zaman, vitrin sonunda üç kez "Kuddus (Gafletten, hatadan ve her türlü eksiklikten çok uzak) olan Allah'ı tesbih ederim" der ve üçüncüsünde sesini uzatırdı." "Evimden çıkınca, Allah'ın adı ile çıkıyorum. Allah'a güvendim. Sapmaktan veya saptırılmaktan ayağımın kaymasından, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, bilmemekten ya da cahilce davranışlara muhatap olmaktan sana sığınırım:' dedi. (Hadis sahihtir). Resulallah der ki: "Kim evinden çıkarken, `Allah'ın adı ile çıkıyorum. Allah'a güvendim. Ondan başka güç ve kuvvet yoktur derse, kendisine,sana doğru yol gösterildi, senin yönetilmen üstlenildi, sen koruma altına alındın, denir. Ve şeytan ondan uzaklaşır" (Hadis hasen hadistir.) İbn Abbas Peygamberin yanında geçirdiği geceyi ve gördüklerini şöyle anlatır: Peygamber sabah namazına kalktı ve şöyle dedi: "Allah'ım, kalbime aydınlık ver. Dilime aydınlık ver. Kulağıma aydınlık ver. Gözüme aydınlık ver. Arkamdan aydınlık önümden aydınlık, ver. Üstümü aydınlat, ayağımın altını aydınlat. Allah'ım benim nurumu büyüt." Merzuk oğlu Fazl Avf'lı Atıyye'den o da Ebu Said el-Hudri'den nakleder. Ebu Said'in nakline göre Resulallah şöyle buyurur: "Kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken, `Allah'ım,senden isteyenlerin hakkı için, sana yürüyüşümün hakkı için senden istiyorum. Ben şımararak, azarak, gösteriş olsun diye, başkaları duysun diye çıkmadım. Aksine senin gazabından korktuğum için, hoşnutluğunu arzuladığım için, çıktım. Beni cehennemden kurtarmanı, günahlarımı bağışlamanı, diliyorum. Çünkü senden başkaları günahları bağışlayamaz" derse yüce Allah bu kişi için yetmiş bin meleği, kendisi adına bağışlanmasını dilesinler diye görevlendirir. Yüce Allah namazını bitirinceye dek yüzünü bu kuluna çevirir" Ebu Davut da Hz. Peygamberden şöyle rivayet eder: "Resulallah mescide girince "Kovulmuş şeytandan ulu Allah'a sığınırım" derdi. Resulallah bunu deyince, şeytan da "Bu günün diğer anlarında da benden korundu" derdi:' Resulallah şöyle buyurur: "Mescide girdiğinizde namaz kılınız. Bana dua ediniz. Sonra da "Allah'ım bana rahmet kapılarını aç." deyiniz. Mescitten çıkınca ise: "Ya rabbi senin ihsanından ve fazlından istiyorum" deyiniz." Bir rivayete göre Resulallah mescide girince, Muhammed'e ve ona uyanlara dua eder ve sonra "Allah'ım benim günahlarımı bağışla. Bana rahmetinin kapılarını aç." Mescitten çıkınca da, yine Muhammed'e ve ona uyanlara dua eder ardından da "Allah'ım benim günahlarımı bağışla, ihsanının kapısını bana aç" diye dua edermiş. Resulallah sabah namazını kıldığı zaman namaz kıldığı yerde oturarak güneş doğana kadar Allah'ı zikrederdi. Sabaha erince "Allah'ım senin yardımınla sabaha erdik. Senin yardımınla akşama erdik. Senin sayende yaşıyoruz. Bizim canımızı alacak olan sensin. Kabirlerimizden dirilip kalktığımızda sana döneceğiz" diye dua ederdi. (Hadis sahih hadistir). Ve derdi ki: "Sabaha erdik. Sahibi yalnız Allah olan mülk de sabahladı. Hamd Allah'adır. Bir olan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk O'nun dur, hamd O'nun dur. Onun gücü herşeye yeter. Allah'ım bu gün en hayırlı olanı ve yarın da ve yarından sonra da hayırlı olanı senden diliyorum. Bugünün kötülüğünden, yarının ve yarından sonrası kötülüğünden sana sığınıyorum. Rabbim, tembellikten ve ihtiyarlayıp kocamanın kötülüğünden sana sığınıyorum. Ya Rabbi, cehennemin ve kabrin azabından sana sığınıyorum. Akşam olunca ise "Biz akşama erdik. Sahibi yalnız Allah olan bütün mülk de akşama erdi... vs." derdi. (Müslim) Hz. Ebu Bekir Rasulullah'a "Ey Allah'ın peygamberi, sabahladığım ve akşama erdiğim zaman hangi duaları okumalıyım bana öğretir misin?" diye sorar. Resulallah da ona: "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan görüleni ve görülmeyeni bilen herşeyin Rabbi, herşeyin sahibi ve her mülkün hükümdarı olan Allah'ım! Senden başka bir ilah olmadığına tanıklık ederim. Nefsimin ve şeytanın kötülüğünden ve sana şirk koşmaktan sana sığınırım. Kendi nefsime ya da bir Müslümana kötülüğümün dokunmasından sana sığınırım:' dedi. Sonra bu urdu ki: "Ey Ebu Bekir, sabaha çıktığında, akşama erdiğinde ve yatağına uzandığında bu duayı oku." Bu hadis de sahihtir. Sonra ibn Kayyım bu konuda birçok hadis zikreder. Resulallah sarık, veya gömlek ya da aba gibi yeni bir giysi giydiğinde duasında o giysinin adını anarak şöyle derdi: "Allah'ım sana hamd olsun. Sen giydirdin bunu (giydiği ne ise onun adını söylerdi) bana. Onun ve yapıldığı gayenin Hayrını dilerim senden. Onun ve yapıldığı gayenin şerrinden sana sığınırım:' (Hadis sahihtir) Bize gelen haberlere göre Hz. Peygamber evine dönünce, "Hamd olsun her ihtiyacımı gideren ve beni barındıran Allah'a. Hamd olsun beni yediren ve içirene Allah'a. Hamd olsun bana ihsanda bulunan Allah'a. Senden beni ateşten korumam diliyorum." derdi. Buhari ve Müslim'de yer aldığına göre Resulallah tuvalete gireceği zaman "Allah'ım pislikten ve pis ve kötü olan şeylerden sana sığınıyorum" derdi. Tuvaletten çıkınca "Affını dilerim" der. "Benden sıkıntıyı gideren ve bana rahatlık veren Allah'a Hamd olsun" dediği de rivayet edilir. (İbn Mace) Rasulullah'ın elini içinde su olan bir kaya sokarak daha sonra sahabelere "Allah'ın adı ile abdest alınız" dediği de rivayetler arasındadır. Rasulullah'ın gökte hilali görünce, "Allah'ım hilali bize gösterirken bizi güvenli, esenlikte ve islam dini üzere kıl. Ey Hilal! Benim ve senin Rabbimiz Allah'tır." derdi. (Tirmizi hadisin hasen hadis olduğunu belirtmiştir.) Elini yemeğe uzattığı zaman, "Allah'ın adı ile başlıyorum" der, yemek yiyenlere besmele çekmesini emrederek, "Yemek yemeye başladığınız zaman, Allah'ın adını anınız. Eğer başlangıcında Allah'ın adını anmayı unutursanız hatırladığınız anda "Başında da sonunda da Allah'ın adı ile" deyiniz" derdi. (Hadis sahihtir) Rasulullah'ın hayatı en ince ayrıntılarına kadar İşte böyle idi. İlk anda aldığı ve imanî düşünce sisteminin derin ve köklü temeline oturduğu kutsal emirlerin etkisi ile değişmiş ve yenilenmiş bir hayattı. İnsanın Allah'ı tanıması, O'na şükretmesi bu gerçeğin, yani yaratanın, öğretenin ve ihsan edenin Allah olduğu gerçeğinin gereklerindendi. Ama görülen manzara hiç de böyle değildi. İşte surenin ikinci bölümünün ele aldığı ve konu edindiği bu sapıklıktır. 6- Hayır insan azar. 7- Kendini zengin gördüğü için. 8- Dönüş Rabbinedir. İnsanı yaratan ona ihsanda bulunan ve öğreten Allah olduğu gibi, ona veren ve onu zengin eden de yüce Allah'tır. Fakat insanoğlu genellikle, genellikle diyoruz çünkü bu yargımızdan sadece Allah'ın imanlarını koruduğu kimseler hariçtir, kendisine verilip de zengin olunca şükretmez, kendisini zengin eden kaynağı tanımaz, oysa kendisini yaratan ve öğreten arkasından da rızkını veren bu kaynaktır. İnsan ise bunlara karşılık Allah'ı tanıması ve şükretmesi gerekirken azmış, günaha dalmış, şımarmış ve böbürlenmiştir. Doğuşunu unutan ve zenginliğine aldanıp şımaran insan tipi çizildikten sonra ardından bunu üstü kapalı bir tehdid izliyor. "Dönüş Rabbinedir" Peki bu azıtıp kendisini hiçbir şeye muhtaç görmeyen kişi nereye gidecektir? Aynı zamanda surede iman düşünce sisteminin temellerinden bir başkası daha, "Dönüşün Allah'a olacağı" prensibi açıklanmaktadır. Herşeyde, her İşte, her niyette, her davranışta dönüş Allah'adır. O'ndan başka dönecek ikinci bir nokta yoktur. iyi kişi de O'na dönecektir, şımarık da. itaatkâr da isyankâr da. Haklı da haksız da. Hayırlı da kötü de. Zengin de fakir de... Kendini hiçbir şeye muhtaç görmeyip azıtan bu kişi de O'na dönecektir... Dikkat edin her iş Allah'a dönüp varır. Doğuş O'ndan dır. Dönüş O'nadır. Böylece iki bölümde iman düşünce sisteminin uç noktaları bir araya gelmiş oluyor. Bir yandan yaratma ve doğuş, Allah'ın insana ihsanda bulunması ve onu öğretmesi noktası. Buna karşın dönüş ve varışın hiçbir ortağı olmayan bir olan Allah'a olması. "Dönüş Rabbinedir." Bu kısa surede üçüncü bölüm azgınlık biçimlerinden birisini ele Alıyor ve Kur'an'ın kendine özgü eşsiz üslubu ile azgınlığın çirkinliğini sergileyerek onu yadırgıyor ve çok çirkin olduğunu ifade ediyor. 9- Gördün mü şu men edeni. 10- Namaz kılarken bir kulu. 11- Gördün mü, ya o kul doğru yolda ise. 12- Yahut kötülüklerden sakınmayı emrederse. 13- Gördün mü, ya bu adam yalanlar, yüz çevirirse. 14- O, Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu? Azgınlığın çirkinliğinin ve onu yadırgamanın ifadesi yazı dili ile anlatılması imkansız olan ifade biçiminde gayet açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu anlam ancak canlı konuşma üslubu ile ifade edilebilir. Çünkü bu üslup, anlamı hızlı ve hafız bir biçimde kısa kısa dokunuşlarla dile getirir. "Gördün mü sen?" Bu çirkin işi gördün mü sen? Bu çirkin işi yapılırken gördün mü? "Gördün mü şu men edeni? Namaz kılarken bir kulu?" iğrençliğe iğrençlik katılırken gördün mü sen? Çirkinliğe çirkinlik eklenirken gördün mü? Bir düşün bakalım ne dersin şu namaz kılan ve onun namaz kılmasını engellemek için karşısına dikilen kimse, doğru yolu izleseler ya da takvayı emretseler, fena mı olur. Sonra o kul kendisi doğru yolu izleyip takvayı emrederek insanlara kötülüğü yasak etse fena mı olur? Bir de yaptığı çirkin işe daha da çirkinini eklerse ne dersin? "Gördün mü ya bu adam yalanlar, yüz çevirirse?" İşte burada da daha önceki bölümün sonundaki gibi üstü kapalı tehdid gelmektedir: "O Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?" Allah onu yalanlamasını ve doğru yoldan yüz çevirmesini görmektedir. Doğru yolu izleyen, takvayı emreden mü'min kulun namaz kılmasını engellerken onu görmektedir. Görüyor ve bu görmenin elbette bir sonu vardır. "O Allah'ın gördüğünü bilmiyor mu?" İslam çağrısının, imanın ve itaatın önüne dikilen azgınlık tablosuna karşın caydırıcı ve kesin ve en son tehdid bu kez üstü kapalı olarak değil aksine açık olarak gelmektedir. 15- Hayır eğer bundan vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız. 16- O yalancı günahkar perçeminden. 17- O zaman gitsin de taraftarlarını çağırsın. 18- Biz de zebanileri çağıracağız. 19- Hayır ona boyun eğme. Rabbine secde et ve yaklaş. Bu sert ve şiddetli bir ifade ile tam zamanında yapılmış bir tehdiddir. "Hayır eğer bundan vazgeçmezse onu perçeminden yakalarız." İşte böyle yakalarız. Tehdid şiddetli ve ses tonu ile anlamını canlandıran bir sözcükle yapılmaktadır. Ayet metninde geçen "Saf" sözcüğü şiddetle yakalamak demektir. "Nasiye" sözcüğü ise alın demektir. Alın azgın ve kibirli bir insanın yukarı diktiği en yüksek organıdır. Başın yukardan en ön tarafına nasiye denir ki yakalayıp yere çarpmaya elverişli olan organ bu organdır, bu kısımdır. "O yalancı günahkar perçeminden." Gerçekten bu yakalayıp yere çarpma anıdır. Belki o anda, akrabalarından ve arkadaşlarından kendisine kuvvet ve güç katan kimseleri imdadına çağırmak bu kişinin aklından geçebilir. "O zaman gitsin de taraftarlarım çağırsın." Biz ise evet biz "Zebanileri çağıracağız." Katı ve şiddetli zebanileri çağıracağız. O halde savaşın sonucu bellidir. Bu korkunç ve yukarda canlandırılan akıbetin ışığı altında sure itaatkar mü'mini imanında ve itaatında ısrarlı olmaya ve onlardan ayrılmayıp dayanmaya çağırarak son buluyor. Sakın, islam çağrısını ve namazı engelleyen şu azgına boyun eğme. Rabbine secde et O'na itaatlerle ve ibadetlerle yaklaş. Bu azgın ve engelleyen kişiyi bırak. Onu zebanilere bırak. Bazı sahih rivayetlerde ilk bölümü dışında bu surenin Ebu Cehil hakkında indiği belirtilir. Ebu Cehil Hz. Peygamber Kabe'de namaz kılarken ona rastlamış ve demişti ki: "Ey Muhammed! Sana bunu yasak etmemiş miydim?" Sonra Rasulullah'a tehdidiler savurmuştu. Resulallah da ona sert davranarak onu kovmuştu. Belki de Rasulullah'ın Ebu Cehil'in boğazından tutup "Vay başına geleceklere" dediği olay budur. O sırada Ebu Cehil Hz. Peygamber'e Ey Muhammed beni ne ile tehdid ediyorsun? diye sormuş sonra, Allah'a and içerim ki, bu gördüğün vadide en çok taraftarı olan insan benim demişti. Bunun üzerine yüce Allah da şu ayeti indirdi. "O zaman gitsin de taraftarlarını çağırsın." ibn Abbas der ki: "Ebu Cehil taraftarlarını çağırmaya kalksaydı azap melekleri o anda işini bitirirlerdi." Ama surenin ifade ettiği anlamın genel olduğu da bir gerçektir. Sure itaat eden, ibadet eden ve Allah'a çağıran her mü'mini ve azgın, namazı kılmayı engelleyen, itaat edeni tehdid eden, kuvvet ve zor kullanarak böbürlenen her zalimi kapsar. Yüce Allah'ın son emri de şudur: "Hayır ona boyun eğme. Rabbine secde et ve yaklaş." İşte surenin bölümleri böylece birbiri ile ahenk içinde oluyor ve her bölümün bıraktığı etkiler birbirini tamamlıyor. Fasil : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR Konu : İkra` (Alak) Suresi Ravi : İbnu Abbas Hadis : Resulullah (sav) namaz kılarken Ebu Cehil gelip, hiddetle: "Ben seni bundan yasaklamadım mı? Ben seni bundan yasaklamadım mı? Ben seni bundan yasaklamadım mı?" dedi. Hz. Peygamber (sav) namazdan çıkıp, Ebu Cehil`i (davranışı sebebiyle) sertçe azarladı. Bunun üzerine Ebu Cehil: "Biliyorsun ki Mekke`de adamı en çok olan benim (bana baskın çıkmaya gücün yetmez)" dedi. Onun bu sözüne mukabil Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Haydi meclisini çağırsın, biz de zebanileri çağırırız" (Alak 17-18.) İbnu Abbas (ra) der ki: "Allah`a kasem olsun adamlarını çağırsaydı, herifi, Allah`ın zebanileri anında yakalayacaklardı." HadisNo : 867 |
Konu Sahibi Verda_Naz 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Kur'an'daki Toplum Ahlâkı | Tesettür Konuları | Verda_Naz | 0 | 2349 | 11 Nisan 2009 00:08 |
Kur'an'daki İdeal Eş | Tesettür Konuları | Verda_Naz | 0 | 2297 | 11 Nisan 2009 00:06 |
Mü'mine İffetli Ve Onurludur | Tesettür Konuları | Verda_Naz | 0 | 2242 | 10 Nisan 2009 23:57 |
Mü'mine Boş Şeylerle Uğraşmaz | Tesettür Konuları | Verda_Naz | 0 | 2239 | 10 Nisan 2009 23:54 |
Mü'mine Cesaretlidir | Tesettür Konuları | Verda_Naz | 0 | 2021 | 10 Nisan 2009 23:52 |
05 Aralık 2008, 10:51 | Mesaj No:2 |
096 - ALAK SURESİ GİRİŞ Adı: İkinci ayetteki "alak" kelimesi sureye isim olmuştur. Nüzul zamanı: Bu sure iki kısma ayrılır. Birinci kısım, "İkra"dan beşinci ayet olan "ma lem ya'lem"e kadardır. İkinci kısım, "Kellâ inne'l-insane le yetğa"dan surenin sonuna kadardır. Cumhur ulema, birinci kısmın Rasulullah'a gelen ilk vahiy olduğunda ittifak etmiştir. Bunun hakkında, İmam Ahmed, Buharî ve Müslim müteaddit senetlerle en sahih hadislerden sayılan bir rivayeti Hz. Aişe'den rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Hz. Aişe, vahyin nasıl başladığını Rasulullah'ın kendisinden duymuştur. Ayrıca aynı rivayet İbn Abbas, Ebu Musa el Eş'ari ve sahabeden bir cemaatten de şu şekilde menkuldür: "Kur'an'ın ilk inen ayetleri bunlardır." İkinci kısım, Rasulullah Harem-i Şerif'te namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu namazdan menetmek için tehdit ettiği zaman nazil olmuştur. Vahyin başlangıcı Muhaddislerin kendi senetleri ile İmam Zühri'den, onun Urve b. Zubeyr'den, onun da, teyzesi Hz. Aişe'den rivayet ettiği gibi vahyin başlangıcı şu şekilde nakledilmiştir: Vahiy ilk dönemlerde Rasulullah'ın sadık rüyalar (bazı rivayetlerde iyi) görmesi ile başladı. Rasulullah bu rüyaları apaçık bir gerçek olarak görmekteydi. Rasulullah daha sonra yalnızlığı sevmeye başladı. Hıra mağarasında günlerce ibadet için kalırdı. (Hz. Aişe burada "tahanus" kelimesini kullanmıştır. İmam Zuhri bunu "taabbûd" olarak açıklamıştır. Bu, Rasulullah'ın eda ettiği bir çeşit ibadetti. Çünkü Allah (c.c.) ona henüz nasıl ibadet edeceğini öğretmemişti) Rasulullah (s.a) evden yiyecek ve içeceğini alarak mağarada birkaç gün geçirirdi. Sonra yine eve döner ve Hz. Hatice'ye yiyecek ve içecek hazırlatarak ibadet için mağaraya dönerdi. Birgün Rasulullah Hıra mağarasında iken birden bire vahiy nazil oldu. Melek gelerek ona "oku" dedi. Hz. Aişe Rasulullah'ın sözünü şöyle nakletmektedir: "Ben okumuş değilim, dedim. Bunun üzerine melek beni tutarak sıktı. O kadar şiddetliydi ki tahammül edemiyordum. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni tekrar o kadar şiddetli sıktı ki tahammül edemedim. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni üçüncü defa öyle kuvvetli sıktı ki, tahammülüm kalmadı. Sonra beni bıraktı ve "Ikra bismi Rabbike'llezi halak" (Yaratan Rabb'inin ismiyle oku) dedi. Bu ayetten "ma lem ya'lem" e kadar okudu. Hz. Aişe diyor ki: Sonra Rasulullah, titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice'ye "beni örtün" dedi. Rasulullah'ı örttüler. Bu korku durumu geçtikten sonra Rasulullah şöyle buyurdu: "Ey Hatice! Bana ne oldu?" Daha sonra bütün olanları Hz. Hatice'ye anlattı. Ve "Canımdan korkuyorum." dedi. Hz. Hatice "Kesinlikle değil. Memnun ol. Allah'a yemin ederim ki, O seni rezil etmez. Sen akrabalarına iyi davranırsın. Doğru sözlüsün (Diğer bir rivayette emaneti yerine getirirsin) , çaresiz olanların yükünü hafifletirsin, fakir ve yoksullara yardım edersin, misafirperversin, iyi işlerde yardımcısın..." dedi. Hz. Hatice daha sonra Resulullah'ı yanına alarak amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka, cahiliye döneminde Hristiyan olmuştu. İbranice ve Arapça olarak İncil yazıyor, okuyordu. Çok yaşlı olduğundan gözleri görmüyordu. Hz. Hatice ona şöyle dedi: "Ağabeyciğim! Yeğenini biraz dinler misin?" Varaka Rasulullah'a sordu ve Rasulullah olanları anlattı. Varaka: "Bu aynı Namustur (Vahiy getiren melek) . Allah, onu Hz. Musa'ya da göndermişti. Keşke senin nübüvvet zamanında genç olabilseydim. Keşke kavminin, seni yurdundan çıkaracağı zamana kadar yaşayabilseydim." Rasulullah sordu: "Onlar beni buradan kovacaklar mı?" Varaka: "Evet, senin getirdiğini getiren bir şahsa insanların düşman olmadığı bir zaman yoktur. Eğer senin döneminde yaşarsam bütün gücümle sana yardım ederim." dedi. Ancak çok geçmeden öldü. Bu rivayetten açıkça anlaşılıyor ki vahiy gelmeden hemen önce bile Rasulullah'ın düşüncesinde Nebi olacağına dair bir şey yoktu. Nebiliğe talip olmak ve onu beklemek bir yana, onun ne olduğunu bile bilmiyordu. Vahyin nüzulü ve melekle karşılaşması bir kişinin hiç beklemediği halde büyük bir olayla karşılaşması ve onun etkisi altında kalması gibi bir şeydi. Bu nedenle, İslâmı daveti başladığında Mekkeliler Rasulullah'a her türlü itirazı yönelttikleri halde, hiç kimse "Biz böyle şeyi Muhammed (a.s) den bekliyorduk, çünkü o bunun planlarını yapıyordu." diyememiştir. Bu rivayetten şu da anlaşılmaktadır: Rasulullah nübüvvetten önce de çok temizdi. Onun ahlakı çok yüceydi. Hz. Hatice 55 yaşında bir kadın ve Rasulullah ondan 15 yaş küçüktü. Uzun evlilik dönemleri içerisinde Rasulullah'ın hiç bir şeyi Hz. Hatice'den gizli kalamazdı. O, Rasulullah'ın ahlakının ne derece yüksek olduğuna bizzat tanıktı. Rasulullah Hıra'dan döndüğü zaman, onun başından geçenleri duyunca hiç tereddütsüz kabul ederek şöyle demişti: "Sana vahiy getiren gerçekten Allah'ın meleğiydi" Aynı şekilde Varaka b. Nevfel'de Mekke'nin yaşlı bir kişisi idi. Rasulullah'ı çocuktan beri tanırdı. 15 senelik yakın akrabalığı dolayısıyla Rasulullah'ın hayatına ve yaşantısına yakından vakıftı. Rasulullah'tan vahiy olayını işitince o da hiç tereddütsüz kabul etmiş ve şöyle demişti: "Bu aynı Namus'tur ki, Hz. Musa'ya da gönderilmişti." Bunun anlamı şudur: Varaka'ya göre de Rasulullah öyle bir insandı ki, ona nübüvvet verilmesi çok tabiiydi. İkinci kısmın nüzul zamanı: Bu surenin ikinci kısmı, Rasulullah'ın namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu korkutmak, tehdit yoluyla engel olmak istediği zaman nazil olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, nübüvvetten sonra Rasulullah İslâmî tebliğe başlamadan önce Harem-i Şerif'te Allah'ın öğrettiği tarzda namaz kılmaya başlamıştı. Mekkeli müşrikler bundan Rasulullah'ın yeni bir din takip etmeye başladığını anlamışlardı. Mekke'deki diğer insanlar Rasulullah'ın yeni tarzdaki ibadetini hayretle seyrederken, Ebu Cehil, cahiliyet taassubu ile bu şekilde ibadet etmemesi için Rasulullah'ı korkutmaya çalıştı. Bu olay hakkında pek çok hadis vardır. Ebu Cehil'in bu beyhude hareketinin hadisi İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den mervidir. Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir. "Ebu Cehil Kureyşlilere sormuş; Muhammed siz varken de ellerini yere koyup secde ediyor mu? Onlar "evet" dediler. Ebu Cehil, "Lat ve Uzza'ya yemin ederim, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim." dedi. Bir gün, Rasulullah namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil, ensesine basmak için ona doğru yöneldi. Ama birdenbire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil'e soruldu: "Ne oluyor?" Ebu Cehil: "Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm." Rasulullah şöyle buyurdu: "Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı." (Ahmed, Müslim, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbnü'l Münzir, İbn Merduye, Ebu Nuaym, İsfehanî, Beyhakî) İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ebu Cehil dedi ki: Eğer Muhammed'in Kâbe civarında ibadet ettiğini görürsem ensesini ayaklarımın altına alacağım." Bu haber Rasulullah'a ulaştığında şöyle buyurdu. "Eğer böyle yaparsa melekler onu yakalarlar". (Buharî, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Abdürrezzak, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, İbn Merduye) . İbn Abbas'tan diğer bir rivayette şöyledir: "Rasulullah, Makam-ı İbrahim'de namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Ben seni bundan menetmedim mi? ve Rasulullah'ı tehdit etmeye başladı. Rasulullah ona sert bir şekilde "Sen kim oluyorsun?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil. "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? dedi. Ve devam etti: Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olanlardanım. (Ahmed, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir, Taberanî, İbn Merduye) Bu olay üzerine surenin "kella inne'l insane le yetğa" ile başlayan kısmı nazil olmuştur. Bu kısmın yeri doğal olarak Kur'an'ın bu suresindedir. Çünkü Rasulullah İslâmı ilk kez namaz ile açığa vurmuştu. Kafirlerle karşı karşıya gelmesinin başlangıcını bu oluşturmuştu. Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla 1- Oku(1) Rabb'inin ismiyle(2) ki sizi O yarattı.(3) 2- O, insanı bir alak'tan(4) yarattı. 3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; AÇIKLAMA 1. Girişte de açıklandığı gibi, Melek "oku" dediğinde Rasulullah "Ben okuma bilmem" şeklinde cevap vermişti. Bundan anlaşılıyor ki, Melek vahyi yazılı olarak getirmiş ve Rasulullah'ın bunu okumasını söylemişti. Çünkü eğer meleğin maksadı kendi söylediğini Rasulullah'ın sadece tekrar etmesini istemek olsaydı, Rasulullah "Ben okuma bilmem" demezdi. 2. Yani Rabb'inin ismiyle oku. Diğer ifadeyle "Bismillah" diyerek oku. Bundan anlaşılıyor ki, Rasulullah vahiyden önce de yalnız Allah'ı Rabb olarak tanıyor ve biliyordu. Onun için "Rabb'in kimdir? denmeye gerek görülmemiştir. Yani burada sadece Rabb'inin ismiyle oku denmiştir. 3. Burada, "halak" kelimesi mutlak olarak kullanılmış ve neyi yarattığı belirtilmemiştir. Çünkü "Yaratan Rabb'inin ismiyle" denmesinden, Kainatı ve içindeki her şeyi yarattığı kendiliğinden anlaşılmaktadır. 4. Kainatı genel olarak zikrettikten sonra insanın ne gibi hakir bir başlangıç ile yaratıldığı belirtilmiştir. "Alak", "Alaka"nın çoğuludur. Manası, "pıhtılaşmış kan"dır. Bu durum hamileliğin ilk birkaç günü içinde meydana gelir. Daha sonra et şeklini alır. Ve tedricen insan şekillenmeye başlar. (Bkz. Hac 5 an. 5'ten 7'ye) 4- Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.(5) 5- İnsana bilmediğini öğretti.(6) 6- Hayır;(7) gerçekten insan, azar. 7- Kendini müstağni gördüğünden.(8) 8- Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.(9) 9- Engellemekte olanı gördün mü? 10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.(10) 11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, 12- Ya da takvayı emrettiyse. 13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise. 14- O, Allah'ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?(11) AÇIKLAMA 5. Yani, hakir bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlukatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allah'ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitabın ilmini vermeseydi, o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılmazdı. Gelecek nesillere ulaşamazdı. Böylece ilerleme mümkün olmazdı. 6. Yani insan aslında ilimsizdir. Ancak Allah'ın ihsanı sayesinde onda ilim hasıl olmuştur. Allah'ın lütfuyla insana her merhalede ilim verilmiştir. Ve ilim kapıları da birbiri ardına açılmıştır. Aynı durum Ayet el-Kursi'de de gözükmektedir."O'nun ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kazanamazlar." (Bakara 255) İnsanın ilmi gelişme zannettiği, aslında kendisinde ilim yokken Allah'ın, istediği zaman ve ona hissettirmeden ilim vermesidir. Buraya kadar açıklananlar, Rasulullah'a ilk defa nazil olan ayetlerdir. Hz. Aişe'nin rivayetine göre, bu ilk tecrübe Rasulullah için o kadar ağırdı ki, ona tahammül edememişti. Onun için bu seferlik inandığı Rabb ile doğrudan muhatap olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Böylece vahyin sık sık gelmesi de başlamış oldu. Rasulullah artık Nebi olarak tayin olmuştu. Bundan bir süre sonra Müddessir suresinin başlangıç ayetlerinde nübüvvet verildikten sonra vazifesinin ne olduğu açıklanmıştır. (Bkz. Müddessir suresinin girişi) 7. Yani, İnsana lütfeden Allah'a karşı, cehalet ederek böyle bir tutumda bulunmaktadır. Bunun açıklaması ileridedir. 8. Yani malı, serveti, izzeti, şerefi ve diğer dünyevî şeyleri ona lutfedilmiştir. Şükretmek yerine haddi aşar ve asi olur. 9. Yani, dünyadayken servet ve mal gücüne dayanarak isyan ederse, sonunda Rabb'ine döndüğünde bu tutumunun sonucunu anlayacaktır. 10. "Kul" dan kasıt, Rasulullah'tır. Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde Rasulullah'tan bu şekilde söz edilmiştir. Mesela İsra suresinde, "Eksikliklerden uzaktır. O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü." (İsra, 1) buyurulmuştur. Kehf suresi birinci ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "O Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitab'ı indirdi." Cin suresinde ise şöyledir: "Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca üzerine üşüştüler. (Cin, 19) Bundan anlaşılıyor ki, bu ifade özel bir üsluptur. Ve Allah (c.c.) Kitabında Rasulullah için kullanılmıştır. Ayrıca bu ayetten şu da anlaşılıyor; Allah (c.c.) Rasulullah'a risalet verdikten sonra namaz kılmasını öğretti. Namaz kılmanın şekli hakkında Kur'an'ın hiç bir yerinde açıklama yoktur. Dolayısıyla bu da Rasulullah'a sadece Kur'an'da yazılı olan vahyin dışında bazı talimatlar verildiğinin de işaretidir. 11. Öyle anlaşılıyor ki, burada her insaflı insan muhatap kabul edilmiştir. Onlara şöyle sorulmaktadır: Allah'a ibadet eden kullara engel olan o kişinin hareketini gördünüz mü? İnsanları Allah'tan korkutan, onların kötü işlerine engel olmaya çalışan kulun doğru yolda olmadığını ne biliyorsun? Bu kişi Hak'kı yalanlayarak ona karşı koymakta ve onu yalanlamaktadır. Bu ne biçim bir harekettir? Bu kul (Rasulullah) iyi işler yapmaktadır. Diğeri ise Hakkı yalanlayarak yüz çevirmektedir. Eğer Allah (c.c.) dilese bu şahıs bu tutumlarını sürdürebilir mi? Burada zalimin zulmünü ve mazlumun mazlumiyetini Allah'ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zalim cezalandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir. 15- Hayır;(12) eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; 16- O yalancı, günahkâr olan alnından.(13) 17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.(14) 18- Biz de zebanileri çağıracağız.(15) 19- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.(16) AÇIKLAMA 12. Hz. Muhammed (s.a) namaz kılarsa onun ensesine ayağını basacağı tehdidini savuran bu şahıs, kesinlikle bunu yapamıyacaktır. 13. "Alın"dan kasıt, o alnın sahibidir. 14. Girişte açıkladığımız gibi, Ebu Cehil'in tehdidine karşı Rasulullah onu terslediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olan benim." Bunun üzerine şöyle buyurulmuştur: "O himaye edicilerini çağırsın." 15. Buradaki "zebaniye" kelimesi Katade'nin açıklamasına göre Arap dilinde "polis" için de kullanılır. "zeban"ın asıl manası, "iten kimse"dir. Padişahların yanında görevli olan zebanlar, padişah bir kimseye darıldığında onu iterek dışarı çıkarırlardı; bu nedenle anlamı şudur: O kendini himaye edenleri çağırsın, biz de kendi polislerimizi, (yani azap eden meleklerimizi) Onun yardımcıları ile hesaplaşsın diye çağırırız." 16. "Secde"den kasıt, namazdı. Yani "Ey Nebi! korkma namaz kılmaya devam et ve bu vasıtayla Rabb'ine yaklaş. "Bir kulun Rabb'ine en yakın anı, secde ettiği andır." Müslim'de yine Ebu Hureyre'den şu rivayet de mevcuttur: "Rasulullah bu ayeti okuduğunda tilavet secdesi yapardı." ALAK SURESİNİN SONU 096 - ALAK SURESİ GİRİŞ Adı: İkinci ayetteki "alak" kelimesi sureye isim olmuştur. Nüzul zamanı: Bu sure iki kısma ayrılır. Birinci kısım, "İkra"dan beşinci ayet olan "ma lem ya'lem"e kadardır. İkinci kısım, "Kellâ inne'l-insane le yetğa"dan surenin sonuna kadardır. Cumhur ulema, birinci kısmın Rasulullah'a gelen ilk vahiy olduğunda ittifak etmiştir. Bunun hakkında, İmam Ahmed, Buharî ve Müslim müteaddit senetlerle en sahih hadislerden sayılan bir rivayeti Hz. Aişe'den rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Hz. Aişe, vahyin nasıl başladığını Rasulullah'ın kendisinden duymuştur. Ayrıca aynı rivayet İbn Abbas, Ebu Musa el Eş'ari ve sahabeden bir cemaatten de şu şekilde menkuldür: "Kur'an'ın ilk inen ayetleri bunlardır." İkinci kısım, Rasulullah Harem-i Şerif'te namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu namazdan menetmek için tehdit ettiği zaman nazil olmuştur. Vahyin başlangıcı Muhaddislerin kendi senetleri ile İmam Zühri'den, onun Urve b. Zubeyr'den, onun da, teyzesi Hz. Aişe'den rivayet ettiği gibi vahyin başlangıcı şu şekilde nakledilmiştir: Vahiy ilk dönemlerde Rasulullah'ın sadık rüyalar (bazı rivayetlerde iyi) görmesi ile başladı. Rasulullah bu rüyaları apaçık bir gerçek olarak görmekteydi. Rasulullah daha sonra yalnızlığı sevmeye başladı. Hıra mağarasında günlerce ibadet için kalırdı. (Hz. Aişe burada "tahanus" kelimesini kullanmıştır. İmam Zuhri bunu "taabbûd" olarak açıklamıştır. Bu, Rasulullah'ın eda ettiği bir çeşit ibadetti. Çünkü Allah (c.c.) ona henüz nasıl ibadet edeceğini öğretmemişti) Rasulullah (s.a) evden yiyecek ve içeceğini alarak mağarada birkaç gün geçirirdi. Sonra yine eve döner ve Hz. Hatice'ye yiyecek ve içecek hazırlatarak ibadet için mağaraya dönerdi. Birgün Rasulullah Hıra mağarasında iken birden bire vahiy nazil oldu. Melek gelerek ona "oku" dedi. Hz. Aişe Rasulullah'ın sözünü şöyle nakletmektedir: "Ben okumuş değilim, dedim. Bunun üzerine melek beni tutarak sıktı. O kadar şiddetliydi ki tahammül edemiyordum. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni tekrar o kadar şiddetli sıktı ki tahammül edemedim. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni üçüncü defa öyle kuvvetli sıktı ki, tahammülüm kalmadı. Sonra beni bıraktı ve "Ikra bismi Rabbike'llezi halak" (Yaratan Rabb'inin ismiyle oku) dedi. Bu ayetten "ma lem ya'lem" e kadar okudu. Hz. Aişe diyor ki: Sonra Rasulullah, titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice'ye "beni örtün" dedi. Rasulullah'ı örttüler. Bu korku durumu geçtikten sonra Rasulullah şöyle buyurdu: "Ey Hatice! Bana ne oldu?" Daha sonra bütün olanları Hz. Hatice'ye anlattı. Ve "Canımdan korkuyorum." dedi. Hz. Hatice "Kesinlikle değil. Memnun ol. Allah'a yemin ederim ki, O seni rezil etmez. Sen akrabalarına iyi davranırsın. Doğru sözlüsün (Diğer bir rivayette emaneti yerine getirirsin) , çaresiz olanların yükünü hafifletirsin, fakir ve yoksullara yardım edersin, misafirperversin, iyi işlerde yardımcısın..." dedi. Hz. Hatice daha sonra Resulullah'ı yanına alarak amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka, cahiliye döneminde Hristiyan olmuştu. İbranice ve Arapça olarak İncil yazıyor, okuyordu. Çok yaşlı olduğundan gözleri görmüyordu. Hz. Hatice ona şöyle dedi: "Ağabeyciğim! Yeğenini biraz dinler misin?" Varaka Rasulullah'a sordu ve Rasulullah olanları anlattı. Varaka: "Bu aynı Namustur (Vahiy getiren melek) . Allah, onu Hz. Musa'ya da göndermişti. Keşke senin nübüvvet zamanında genç olabilseydim. Keşke kavminin, seni yurdundan çıkaracağı zamana kadar yaşayabilseydim." Rasulullah sordu: "Onlar beni buradan kovacaklar mı?" Varaka: "Evet, senin getirdiğini getiren bir şahsa insanların düşman olmadığı bir zaman yoktur. Eğer senin döneminde yaşarsam bütün gücümle sana yardım ederim." dedi. Ancak çok geçmeden öldü. Bu rivayetten açıkça anlaşılıyor ki vahiy gelmeden hemen önce bile Rasulullah'ın düşüncesinde Nebi olacağına dair bir şey yoktu. Nebiliğe talip olmak ve onu beklemek bir yana, onun ne olduğunu bile bilmiyordu. Vahyin nüzulü ve melekle karşılaşması bir kişinin hiç beklemediği halde büyük bir olayla karşılaşması ve onun etkisi altında kalması gibi bir şeydi. Bu nedenle, İslâmı daveti başladığında Mekkeliler Rasulullah'a her türlü itirazı yönelttikleri halde, hiç kimse "Biz böyle şeyi Muhammed (a.s) den bekliyorduk, çünkü o bunun planlarını yapıyordu." diyememiştir. Bu rivayetten şu da anlaşılmaktadır: Rasulullah nübüvvetten önce de çok temizdi. Onun ahlakı çok yüceydi. Hz. Hatice 55 yaşında bir kadın ve Rasulullah ondan 15 yaş küçüktü. Uzun evlilik dönemleri içerisinde Rasulullah'ın hiç bir şeyi Hz. Hatice'den gizli kalamazdı. O, Rasulullah'ın ahlakının ne derece yüksek olduğuna bizzat tanıktı. Rasulullah Hıra'dan döndüğü zaman, onun başından geçenleri duyunca hiç tereddütsüz kabul ederek şöyle demişti: "Sana vahiy getiren gerçekten Allah'ın meleğiydi" Aynı şekilde Varaka b. Nevfel'de Mekke'nin yaşlı bir kişisi idi. Rasulullah'ı çocuktan beri tanırdı. 15 senelik yakın akrabalığı dolayısıyla Rasulullah'ın hayatına ve yaşantısına yakından vakıftı. Rasulullah'tan vahiy olayını işitince o da hiç tereddütsüz kabul etmiş ve şöyle demişti: "Bu aynı Namus'tur ki, Hz. Musa'ya da gönderilmişti." Bunun anlamı şudur: Varaka'ya göre de Rasulullah öyle bir insandı ki, ona nübüvvet verilmesi çok tabiiydi. İkinci kısmın nüzul zamanı: Bu surenin ikinci kısmı, Rasulullah'ın namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu korkutmak, tehdit yoluyla engel olmak istediği zaman nazil olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, nübüvvetten sonra Rasulullah İslâmî tebliğe başlamadan önce Harem-i Şerif'te Allah'ın öğrettiği tarzda namaz kılmaya başlamıştı. Mekkeli müşrikler bundan Rasulullah'ın yeni bir din takip etmeye başladığını anlamışlardı. Mekke'deki diğer insanlar Rasulullah'ın yeni tarzdaki ibadetini hayretle seyrederken, Ebu Cehil, cahiliyet taassubu ile bu şekilde ibadet etmemesi için Rasulullah'ı korkutmaya çalıştı. Bu olay hakkında pek çok hadis vardır. Ebu Cehil'in bu beyhude hareketinin hadisi İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den mervidir. Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir. "Ebu Cehil Kureyşlilere sormuş; Muhammed siz varken de ellerini yere koyup secde ediyor mu? Onlar "evet" dediler. Ebu Cehil, "Lat ve Uzza'ya yemin ederim, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim." dedi. Bir gün, Rasulullah namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil, ensesine basmak için ona doğru yöneldi. Ama birdenbire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil'e soruldu: "Ne oluyor?" Ebu Cehil: "Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm." Rasulullah şöyle buyurdu: "Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı." (Ahmed, Müslim, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbnü'l Münzir, İbn Merduye, Ebu Nuaym, İsfehanî, Beyhakî) İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ebu Cehil dedi ki: Eğer Muhammed'in Kâbe civarında ibadet ettiğini görürsem ensesini ayaklarımın altına alacağım." Bu haber Rasulullah'a ulaştığında şöyle buyurdu. "Eğer böyle yaparsa melekler onu yakalarlar". (Buharî, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Abdürrezzak, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, İbn Merduye) . İbn Abbas'tan diğer bir rivayette şöyledir: "Rasulullah, Makam-ı İbrahim'de namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Ben seni bundan menetmedim mi? ve Rasulullah'ı tehdit etmeye başladı. Rasulullah ona sert bir şekilde "Sen kim oluyorsun?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil. "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? dedi. Ve devam etti: Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olanlardanım. (Ahmed, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir, Taberanî, İbn Merduye) Bu olay üzerine surenin "kella inne'l insane le yetğa" ile başlayan kısmı nazil olmuştur. Bu kısmın yeri doğal olarak Kur'an'ın bu suresindedir. Çünkü Rasulullah İslâmı ilk kez namaz ile açığa vurmuştu. Kafirlerle karşı karşıya gelmesinin başlangıcını bu oluşturmuştu. | |
17 Mart 2009, 22:28 | Mesaj No:3 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla 1- Oku(1) Rabb'inin ismiyle(2) ki sizi O yarattı.(3) 2- O, insanı bir alak'tan(4) yarattı. 3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; AÇIKLAMA 1. Girişte de açıklandığı gibi, Melek "oku" dediğinde Rasulullah "Ben okuma bilmem" şeklinde cevap vermişti. Bundan anlaşılıyor ki, Melek vahyi yazılı olarak getirmiş ve Rasulullah'ın bunu okumasını söylemişti. Çünkü eğer meleğin maksadı kendi söylediğini Rasulullah'ın sadece tekrar etmesini istemek olsaydı, Rasulullah "Ben okuma bilmem" demezdi. 2. Yani Rabb'inin ismiyle oku. Diğer ifadeyle "Bismillah" diyerek oku. Bundan anlaşılıyor ki, Rasulullah vahiyden önce de yalnız Allah'ı Rabb olarak tanıyor ve biliyordu. Onun için "Rabb'in kimdir? denmeye gerek görülmemiştir. Yani burada sadece Rabb'inin ismiyle oku denmiştir. 3. Burada, "halak" kelimesi mutlak olarak kullanılmış ve neyi yarattığı belirtilmemiştir. Çünkü "Yaratan Rabb'inin ismiyle" denmesinden, Kainatı ve içindeki her şeyi yarattığı kendiliğinden anlaşılmaktadır. 4. Kainatı genel olarak zikrettikten sonra insanın ne gibi hakir bir başlangıç ile yaratıldığı belirtilmiştir. "Alak", "Alaka"nın çoğuludur. Manası, "pıhtılaşmış kan"dır. Bu durum hamileliğin ilk birkaç günü içinde meydana gelir. Daha sonra et şeklini alır. Ve tedricen insan şekillenmeye başlar. (Bkz. Hac 5 an. 5'ten 7'ye)
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
17 Mart 2009, 22:30 | Mesaj No:4 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
4- Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.(5) 5- İnsana bilmediğini öğretti.(6) 6- Hayır;(7) gerçekten insan, azar. 7- Kendini müstağni gördüğünden.(8) 8- Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.(9) 9- Engellemekte olanı gördün mü? 10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.(10) 11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, 12- Ya da takvayı emrettiyse. 13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise. 14- O, Allah'ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?(11) AÇIKLAMA 5. Yani, hakir bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlukatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allah'ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitabın ilmini vermeseydi, o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılmazdı. Gelecek nesillere ulaşamazdı. Böylece ilerleme mümkün olmazdı. 6. Yani insan aslında ilimsizdir. Ancak Allah'ın ihsanı sayesinde onda ilim hasıl olmuştur. Allah'ın lütfuyla insana her merhalede ilim verilmiştir. Ve ilim kapıları da birbiri ardına açılmıştır. Aynı durum Ayet el-Kursi'de de gözükmektedir."O'nun ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kazanamazlar." (Bakara 255) İnsanın ilmi gelişme zannettiği, aslında kendisinde ilim yokken Allah'ın, istediği zaman ve ona hissettirmeden ilim vermesidir. Buraya kadar açıklananlar, Rasulullah'a ilk defa nazil olan ayetlerdir. Hz. Aişe'nin rivayetine göre, bu ilk tecrübe Rasulullah için o kadar ağırdı ki, ona tahammül edememişti. Onun için bu seferlik inandığı Rabb ile doğrudan muhatap olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Böylece vahyin sık sık gelmesi de başlamış oldu. Rasulullah artık Nebi olarak tayin olmuştu. Bundan bir süre sonra Müddessir suresinin başlangıç ayetlerinde nübüvvet verildikten sonra vazifesinin ne olduğu açıklanmıştır. (Bkz. Müddessir suresinin girişi) 7. Yani, İnsana lütfeden Allah'a karşı, cehalet ederek böyle bir tutumda bulunmaktadır. Bunun açıklaması ileridedir. 8. Yani malı, serveti, izzeti, şerefi ve diğer dünyevî şeyleri ona lutfedilmiştir. Şükretmek yerine haddi aşar ve asi olur. 9. Yani, dünyadayken servet ve mal gücüne dayanarak isyan ederse, sonunda Rabb'ine döndüğünde bu tutumunun sonucunu anlayacaktır. 10. "Kul" dan kasıt, Rasulullah'tır. Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde Rasulullah'tan bu şekilde söz edilmiştir. Mesela İsra suresinde, "Eksikliklerden uzaktır. O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü." (İsra, 1) buyurulmuştur. Kehf suresi birinci ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "O Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitab'ı indirdi." Cin suresinde ise şöyledir: "Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca üzerine üşüştüler. (Cin, 19) Bundan anlaşılıyor ki, bu ifade özel bir üsluptur. Ve Allah (c.c.) Kitabında Rasulullah için kullanılmıştır. Ayrıca bu ayetten şu da anlaşılıyor; Allah (c.c.) Rasulullah'a risalet verdikten sonra namaz kılmasını öğretti. Namaz kılmanın şekli hakkında Kur'an'ın hiç bir yerinde açıklama yoktur. Dolayısıyla bu da Rasulullah'a sadece Kur'an'da yazılı olan vahyin dışında bazı talimatlar verildiğinin de işaretidir. 11. Öyle anlaşılıyor ki, burada her insaflı insan muhatap kabul edilmiştir. Onlara şöyle sorulmaktadır: Allah'a ibadet eden kullara engel olan o kişinin hareketini gördünüz mü? İnsanları Allah'tan korkutan, onların kötü işlerine engel olmaya çalışan kulun doğru yolda olmadığını ne biliyorsun? Bu kişi Hak'kı yalanlayarak ona karşı koymakta ve onu yalanlamaktadır. Bu ne biçim bir harekettir? Bu kul (Rasulullah) iyi işler yapmaktadır. Diğeri ise Hakkı yalanlayarak yüz çevirmektedir. Eğer Allah (c.c.) dilese bu şahıs bu tutumlarını sürdürebilir mi? Burada zalimin zulmünü ve mazlumun mazlumiyetini Allah'ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zalim cezalandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
17 Mart 2009, 22:30 | Mesaj No:5 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
15- Hayır;(12) eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; 16- O yalancı, günahkâr olan alnından.(13) 17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.(14) 18- Biz de zebanileri çağıracağız.(15) 19- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.(16) AÇIKLAMA 12. Hz. Muhammed (s.a) namaz kılarsa onun ensesine ayağını basacağı tehdidini savuran bu şahıs, kesinlikle bunu yapamıyacaktır. 13. "Alın"dan kasıt, o alnın sahibidir. 14. Girişte açıkladığımız gibi, Ebu Cehil'in tehdidine karşı Rasulullah onu terslediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olan benim." Bunun üzerine şöyle buyurulmuştur: "O himaye edicilerini çağırsın." 15. Buradaki "zebaniye" kelimesi Katade'nin açıklamasına göre Arap dilinde "polis" için de kullanılır. "zeban"ın asıl manası, "iten kimse"dir. Padişahların yanında görevli olan zebanlar, padişah bir kimseye darıldığında onu iterek dışarı çıkarırlardı; bu nedenle anlamı şudur: O kendini himaye edenleri çağırsın, biz de kendi polislerimizi, (yani azap eden meleklerimizi) Onun yardımcıları ile hesaplaşsın diye çağırırız." 16. "Secde"den kasıt, namazdı. Yani "Ey Nebi! korkma namaz kılmaya devam et ve bu vasıtayla Rabb'ine yaklaş. "Bir kulun Rabb'ine en yakın anı, secde ettiği andır." Müslim'de yine Ebu Hureyre'den şu rivayet de mevcuttur: "Rasulullah bu ayeti okuduğunda tilavet secdesi yapardı." ALAK SURESİNİN SONU
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
18 Mart 2009, 19:29 | Mesaj No:6 |
Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
096 - ALAK SURESİ GİRİŞ Adı: İkinci ayetteki "alak" kelimesi sureye isim olmuştur. Nüzul zamanı: Bu sure iki kısma ayrılır. Birinci kısım, "İkra"dan beşinci ayet olan "ma lem ya'lem"e kadardır. İkinci kısım, "Kellâ inne'l-insane le yetğa"dan surenin sonuna kadardır. Cumhur ulema, birinci kısmın Rasulullah'a gelen ilk vahiy olduğunda ittifak etmiştir. Bunun hakkında, İmam Ahmed, Buharî ve Müslim müteaddit senetlerle en sahih hadislerden sayılan bir rivayeti Hz. Aişe'den rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Hz. Aişe, vahyin nasıl başladığını Rasulullah'ın kendisinden duymuştur. Ayrıca aynı rivayet İbn Abbas, Ebu Musa el Eş'ari ve sahabeden bir cemaatten de şu şekilde menkuldür: "Kur'an'ın ilk inen ayetleri bunlardır." İkinci kısım, Rasulullah Harem-i Şerif'te namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu namazdan menetmek için tehdit ettiği zaman nazil olmuştur. Vahyin başlangıcı Muhaddislerin kendi senetleri ile İmam Zühri'den, onun Urve b. Zubeyr'den, onun da, teyzesi Hz. Aişe'den rivayet ettiği gibi vahyin başlangıcı şu şekilde nakledilmiştir: Vahiy ilk dönemlerde Rasulullah'ın sadık rüyalar (bazı rivayetlerde iyi) görmesi ile başladı. Rasulullah bu rüyaları apaçık bir gerçek olarak görmekteydi. Rasulullah daha sonra yalnızlığı sevmeye başladı. Hıra mağarasında günlerce ibadet için kalırdı. (Hz. Aişe burada "tahanus" kelimesini kullanmıştır. İmam Zuhri bunu "taabbûd" olarak açıklamıştır. Bu, Rasulullah'ın eda ettiği bir çeşit ibadetti. Çünkü Allah (c.c.) ona henüz nasıl ibadet edeceğini öğretmemişti) Rasulullah (s.a) evden yiyecek ve içeceğini alarak mağarada birkaç gün geçirirdi. Sonra yine eve döner ve Hz. Hatice'ye yiyecek ve içecek hazırlatarak ibadet için mağaraya dönerdi. Birgün Rasulullah Hıra mağarasında iken birden bire vahiy nazil oldu. Melek gelerek ona "oku" dedi. Hz. Aişe Rasulullah'ın sözünü şöyle nakletmektedir: "Ben okumuş değilim, dedim. Bunun üzerine melek beni tutarak sıktı. O kadar şiddetliydi ki tahammül edemiyordum. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni tekrar o kadar şiddetli sıktı ki tahammül edemedim. Sonra bıraktı ve tekrar "oku" dedi. Ben tekrar "okumuş değilim" dedim. Beni üçüncü defa öyle kuvvetli sıktı ki, tahammülüm kalmadı. Sonra beni bıraktı ve "Ikra bismi Rabbike'llezi halak" (Yaratan Rabb'inin ismiyle oku) dedi. Bu ayetten "ma lem ya'lem" e kadar okudu. Hz. Aişe diyor ki: Sonra Rasulullah, titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice'ye "beni örtün" dedi. Rasulullah'ı örttüler. Bu korku durumu geçtikten sonra Rasulullah şöyle buyurdu: "Ey Hatice! Bana ne oldu?" Daha sonra bütün olanları Hz. Hatice'ye anlattı. Ve "Canımdan korkuyorum." dedi. Hz. Hatice "Kesinlikle değil. Memnun ol. Allah'a yemin ederim ki, O seni rezil etmez. Sen akrabalarına iyi davranırsın. Doğru sözlüsün (Diğer bir rivayette emaneti yerine getirirsin) , çaresiz olanların yükünü hafifletirsin, fakir ve yoksullara yardım edersin, misafirperversin, iyi işlerde yardımcısın..." dedi. Hz. Hatice daha sonra Resulullah'ı yanına alarak amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e gittiler. Varaka, cahiliye döneminde Hristiyan olmuştu. İbranice ve Arapça olarak İncil yazıyor, okuyordu. Çok yaşlı olduğundan gözleri görmüyordu. Hz. Hatice ona şöyle dedi: "Ağabeyciğim! Yeğenini biraz dinler misin?" Varaka Rasulullah'a sordu ve Rasulullah olanları anlattı. Varaka: "Bu aynı Namustur (Vahiy getiren melek) . Allah, onu Hz. Musa'ya da göndermişti. Keşke senin nübüvvet zamanında genç olabilseydim. Keşke kavminin, seni yurdundan çıkaracağı zamana kadar yaşayabilseydim." Rasulullah sordu: "Onlar beni buradan kovacaklar mı?" Varaka: "Evet, senin getirdiğini getiren bir şahsa insanların düşman olmadığı bir zaman yoktur. Eğer senin döneminde yaşarsam bütün gücümle sana yardım ederim." dedi. Ancak çok geçmeden öldü. Bu rivayetten açıkça anlaşılıyor ki vahiy gelmeden hemen önce bile Rasulullah'ın düşüncesinde Nebi olacağına dair bir şey yoktu. Nebiliğe talip olmak ve onu beklemek bir yana, onun ne olduğunu bile bilmiyordu. Vahyin nüzulü ve melekle karşılaşması bir kişinin hiç beklemediği halde büyük bir olayla karşılaşması ve onun etkisi altında kalması gibi bir şeydi. Bu nedenle, İslâmı daveti başladığında Mekkeliler Rasulullah'a her türlü itirazı yönelttikleri halde, hiç kimse "Biz böyle şeyi Muhammed (a.s) den bekliyorduk, çünkü o bunun planlarını yapıyordu." diyememiştir. Bu rivayetten şu da anlaşılmaktadır: Rasulullah nübüvvetten önce de çok temizdi. Onun ahlakı çok yüceydi. Hz. Hatice 55 yaşında bir kadın ve Rasulullah ondan 15 yaş küçüktü. Uzun evlilik dönemleri içerisinde Rasulullah'ın hiç bir şeyi Hz. Hatice'den gizli kalamazdı. O, Rasulullah'ın ahlakının ne derece yüksek olduğuna bizzat tanıktı. Rasulullah Hıra'dan döndüğü zaman, onun başından geçenleri duyunca hiç tereddütsüz kabul ederek şöyle demişti: "Sana vahiy getiren gerçekten Allah'ın meleğiydi" Aynı şekilde Varaka b. Nevfel'de Mekke'nin yaşlı bir kişisi idi. Rasulullah'ı çocuktan beri tanırdı. 15 senelik yakın akrabalığı dolayısıyla Rasulullah'ın hayatına ve yaşantısına yakından vakıftı. Rasulullah'tan vahiy olayını işitince o da hiç tereddütsüz kabul etmiş ve şöyle demişti: "Bu aynı Namus'tur ki, Hz. Musa'ya da gönderilmişti." Bunun anlamı şudur: Varaka'ya göre de Rasulullah öyle bir insandı ki, ona nübüvvet verilmesi çok tabiiydi. İkinci kısmın nüzul zamanı: Bu surenin ikinci kısmı, Rasulullah'ın namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil'in de onu korkutmak, tehdit yoluyla engel olmak istediği zaman nazil olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, nübüvvetten sonra Rasulullah İslâmî tebliğe başlamadan önce Harem-i Şerif'te Allah'ın öğrettiği tarzda namaz kılmaya başlamıştı. Mekkeli müşrikler bundan Rasulullah'ın yeni bir din takip etmeye başladığını anlamışlardı. Mekke'deki diğer insanlar Rasulullah'ın yeni tarzdaki ibadetini hayretle seyrederken, Ebu Cehil, cahiliyet taassubu ile bu şekilde ibadet etmemesi için Rasulullah'ı korkutmaya çalıştı. Bu olay hakkında pek çok hadis vardır. Ebu Cehil'in bu beyhude hareketinin hadisi İbn Abbas ve Ebu Hureyre'den mervidir. Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir. "Ebu Cehil Kureyşlilere sormuş; Muhammed siz varken de ellerini yere koyup secde ediyor mu? Onlar "evet" dediler. Ebu Cehil, "Lat ve Uzza'ya yemin ederim, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim." dedi. Bir gün, Rasulullah namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil, ensesine basmak için ona doğru yöneldi. Ama birdenbire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil'e soruldu: "Ne oluyor?" Ebu Cehil: "Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm." Rasulullah şöyle buyurdu: "Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı." (Ahmed, Müslim, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbnü'l Münzir, İbn Merduye, Ebu Nuaym, İsfehanî, Beyhakî) İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Ebu Cehil dedi ki: Eğer Muhammed'in Kâbe civarında ibadet ettiğini görürsem ensesini ayaklarımın altına alacağım." Bu haber Rasulullah'a ulaştığında şöyle buyurdu. "Eğer böyle yaparsa melekler onu yakalarlar". (Buharî, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Abdürrezzak, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, İbn Merduye) . İbn Abbas'tan diğer bir rivayette şöyledir: "Rasulullah, Makam-ı İbrahim'de namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Ben seni bundan menetmedim mi? ve Rasulullah'ı tehdit etmeye başladı. Rasulullah ona sert bir şekilde "Sen kim oluyorsun?" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil. "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? dedi. Ve devam etti: Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olanlardanım. (Ahmed, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir, Taberanî, İbn Merduye) Bu olay üzerine surenin "kella inne'l insane le yetğa" ile başlayan kısmı nazil olmuştur. Bu kısmın yeri doğal olarak Kur'an'ın bu suresindedir. Çünkü Rasulullah İslâmı ilk kez namaz ile açığa vurmuştu. Kafirlerle karşı karşıya gelmesinin başlangıcını bu oluşturmuştu.
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
18 Mart 2009, 19:29 | Mesaj No:7 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla 1- Oku(1) Rabb'inin ismiyle(2) ki sizi O yarattı.(3) 2- O, insanı bir alak'tan(4) yarattı. 3- Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir; AÇIKLAMA 1. Girişte de açıklandığı gibi, Melek "oku" dediğinde Rasulullah "Ben okuma bilmem" şeklinde cevap vermişti. Bundan anlaşılıyor ki, Melek vahyi yazılı olarak getirmiş ve Rasulullah'ın bunu okumasını söylemişti. Çünkü eğer meleğin maksadı kendi söylediğini Rasulullah'ın sadece tekrar etmesini istemek olsaydı, Rasulullah "Ben okuma bilmem" demezdi. 2. Yani Rabb'inin ismiyle oku. Diğer ifadeyle "Bismillah" diyerek oku. Bundan anlaşılıyor ki, Rasulullah vahiyden önce de yalnız Allah'ı Rabb olarak tanıyor ve biliyordu. Onun için "Rabb'in kimdir? denmeye gerek görülmemiştir. Yani burada sadece Rabb'inin ismiyle oku denmiştir. 3. Burada, "halak" kelimesi mutlak olarak kullanılmış ve neyi yarattığı belirtilmemiştir. Çünkü "Yaratan Rabb'inin ismiyle" denmesinden, Kainatı ve içindeki her şeyi yarattığı kendiliğinden anlaşılmaktadır. 4. Kainatı genel olarak zikrettikten sonra insanın ne gibi hakir bir başlangıç ile yaratıldığı belirtilmiştir. "Alak", "Alaka"nın çoğuludur. Manası, "pıhtılaşmış kan"dır. Bu durum hamileliğin ilk birkaç günü içinde meydana gelir. Daha sonra et şeklini alır. Ve tedricen insan şekillenmeye başlar. (Bkz. Hac 5 an. 5'ten 7'ye)
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
18 Mart 2009, 19:30 | Mesaj No:8 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
4- Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.(5) 5- İnsana bilmediğini öğretti.(6) 6- Hayır;(7) gerçekten insan, azar. 7- Kendini müstağni gördüğünden.(8) 8- Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.(9) 9- Engellemekte olanı gördün mü? 10- Namaz kıldığı zaman bir kulu.(10) 11- Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, 12- Ya da takvayı emrettiyse. 13- Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise. 14- O, Allah'ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?(11) AÇIKLAMA 5. Yani, hakir bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlukatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allah'ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitabın ilmini vermeseydi, o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılmazdı. Gelecek nesillere ulaşamazdı. Böylece ilerleme mümkün olmazdı. 6. Yani insan aslında ilimsizdir. Ancak Allah'ın ihsanı sayesinde onda ilim hasıl olmuştur. Allah'ın lütfuyla insana her merhalede ilim verilmiştir. Ve ilim kapıları da birbiri ardına açılmıştır. Aynı durum Ayet el-Kursi'de de gözükmektedir."O'nun ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kazanamazlar." (Bakara 255) İnsanın ilmi gelişme zannettiği, aslında kendisinde ilim yokken Allah'ın, istediği zaman ve ona hissettirmeden ilim vermesidir. Buraya kadar açıklananlar, Rasulullah'a ilk defa nazil olan ayetlerdir. Hz. Aişe'nin rivayetine göre, bu ilk tecrübe Rasulullah için o kadar ağırdı ki, ona tahammül edememişti. Onun için bu seferlik inandığı Rabb ile doğrudan muhatap olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Böylece vahyin sık sık gelmesi de başlamış oldu. Rasulullah artık Nebi olarak tayin olmuştu. Bundan bir süre sonra Müddessir suresinin başlangıç ayetlerinde nübüvvet verildikten sonra vazifesinin ne olduğu açıklanmıştır. (Bkz. Müddessir suresinin girişi) 7. Yani, İnsana lütfeden Allah'a karşı, cehalet ederek böyle bir tutumda bulunmaktadır. Bunun açıklaması ileridedir. 8. Yani malı, serveti, izzeti, şerefi ve diğer dünyevî şeyleri ona lutfedilmiştir. Şükretmek yerine haddi aşar ve asi olur. 9. Yani, dünyadayken servet ve mal gücüne dayanarak isyan ederse, sonunda Rabb'ine döndüğünde bu tutumunun sonucunu anlayacaktır. 10. "Kul" dan kasıt, Rasulullah'tır. Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde Rasulullah'tan bu şekilde söz edilmiştir. Mesela İsra suresinde, "Eksikliklerden uzaktır. O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü." (İsra, 1) buyurulmuştur. Kehf suresi birinci ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: "O Allah'a hamdolsun ki, kuluna Kitab'ı indirdi." Cin suresinde ise şöyledir: "Allah'ın kulu kalkıp O'na yalvarınca üzerine üşüştüler. (Cin, 19) Bundan anlaşılıyor ki, bu ifade özel bir üsluptur. Ve Allah (c.c.) Kitabında Rasulullah için kullanılmıştır. Ayrıca bu ayetten şu da anlaşılıyor; Allah (c.c.) Rasulullah'a risalet verdikten sonra namaz kılmasını öğretti. Namaz kılmanın şekli hakkında Kur'an'ın hiç bir yerinde açıklama yoktur. Dolayısıyla bu da Rasulullah'a sadece Kur'an'da yazılı olan vahyin dışında bazı talimatlar verildiğinin de işaretidir. 11. Öyle anlaşılıyor ki, burada her insaflı insan muhatap kabul edilmiştir. Onlara şöyle sorulmaktadır: Allah'a ibadet eden kullara engel olan o kişinin hareketini gördünüz mü? İnsanları Allah'tan korkutan, onların kötü işlerine engel olmaya çalışan kulun doğru yolda olmadığını ne biliyorsun? Bu kişi Hak'kı yalanlayarak ona karşı koymakta ve onu yalanlamaktadır. Bu ne biçim bir harekettir? Bu kul (Rasulullah) iyi işler yapmaktadır. Diğeri ise Hakkı yalanlayarak yüz çevirmektedir. Eğer Allah (c.c.) dilese bu şahıs bu tutumlarını sürdürebilir mi? Burada zalimin zulmünü ve mazlumun mazlumiyetini Allah'ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zalim cezalandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir.
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
18 Mart 2009, 19:30 | Mesaj No:9 |
RE: Tefhimul kuran Alak suresi tefsiri
15- Hayır;(12) eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; 16- O yalancı, günahkâr olan alnından.(13) 17- O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.(14) 18- Biz de zebanileri çağıracağız.(15) 19- Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.(16) AÇIKLAMA 12. Hz. Muhammed (s.a) namaz kılarsa onun ensesine ayağını basacağı tehdidini savuran bu şahıs, kesinlikle bunu yapamıyacaktır. 13. "Alın"dan kasıt, o alnın sahibidir. 14. Girişte açıkladığımız gibi, Ebu Cehil'in tehdidine karşı Rasulullah onu terslediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olan benim." Bunun üzerine şöyle buyurulmuştur: "O himaye edicilerini çağırsın." 15. Buradaki "zebaniye" kelimesi Katade'nin açıklamasına göre Arap dilinde "polis" için de kullanılır. "zeban"ın asıl manası, "iten kimse"dir. Padişahların yanında görevli olan zebanlar, padişah bir kimseye darıldığında onu iterek dışarı çıkarırlardı; bu nedenle anlamı şudur: O kendini himaye edenleri çağırsın, biz de kendi polislerimizi, (yani azap eden meleklerimizi) Onun yardımcıları ile hesaplaşsın diye çağırırız." 16. "Secde"den kasıt, namazdı. Yani "Ey Nebi! korkma namaz kılmaya devam et ve bu vasıtayla Rabb'ine yaklaş. "Bir kulun Rabb'ine en yakın anı, secde ettiği andır." Müslim'de yine Ebu Hureyre'den şu rivayet de mevcuttur: "Rasulullah bu ayeti okuduğunda tilavet secdesi yapardı." ALAK SURESİNİN SONU
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
19 Mart 2009, 10:42 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 |
Alak Süresi Nüzul Sebebi Alimlerin icmaı ile Sûre mekkîdir. Kur'ân'dan ilk nazil olandır. Vahyin ilk nüzulünde başından beş âyet-i kerimenin nazil olduğu, Sûrenin kalan kısmının ise daha sonraları Ebu Cehl hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[1] Allâme Zemahşerî de aynı tesbit ve gö*rüştedir. Nitekim İbn Abbas (r.a.), Ebû Musa el-Eş'ârî (r.a.) ve Hz. Aişe (r.a.)dan yapılan sahîh rivayetler de bu görüş ve tesbiti doğrulamakta*dır. Cumhurun da görüşü bu doğrultuda gerçekleşmiştir. [2] İbn Merduye (veya Merdeveyh’in İbn Abbas (r.a.)dan yaptığı rivaye*te göre, İbn Abbas şöyle demiştir: “Kur'ân'ın ilk inen âyetleridir.”[3] Taberânî ve Hâkim'in sahîhlediği Ebû Musa el-Eş'ârî (r.a.) rivaye*tinde Ebû Musa el-Eş'ârî şöyle haber vermiştir: “Hz. Muhammed'e (a.s.) ilk inen sûredir.”[4] İbn Cerîr ve Hâkim'in tahrîc ettikleri; Beyhakî ve İbn Merduyeh'in sahîhlediği Hz. Aişe hadîsinde Hz. Aişe şöyle demiştir: “Kur'ân'dan ilkinen sûredir”[5] Böylece Kur'ân'dan ilk inen, Alâk Sûresi'nin başındaki beş âyettir ki bu, Allah'ın kullarına kapısını açtığı ilk rahmet, verdiği ilk nimettir. Altı asra yakın geçen fetret devrinde bu rahmet ve nimetin esintisi kesilmiş; katılaşan kalpler ilâhî vahyin hayat veren davetinden mahrum kalmıştı.[6] Mâverdî'nin tesbitine göre, Hz. Aişe (r.a.) ilk inen sûre hakkında şöy*le demiştir: “Allah'ın kendi Resulü (Muhammed a.s.) üzerine indirdiği ilk sûre, Alâk Sûresi'dir. Ondan sonra Nûn ve'l-kalem Sûresi, ondan sonra da Müddessir Süresidir ve arkasından Duhâ Sûresi inmiştir.” [7] Bu surenin baş kısmı Kur'an-ı Kerim'in ilk inen bölümüdür. Surenin diğer kısmı ise, Peygamber (s.a.)'in daveti Kureyş arasında yayıldıktan ve ona yönelik eziyetler başladıktan sonra inmiştir.[8] 1. Yaratmış olan Rabbının adıyla oku. 2. Ki O, insanı bir "Alak"tan yarattı. 3. Oku, O senin Rabbın sonsuz bir kerem sahibidir. 4. Ki O, kalemle öğretmiştir. 5. O, insana bilmediğim öğretmiştir. Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler: 1- Yahya ibn Bükeyr kanalıyla Hz. Aişe'den rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a gelen ilk vahy uyku halinde iken görmüş olduğu sâdık rüya*lardır. Hangi rüyayı görse mutlaka gün aydınlığı gibi aynen çıkardı. Sonra ona yalnızlık sevdirildi, Hıra mağarasına çekilip orada pek çok gece ibadetle geçi*rirdi. Bunun için de yanına azık alırdı. (Azığı bitince) Hz. Hadice'nin yanına gelir ve yine azığını alıp tekrar mağaraya dönerdi. Nihayet O Hıra mağarasında iken hakk ona geliverdi. Melek O'na geldi ve: "Oku." dedi. Rasûlullah: "Ben okuyucu değilim (okuma bilmiyorum)." dedi. Hz. Peygamber der ki: "Melek beni aldı ve takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "Oku." dedi. Ben yine: "Ben okuyamam." dedim. Beni ikinci kere takatten kesilinceye kadar sıktı, sonra bıraktı ve: "Oku." dedi. Ben yine: "Ben okuyucu değilim." dedim. Beni üçüncü kere yakalayıp takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra bıraktı ve: "Yara*tan Rabbının adıyla oku. O, insanı bir alakadan yaratmıştır. Oku, Rabbın niha*yetsiz kerem sahibidir." dedi. Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam ediyor: Rasûlullah bununla (Cibrîl’in kendisine okuduğu vahiyle) kalbi titreyerek döndü ve Hz. Hadice bint Huveylid'in yanına girdi, "Beni örtün, beni örtün." dedi. Onun üstünü örttüler. Nihayet korkusu geçince Hadice'ye olanları haber verdi ve "Ey Hadice, bana ne oluyor? Kendimden (bana bir şey olmasından) kork*tum." dedi. Hz. Hadice O'na: "Asla! korkma sana bir şey olmaz. Allah'a yemin ederim ki Allah seni asla rüsvay etmiyecek (seni üzmeyecek)tir. Çünkü sen sıla-i rahimde bulunur, Sözün doğrusunu konuşur, yorulmuşları taşır, yoksullara verir, misafirleri ağırlar, musibete uğrayanlara yardım edersin." deyip onu Hz. Hadice'nin amcası oğlu olan Varaka ibn Nevfel ibn Esed ibn Abdu'l-Uzzâ'ya götürdü. Varaka Câhiliye devrinde hristiyan olmuştu. İbranice kitap yazar ve Allah'ın dilediği miktarda İncil'i İbranice (veya Arapça) yazardı. Çok yaşlanmış ve gözleri kör olmuştu. Hz. Hadice ona: "Ey amcamın oğlu, kardeşin oğlu (Muhammed)'i dinle." dedi. Varaka: "Ey kardeşim oğlu nedir gördüğün?" diye sordu, Hz. Peygamber (sa) de gördüğünün haberini ona haber verdi. Varaka O'na: "Bu (sana gelen) Allah'ın Musa'ya indirmiş olduğu Nâmûs'tur. Keşke genç olsaydım ve kavmin seni (yaşadığın kasabadan) çıkardıklarında hayatta olsaydım." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Onlar beni çıkaracaklar mı?" dedi. Vara*ka: "Evet, senin getirdiğini kim getirse mutlaka ona düşmanlık edilir. Eğer ben senin o gününe ulaşacak olursam elbette seni desteklerim." dedi ve fakat çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahy de kesildi. Hz. Peygamber (sa) vahyin ke*silmesine çok üzüldü. İbn Şihâb kanalıyla Câbir ibn Abdillâh el-Ansarî'den rivayette o vahyin kesilmesinden bahisle naklettiği hadisinde Hz. Peygamber (sa) şöyle anlatır: “Ben yürürken gökten bir ses işittim. Gözlerimi göğe çevirdiğimde ne göreyim; bana Hıra'da gelen melek gökle yer arasında bir kürsüye oturmuş. Ondan öyle korktum ki hemen eve dönüp "Beni örtün, beni örtün." diyebildim. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Kötü şeylerden sakın"a kadar "Ey örtüye bürünen, kalk ve uyar..." âyetlerini indirdi ve ondan sonra da artık vahy peşpeşe gelmeye devam etti.”[9] 2- İmam Ahmed'in Zührî kanalıyla Hz. Aişe'den rivayetle tahric ettiği bu ha*diste vahyin kesildiği sırada olanlar anlatılırken Hz. Peygamber (sa)'in o devre*de vahyin gelmemesi uzayınca kendini dağların zirvesinden atmaya niyyetlendiği, kendini atmak üzere her bir dağ zirvesine çıkışında Cibril'in ken*disine görünerek "Ey Muhammed sen gerçekten Allah'ın elçisisin." diyerek onu teskin ettiği ayrıntısına da yer verilmiştir.[10] 6- Sakın okumamak etme, çünkü insan muhakkak tuğyan [azgınlık] eder Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler: 1- Ebu Hüreyre'den îbnu Münzir anlattı: Ebu Cehil dedi ki: “Sizin aranızda Muhammed yüzünü toprağa bular mı?” Kendisine: “Evet boyar.” denildi. Ebu Cehil: “Lât ve Uzzâ'yı, eğer öyle yapıyorlar görürsem, onun boynunu vururum ve onun yüzünü toprağa boyarım.” dedi. Allahü Teâlâ Alak: 96/6 âyetlerini indirdi. [11] 2- Ebu Hüreyre'den rivayette o şöyle anlatıyor: Ebu Cehl Hz. Peygamber (sa)'in secde etmesini kastederek: "Muhammed, sizin aranızdayken, sizlerin yanında da yüzünü yere koyuyor mu?" diye sordu. "Evet." dediler. "Lât ve Uzzâ'ya yemin ederim ki onu, bunu yaparken görürsem boynuna basacağım veya yüzünü toprağa bulayacağım." dedi. Bir gün Rasûlullah (sa) namaz kılar*ken geldi, boynuna basabileceğini sandı ama bir de baktık ki elleriyle yüzünü koruyarak geri geri çekiliyor. Ona: "Sana ne oldu?" diye sormuşlar, "Benimle arasında ateşten bir hendek, korku ve kanatlar oluşuverdi." demiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu uzuv uzuv parçalıyacaklardı." buyurmuş. Ravi der ki: Bunun üzerine Allah Tealâ "Sakın, ey habibim ona bo*yun eğme, secde et ve yaklaş"a kadar olmak üzere "Sakın!, çünkü insan muhak*kak azar..." âyetlerini indirdi.[12] 3- Namazın Hz. Peygamber (sa)'e mi'râcda farz kılındığı göz önüne getirilirse ve mi'râc da bi'setin onikinci senesi (Hicretten bir sene kadar önce) meydana geldiğine göre bu âyet-i kerimenin ondan sonra ve en yakın zaman olarak bi'setin onikinci senesi nazil olduğunu söylemek gerekecektir. Yani buna göre Sûrenin başı ile sonunun indirilmesi arasında on iki senelik bir zaman geçmiştir.[13] 4- Müfessir Alâaddin Ali kendi tefsirinde âyetin iniş sebebini şöyle açık*lamıştır : “Ebû Cehl geniş çapta mal, binek ve servet elde etmiş bulunuyor*du. O, bu imkân ve servetine güvenerek her geçen gün azgınlık ve teca*vüzünü artırıyor (ve İslâm'a karşı daha çok kin besliyordu.) Derken yuka*rıdaki âyetler indi.”[14] 5- Böylece âyet-i kerîme, geniş mal ve imkânı amaç edinen ve o se*beple Hakk'a karşı baş kaldırıp bu amaç uğrunda ilâhî sınırları, insan hak ve hürriyetini çiğneyen her azgın zorba, dengesiz zâlim hakkında bir uyarı ve bir kıstas olarak bulunuyor. [15] 9- Gördün mü şu engelleyeni; 10- Bir kulu namaz kılarken. 11- Gördün mü? Ya o doğru yol üzererinde ise, 12- Yahut takvayı emrettiyse. 13- Gördün mü? Ya yalan saydı, yü z çevirdi ise, 14- Muhakkak görüp durduğunu hiç de bilmemiş mi? 15- Hayır' Eğer vazgeçmezse, andolsun ki onun perçeminden tutup sürükleyeceğiz. 16- O yalancı, günahkâr perçeminden! İbnu Abbas'tan (r.a.) İbnu Cerîr anlattı: “Rasûlullah namaz kılıyordu. Ebu Cehil ona geldi ve onu namazdan nehyetti. Allahü Teâlâ, Alak: 96/9-16 âyetlerini indirdi.”[16] 17. "O zaman, kafadarlarını çağırsın, 18. "Biz de zebanileri çağıracağız. 19. "Sakın ona uyma; sen secde et, Rabbine yaklaş." Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler: 1- Bu âyetler Ebû Cehil hakkında nazil olmuştur. Ebü Mansur el-Bağdadî, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid el-Hûzî'den, o İbrahim b. Muhammed b. Süfyan'dan, o Ebû Said el-Eşecc'den, o Ebû Halid b. Ebî Hind'den, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ederek şöyle dedi: "Rasulullah (s.a.v.) namaz kılıyordu. Ebû Cehil geldi ve dedi ki: "Ben seni bun*dan men etmemiş miydim?" Rasulullah (s.a.v.) ona döndü ve ona sert bir mukabelede bulundu, Bunun üzerine Ebû Cehil: "Vallahi sen bilirsin ki çoğunluk benden yanadır" dedi. Bunun üzerine Allah Teala bu âyetleri indirdi." İbn Abbas şöyle dedi: "Vallahi eğer o nadiyeyi (kendinden taraf olan çoğun*luğu) çağırsaydı, Allah Teala'nın Zebanileri onu yakalayacaklardı."[17] 2- İbnu Abbas'tan (r.a.) Tirmizî ve başkası anlattı: Rasûlullah namaz kılıyordu. Ebu Cehil ona geldi ve: “Ben seni bundan nehyetmedim mi?” dedi. Nebî Aleyhisselâm onu kovdu. Ebu Cehil: “Sen bilirsin, benim nâdîlerim çoktur.” dedi. Allahü Teâlâ, Alak: 96/17 âyetini indirdi. Tirmizî: Hasen ve sahihtir, dedi. [18] ============================ [1] İbnu'l-Cevzî, age. IX, 175. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/959. [2] Bilgi için bak: Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/467; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6888. [3] Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/467; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6891. [4] Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/467; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6891. [5] Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/467; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6892. [6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6892. [7] Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/467; Tefsîr-i Kurtubî : 20/118; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6892. [8] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/562. [9] Buhârî, Bed’uI-Vahy, 3; Tefsîrû'l-Kur'ân, Alak, 96/1; Müslim, İman, 252-256. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/959-960. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6890-6891. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/562. [10] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, vi,232-233. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/960. [11] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/721; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6898. [12] Müslim, Sıfâtu'l-Münâfıkîn, 38 Benzer bir rivayet için ayrıca bak: Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, Alak. 96/4; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,248. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/961; Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/658, Hâzin, 4/270; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/365. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/564. [13] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/961. [14] Lübabu’t-te’vil: 4/394; Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6898. [15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6898. [16] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/722. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/570. [17] Tirmizi; Tefsîru'l-Kur'ân, Alak, 96/2 (3349). Tirmizi bu hadisin hasen garib ve sahih olduğunu söylemiştir. Nesai; Tefsiri 704, Ahmed b. Hanbel; Müsned: 1/256. Taberî, age. XXX,164. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 386. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/961. Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 467. [18] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 2/722. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/571. Ama surenin ifade ettiği anlamın genel olduğu da bir gerçektir. Sure itaat eden, ibadet eden ve Allah'a çağıran her mü'mini ve azgın, namazı kılmayı engelleyen, itaat edeni tehdid eden, kuvvet ve zor kullanarak böbürlenen her zalimi kapsar. Yüce Allah'ın son emri de şudur: "Hayır ona boyun eğme. Rabbine secde et ve yaklaş." |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Fizilalil Kuran Rum Suresi Tefsiri | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 2 | 08 Ekim 2008 12:30 |
Fizilalil Kuran Sad Suresi Tefsiri | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 2 | 08 Ekim 2008 12:10 |
Fizilalil Kuran Tur Suresi Tefsiri | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 0 | 08 Ekim 2008 11:36 |
Fizilalil Kuran Nuh Suresi Tefsiri | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 0 | 08 Ekim 2008 00:05 |
Fizilalil Kuran Asr Suresi Tefsiri | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 0 | 22 Eylül 2008 10:43 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|