|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Şuara,Açılış Tarihi: 28 Aralık 2007 (21:31), Konuya Son Cevap : 24 Mart 2023 (11:53). Konuya 35 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
28 Aralık 2007, 21:31 | Mesaj No:1 |
Şirk Şirk Nedir ? Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmişolur. (Nisa Suresi, 48) Birçok insan şirkin büyük bir sapkınlık olduğunu duyar, ama bunun kendisiyle uzaktan ya da yakından ilgili olduğunu hiç düşünmez. Müşriklerin, yani şirk koşanların, sadece taştan ya da tahtadan oyulmuş totemlere secde eden insanlar olduklarını sanır. Ona göre müşrikler, sadece Peygamberimiz (sav)'den önce Kabe'deki putlara tapan cahiliye Arapları ve onlara benzer ilkel putperestlerdir. Oysa şirk, sadece tahtadan oyulmuş putlara tapmakla sınırlı bir kavram değildir ve sanılanın aksine pek çok toplumda yaygındır. İnsanın Allah'ın rızasına muhalif olarak medet umduğu, rızasını aradığı her varlık, Allah'ın rızasına tercih ettiği herşey Allah'tan başka edindiği birer ilahtır aslında. Bu nedenle şirki uzak görmemek, aksine insanın çok yakınında olabileceğine ihtimal vermek gerekir. Bununla birlikte şirk, insanın kaçınması gereken günahların en başında gelmektedir. Çünkü bu, Allah'a karşı işlenebilecek büyük bir suçtur. Allah'la birlikte başka bir ilah edinerek O'na ortak koşmak, iftira etmek, elbette ki en büyük suçu ve saygısızlığı işlemek anlamına gelir. İşte bu yüzden Allah dilediği günahı affedeceğini ancak şirki affetmeyeceğini, şirkin aslında büyük bir sapkınlık olduğunu Kuran'da bildirmiştir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır: Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa Suresi, 116) İşte şirkten sakınmanın önemi burada yatmaktadır. Allah'ın bu kadar ehemmiyetle üzerinde durduğu, bağışlamayacağını bildirdiği, sapkınlık olarak nitelendirdiği bir günah elbette ki Müslümanların en çok kaçınacakları durumdur. Üstelik bunların yanı sıra Kuran'ın pek çok yerinde Allah müminleri şirke karşı uyarmış, onları bu büyük kötülükten önemle sakındırmıştır. Hz. Lokman'ın oğluna verdiği, "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür" (Lokman Suresi, 13) şeklindeki öğüt de bunlara bir örnektir. Şirkin bu derece önemli bir konu olmasının bir diğer sebebi ise insanın amellerinin boşa gitmesine ve hüsrana uğramasına neden olmasıdır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmektedir: Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer Suresi, 65) Açıkça görüldüğü gibi Allah'a şirk koşmak son derece tehlikeli, insanı cehenneme kadar sürükleyebilecek bir günahtır. Bu nedenle Allah'tan korkan ve O'nun cennetini uman bir kişinin bu tehlikeye karşı dikkatli olması gerekir. Ancak dikkatli olabilmek için de öncelikle şirki tanımak, nelerin şirkin kapsamına girdiğini bilmek gerekir. Bunu bilen insan Allah korkusuna sahipse bu günahı işlemekten şiddetle sakınacaktır. Bu kitap, şirki Kuran'da açıklandığı gerçek anlamıyla tarif etmek ve normal sayılan pek çok davranışın gerçekte şirkin ta kendisi olduğunu anlatmak amacıyla hazırlanmıştır. Umulur ki, amacına ulaşır ve bir kısım insanların tüm bu putları bırakıp, sadece ve sadece gerçek Rabbimiz olan Allah'a kulluk etmelerine vesile olur. Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki kişinin bu tehlikeyi kendisinden uzak görmesi, bundan müstağni olması, kendisinde şirkin kesinlikle olmadığını düşünmesi ona çok büyük zarar getirebilir. Çünkü böyle bir insan konuyu düşünmeye dahi gerek görmeyecek, konu hakkında anlatılanları, verilen örnekleri üzerine almayacak ve dolayısıyla eğer şirk içinde yaşıyorsa, böyle yaşamaya devam edecektir. Bunun sonucunda ise şirk içinde ölecek ve Allah'ın huzuruna böyle bir günah ile çıkacaktır. Bu ise, hiçbir Müslümanın istemeyeceği bir durumdur. Bu nedenle yapılması gereken bu kitapta anlatılanları kişinin sanki kendisine anlatılıyormuş gibi samimiyetle okuması, üzerinde samimiyetle düşünmesi ve verilen örneklere benzer hatalara düşmekten, hatta şirki andırır bir tavır sergilemekten dahi şiddetle kaçınmasıdır. Bu şekilde davranan kişi elbette ki kazançlı çıkacaktır. Çünkü insan aciz ve hataya düşebilen bir varlıktır. Ancak önemli olan hata yapmak değil hatayı anlayıp hemen vazgeçmektir. Burada ele alınan konu yani şirk ise çok tehlikeli bir hata olduğu için kişinin böyle bir günaha girmekten çok korkması, kendisini bu konuda sürekli kontrol etmesi gerekir. İnsanın olası hataları baştan reddetmek yerine, hatalı olabileceğine ihtimal vererek üzerine alması her zaman kazançlı çıkmasına vesile olacaktır. | |
Konu Sahibi Şuara 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hayız Kanının Çeşitleri | Kadın Mahrem Konular | Şuara | 0 | 2310 | 09 Ocak 2009 04:39 |
Kadının Zifafta Gözetilmesi | Kadın Mahrem Konular | Medineweb | 1 | 2564 | 09 Ocak 2009 04:31 |
Adet döneminde hafızın kuran okuması caizmi? | Kadın Mahrem Konular | Şuara | 0 | 3006 | 09 Ocak 2009 04:28 |
Hap Kullanırken Kanama Olması Özürmüdür? | Kadın Mahrem Konular | Şuara | 0 | 2532 | 09 Ocak 2009 04:25 |
Adetli İken Oruç Tutmanın Hükmü | Kadın Mahrem Konular | mehmet akif2 | 1 | 3571 | 09 Ocak 2009 04:22 |
28 Aralık 2007, 21:31 | Mesaj No:2 |
Cvp: Şirk Şirk Nedir? Şirk, kelime manası olarak "ortaklık" demektir. Şirk terimi, Türkçe Kuran meallerinde, yer yer Allah'a "eş koşmak", "ortak koşmak" olarak da tercüme edilmiştir. Kuran'da şirk, herhangi birşeyi veya herhangi bir kimseyi ya da herhangi bir kavramı, değerlendirme, tercih etme ya da ona önem ve kıymet verme veya onu üstün tutma bakımından Allah'la eşit veya daha ileri bir düzeyde görmek ve bu çarpık bakış açısıyla hareket etmek anlamında kullanılır. Kuran'da bu tutum Allah'tan başka İlah edinmek olarak tanımlanır. Kuran'ın temel mesajı ise Allah'tan başka ilah olmadığıdır. Bu mesaj, Kuran'da "La ilahe illAllah" hükmü ile haber verilir. Bu ifade Kuran'da pek çok kereler önemle tekrarlanır ve imanın önemli bir şartı olarak vurgulanır. Yalnız bu noktanın Müslümanlar tarafından çok iyi kavranılması ve derinlemesine düşünülmesi gerekir. Zira Allah'ın tek güç ve kudret sahibi olduğu, tek İlah olduğu çok kesin bir gerçektir, fakat bu gerçeği yalnızca zahir manasıyla değerlendirmek büyük yanlış olur. Kuran'a baktığımızda, bu temel gerçeğin aksine bir inanç, tutum ve davranışın şirk olduğunu görürüz. Bu nedenle şirki en genel anlamda, "La ilahe illallah" gerçeğinin dışında, Allah'tan başka "güç ve kudret sahipleri", "ilahlar" olduğu gibi yanlış bir tavır ve anlayışa saplanmak şeklinde tanımlayabiliriz. Burada ilah teriminin ne anlama geldiğini bilmek elbette konunun özünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Bizim için önemli ve geçerli olan tanım Kuran'da tarif edilendir. Kuran'da Allah bize Kendisi'ni birçok sıfatıyla tanıtmış ve başka ilah olmadığını bildirmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki ilah, Allah'ın Kuran'da bildirilen bu sıfat ve özelliklerine sahip olan varlıktır. Dolayısıyla yegane ilah Allah'tır. Allah'ın sıfatlarına sahip olan başka hiçbir varlık yoktur ve olamaz. Bu yüzden Allah'ın herhangi bir sıfatına başkasının sahip olduğunu iddia etmek "Allah'tan başka ilahlar edinmek", diğer deyimle "şirk koşmak" anlamına gelir. Burada ince bir ayrımı belirtmek yerinde olacaktır. Örneğin, Allah'ın sıfatlarından biri olan "Gani" yani "Zengin" terimi insanlar için de kullanılır. Elbette bu vasfı kullanmanın, bu kişinin mali durumunu tarif etmek açısından hiçbir sakıncası yoktur. Ancak, şirke yol açan durum bu zenginliğin kişinin kendisinden kaynaklandığını zannetmektir. Durum böyle olunca zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğu unutulur. Bu kişinin sahip olduğu herşeyi ona Allah'ın verdiği, Allah'ın Gani sıfatıyla bu kişide tecelli ettiği, verdiği herşeyi dilerse bir anda geri alabileceği göz ardı edilmiş olur. Dolayısıyla Allah'tan başka herkesin mutlak fakir ve aciz olduğu, ancak dilediği kulları üzerinde dilediği sıfatlarıyla tecelli edebileceği düşünülmemiş olur. Bunun sonucunda o kişi sahip olduğu mal, mülk ve zenginliğin gerçek sahibi zannedilerek, onun kendiliğinden böyle bir sıfata sahip olduğu, zenginliğinin kendisinden kaynaklandığı sanılır. Bu çok cahilce bir yaklaşımdır ve şirke yol açabilir. Çünkü bu bakış açısıyla hareket edildiğinde Allah tamamen unutulur ve o kişiye hakkı olmayan bir ilahlık vasfı verilmiş olur. Doğru olan tavır ise zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek, O'nun göklerin ve yerin mülkünün tek hakimi olduğunu takdir etmek ve insana verdiği bu zenginliği Allah'ın dilediği anda alabileceğinin de bilincinde olmaktır. Zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olması önemli olmamalı, onun Allah'ın bir kulu olduğu düşünülmelidir. Örneğin bu kişinin aile üyeleri malın asıl sahibi olarak onu görürlerse, yalnızca ondan medet umarlarsa, malın esas malikinin Allah olduğunu unuturlarsa bu çok yanlış bir bakış açısı olur. Aynı şekilde bu kişinin yanında çalışan insanlar da kendilerini yediren ve içirenin, barındıranın Allah olduğunu unutmamalıdırlar. Allah'ı unutup, patronlarını müstakil bir güç olarak değerlendirirlerse bu çok büyük bir akılsızlık olur. Nitekim bu gerçek insanlara Kuran'da şöyle bildirilmiştir: "...Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17) Bütün bunların yanısıra Kuran'da Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi olmadığı bildirilir. (Kehf Suresi, 39) Allah'ın yarattığı varlıkların sahip oldukları gibi görünen güç ve kuvvet ise gerçekte Allah'a ait olan sonsuz gücün onlardaki bir yansımasıdır. Allah dilediği anda bu gücü kendilerinden geri alabilir. Bu nedenle bir kimseyi, Allah'ın kendisine bu dünyada geçici olarak ve imtihan için verdiği güç ve kudret nedeniyle gözde büyütmek, ona hayran olmak, bu gücü ona aitmiş gibi görmek bir nevi onu ilahlaştırmak olur. Gerçekte büyük görülmesi, hayran olunması, kendisinden medet umulması gereken yegane mutlak güç Allah'tır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir: "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Azizdir." (Hac Suresi, 74) Aynı mantık Allah'ın yarattıklarında tecelli eden, yani yansıyan diğer tüm sıfatları için de geçerlidir. Bunları değerlendirirken de bu sıfatların asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek, insanlarda görülenin yalnızca bir tecelli olduğunu idrak etmek gerekir. | |
28 Aralık 2007, 21:32 | Mesaj No:3 |
Cvp: Şirk Şirkin çıkış noktası: "Benlik verme" Şirk kavramının temelinde Allah'ın yarattıklarına "benlik verme", yani etrafındaki kişilere ve eşyalara Allah'tan bağımsız, müstakil varlıklarmış gözüyle bakma gibi çarpık bir yaklaşım bulunmaktadır. Bu yanlış bakış açısına göre hem Allah'ın sahip olduğu zenginlik, güzellik, güç ve ihtişam vardır hem de insanların. Yani insanlar da müstakil olarak bu şekilde zenginliğe, güce, ihtişama sahiptirler. Ancak bir kimseye veya bir eşyaya bu gözle bakmak, onun sahip olduğu özellikleri kendisinden bilmek, bu özelliklerin onda bağımsız ve mutlak olarak var olduğunu sanmak, bundan dolayı o kişiye değer vermek ya da ondan korkmak ona benlik vermek demektir. Bu çarpık bakış açısı şirkin çıkış noktasını oluşturur. İlerleyen bölümlerde de inceleyeceğimiz gibi her türlü şirk çeşidinin, müşrik tavrının ardında bu benlik verme yanılgısı vardır. Oysa samimi bir mümin önce imanını "muvahhid", yani Allah'ı birleyen, O'na hiçbir şeyi şirk koşmayan bir temel üzerine kurmalıdır. Bunun için de herkesin ve herşeyin, varlıklarını Allah'a borçlu olduğunu her an hatırlaması gereklidir. Onlar Allah'ın dilemesiyle var olmuşlardır. Varlıklarını Allah ayakta tutmaktadır ve dilediği an dilediğini yok edip ortadan kaldırabilir. Ayrıca herkese ve herşeye sahip oldukları tüm özellikleri veren de yine Allah'tır. Güç, imkan, zeka, güzellik, şöhret, makam hepsi Allah'ın dilemesiyle olan özelliklerdir. Allah dilediği anda bunları kişinin elinden alabilir. Bu, Allah'a göre çok kolaydır. Allah her yerde ve herkeste değişik şekillerde tecelli eder. İnsanlar çevrelerinde hep bu tecellileri seyrederler. Allah'a iman eden bir insanın, hiçbir şeyin Allah'tan bağımsız müstakil bir varlığı olmadığını bu şekilde kalbine iyice yerleştirmesi gereklidir. Ancak bu gerçeğe uygun bir inanç, düşünce ve davranış biçimi içerisinde bulunduğunda şirke düşmekten kendini kurtarabilir. | |
28 Aralık 2007, 21:33 | Mesaj No:4 |
Cvp: Şirk Şirk koşanların geçersiz mazeretleri Şirk, tevhid, kulluk, ibadet gibi kavramların gerçek anlamlarını en güzel ve en doğru olarak öğrenebileceğimiz kaynak Kuran'dır. Bu nedenle, her konuda yalnızca Allah'ı İlah edinen bir tavır ve anlayışa, inanç ve davranışa sahip olabilmek ve şirkten korunabilmek, ancak ve ancak Kuran'ı okuyup anlamakla ve ona eksiksiz bir biçimde uymaya çalışmakla gerçekleşir. Dolayısıyla, kişinin iman ettiği ve Kuran'ın hak olduğunu bildiği halde inanç, düşünce, ahlak anlayışı, yaşam tarzı ve değer yargıları bakımından Allah'ın Kuran'da bildirdiği ölçülerden ve mutlak doğrulardan farklı kıstaslar edinmesi ve hayatını bu yanlış kıstaslara göre düzenlemesi büyük bir hata olur. Aynı şekilde Allah'ın emirleri yerine başka seçenekleri tercih etmesi, çeşitli gerekçeler öne sürerek Allah'ın hükümlerini terk etmesi de şirke sebep olur. Bu konuda insan hangi gerekçeyi öne sürerse sürsün geçerli olmaz. Örneğin bir kimsenin hoşnutluğunu Allah'ın hoşnutluğuna tercih etmek, Allah'ı razı etmek yerine onu razı etmeye çalışmak demek ayrı bir İlah edinmek demektir. Bir kimseden Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla korkmak, onun korkusuyla Allah'ın emirlerini ya da hoşnut olacağı fiilleri terk etmek de aynı anlamdadır. Bir kimseyi Allah'ı sever gibi sevmek, o kimseyi Allah'a ortak koşmak, onu Allah'ın yanı sıra başka bir ilah olarak görmek anlamına gelir. Örnekleri biraz daha detaylandırmak mümkündür. Mesela bir kişi dini yaşaması gerektiğini anladığı halde içinde bulunduğu ortamı ya da çevreyi sebep göstererek, onların tepkisini almamak için dinden taviz verdiğini söylüyorsa bu, açık bir şirk göstergesidir. Çünkü bu durumda Allah'ın hoşnut olmasını değil de çevresinde bulunan kişilerin hoşnut olmasını tercih ediyor demektir. Ya da insanın ailesi veya beraber olduğu insanlar da dini kavrayamıyor olabilir, böyle bir durumda kişinin onları üzmemek adına dinin gereklerini terk edip, taviz vermesi de aynı tehlikenin belirtisidir. Çünkü bu durumda yapılması gereken Allah'ın rızasından asla taviz vermemek, insanların hoşnutluğunu değil de Allah'ın hoşnutluğunu tercih etmektir. İnsan elbette ki ailesine sevgi ve saygıda kusur etmek istemez ama onlar kendisini de şirk koşmaya çağırırlarsa o zaman ne yapılması gerektiğini de yine Allah Kuran'da bizlere şöyle bildirir: Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8) Bu duruma verilecek en iyi örnek Peygamberimiz (sav)'in dönemidir. Peygamber Efendimiz dini tebliğ ettiği sıralarda pek çok insan İslam'ın hak olduğunu anlamış, Kuran'ın Allah'ın kitabı olduğunu ve ona uyulması gerektiğini kavramıştır. Fakat bu insanlardan çok azı gerçekten dinin gereklerini yerine getirmiş ve peygambere uymuştur. Büyük çoğunluğu ise içinde bulundukları toplumdan alacakları tepkiden korkmuşlar, onların tehditlerinden çekinmişler, makamlarını, prestijlerini yitirmekten kaygılanmışlar, peygambere uydukları takdirde ticaretlerinin, mali işlerinin etkileneceğini, Müslümanlara vakit ayırınca, dine hizmet edince kayba uğrayacaklarını düşünmüşlerdir. Kimisi bulundukları zorlu ortam nedeniyle gelmesi muhtemel kötülüklerden ürkmüş, kimisi çöl sıcağında Peygamberle birlikte yola çıkmayı zor görmüş, nefsinin rahatını tercih etmiştir. Sonuçta bakıldığında bu insanlar birtakım gerekçeler öne sürerek dinden taviz vermişlerdir. Ama Kuran ayetleri doğrultusunda bakıldığında bu insanların aslında şirk içinde oldukları hemen anlaşılır. Çünkü bu kişiler vicdanlarıyla doğruyu gördükleri halde ya insanları, ya toplumu, ya parayı, ya mevkilerini ya da nefislerini Allah'ın rızasına tercih etmişlerdir. Allah'tan başkalarını razı etmeye çalışmışlar, Allah'ın dışında varlıklardan medet ummuşlardır. Yine o dönemde pek çok insan aslında hak olduğunu bildiği halde yalnızca nefsani istekleri nedeniyle veya nefsinin rahatı için dinden taviz vermiştir. Kimisi tehlike altına girmemek, kimisi tembellik yapmak, kimisi hiçbir fedakarlıkta bulunmamak, kimisi de nefsani isteklerini tatmin etmek için ödün vermiş ve nefsini tercih etmiştir. Kuran'da peygamberin yanında yer almamak için nefisleri adına bahaneler öne süren insanların durumundan şöyle bahsedilir: "...Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı." (Ahzap Suresi, 13) Görüldüğü gibi peygamber döneminde yaşayan bu insanlar peygamberle ve müminlerle birlikte olmamak, onlarla beraber dini yaşamamak için çeşitli mazeretler öne sürmüşlerdir. Belki o an öne sürdükleri bu mazeretlere kendilerini de inandırmışlar, çevrelerine de bunun ne kadar mantıklı olduğunu anlatmışlardır. Oysa ki bu mazeretler Allah Katında geçersizdir. Bu kişiler yalnızca kendilerini kandırmışlardır ancak bu durum onları azaptan kurtarmaya yetmeyecektir. Çünkü onlar kendi hevalarını, heveslerini, ihtiraslarını, toplum önündeki prestijlerini Allah'ın rızasına tercih etmişlerdir. Kuran ayetlerine bakıldığında bu davranışlarının anlamının "şirk koşmak" olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu noktada önemli olan şudur: Peygamber Efendimizin döneminde yaşayan insanlar o dönemin şartlarında yukarıda örneklerini verdiğimiz şekillerde denenmişlerdir ama günümüz insanları da denenmektedirler. Nefisleriyle Allah rızası arasında tercih yapmaları gerektiğinde samimi mi davrandıkları yoksa geçmiş dönemlerde yaşayan müşrikler gibi mazeretler mi öne sürdükleri Allah Katında bilinmektedir. Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette buna göre alacaktır. Mazeretlerin hiçbir yarar sağlamayacağı, bunların Allah Katında kabul görmeyeceği bir Kuran ayetinde şöyle ifade edilir: "Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir." (Rum Suresi, 57) Bu yüzden geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanların Allah'ın Kuran'la bildirdiği kıstaslardan uzaklaşmamaları, dinden uzaklaşma yönünde geçersiz mazeretler uydurmamaları çok önemlidir. Kuran'da haber verilen kıstasları terk ederek başka kıstasları benimsemenin de aslında şirk koşmak anlamına geldiği açıktır. Böyle davranan bir kişi herşeyden önce, benimsediği bu kıstasları koyan varlığı Allah'ın dışında bir kural koyucu olarak görüyor, yani onu Allah'a şirk koşuyor demektir. Bu kıstasları koyan kişi, kendisi, babası, dedesi, ataları, arkadaşı, patronu, içinde yaşadığı toplum, çeşitli felsefe ve ideolojilerin kurucuları ve uygulayıcıları, vs. olabilir. Bu açıdan bakıldığında hak dinin, yani İslam'ın çizdiği yoldan farklı bir yolu benimseyen, başka yolları seçen kimse şirkin içine girmiş demektir. Bu kişi kendisini dinsiz, ateist, Hıristiyan, Yahudi vs. olarak tanımlayabilir. Hatta Müslüman olduğunu bile iddia edebilir... Fakat namaz kılıyor, oruç tutuyor, İslam'ın birçok şartını yerine getiriyor da olsa tek bir noktada bile Kuran'a muhalif bir anlayışı, düşüncesi, değer yargısı varsa, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emirleri, hoşnut olduğu tavırları terk edip yerine başkalarını tercih ediyorsa o kişi şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü kendisine Allah'tan başka kural koyucu(lar) edinmiştir. Yalnız şu nokta çok önemlidir: Allah'a ortak koşan birisinin, mutlaka ortak koştuğu şey için, "bu da bir ilahtır", "ben bunu Allah'tan başka bir ilah ediniyorum, buna da tapıyorum" demesi veya bu şekilde düşünmesi gerekmez. Şirk, herşeyden önce kalpte olur, daha sonra düşünce ve hareketlere yansır. Kuran'dan anladığımıza göre bir kişinin şirke girmesinin temelinde daha önce de belirtildiği gibi Allah'tan başka herhangi bir şeyi Allah'a tercih etmesi yatar. Şirk koşan insanlarda genelde Allah'ın mutlak bir şekilde inkarı söz konusu değildir. Hatta müşriklerin büyük bir bölümü kendilerinin müşrik olduklarını açıkça kabullenmek ve kendilerine böyle bir vasfı kondurmak istemezler. Vicdanlarını örttükleri ve kendilerini kandırdıklarından ötürü ahirette bile şirklerini inkar ederler. Onların bu durumları ayetlerde şöyle bildirilir: Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24) | |
28 Aralık 2007, 21:34 | Mesaj No:5 |
Cvp: Şirk Kuran'da Müşrikler Kaç Sınıfa Ayrılır? Şirk konusuna Kuran'da pek çok açıdan yer verilmiştir. Şirkin genel mantığı her zaman aynı olsa da, şirk koşmanın pek çok çeşidi olduğu Kuran'da bildirilmektedir. Şirk ve şirk koşanların durumlarının anlatıldığı ayetler incelendiğinde müşriklerin hepsinin, ortak bir özellik olarak Allah'tan başka ilahlar, yani yol göstericiler, hüküm koyucular, düzen kurucular, dostlar, yardımcılar edinen kimseler oldukları görülür. Ancak şirk koştukları şeyler bakımından müşriklerin çeşitleri vardır. Kuran'da tanımlanan ve bahsi geçen belli başlı müşrik çeşitlerini şu başlıklar altında inceleyebiliriz. Kitap Ehli Kitap ehli, Kuran'da Hıristiyanları ve Yahudileri tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Gerek Hıristiyanlardan gerekse Musevilerden büyük bir kitle hak dinin özünden uzaklaşarak, şirke dayalı bir din anlayışına sapmışlardır. Ama bu konuda bir genellemeye gitmek, bu iki dinin mensupları hakkında genelleme yaparak konuşmak da büyük hata olur. Burada ele alınan kitle, kitap ehli içinde şirke düşen kişilerdir. Bu insanların şirke sapması, peygamberlerini ve din adamlarını ilahlaştırmaları sonucunda olmuştur. Hıristiyanlar en başta peygamberleri Hz. İsa'yı ilahlaştırarak şirke düşmüşlerdir. Günümüzde de Hıristiyanlığın içindeki müşrikler Hz. İsa'nın (haşa) Allah'ın oğlu olduğunu, dolayısıyla onun da bir ilah olduğunu iddia ederler. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilmektedir: Andolsun, "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler küfre düşmüştür. Oysa Mesih'in dediği (şudur "Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Çünkü O, Kendisi'ne ortak koşana şüphesiz cenneti haram kılmıştır, onun barınma yeri ateştir. Zulmedenlere yardımcı yoktur. "Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab dokunacaktır. (Maide Suresi, 72-73) Bu iki topluluktan bir kısım insanların Allah'a şirk koştukları diğer kişiler ise din adamlarıdır. Yahudilerden bir kısmı hahamların Allah adına uydurdukları hükümleri adeta ilahi hükümlermiş gibi benimsemişlerdir. Tarih boyunca Tevrat'a ve diğer din kitaplarına eklenen bu hükümler, Yahudi halkının büyük çoğunluğu tarafından asırlardan beri din adına uygulanagelmektedir. Halk din adamlarına, dinde hüküm koyucu, hatta Allah'ın hükümlerini değiştirici bir vasıf vererek onları Allah'a şirk koşmaktadır. Aynı durum Hıristiyanlar için de geçerlidir. Onlardan da çoğunluk sayılabilecek bir kitle din adına kendilerine hükmeden rahiplerin, papazların ve din adamlarının izinden yüzyıllar boyunca körü körüne gitmişlerdir. Allah'ın gönderdiği hak dini değil, onların şekil verdikleri bir din anlayışını benimsemişlerdir. Her iki dinin de din adamlarından bazıları, tarih boyunca Tevrat'ta ve İncil'de ekleme, çıkarma ve değiştirmeler yaparak bu kitapları tahrif etmişlerdir. Her iki ilahi kitabın getirdiği hak din de bu şekilde aslından uzaklaşarak bazı müşrik din adamlarının elinde birer şirk dinine dönüşmüştür. Allah şirke sapan her iki kavmin de içinde bulundukları durumdan aşağıdaki ayette şöyle bahseder: Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de... Oysa onlar, tek olan bir ilah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir. (Tevbe Suresi, 31) Başka birçok ayette de kitap ehlinden şirk koşanlar kınanmaktadır. Allah Kuran'da şirke sapan her iki dinin mensuplarını da bütün hak dinlerin özüne, yani Allah'ı tek bir ilah edinip O'ndan başkasına kulluk etmemeye davet etmektedir. Ayette şöyle buyrulur: De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64) Burada bir noktanın tekrar hatırlatılmasında yarar vardır. Burada konu edilen kesim Hıristiyanların ve Musevilerin içindeki müşriklerdir. Unutmamak gerekir ki her dinin içinde müşrik konumunda insanlar olabilir, hak dini yaşayan kişiler arasından da şirke sapan insanlar zaman zaman çıkmaktadır. Yoksa tüm kitap ehlinin bu şekilde nitelendirilmesi asla söz konusu değildir. Bu bakımdan Yahudilerden ve Hıristiyanlardan ihlaslı olup, Allah'ı bir ve tek ilah olarak kabul eden, O'na asla ortak koşmayan insanları tenzih ederiz. Nitekim Kuran'da da böyle bir kesimin varlığı haber verilmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: Onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. (Al-i İmran Suresi, 113-115) Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199) Ayrıca Kuran'da Müslümanların, kitap ehlinden şirk koşanları hak dine güzel öğütle davet etmeleri, onlara şirk koşmanın yanlış olduğunu tebliğ etmeleri de şöyle emredilmiştir: De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64) | |
28 Aralık 2007, 21:35 | Mesaj No:6 |
Cvp: Şirk Güç sahibi gördükleri kişileri ilah edinenler Bu konuda Kuran'da verilen en belirgin örnek Firavun'un kavmidir. Zira bu kavim başlarında bulunan kişiyi yani kendi yöneticilerini ilah edinmiştir. Firavun'un yakın çevresinin ve kavminin oluşturduğu şirk sistemi ve bu sistemin özellikleri aslında her çağda, her toplumda görülebilecek evrensel bir modeldir. Firavun, kavmi içinde ilahlığını ilan etmiş, kavmi de kendisine boyun eğmiştir. Firavun'un ilahlığını dile getirdiği bir ifadeyi, Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir: Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi; Dedi ki: "Sizin en yüce Rabbiniz benim." (Naziat Suresi, 23-24) Firavun'a öncelikle tabi olan ve onu destekleyenler kendi yakın çevresiydi. "Firavun dedi ki: Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum..." (Kasas Suresi, 38) ayetinden de anlaşıldığı gibi Firavun, kavminin önde gelenleri üzerinde bir hakimiyet kurmuş ve ilahlık iddiasını onlara kabul ettirmişti. Onlar da halk üzerinde imtiyaz sahibi oldukları için bu sistemin kendileri için karlı olacağını düşünmüşlerdi ve Firavun'dan menfaat ummuşlardı. Bu nedenle onun ilahlık iddia ettiği bir düzeni benimsemişlerdi. Ancak bu tutumları onları helaka sürükledi. Kendilerini dünyada yakalayan ve ahirette de sonsuza dek bırakmayacak korkunç bir azaba mahkum oldular. Kuran'da Firavun'un emrine uyan önde gelenlerin durumu ve akıbetleri şöyle anlatılır: Firavun'a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi. O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir. Onlar, burda da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Verilen bağış, ne kötü bir bağıştır. Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hâlâ izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerle bir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 97-101) Yakın çevresinden sonra Firavun'a boyun eğen diğer kesim de Firavun'un ordusu ve hükmü altındaki Mısır halkıydı. Fakir, güçsüz ve muhtaç olan halk Firavun'un emrine boyun eğmişti. Bu durumu haber veren ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?"... (Zuhruf Suresi, 51) Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. (Zuhruf Suresi, 54) O sırada Mısır'da esaret altında olan İsrailoğulları'nın önemli bir bölümü de baskı ve korkudan kaynaklanan bir şirk içindeydiler. Onlar da Mısır halkının diğer bölümü gibi Firavun'un Allah'tan bağımsız -Allah'ı tenzih ederiz- bir gücü olduğunu zannediyor ve ondan Allah'tan korkar gibi korkuyorlardı. Bu nedenle Firavun'un boyunduruğunda yaşamayı, Allah'ın elçileri ile gönderdiği dine iman etmeye tercih etmişlerdi: Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83) Firavun'un halkı baskı, korkaklık, cahillik, her ne pahasına olursa olsun çıkarlarını koruyabilme kaygısı gibi sebeplerle Firavun'u ilahlaştırmışlar, onun düzenini Allah'ın dinine tercih ederek müşrik bir toplum haline gelmişlerdir. Oysa onların yapmaları gereken şey, tek ilahın Allah olduğunu bilip, yalnızca O'ndan korkmak, O'na dayanıp güvenmek ve O'nun razı olacağı şekilde hareket ederek peygamberlerinin izinden gitmekti. Şayet gücün tek sahibinin Allah olduğunu, Firavun'un müstakil bir güce sahip olmadığını bilselerdi ve bu gerçeğe iman etselerdi Firavun'dan çekinmez, onun vereceği azaptan korkmazlardı. Firavun'un Allah'ın kontrolünde olan aciz bir varlık olduğunu anlasalardı, Firavun'a boyun eğmeyebilirlerdi. Oysa Firavun'un sahip olduğunu düşündükleri mülk ve zenginlik, ihtişam, askeri güç, gerçekte Allah'a aitti. Onlar bu gerçeği kavrayamadıkları ve Allah'ın gücünü de hakkıyla takdir edemedikleri için Firavun'un görünürdeki gücüne aldandılar. Allah'ın dilediği anda Firavun'un sahip olduğu herşeyi alabileceğini bilselerdi böylesine çirkin bir müşrik ahlakı göstermez, böylesine aşağılanmazlardı. Nitekim Allah Firavun'u suda boğarak istediği anda elinden tüm gücünü alabileceğini de göstermiştir. Aslında Firavun'u ilahlaştıran müşrikleri utandıracak bir örnektir bu...İşte bu yüzden Firavun'un kavmi her türlü müşrik toplum modeline apaçık bir örnektir. Bu model, asırlardır dünyadaki pek çok ülkenin insanları tarafından da yaşanmış yaygın bir şirk çeşididir. | |
28 Aralık 2007, 21:35 | Mesaj No:7 |
Cvp: Şirk Putlara tapanlar Allah'a şirk koşulan canlı veya cansız herşeyin "put" olarak isimlendirilebileceğini önceki bölümlerde ifade etmiştik. Fakat bu bölümde "put" kelimesini en klasik anlamda, yani taş, metal, tahta gibi maddelerden şekil ve suret verilerek yapılan heykeller için kullanacağız. İlk bakışta insan, bu tür putlara tapınmanın eski toplumların ya da günümüzde bilim ve teknolojinin ulaşmadığı bazı ilkel totemci kabilelerin adeti olduğu hissine kapılabilir. Ancak bu olayı göründüğü kadar basite indirgemek doğru değildir. Çünkü bu tür bir şirkin özünde bu heykellerin temsil ettikleri kişiler ya da kavramlar yatar. Bu nedenle, puta tapanlar genelde bu putların bizzat kendilerinden ziyade, onların çağrıştırdıkları düşünce ve yaşam biçimini benimserler. Bu şekilde, yol gösterici, hüküm koyucu, koruyucu, kurtarıcı olarak Allah'a ortak koştukları varlıkları, yonttukları heykellerde ölümsüzleştirmeye çalışırlar. Sonuçta putları yontmanın temelinde sembolik bir mantık yatar. Yontulan putlar aslında şirk koşulan varlığı, kişiyi ya da kavramı temsil ederler. Bu nedenle aslıyla aynı saygı ve hürmete tabi tutulurlar. Gerçekte şirk koşulan ise bunların temsil ettikleri mana ve zihniyettir. Kuran'da, Hz. İbrahim'in müşrik kavminin de benzer şekilde temsili heykeller yontarak bunlara taptıkları şöyle haber verilir: Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. (Enbiya Suresi, 52-53) Ayetlerden anlaşıldığı gibi bu tür tapınmalar insanlara atalarından miras kalmaktadır. Dolayısıyla puta tapmak, gerçekte ne kadar mantıksız bir hareket olsa da, çocukluktan itibaren alınan telkinler sonucunda en modern toplumlarda bile yadırganmayacak sosyal bir davranış biçimi haline gelebilmektedir. Yontulan putların bir özelliği de zamanla bunların, temsil ettikleri kişi ya da kavramla aynı vasıfta tutulmaya başlanmasıdır. Örneğin Hindistan'da başlangıçta Buda'nın şahsı ilahlaştırılmıştır. Daha sonra kendisini temsilen heykelleri yapılarak hatırası ve düşünce sistemi korunmaya çalışılmıştır. Bugün ise bizzat bu heykeller ilahlaştırılmış ve insanların tapındıkları, hürmet ettikleri, dua ettikleri, yardım istedikleri putlar haline gelmişlerdir. Dünyanın pek çok yerinde benzer mantıkta çeşitli puta tapınma şekilleri mevcuttur. Tarihi kayıtlarda, Kuran'ın indirildiği dönemde de Arapların çok sayıda ve çeşitte putlarının olduğu yer alır. Nitekim Kuran ayetlerinde de onların bu durumları tarif edilmektedir. Tarihi belgeleri incelediğimizde bu putların aslında belirli kavramları temsil ettiklerini, bir nevi simge niteliğinde olduklarını da açıkça görürüz. Yani aslında Arap toplumu da sanıldığı gibi yalnızca taştan, tahtadan yontulmuş şekillerin, heykellerin bizzat kendisine tapmıyordu. Onun temsil ettiği anlama tapıyordu. Örneğin bu putlar güç, para, kadın, bereket gibi anlamlar taşıyordu. Dolayısıyla müşrikler de bu anlamlara yani güce, paraya, kadına vb. tapıyorlardı. Bu mantıkla bakıldığında putların aslında günümüz toplumlarının taptığı ve dine karşı tercih ettikleri değerlerden çok da farklı şeyler olmadıkları anlaşılır. Bu nedenle müşriklerden, putperestlerden bahsederken onları çok ilkel kabileler, çok ilkel insanlar olarak görmek hatalı olur. Geçmişte yaşamış putperestler de günümüz insanları gibi normal insanlardı; Allah'ın varlığını biliyorlardı, fakat para, güç, zenginlik, kadın gibi kavramlara haddinden fazla değer vererek, onları ilahlaştırdıkları için putperest olmuşlardı. Kuran'da putperestlikle ilgili verilen örneklerden bir diğeri de yine İsrailoğulları ile ilgilidir. Hz. Musa ile birlikte Firavun'un kavminden kurtulan İsrailoğulları yolculukları sırasında puta tapan bir kavimle karşılaşmışlar ve Musa Peygamberden kendilerine aynı şekilde bir put yapmasını istemişlerdir. Bu durum Kuran'da şöyle bildirilir: İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilmekte olan bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap." O: "siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" dedi. Onların içinde bulundukları şey (din) mahvolucudur ve yapmakta oldukları şeyler (ibadetler) de geçersizdir." (Araf Suresi, 138-139) Görüldüğü gibi İsrailoğulları cahilce bir tavır gösterip, gözleriyle gördükleri, önünde eğilecekleri, belki de gösterişli törenler yapacakları bir ilah istemektedirler. Bu durum onların Allah'ın kadrini takdir edemediklerinin ve kavrayamadıklarının göstergesidir. Hz. Musa kendilerine gerçeği açıkladığı halde peygamberleri yanlarından ayrılır ayrılmaz hemen kendilerine putlar edinmişlerdir. Bu, çok büyük bir sapkınlıktır. Nitekim bu davranışlarının ardından pişmanlığa kapıldıkları, Kuran'da şöyle bildirilmiştir: (Tura gitmesinin) Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular. Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız" dediler. (Araf Suresi, 148-149) Ancak Allah Kuran'da buzağıyı ilah edinenlere ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz, buzağıyı (tanrı) edinenlere Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir zillet yetişecektir. İşte Biz, 'yalan düzüp-uyduranları' böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 152) Yukarıdaki ayetten de anlaşılmaktadır ki Allah Kendisi'ne şirk koşanları dilediği takdirde affetmemektedir. Çünkü ayette de ifade edildiği gibi Allah'a şirk koşanlar aslında yalan düzüp uydurmaktadırlar. Bir ve tek olan ilahın Allah olduğu apaçık bir gerçekken, onlar sahte ilahlar edinmektedirler. Bu uydurma ilahların önünde bel büküp eğilmek ise Allah'a karşı işlenmiş çok çirkin bir suçtur. | |
28 Aralık 2007, 21:36 | Mesaj No:8 |
Cvp: Şirk Cinlere tapanlar İnsanların Allah'a ortak koştukları varlıklardan biri de cinlerdir. Cinler, yaratılış bakımından insanlardan farklı bir yapıya sahiptirler. Kuran ayetlerinde cinlerin, insanın aksine, topraktan değil, ateşten yaratıldıkları belirtilmiştir. (Rahman Suresi, 15) Cinler her zaman gözle görünmedikleri, insanlardan farklı birtakım güç ve özelliklere sahip oldukları için onlarla muhatap olan bazı cahil ve zayıf karakterli kimseler, cinleri gözlerinde büyütüp onlardan medet ummaya başlarlar. Cinlerin, sanki Allah'tan bağımsız varlıklarmış gibi kendilerine ait güçleri olduğunu sanır, onlardan yardım umar, onların himayesine girer, onlardan korkar, onlara bağlanırlar. Kısaca onları ilah edinirler. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilir: "Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı." (Cin Suresi, 6) Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları O yaratmıştır... (Enam Suresi, 100) Oysa, cinler de tüm yaratılmışlar gibi Allah'ın kullarıdır. Allah'ın kendilerine verdiği dışında hiçbir güç ve bilgileri yoktur. İnsanlar gibi müminleri ve kafirleri vardır. Bu dünyada imtihan olur, ahirette de imani durumlarına göre cennete veya cehenneme gönderilirler. Kuran'ın birçok ayetinde, özellikle de Cin Suresi'nde cinlerle ilgili önemli bilgiler verilmiştir. Bu ayetlerin birinde Allah cinlerle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56) Görüldüğü gibi cinlerin yaratılış amacı Allah'a kulluk ve ibadet etmektir. Yani cinler de aynı insanlar gibi Allah'ın yaratmasıyla hayat bulan, her an Allah'a muhtaç olan varlıklardır. Bu nedenle onların kendilerine özgü birtakım fiziksel özelliklerinin büyüsüne kapılarak onları ilahlaştırmak, emirlerine girmek son derece akılsızca ve sapkınca bir tutum olur. Bütün bu gerçeklere rağmen cinlerin tesiri altında kalan, cinleri Allah'a ortak koşarak bu yolla kibirini tatmin eden pek çok insan gelip geçmiştir. Ancak cinlere ayrı bir güç ithaf eden, onlara müstakil bir benlik veren, onları Allah'tan bağımsız güçlere sahip zanneden hatta onları Allah'a ortak gören insanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklar ve şirk içinde olduklarını anlayacaklardır. Allah Kuran'da bu tür insanların ahiretteki durumlarını şöyle haber verir: Onlar, kendisiyle (Allah ile) cinler arasında bir soy-bağı kurdular. Oysa andolsun, cinler de onların gerçekten (azab için getirilip) hazır bulundurulacaklarını bilmişlerdir. Onların nitelendirdiklerinden Allah Yücedir. (Saffat Suresi, 158-159) Allah cinlerden kafir olanlar ile onların saptırdıkları kimselerin ahiretteki durumlarını bir başka ayette şöyle açıklamaktadır: Onların tümünü toplayacağı gün: "Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz" (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: "Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tesbit ettiğin süreye ulaştık." (Allah) Diyecek ki: "Allah'ın dilediği dışta olmak üzere, ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir." Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128) Hevasını ilah edinenler Kuran'da bahsedilen, insanların ilah edindikleri kavramlardan biri de "heva"dır. Heva, 'nefsin arzu ve hevesleri, istek ve tutkuları' anlamına gelir. Hevanın ilah edinilmesi de insanın kendi nefsinin isteklerini Allah'ın emir ve isteklerinden önde tutması ile olur. Hevanın ilah edinilmesi gerçekte bütün müşriklerin içinde bulunduğu bir sapkınlıktır. İster heykellere tapsın, ister cinlere tapsın, isterse başka kimselere ya da varlıklara tapsınlar, tüm şirk koşanlar aynı zamanda nefislerinin arzu ve emirlerini yerine getirmeye çalışırlar. Ancak buraya kadar saydığımız putlara tapmayıp yalnızca hevasına tapan kimseler de günümüz toplumunda büyük bir grubu oluştururlar. Nefsin istekleri sınırsızdır ve bunların hepsinin yerine getirilmesini ister. Bu nedenle de kişiyi Allah'ın sınırlarını aşmaya, Allah'ın emir ve yasaklarını çiğnemeye zorlar. Kuran'da nefsin bu yönü vurgulanmış ve Hz. Yusuf'un sözleriyle nefsin bu yönü şöyle açıklanmıştır: "... Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53) Örneğin nefis çok zengin olmak, sınırsız mal, mülk ve servet elde etmek ister. Bunu helal ve meşru yollardan elde etme imkanı yoksa, gayri meşru yolları tercih etmekten de çekinmez. O yüzden nefis insana, bu arzusuna ulaşmak için hırsızlık yapmayı, sahtekarlıklar düzenlemeyi, insanların mallarını haksızlıkla yemeyi, malı yığıp biriktirmeyi ve bunlara benzer yöntemleri kullanmayı emreder. Oysa bunların tümü Allah'ın haram kıldığı fiillerdir. Bir yandan da nefis insana malının bir bölümünü infak etmek, sadaka, zekat vermek gibi Allah'ın farz kıldığı ibadetlerden mümkün mertebe kaçınmayı, böylece malının eksilmesini önlemeyi telkin eder. İman eden bir kimse Allah'ın emirlerine uyar ve haram kıldıklarından kaçınır. Hevasını ilah edinen kimse ise bunun tersine, nefsinin emrine uyar, Allah'ın yasaklarını çiğner, emirlerini de yerine getirmez. Şehvet de nefsin sınırsız istek ve tutkuları arasındadır. Nefis, zina yapmakta bir sakınca görmez hatta kişiyi buna zorlar. Oysa zina müminlere haram kılınmıştır. Allah'ın haram kıldığını bile bile kasıtlı olarak zina yapan ve bunda sakınca görmeyip pişman olmayan, tevbe etmeyen kimse açıkça hevasını ilah edinmiş, onu Allah'a şirk koşuyor demektir. Bundan dolayıdır ki, bu tür kimseler ayette müşriklerle (yani putlara tapmayı din olarak benimsemiş kişilerle) bir sayılmıştır: Zina eden erkek, zina eden ya da müşrik olan bir kadından başkasını nikahlayamaz; zina eden kadını da zina eden ya da müşrik olan bir erkekten başkası nikahlayamaz. Bu, mü'minlere haram kılınmıştır. (Nur Suresi, 3) Nefsin hevası, yani arzu ve tutkuları saymakla bitmeyeceği için bu örnekleri çoğaltmak da mümkündür. Ama insan artık heva ve hevesine göre yaşamayı bir hayat şekli haline getirdiyse, nefsi, kendisini istediği yöne rahatlıkla yönlendirebiliyorsa, buna karşın bu kişi nefsini kötülüklerden arındırma gayreti göstermeden ona teslim oluyorsa, Allah'ın koyduğu sınırları nefsinin emriyle kolayca aşabiliyorsa bu kişi heva ve hevesini gerçekten ilah edinmiş demektir. O artık kendi ilahına yani nefsine tapıyor, o ne derse onu yapıyor, onun emirlerinden dışarı çıkmıyor demektir. İşte böyle bir kişinin bir müddet sonra diğer müşrikler gibi nefsinin esiri olması sebebiyle aklı ve basireti gider, vicdanı körelir, dolayısıyla hayvanlardan daha aşağı bir duruma düşer. Nefislerini ilah edinenlerin bu durumu Kuran'da şöyle tarif edilir: Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 43-44) Hevasını ilah edinme günümüz toplumlarında en yaygın olan şirk türüdür. Toplumun geniş bir kesimi büyük ölçüde Allah'tan, din ahlakından habersiz, hırslarını, arzularını, tutkularını tatmin etmede sınır tanımayan ve bütün ömrünü bu uğurda harcayan bireylerden oluşmuştur. Bu insanların yegane gayeleri, makam-mevki sahibi olmak, para ve mal peşinde koşup servet yığmak, nefislerinin her türlü isteğini sınırsızca yapabilmektir. Ama hemen eklemek gerekir ki para kazanmak, mal mülk sahibi olmak tek başına kötü bir alamet olarak algılanmamalıdır. Yanlış olan insanın bunları yaparken nefsinin esiri olması, bunu tamamen nefsani bir tutkuya ve ihtirasa dönüştürmesi ve en önemlisi bunu yaparken Allah'ın koyduğu sınırlardan taviz vermesidir. Yani müşriklikten kasıt, Allah'ın dinini yaşamaktansa, Allah'ın koyduğu emir ve yasakları uygulamaktansa nefsinin arzularını yerine getirmeyi tercih etmektir. Bu tür insanların gözlerinin önünde sanki bir perde vardır. Öyle ki kendilerini yaratanı, ne için yaratıldıklarını ve ahiretin varlığını düşünmezler. Bu konumda olan insanların vicdanlarının ve şuurlarının kapandığı bir başka ayette şöyle bildirilir: Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23) Müşrikler akıl ve vicdan kullanmadıkları için belli temel gerçekler hakkında sağlıklı değerlendirme yapacak yetenekleri kaybolmuştur. Kuran'da Kehf kıssasında bahsi geçen, gözünü mal ve dünya hırsı bürümüş bahçe sahibinin Allah'ın kudreti ve ahiretin varlığı konusundaki anlayışsızlığı, şirk koşanların her devirde içine düştükleri akıl ve mantık zaafiyetini göstermesi açısından çok önemli bir örnektir. Ayetlerde şöyle buyrulur: Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş, ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer)leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: "Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm." Kendi nefsinin zalimi olarak bağına girdi: "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi. "Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 32-36) Bu müşrik bahçe sahibinin durumu, dinden uzak, Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen, ahirete inanmayan insanların durumunu çok özlü bir biçimde tarif etmektedir. Bu tür insanlar sonsuza dek yok olma düşüncesinin korkunçluğuna karşı mutlu ve hoşnut olacaklarını umdukları ahiret anlayışına "ihtimal vererek" kendilerini teselli ederler. Ama gerçek anlamda ölümden sonra yaşama yani ahirete iman etmedikleri için de hiçbir hazırlık yapmaz, bunun gereklerini yerine getirmezler. Burada önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır. Nefsin arzu ve istekleri, heves ve tutkuları sınırsızdır demiştik. Bu durum yalnızca inkarcılar için geçerli değildir; müminlerin nefisleri de onlara kötülüğü emreder. Allah insanları imtihan etmek ve kimin nefsinin emirlerine uyup da hevasını ilah edindiğini, kimin de nefsine hakim olup yalnızca Allah'ın emirlerini gözettiğini ortaya çıkarmak için nefiste böyle bir özellik yaratmıştır. Hevalarını bu dünyada yerine getirebielcekleri için Allah'ın sınırlarını göz ardı eden müşrikler bu imtihanı kaybederler. Ve nefislerini Allah'ın rızasına tercih etmelerinden dolayı sonsuz azaba mahkum olurlar. Onların bu durumları Kuran'da şöyle anlatılır: ...(onlara şöyle denir "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20) Bu dünyada Allah'ın emirlerini herşeyden üstün tutan, nefislerinin emrettiği kötülüklere uymayan müminler ise ahirette, hem Allah'ın hoşnutluğuna, hem de bir mükafat olarak nefislerinin her türlü isteklerini meşru şekilde tatmin edebilecekleri cennetlere kavuşurlar. Bu müjdeyi haber veren ayet şöyledir: Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71) | |
28 Aralık 2007, 21:37 | Mesaj No:9 |
Cvp: Şirk Kendilerini ilahlaştıranlar Toplumda yaygın olarak görülen şirk türlerinden biri de insanın kendisini ilahlaştırmasıdır. İlk anda belki böyle bir insan modeline çok ender rastlanıldığı zannedilebilir. Oysa bu tür insanlara günümüz toplumlarında sıklıkla rastlamak mümkündür. Birçok insan belki de yaşadığı bu tehlikeli durumun adını koyamamaktadır, ancak samimi olarak değerlendirildiğinde bunun ne derece isabetli bir teşhis olduğu anlaşılabilir. Örneğin insanların birçoğu kazandığı başarıları, sahip olduğu üstün özellikleri, zekasını, güzelliğini, soyunu, zenginliğini, mallarını, rütbesini, mevkisini vb. özelliklerini kendi eseriymiş gibi düşünür ve bundan dolayı da kibirlenir. Üstelik bu sayılan özelliklerin birden fazlasına sahipse bu kibirin boyutları daha da artar. Bütün bunların kendisinden kaynaklandığına, kendi başarısı olduğuna son derece emindir. Bu yüzden diğer insanları küçümseyebilir, onları aşağılayabilir, kendisini sahip olduğu bu özellikler nedeniyle üstün görebilir. Bu tarz insanlar bulundukları ortamda enaniyetli ya da diğer ifadeyle kibirli tavırlarıyla dikkat çekerler. Bu durum aslında Allah'a karşı işlenmiş bir suçtur. Çünkü insana sahip olduğu herşeyi veren Allah'tır. Güzellik Allah'ın tecellisidir, dolayısıyla Allah'ın güzelliğidir, övülmesi gereken varlık da doğal olarak Allah'tır. Örneğin bir tabloya bakıldığında resmin güzelliği karşısında asıl övülmesi gereken tabloyu yapan ressamdır, tablo kendi kendine var olmamıştır. Benzer şekilde o insana sahip olduğu güzelliği veren de Allah'tır ve bu nedenle övülmesi gereken yine Allah'tır. Mal, mülk için de aynı şekilde düşünmek gerekir. Malın asıl sahibi Allah olduğuna göre, kişinin sahip olduğu hiçbir şeyde övünç payı olamaz. Allah dilediği anda güzelliği de malı da rahatça geri alabilir; bu, Allah için son derece kolaydır. Bu nedenle bir insanın aslında kendisine ait olmayan bir şeyle övünmesi, bundan dolayı kibirlenmesi büyük bir hatadır. Doğrusu ise malın ve güzelliğin sahibinin Allah olduğunu bilmek ve tümü için Allah'a şükretmektir. Kuran'da Süleyman Peygamberle ilgili anlatılan bir kıssada Hz. Süleyman'ın sahip olduğu atlara ve mallara olan sevgisinin kaynağı şöyle açıklanır: Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi. Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." (Sad Suresi, 30-32) Bu konuda Kuran'dan verilen bir başka örnek ise Zülkarneyn ile ilgilidir. Bilindiği gibi Zülkarneyn'e Allah güç, imkan ve nimet vermişti. Ye'cuc ve Me'cuc tehlikesine karşı kendisinden bir kavim yardım istediğinde hemen onlara yardım etmişti. Gerçekten Zülkarneyn zoru başardığı ve bozgunculuğu önlediği halde bu büyük başarısından kendisine pay çıkarmamış tam tersine Allah'ı yüceltmiştir. Onun bu üstün ahlakı ayette şöyle haber verilir: Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır." (Kehf Suresi, 98) Açıkça görüldüğü gibi mümin tavrı daima Allah'a yönelen, O'nun karşısındaki aczini bilen ve herşeyin asıl sahibinin Allah olduğunu bilerek, Allah'a karşı bunun tevazusunu yaşayan bir modeldir. Buraya kadar incelediğimiz Kuran ayetlerinden de anlaşıldığı gibi, şirki yalnızca, elle yontulmuş birtakım heykelciklere secde etmek şeklinde algılamak çok dar ve basit bir bakış açısı olacaktır. Bu tür bir mantığı ancak müşrikler kendilerini temize çıkarmak amacıyla kullanırlar. Bu kişiler şirk kavramının İslam'ın gelmesinden sonra Kabe'deki putların kırılmalarıyla ortadan ebediyen kalktığını zannederler. Oysa Kuran'da şirki ayrıntılarıyla tarif eden ve müminleri şirkten şiddetle sakındıran çok sayıda ayet vardır. Kuran'ın hükmü kıyamete kadar geçerli olduğuna göre bu ayetler pek çok hikmete yönelik olarak insanlara indirilmiştir. Kuran'da, din adına ortaya çıkıp da hak dinde olmayan birtakım hükümler, emirler, helaller ve haramlar koyan bir müşrik kesimden bahsedilir. Bu müşrik kesim bir sonraki bölümde daha kapsamlı bir biçimde incelenecektir. | |
23 Eylül 2010, 02:43 | Mesaj No:10 |
Kuranda şirk Şirk nedir ? Kimler şirk mesuplarıdır ? Kurana göre şirk mensupları kimlerdir. Kuran şirk tanımını nasıl yapar. Atesitler de şirk mensupları mıdır ? Lügat olarak şirk; mülk ve saltanatta ortaklık anlamına gelir. Istılahta şirk; Allah’a zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortak ve denk tanımaktır. Şirk koşan kişiye müşrik denir. Arap dilinde şe-ri-ke fiili bir şeyi paylaşmak, bölüşmek, ortağı olmak, ortaklaşa kullanmak anlamına gelmektedir. Bir kimsenin ortağına, hissedarına ‘şerîk’ denmektedir. Çoğulu ‘şurekâ’dır. Kur’an’da miras hukuku anlatılırken ‘şurekâ’ kelimesi tam olarak ‘ortaklar’ anlamında kullanılır. (4/Nisa, 12). ‘Şâ-re-ke’ fiili, aralarında ortaklık oldu, ortaklaştılar demektir. Musa (a.s) Firavun ve kavmine tebliğ göreviyle görevlendirildiğinde Rabbi’nden, bazı taleplerle birlikte kardeşi Harun’u da kendisine yardımcı olarak görevlendirmesini ister ve şöyle der: “Onu işime ortak kıl.” (ve eşrik-hu fî-emrî) (20/Taha, 32). Şeytan, kulları Allah yolundan saptırmak üzere Allah’dan izin isteyip de kendisine bu izin verildiğinde ona, “…mallarına evlatlarına ortak ol” denilir. (17/İsra, 64). Şirk kökünden türeme ‘müşterek’, ‘ortaklaşa’ demektir. Türkçe’de ‘müşterek yol’, ‘müşterek görüş’ gibi deyimler bir yolun ve fikrin paylaşılmasını ifade eder. Şirk Allah’a ortaklar izafe etmek olduğuna göre, şirkin zıddı tevhîddir. Yani Allah’ı birlemek, Allah’dan başka ilah olmadığına iman etmek ve bunu ikrar etmektir İki veya daha çok ilâh tanımak, herhangi bir varlığı ma’bud (ibâdet edilen) olarak bilmek, Allah’ın yaratıcı, kadim, bâki gibi sıfatlarını başka varlıklara vermek şirktir. Kısacası, Allah’ın ilâhlık vasıflarını Allah’tan başkasına vermek şirktir. Şirk küfürdür, müşrik aynı zamanda kâfirdir. Hatırlatmak isterim ki Kur'anda insanların inançları şu başlıklar adı altında ifade edilirler. 1-iman edenler (müslümanlar). 2-müşrikler.(Allah'ın istemediği gibi inananlar ve yaşayanlar) 3-münafıklar (iki yüzlüler inanmadıkları halde inanmış gibi görünenler). 4-Fasıklar (Allah'a verdiği sözü bozanlar ve emirlerini yerine getirmeyenler.yani diğer bir anlamı ile münafıklar yoldan çıkmışlar) 5-Kafirler (Tamamen islamın dışında kalanlar , ateistler ve Allah'ın istemediği bir imana sahip olanların ortak adı.) Bu açıklamlardan sonra sorularımıza gelelim. Şirk koşma ,Allaha eş ve ortaklar isnat etmekse ise Allahı tanımayıp ,inkar edenler de şirk mensupları mıdır ? Şirk-i esbab:Yaratıcıyı inkar eden şirk çeşididir. Bu çeşit şirkte, her şeyin Yaratıcının yaratmasıyla oluşmadığı, maddenin kendi kendisinin sebebi ve yaratıcısı olduğuna inanılır. Naturalist ve Materyalist inanışlar bu türden bir şirke girerler. BU tanıma göre ateistler de Şirk mensupları olmaktadır.. O HALDE tüm inkar edenler Şirk mesupları mı olmaktadır ? Tüm inkar edenler Şirk mesuplarıdır diyebilir miyiz ? Bilhassa ateistler tanımadıkları Allaha ortak mı koşmaktadırlar ? Tanımadıkları ve inkar ettikleri ALLAHA nasıl ortak koşarlar ? devamı var
__________________ EN BÜYÜK ALLAH BAŞKA BÜYÜK YOK. NE MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE | |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
İBADETTE ŞiRK... | bilinmez | Videolar/Slaytlar | 0 | 04 Kasım 2013 08:02 |
Tevhid ve Şirk | enderhafızım | Tevhid Ve Şirk Konuları | 0 | 11 Aralık 2012 16:38 |
ŞiRK.... | bilinmez | Tevhid Ve Şirk Konuları | 1 | 08 Ekim 2012 20:24 |
zekat nedir, sadaka nedir, infak etmek nedir | iblissavar | Zekat-İnfak | 3 | 31 Mart 2012 22:26 |
Sevgide şirk | keserim | Tevhid Ve Şirk Konuları | 5 | 22 Ağustos 2011 22:55 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|