Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Tevhid Ve Şirk Konuları

Konu Kimliği: Konu Sahibi kamer34,Açılış Tarihi:  16 Mart 2012 (20:24), Konuya Son Cevap : 21 Mart 2012 (12:41). Konuya 6 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 16 Mart 2012, 20:24   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

..Rahman ve Rahim O'lanın adıyla...

Sayın medineweb sakinleri....

Esedullah beyle yapmış olduğumuz bir mülaza sonucu kendisi diğer tarikatçılar gibi,gerek kendi dönemine ve gerekse daha birçok döneme damgasını vurmuş şehit

İbn-i Teymiyye’nin Tasavvuf dinine sıcak baktığını bu dini ve bu dinin kavramlarını kabul ettiğini,şehidin sadece ibn-i arabaiye çattığını dile getirmiş biz müslümanların onu yanlış anladığını ifade eder bir tavır içerisine girmişti..

Şimdi şehit İbn-i Teymiyyenin Tasavvuf Dininin tasavvufi terimleri hakkındaki görüşlerini kendi kitabından buraya zikir etmeye çalışacağım...Gerek şehidin akıcı uslübü gerek bu terimleri delilleri ile çürütmesi umarım bizler için faydalı olacak...Rabbimden duamdır...okuyoruz.)

İşte her kim dini hakikatlerdenayrı bir biçimde, sadece kevnî hakikatleri(varlıklar aleminde olanları) hesaba alır, onları istediği biçimde kullanmaya kalkışırsa, Allah (c.c) da onu, varlık alemini Allah (c.c)'ın dini üzere keşfedip kullanan gerçek anlamdaki kulundan ayrı tutar ve hakkı olan cezayı verir.

Çünkü varlık aleminde olanları kendi istediği biçimde kullananlar, onlara kendilerince bir değer biçenler, Allahu Teâla'nın aralarını son derece hassas bir şekilde tefrik ettiği bu çeşitli sınıfların hepsini eşit sayar; hatta bu kanaat sonuçta Allah (c.c) ile putları denk görmeye kadar gider (Allah (c.c) ile kendince güya varlığını ellerinde tutanlara kulluğa kadar varır iş).

(Şehit burada vahdet-i vucud görüşünü yermektedir...Hani Mev-alanaların dediği gibi “put put dediğin nedirki”put da “bir” put yapan da “bir”puta tapan da “bir” işte bu sapkın anlayışı anlatmaktadır...okuyoruz..)

Yüce Allah bu tür insanları şöyle haber veriyor:

"Allah'a andolsun, gerçekten biz apaçık bir sapıklık içindeydik. Çünkü biz dünya ****ı olan putlarla, kainatın haliki Allah'ı bir tutmaktaydık" (Şuara: 26/97-98)

Daha doğrusu bunlar, Allah ile bütün mahlukatı birbirinin aynı sayıyorlar; tabii ki bu sapıklık sonucu) yalnız Allah (c.c)'ın lâyık olduğu ibadet ve taata bütün varlıklar içinde hak tanıyorlar.Burada bahsi edilen sapıklık, yaratıcıyı yaratılanın içinde sanmak; yaratıcının yarattığı ile birlikte vücut bulması; Allah'ın, mahlukunun varlığında tecelli etmesi gibi; sonradan var edilmiş olanla var edeni bir görme sapıklığıdır.

Çünkü bunlar bütün mahlukatın vücudunu Allah (c.c)'ın bizzat kendisi olarak kabul ediyorlar. Bu ise alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)'a karşı en büyük küfür ve inkârdır.

(İşte tekfir... Şehit bu düşünce sahiplerini kafirlikle itham ediyor..Çünkü Rab’be karşı inkar küfürdür...İslam dinine göre küfür işleyen “Kafirdir” itirazı olan yada aksi yönde delili olan varsa buyursun yazsın.....okuyoruz..)

(Şu koca, uçsuz bucaksız kainatın yaratıcısına yapılacak bundan daha büyük küfür olabilir mi?)

(Ey şehit amcam.... sana aynen katılıyorum ...elbette yoktur...)

Bunların küfürleri o mertebeye, o boyutlara) çıkıyor ki; hem abd ve hem de mabud olmak üzere, Allah'ın kulu olduklarını inkâr eder duruma düşüyorlar. (bunlar kendilerini hem abd hem de mabut sayıyor; böylece Allah (c.c)'a kulluğu ortadan kaldırıyorlar.Zira kendi nefislerinin bizzat Hakk'ın kendisi olduğuna inanıyorlar. Bir kişi kendi nefsini halikten bir parça olduğuna inanıyorsa, O'nun kulluk görevlerini yerine getireceği mabut nerede kalıyor.?

( Ey şehit.... Onu bana değil Esedullah beye sor...)

Bu hususun, tağutları olan "Füsusu'l Hikem" yazarı Muhyiddîn-i Arabi ve İbni Seb'în gibi iftiracı mülhitler apaçık söylüyorlar; ve kendilerinin bizzat hem abidler ve hem de mabudlar olduklarını iddia ediyorlar.

(Şehit amcam...

Esedullah bey diyorki:Siz onun söylediklerinden anlamazsınız ..Oysaki yüce mevlamız anlamadığınız bilmediğiniz şeylerin peşine düşmeyin buyurmaktadır...Fakat dinleyen...kim...İbni Teymiyye bu cümlelerinde hem ibn-i arabaiyi ,hemde ibn-i sebi-yi net ve açık bir şekilde tekfir etmiştir...)

Bu telâkki, iddia ne kevnî ve ne de dînî bir hakikatin müşahedesi değildir. ne kevni varlıklar, sonradan yaratılmış olanlar ne de dini hiçbir hakikate dayanmamaktadır elbette.

Belki bu (tersine), Hâlık'ın vücudunu mahlûkun vücudu saydıkları ve her türlü güzel ve çirkin sıfatları Hâlık'ın ve mahlûkun sıfatı kabul ettikleri için, kevnî hakikatin müşahedesinden sapmak ve körleşmektir.

(Aynen öyledir..)

Çünkü bunlara göre; bir şeyin vücudu, aynı şekilde ayrı şeylerin de vücududur. Yani Allah (c.c)'ın vücudu aynı zamanda mahlûkun vücududur diyorlar.

(Tevbe yaRabbim Tevbe...Bu nasıl bir sapıklık..Amca işin acı olan tarafı bunları İslam dini adına yaparak milyonlarca insanı kendilerine kul köle yapmışlardır...Biz müslümanlar bu anlayışlarla siz şehitlerin bıraktığı yerden devam ediyoruz inşAllah..Bunu yaptığımız içinde inanılmaz saldırlara maruz kalıyoruz..okuyoruz...)

Yani, Allah (c.c)'ın vücudu aynı zamanda mahlukatın da vücududur demekle, varlık aleminin, yaratılmış alemin gerçeklerinden de bihaber oluyorlar.

Kevni varlığın, yaratılmış bütün mevcudun vücudu bir olunca, yani; İster Allah (c.c)'ı mahlûkun kendisi, ister mahlûku Allah (c.c)'ın aynısı olarak kabul ederek, varlığı bir adet kabul ettikleri için, İslâm dininin iman edilmesini emrettiği (bütün gerçekleri ve) Allah (c.c)'ı inkâr etmiş oluyorlar.

(Allah senden razı olsun şehit...Çok güzel özetlemişsin...)

Allah (c.c)'a ve Rasûlüne (s.a.v) iman edenlere gelince;

Bunların en basit ferdinden en üstün vasıflı olanına kadar herkes Kur'an ehlidir.

Allah'ın Rasûlü (s.a.v) buyurmaktadır:

"Şüphesiz insanlar içinde Allah (c.c) ehli olanlar vardır"dediğinde, etrafındakiler, "kimdir onlar?" diye sordular. Cevaben buyurdu ki:

"Allah (c.c) ehli, Allah (c.c)'ın has kulu olanlar sadece Kur'an ehli olanlardır"

Kur'an ehli olan bu müminler; Allah (c.c)'ı herşeyin Rabbi, halikı ve mâliki olarak bilirler. Hâlıkın mahlûkun zıddı olduğu hâlıkın mahlûka hulul etmiyeceğine (yerleşmeyeceğine) hâlık ile mahlûkun birleşmiyeceğine ve hâlıkın vücudunun aynı zamanda, mahlûkun vücudu olmayacağına kesinlikle (bilerek) inanırlar.

(İşittik ve iman ettik.... "Elhamdülillah"..)

Yüce Allah hıristiyanları, yalnızca Allah (c.c)'ın mahlûkta (hulul ettiğine) vücud bulduğuna ve İsa (a.s.) ile birleştiğine inandıkları için kafir saymıştır.

Allah (c.c)'ın bütün mahlûklara hulul ettiğini (vücud bulduğunu) ve her mahlûk ile birleştiğini iddia edenler nasıl olur da Müslüman olarak kabul edilebilirler? nasıl müslüman kalırlar?

(Ey şehit.... geçen gün aynı şeyi bende Medineweb forumda yazdım...)

O yegane kitap olan Kur'an'ın bağlıları (mü'minler), Allah (c.c)'ın, kendisine ve Rasûlüne itaati emrettiğini, gene kendisine ve Rasûlüne isyan edilmesini yasakladığını bilir ve inanırlar.

Gene bu müminler Yüce Allah'ın fesat çıkaranları sevmediğini, kullarının küfrüne razı olmadığını ve insanlara yalnız Allah (c.c)'a kulluk edip emirlerine itaat edilmesi lâzım geldiğini bilir ve böyle inanırlar.

Fatiha suresinde işaret buyurulduğu gibi, bütün bunları yapabilmek için:

"Ancak sana itaatla (ibadet) kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz" (Fatiha: 1/5) diyerek, yalnız Allah (c.c)'tan yardım istenmesi lâzım geldiğini idrak ederler.

Bir insanın kendi imkân ve gücü, kudreti oranında, iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, başlıca kulluk görevleri arasındadır.

Allah (c.c)'a ve Rasulüne savaş açmış küfür ve nifak ehliyle, Allah (c.c)'ın emri galip gelsin diye cihad etmek (savaşmak), Allah (c.c)'a itaatla kulluk, ibadet görevlerinin en Önemlisidir.

(Kesinlike öyledir...Bizim dinimiz berrak temiz anlaşılır bir dindir ,öyle sırlardan uçtu kaçtılardan Marstan insan getirip dünyaya yerleştirenlerin dini gibi değildir...)

Müminler Allah (c.c)'ın dinini idame ettirmek (yaymak için) gayretle canla başla ve şevkle çalışır didinirler. Bunu yaparken de Allah (c.c)'ın kendilerine yardım etmesini niyaz eder yalvarırlar. Böylece ellerinde olmadan, bilmeden yapmış oldukları günahlarının affını temin etmeye hak kazanırlar. Elbette ki günahlarından ötürü başlarına gelecek felâketleri, belaları da defetmiş olurlar.

Nasıl ki, Allah'ın Rasûlüne (s.a.v) sordular:

"Ey Allah'ın Rasulü! Haber ver bize; birtakım ilaçlarla hastalıkları iyileştiriyoruz, bazı dualarla ve koruma usulleriyle kendimizi koruyoruz. Bu yaptıklarımız gerçekten Allah (c.c)'ın bizim için çizdiği kaderden herhangi birini önler mi?"

Allah'ın Rasulü cevap verdi:

"Bütün saydıklarınız da Allah (c.c)'ın yazmış olduğu kaderden cüzlerdir"
(Tirmizi, Kader: 12; Tıbb: 21.)

Bir hadisi şerifte Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Tedbir alınarak yapılmış olan dua ile başınıza gelecek bela yerle gök arasında karşılaşır ve biri diğerine ilaç olur, üstün gelir"
(Hakim.)

İşte bütün bunlar Allah (c.c)'a ve Rasûlüne (s.a.v) iman eden ve sadece Allah (c.c)'a itaatla kulluk eden müminlerin halidir ve saydıklarımızın hepsi de "ibadet" kelimesinin ifade ettiği mana içinde en önemli yerlere sahiptir.

Hıristiyanların yaptıkları gibi, bu sapık müşrikler de şeyhlerinin benzer müteşabih sözlerine sarılıyorlar. Bunlardan bir tanesi "Fena" kelimesidir.

(Esadullah bey bu cümlelere bak ,İbn-i Tyemiyye amcam tasavvufçulara sapık ve müşrik diyor........okuyoruz....)

Hiç kuşkusuz fena üç çeşittir:

1 - Enbiya ve kâmil evliyaların fenası.

2 - Enbiya ve salihlerden kasîdinin (bir kast taleb edenlerin) fenası.

3 - Münafık, mülhid, müfsid ve müşebbihlerin (Allah (c.c)'ı mahluka bezetenlerin) fenası

Birinci gruba girenlerin fenası:

Bunların fenası, Allah (c.c)'tan başka hiç bir şeyi istememektir. Başkalarını (irade etmekten) istemekten kurtulmaktır. O kadar ki, bunlar sadece Allah (c.c)'ı sever ve yalnız O'na kulluk eder. Sadece O'na tevekkül eder (O'nu kendine vekil tayin eder) ve güvenir. Allah (c.c)'tan başka hiçbir şeyden istimdat (yardım ve destek) dilemez. Bu, Ebu Yezid'in ifade ettiği ve kastettiği manadır. O şöyle ifade etmiştir bu manayı:

"O'nun irade ettiği şeyden başka hiçbir şeyi murad etmiyorum."

Yani, mahbubunrazı olduğu muradını (sevgili Allah (c.c)'ın) murad ettiğinden başka hiçbir isteği yok). Elbette ki, böyle bir murad, dinin emrettiği, istediği muraddır. (Bu da dînî iradeyi murad etmekten başka bir şey değildir) Böyle bir istek sahibi kimse, dinin istediklerini ister, istemediklerini ise reddeder.

(Anladık ey şehit..... Allah senden razı...)

Kulu yücelten, kemâle erdiren şey; Allah'ın irade ettiği, dilediği, istediği, razı olduğu ve sevdiği şeyden başkasını istememek, dilememek, sevmemek ve O'nun razı olduğundan başka hiçbir şeye razı olmamaktır.

Bu da Allah'ın farz ve müstehab olarak emrettiği şeylerden başkası değildir. Melekler, Rasuller ve salih kullar gibi, Allah (c.c)'ın sevdiklerinden başka hiçbir şeyi sevmez.

Böyle bir hal, Yüce Allah'ın anlattığı şu haldir:

"O gün ki ne mal bir fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalple gitmek müstesna" (Şuara: 26/88-89)

Diyorlar ki:

"Selim bir kalp Allah'tan başka şeylerden selim olan bir kalpdir".Yani, Allah'a kulluktan başka veya Allah'ın iradesinden başka her şeyden selim olmak, kurtulmuş olmak.

Mana birdir. Bu manaya, ister "Fena" ismi verilsin, isterse verilmesin. (Bu manayı "Fena" kelimesiyle izah et, istersen de başka başka kelimelerle), netice değişmez.

(Evet işte en güzel yorum ve dosdoğru yol budur...)

Çünkü, bu mana: İslam dininin hem evveli hem de sonu, hem bâtını ve hem de zahiridir.

--Fena hali dedikleri üçüncü şekil fenaya gelince--

Bu Allah (c.c)'tan başka hiçbir varlık müşahede etmemek, halikin vücudunu mahlûkun vücudu sanmaktır. Elbette ki böyle bir hal, Allah (c.c) ile kul arasındaki farkı olduğu gibi kaldırmaktadır. Allah (c.c) ile kulu birleştirmektedir.

Bu "hulûliye", yahut "Vahded-i Vücud" sapık telakkisine düşenler, zındıkların ve dinsizlerin en kötüsüdür.

(ESEDULLAH bey sanırım bu sözler sizlere...Hani bazen soruyorsunuz siz bizi tekfir mi ediyorsunuz..? Bakın sayın abim biz değil selef alimlerimizin hepsi sizleri tekfir ediyor.Biz müslümanlarda “ilet bizi ya rabbim nimet verdiklerinin yoluna” desturuna uygun olarak bu alim din kardeşlerimizin söylediklerini tasdik ediyoruz...

Sahabe ve hidayet kılavuzu (doğru yolun öncüleri) din imamları ve sünnetin hidayeti üzerine müstakim olan alimler bu çeşit fenadan beridirler.

(Bizde işittik ve iman ettik o sözlerden beri olduğumuz ifade ediyoruz..İnşAllah...)

Eğer bunlardan birisi:

"Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey görmüyorum veya Allah (c.c)'tan başkasına bakmıyorum" ve benzeri şeyler söylerse; söylediği ispat edilebilirse, onların bu sözlerden muradı (kastı), söylemek istediği:

"Allah (c.c)'tan başka Rab, O'ndan başka müdebbir ve hâlık, O'ndan başka kendim için ilâh görmüyorum. Sevgi, korku ve ümid itibariyle Allah (c.c)'tann başkasına nazar etmiyorum O'ndan başka bir kudret kabul etmiyorum", demektir.

Çünkü göz, kalbin kapıldığı, takıldığı, şeye nazar eder ona bakar.

Bir kimse bir şeyi sever veya ümitlenir veya ondan korkarsa, ona iltifat eder ve elbette ona yönelir.

Kalbte ona sevgi, ondan ümitlenme ve korkma, o şeye nefret ve kalbe ait diğer hallerden her hangi bir ilgi olmadığı zaman, kalp ona iltifat etmeyi, ona bakmayı asla istemez ona nazar etmeyi kastetmez.

Sadece onu (muvafıkan) üstünkörü görür belki.

Kalbin meyletmediği şeylere bakan göz, sadece bir eşyaya bakar gibi bakar fakat aslında görmez. (Bu kalbinde ilgisi olamayan bir perde ve benzeri şeylere bakmış gibi haldir).

Büyük alimler ve salih Müslümanlar. Tevhid-i Rabbaniyi tecrit ve dinin tamamında ihlası gerçekleştirme konusunda öyle şeyler zikrediyorlar ki...

Kul Allah (c.c)'tan başka hiçbir şey en küçük bir iltifat göstermeyecek, nazar etmeyecek (bakmayacak), korkmayacak, ümitlenmeyecek.

O kadar ki, kalbi bütün yaratıklardan azade olacak, müstağni kalacak,

Böyle bir insan, mahlûka (yaratığa) Allah (c.c) nuru ile bakar,

Böylece hak ile (hakkın yardımı ile) işitir, görür, hak ile görür, hak ile tutar ve hak ile yürür,yaratıklardan Allah (c.c)'ın sevdiğini sever, sevmediğini de sevmez (kin ve nefret ettiğine kin ve nefret eder),

Allah (c.c)'ın dost (edindiğini) saydığını dost, düşman (edindiğini ) saydığını düşman (edinir) sayar.Yalnız Allah (c.c)'tan korkar ve Allah (c.c)'tan korktuğu için dünyada hiçbir şeyden korkmaz.

Dünyada bütün işlerinde Allah (c.c)'a ümit bağlar, Allah (c.c) için dünyaya ümid bağlamaz.(Yani Allah (c.c)'ı bırakıp dünyaya umut bağlamaz.)

İşte bu, kötülükten yüz çeviren, muvahhid, müslim, mü'min, enbiya ve Rasûllerin marifetini, hakikatini ve tevhidini gerçekleştirebilen, kalb-i selimin ta kendisidir.Gerçek tevhid budur.

(Rabbim senin yerini cennet kılsın ey şehit ...İnşAllah.. amin...)

Üçüncü gruba girenlerin tevhidi ise:

Yani, vücudda yok olmak, vahded-i vücud tevhidi ise, Firavun'un ve onun yolunda gidenlerin tevhididir.

(Esedullah bey sizin ekolden bahs ediyor.....)

Yahudi "karamita" teşkilatlarının ve bu teşkilatın yolunda giden, Hallaç, Muhyiddin Arabi, İbni Fariz, İbni Sebin ve Afif Telemasani'nin ileri sürdüğü vahded-i vücudu kendilerine din edinen ve kabul eden insanlar gibi...

(Mevlüd abim senin Hallaç’ta gitti....Şimdi birşey diyeceğim bu sefer beni tam ırkçı ilan edecekler,zaten ırkçı ilan ettiler...Sadece şunu söyleyeyim “Ey şehit” senin dininden ve ırkından olduğum için Rabbime ne kadar şükür etsem azdır....Muhsin hocam alim dediğin bu...Hani bazen diyorunuz ya o kafir bu kafir kim müslüman, işte müslüman bu...Muhsin hocam dikkat edilirse İbn-i Teymiyye amcamda ibn-i arabainin düşüncesini farklı bir”Din”olarak vurgulamıştır....okuyoruz...)

Allah (c.c)'ın Rasulü'ne tâbi (bağlı) olanların fenası ise:

Bu çeşit fena övülen, methedilen cinsden bir gerçektir. Böyle bir halle hallenen kişi, Allah (c.c)'ın övdüğü, sevdiği muttaki evliyalarından kurtuluşa eren cemaatından ve galib gelen, zafer kazanan askerlerinden olur.

Yukarıda geçen sözler ile meşayih (büyük alimler) ve salihler (hâşâ) "Allah (c.c)'ı mahlukattan görüyorum" demek istemiyorlar. Çünkü Allah (c.c) yer gök ve onun içinde olan herşeyin Rabbidir.

Böyle bir sözü ancak; dalâlet ve fesadın en son derecesine düşmüş insanlar söyleyebilir. Bu da, ya akıl bozukluğundan veya itikad bozukluğundan gelir. Böyle kimseler, ilhad (dinsizlik) ile delilik arasında bocalayan kimselerdir.

Din yolunda kendisine uyulan büyük alimler, ümmetin selefinin önde gelen imamlarının ittifak ettiği, birleştiği şeyler üzerinde ittifak etmiş, buluşmuşlardır.

Bu ittifak ettikleri (birleştikleri) şey, Yüce Allah'ın yaratıklardan ayrı olduğu gerçeğidir.

(İşte tüm mesele bu...)

O'nun zatından yaratıkların da hiç bir parça bile yoktur.

Yaratıklardan hiçbirisi de O'nun zatında mevcut değildir.

Ezeli olanı, kadim olanı sonradan var edilmiş olandan ayırd etmek, halikı mahlûktan, temyiz ve tefrik etmek ve haliki ait olduğu eşsiz ve benzersiz yere oturtmak her mümin insan için farzdır. Ve bu söz büyük din önderlerinin söylediği en büyük gerçektir.

Allah (c.c)'ın her şeyin Rabbi, maliki ve halikı olduğunu ve O'ndan başka ibadete layık ilâh bulunmadığını tahkiki olarak bilir ve buna inanır.

İşte bu şuhud; yani müşahede ve görüş, sağlam ve doğru görüşün ta kendisidir.

Ve bu görüş; kalbin ilminde, şehadetinde, zikri ve marifetinde, kalbin hal ve ibadetinde, kasd ve iradesinde, muhabbet, dostluk ve taatında vacibdir.

"Allah (c.c)'tan başka ibadete layık ilah yoktur", yani; "La ilahe illallah" gerçeğine şehadetin ta kendisidir. "Tevhidin" gerçekleşmesidir.

Zira bu şehadet; Kalbten, Hakk'dan başkasının ulûhiyetini (ilahlığını) "nefyedip" silmek, silkip atmaktır.Sadece Hakk'ın ulûhiyetini (ilahlığını) "isbat" tesbit etmektir. (Allah (c.c)'ı tek ilâh, tek hükmedici olarak kabul etmektir

(işte gerçek Tevhid anlayışı budur...)

(Şimdi konumuza tasavvuf dinindeki zikir kavramını ve”hu”hu”zikrinin islama uygun olup olmadığını amcamdan dinlemeye devam ediyoruz...) Muhsin hocam amcamın konuyu işleyiş tekniğine dikkat ettinizmi...?..İbn-i Teymiyye amcam görüşelerini ortaya koyarken hem Kuran’la hem sünnetle desteklemektedir..Fakat ariflerin menkibelerine yada mev-alana ların kitaplarına bakın ne ayet ne sünnet hep hurafe....hep bidat...okuyoruz...)

En Efdal (Geçerli) Zikir Beyan olunur ki, Tirmizi'nin de rivayet ettiği gibi; zikrin en gerçek ve efdali:"Lâ ilahe illallah" dır

Tirmizi'nin ve diğer muhaddislerin zikrettiği hadis-i şerif şöyledir:

"Zikrin en efdali "la ilahe illallah", duanın en faziletlisi ise "Elhamdülillah" dır"
(İbn Mace Edeb: 55; Tirmizi Deavat: 8.)

Muvatta ve diğer hadis kitaplarında Ubeydullah oğlu Talha'dan rivayet edildiğine göre, Allah'ın Rasulü şöyle (s.a.v) buyurmuştur:

"Benim ve benden evvel gelen Rasûllerin söylediklerinin en faziletlisi:"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve huve alâ külli şey'in kadîr"dir." ("Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur. O (birdir) tektir ve (eşi) şeriki yoktur. Mülk ve hamd O'nundur. O her şeye kadirdir.")
(Malik, Muvatta, Kurlen: 20.)

Her kim zan ve iddia ederse ki bu, avam halkın zikridir, havasın ileri sûfilerin zikri müfred isimdir. Halbuki bu zamir ismidir. Yani, zikir yalnız "Allah" kelimesinden ibarettir derse, bunu söyleyenler, sapıtmış, fahiş bir hataya düşmüş ve yoldan çıkmış olurlar.

(Esedullah bey buyrun bu kısma siz cevap verin....Hani geçen gün İbn-i Teymiyye tasavvuf Dinine değil birkaç mutasavvufa çatmıştır demiştiniz hatırladınız mı....? İbn-i Teymiyyenin hayatı tasavvuf din mensuplarıyla mücadele etmekle geçmiştir...Ki Mısır valisi bir tasavvufçu (zındık) tarafından şehit edilmiştir..okuyoruz..)

Bazılarının, Allahu Teâlâ'nın:

"Sen, "Allah" (o kitabı indirdi) de, sonra onları bırak, bâtıl dedikodularında oynaya dursunlar" (En'am: 6/91) ayetini alıp da iddialarına delil getirmeleri, bunların en açık ve büyük yanılgılarıdır.

Çünkü ayetteki "Allah" ismi, istifhamın, yani sorunun ve acabanın cevabındaki emirde zikredilmiştir. Ki ayetin evveli:

"Musa'nın nur ve insanlara hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?"şeklindedir. Ayetin arka kısmında da "Allah de" denmektedir. Böylece yurakıdaki soruya cevap verilmiş olmaktadır. Yani, "Musa aleyhisselâmın getirdiği kitabı Allah indirdi de" denmektedir. Tek olarak "Allah" demek değildir bu. "Allah" ismi (müpteba) başlangıç, haberi de sorunun delalet ettiği cümledir. Mesela:Sana kim geldi? diye sorulduğu zaman, cevaben Zeyd denildiği gibi...

Sonra tek bir isim, ister şahıs zamiri, isterse gayb zamiri olsun, tam bir kelam ve mana ifade eden bir cümle değildir. Yani, "Allah Allah Allah", "hu hu hu" kelimeleri tam bir anlam ifade eden kelime değildir.

Bu çeşit tek kelime ne iman, ne küfür, ne emir, ne nehiy ifade etmez.Bu tarz (çeşit) zikri, selefden ve ashabdan hiç bir kimse yapmamış ve Allah'ın Rasû(s.a.v) de yapılmasını söylememiş, meşru kılmamıştır.

(Ey şehit bunlar ne ne Rasulu,ne sahabileri,nede selef alimlerini kaale alıyorlar...Bunlar da, Rasullerin de, senin de, benim de, bilmediğimiz sırlara vakıf yeni bir ileti (mesaj) getiren kuşları vardır...O yüzden yaptıkları işin dinde meşru olup olmadığı onlar için çokta önemli değildir...okuyoruz...)

Bir tek özel ya da sıfat isimini zikretmek, kalbde bir (marifet) bilgi meydana getirmez ve kişiyi faydalı biri yapacak hale sokmaz. Sadece kalbe mutlak bir tasavvur verir vebir kımıldama meydanagetirir ki, bu tasavvurun üzerine ne menfi ve ne de müspet hiçbir fikir bina edilmez.Yani, Allah, Allah, Hu, Hu, deyince, hiçbir mana kasdedilmiş olmaz.

Fakat, "Lâ ilahe illallah" deyince, "Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh olmadığı" ifade edilmiş olur.)

Bizatihi mana ifade etmez, kalbe bir bilgi ve marifet kazandırmaz ise, böyle bir zikir faydasız ve boşuna yapılmış olur.

Şeriat ise, bizatihi (tek başına) manalar ifade eden zikirleri meşru saymıştır. Başka kelimelerle destekli değil, (sadece) bizzat kendisi bir mana ifade etmesi lazımdır, fayda verecek zikirlerin.

Şüphesiz, bu çeşit tek isim, "Allah, Allah; Hu, Hu" zikrine devam edenlerin bazısı çeşitli "ilhada" (dinsizliğe), çeşitli "ittihada" (vahdet-i vücuda, Allah (c.c) ile mahlûkatı birleştiren, ikisini aynı şey sayan itikada) düştüler. Ki, bazı şeyhlerin söylediği rivayet edilen:

" Nefyi(yok) ile isbat arasında ölmekten korkuyorum" sözleri bu kabilden sözlerdir. Yani, "La ilahe illallah" derken, "la ilahe", ( (ibadete layık) hiçbir ilah yoktur) deyip, "illallah" (ancak (ibadete layık) Allah vardır) demeden ölürsem, kafir olarak ölüp giderim diye korkarım denmek istenmektedir. Bir başka deyimle işte bu korkudan dolayı, sadece "Allah" "Allah" derim denmeye getiriliyor.

İşte böyle bir te'vil sakattır. Zira bu sözün korkunç bir hata olduğu apaçıktır. Ve asla böyle bir söze iltifat ve itibar edilemez. Çünkü ameller, hareketler niyetlere göre olmaktadır.

Allah'ın Rasûlü (s.a.v) bir sahih hadisde can çekişmekte olan bir kişiye:

"Lâ ilahe illallah" kelâmı şerifini telkin etmeyi emretmiş ve:

"Bir kimsenin son sözü "La ilahe illallah" olursa, cennete girer" buyurmuştur.
(Müslim, İman: 53-154.)

Eğer bu mübarek cümle zikredilmesi mahzurlu bir cümle olsaydı; o, söylerken her an ölmesi beklenen bir kimseye telkin edilmez, kötü bir şekilde ölmesine meydan verilmez ve bu kelâmın yerine müfred bir isim telkin edilirdi.

Özetle:yalnızca (münferid) tek isim olarak, "Allah, Allah; Hu, Hu; Hay, Hay, diye zikretmek sünnetten çok uzak, bid'atın en içinde ve şeytanın dalâletine (sapıklığına) en yakın düşen bir faaliyettir:

(Allah senden razı olsun....)

Çünkü bir kimse, "ya hu, ya hu"; veya "hu, hu" (Ey O, Ey O; veya O, O,) dediği zaman, bu zamir (O zamiri) ancak kalpten geçen anlama, manaya göre şekil alır. Yani kalbinde tasavvur ettiği şeye ait (uygun) olur. Kalp ise, bazen iyi düşünür, bazen ise kötü...

Füsus sahibi Muhyiddin-i Arabî bir kitap yazarak adını "Kitabu'l-Hu" koymuştur!...

(Amcam döndü dolaştı yine Arabaiye geldi...okuyouz...)

Bunlardan bazısı Âli İmran süresindeki yedinci ayet olan "Ve mâ yâ'lemu te'vilehu illallah"ın manasını "Lehu" isminin tevilini Allah (c.c)'tan başka kimse bilmez şeklinde tefsir etmiştir. Halbuki ayetteki "hu", yukarıda geçen müteşabih ayetlere ait olan zamirdir.

Ayetin manası ise, "O müteşabih ayetlerin tevilini(gerçek manasını) Allah (c.c)'tan başka kimse bilmez" şeklindedir. Her ne kadar bütün müslümanlar, hatta aklı başında bütün insanlar böyle bir iddianın apaçık bir bâtıl olduğunda ittifak etmiş iseler de, yine de bunlardan birisine şöyle dedim:

(Ne dedin....)

"Eğer bu, sizin dediğiniz gibi olsaydı,ayeti kerimede "Te'vilehu" diye bitişik yazılmaz da; "Te'vile-hu" diye münferid (ayrı) yazılırdı.

Kur'an'da Allah Teala şöyle buyurmaktadır mealen:

"Hem Rabbinin ismini zikret, hem de yalnız O'nu yücelt"
(Müzemmil: 73/8)

"Yüce Rabbinin ismini tesbih (tenzih) et."
(A'la: 87/1)

""Temizlenen (zekat vererek malını temizleyen) ve rabbinin ismini zikredip de namaz kılan şüphesiz felaha ermiştir."
(A'la: 87/14)

"Azim olan Rabbinin ismini tesbih et"
(Vakıa: 56/74)

Bunların benzeri ayeti kerimelerde emredilen zikirlerin tek isim olarak (Allah, Allah) gibi yapılması iktiza etmez (gerekmez). Çünkü, Allah Rasulü'nün sünnetinde sabit olmuştur ki:

"Azim olan Rabbinin ismini tesbih et"
(Vakıa: 7) ayeti kerimesi nazil olduğu zaman, Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Bunu secdenizde yapınız"(Ebu Davud ve Ahmed) diye emir buyurmuştur.

Bunun üzerine müslümanlar için rükuda:

"Sübhane rabbiye'l-azim" (azim olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim) secdede:

"Sübhane rabbiye'l-a'lâ" (Yüce olan Rabbimi tesbih ederim.) diye zikir ve tesbih eylemek sünnet kılınmıştır.

Sahih olan rivayete göre Allah'ın Rasû(s.a.v)rükûunda aynen (yukarda zikrettiğimiz tesbihi söylüyordu) "sübhane rabbiye'l-a'lâ" diyordu. Bunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.

(Allah senden razı olsun...anladık.. "Elhamdülillah"..)

Hülâsa;(Demek ki), yüce olan Rabbin ismini tesbih etmek ve Allah (c.c)'ın ismini zikretmek emri tek isim olarak, "Allah Allah" şeklinde değil de, tam bir mana ifade eden cümle halinde (yüce rabbimin ismini tesbih ederim) şeklinde tatbik olunmuş ve sünnet kılınmıştır.

Nasıl ki bir sahih hadis-i şerifde de Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmaktadır:

"Kur'an-ı Kerimden sonra en faziletli kelâm:

"Sübhanallah, vel-hamdülülah ve lâilahe illallahu vallahu ekber (Allah'ı tesbih ve tenzih ederim. Hamd Allah'a mahsustur. Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur. Allah her şeyden büyüktür) kelâmıdır."
(Buhari, iman: 19; Müslim, Edeb: 12; Tirmizi, Deavat: 127; İbn Mace, Edeb: 56; Ahmed: 5/10-11-20-21.)

Diğer bir sahih hadis-i şerifde şöyle buyrulmaktadır:

"İki kelime vardır ki, dilde hafif, fakat mizanda, keyfiyette ağır ve Rahman'a göre sevgilidir. Bunlar: Sübhanallahu ve bihamdihi, sübhanallahilazim"
(Buhari, Deavat: 65; Tevhid: 58; Müslim, Deavat: 31; Tirmizi, Deavat: 59; İbn Mace, Edeb: 56; Ahmed: 2/232.)

Başka bir sahih hadisde şöyle buyurulmuştur:

"Her kim ki hergün”

"Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehü'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir" (Allah (c.c)'tan başka ibadete layık hiç bir ilâh yoktur, O birdir, şeriki yoktur; mülk O'nun, hamd O'nundur; O herşeye kadirdir.) derse;

Allah o kimseyi o gün şeytanın şerrinden emin kılar, ta akşamlayıncaya kadar, kendi gibi veya kendinden fazla söyleyenden başka hiç kimse o adamdan daha faziletli olamaz."
(Buhari, Deavat: 54; Bedil-Halk: 10; Müslim, Zikir: 28; Tirmizi, Deavat: 61.)

Malik'in(Allah (c.c) ondan razı olsun) "Muvatta" isimli hadis kitabında rivayet edilen bir hadisi şerifde Allah'ın Resulü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:

"Ben ve benden önceki nebilerin söylediği en faziletli kelâm:

Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike lehu, lehü'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir" kelamıdır"

İbni Mace'nin ve diğerlerinin sahih hadis kitaplarında Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Zikrin en efdali ve faziletlisi "lâ ilahe illallah"; duanın en faziletlisi "Elhamdülillah" dır."

Zikir ve dua konusunda bunlara benzer hadis-i şerifler çoktur.

Kur'an-ı Kerim'de de birçok ayet-i kerime zikir ve duayı talim ve beyan buyurur. Fakat hiç birinde bir tek ismin zikredilmesi gerektiği söylenmemiş böyle bir şey emredilmemiştir. Emredilen bütün zikirler ya cümle halinde, veya tek başına bir anlam taşıyan (mana ifade eden) kelâmlardır.

Müslümanlara namazlarında, ezanlarında, bayramlarında bir tek ismin zikredilmesi emredilmemiştir. Hepsi, söylenmesi gerek bütün kelamlar, (ancak ve ancak tam mana ifade eden cümlelerdir) mutlaka bir anlamı tam olarak ifade etmelidir.

Mesela müezzin;"Allahu ekber Allahu ekber, eşhedü enlâ lâ ilahe illallahu ve eşhedu enne Muhammeden Rasûlüllah" demektedir.

Namazda ise;"Allahu ekber, sübhane rabbiye'l-azîm, sübhane rabbiye'l-alâ, semiallahu li-menhamide, rabbena leke'l-hamd, ettehiyyatü lillahi",ve hac yapmakta olanın;"lebbeyk Allahumme lebbeyk" ve diğer ibadetlerimizdeki bütün zikirler hep bir mana ifade eden cümleler halindedir. Allah (c.c) böyle emretmiştir. Hiçbirinde, tek bir ismin veya zamirin zikredilmesi emredilmemiştir.

Hülâsa, maksadımız, anlatmak istediğimiz şudur:

Allah (c.c)'ı zikretmede şüphesiz meşru kılman kelimeler tam mana ifade eden kelimelerdir. Buna kelam ismi verilir. (Kelâm, en az iki kelimeden ibaret cümlelerdir.)

Bu çeşit zikir;(kalpleri takviye eder ve kalbin sahibine iyi işler yaptırır). Kalblere fayda verir, onunla sevab ve ecir hasıl olur. (Böylece insana sevap ve mükafat kazandırır). Kalbleri Allah (c.c)'a, marifetine, muhabbetine ve haşyetine çeker,cezbeder. (büyüklüğü karşısında boyun eğmeye zorlar).

Bu çeşit zikir ile daha nice yüksek arzular ve büyük maksatlar hasıl olur. (Bu çeşit zikirde burada sayıp dökmeye imkan bulamadığımız nice faydalar vardır.)

Bu isterse "Allah, Allah" gibi tek isim, isterse "hu, hu" gibi zamir olsun, (üstün önderlerin) hassların ve ariflerin zikri olduğu şöyle dursun, bu çeşit (tek isim veya zamirle yapılan) zikirlerinhiçbir aslı esası yoktur.

(Yani tasavvuf dinin esaslarıdır islam dini ile bir alakası yokturmu diyorsun...? Rabbim razı kullarından eylesin anladık ... "Elhamdülillah")

Ama aksine bu çeşit zikir, çeşitli dalâlet ve bid'atlara vesile ve vahdet-i vücud ve ilhâd (zındık) ehlinin fasit hallerine ve tasavvurlarına, niyetlerine bir vasıtadır. Bunlar hakkındaki fikirlerimiz başka yerlerde beyan edilmiştir. (bu kitabın başka satırlarında ifade edilmiştir.)

Bütün dinler iki büyük esas getirmiştir:

1 - Allah (c.c)'tan başka hiç kimseye kulluk ve ibadet etmemek.

2 - Allah (c.c)'a kulluğu ancak (meşru şekilde) dinin kaynağından öğrenip yapmak, kendi kafamızın, hevai hevesimizin bize telkin ettiği bid'atlara dayalı olarak ibadet yapmamak...

(Ey şehit bu din mensuplarının kaynağı Kuran ve sünnet değildirki..Bu iki kaynağı onlar tanımaz...Onlar ancak kabak hikaylerini bilirler...)

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır mealen:

"Bir kimse Rabbinin rızasına kavuşmak arzusu taşıyorsa, salih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette kimseyi O'na şerik(ortak) koşmasın"
(Kehf: 18/110)

Ettiğimiz şu şehadete göre; Üzerimize farz olan şey;Rasûlün (s.a.v) tebliğ ettiği, haberini getirdiklerini, tasdik ve emirlerine itaat etmemizdir.Hiç şüphe yok ki Allah'ın Rasû (s.a.v) bize, Allah (c.c)'a ne ile (nasıl) ibadet edeceğimizi bildirmiş ve bid'atler ile ibadet etmeyi menetmiş ve onların birer dalâlet ve sapıklık olduğunu haber vermiştir.

Allahu Teâla şöyle buyuruyor mealen:

"Hayır, onların dediği gibi değil. Her kim itaat ve amelinde muvahhid bir mümin olarak kendini tamamen Allah'a teslim ederse, onun için Rabbi katında amelinin mükafatı olarak cennet vardır. Onlar için hiç bir korku da yoktur ve onlar mahzun da olmazlar"
(Bakara: 2/112)

İbadet ve kulluğun gerçeği sadece bu dinde bulunmaktadır. (Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)'a kulluğun (ibadetin) hakikatidir bu).Yüce Allah (c.c)'tan, bizi bu dinin üzerinde sebatkar kılmasını, ve bizi yine bu dinle yüceltmesini niyaz ederiz.

Bizi ve diğer Müslüman kardeşlerimizi bu dinin gereklerini yerine getirirken dünyadan (ukbaya) göçürmesini, intikal ettirmesini (dua) niyaz ederiz.

Yalnız Allah (c.c)'a hamdolsun ve Allah (c.c)'ın selât ve selamı efendimiz Muhammed Mustafa'nın ve onun Âli ve ashabının üzerine olsun..

“Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki;ben cennetimi ve gülistanımı yüreğimde taşıyorum,nereye gitsem sürekli benimle birliktedir;benden bir an olsun ayrılmaz.Benim hapsedilmem halvet,öldürülmem şehadet,sürgün edilmemse seyahattir”

Şehit İbn-i Teymiyye “Kulluk risalesi”

Allah’a emanet olunuz...

__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi kamer34 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
“..Allah’ın velileri kimlerdir..?” Allah(c.c) Kara Kartal 14 6711 17 Mart 2012 02:37
“İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “ Tevhid Ve Şirk Konuları Esadullah 6 3362 16 Mart 2012 20:24
""Velayet..Şirki"" Tevhid Ve Şirk Konuları kamer34 0 1901 06 Mart 2012 19:05
"Seyyid Kutub kimidir...?" Alimler(Rh) bilinmez 42 16584 20 Şubat 2012 23:31
""Tasavvuf/Büyüklerinin/Şirkleri""... Tasavvuf-Tarikat hiranur86 52 21340 08 Şubat 2012 21:11

Alt 17 Mart 2012, 17:55   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

Biz konuyu her türlü irdeldik,delilleri ile sunmaya çalıştık...Kendi kendilerine bir din uydurup içinede azıcık İslam dininden birşeyler katarak,yeni dinler ortaya çıkaranların ne bu dünyada nede ahirette öne sürebilcekleri hiçbir delilleri yoktur...Eğer delilleri olsaydı şüphesiz onlarda tıpkı Firavun gibi ortaya koymaya çalışırlardı...

Firavun sihirbazlarını çağırdı Tevhid dinine karşı ayakta durabileceğini zan etti.Fakat yüce Rabbim onun su köpüğü gibi olan sihrini bir anda bertaraf etti ve onu rezil rüsvay ederek ibreti alem için bir maskara kıldı...Bu tasavvuf dinin din anlayışıda aynı bu şekildedir...Onlara karşı bedevi bir müslüman bile mücadele ederken onları hezeyana uğratır..Çünkü “Hak” her zaman batılı zayi etmiştir...
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mart 2012, 19:20   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

İbn Arabi’nin Vahdet-i Vücud inancının dayanağı olarak ünlü eseri Fusus el-Hikem dikkate alındığında, söz konusu inancını ifade eden bazı söz ve açıklamaları şunlardır......Bu aynı zamanda Tasavvuf dininde genel görüşüdür....


İbn-iarabi kendi pis elleri ile yazdığı kitaba Allah katında inmedir diyor....

'Bu [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], nefis ârzularının münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en küdsî makamdan indirilmiştir...ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim. (s:5)

Bakara/79- Kendi elleri ile kitabı yazdıktan sonra karşılığında birkaç para elde etmek amacı ile, "Bu, Allah katından geldi " diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından ötürü vay başlarına geleceklere! (Yine) Kazandıkları paradan ötürü vay başlarına geleceklere!..

Kişi onu görünce kendisini o kişiyi görünce kendisini görmüş olur...Kim...? ibn-i arabinin Tanrısı..

Tanrı, mahlûkuna [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ile nazar kıldı ve onlara rahmet eyledi. Şu halde O ezelî olan [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], şekliyle hadîs, zuhur ve neş'eti bakımından ebedî ve daimdir. (s: 10)

Bineanaleyh biz O'nu gördüğümüz vakit kendi nefislerimizi görürüz ve O bizi gördüğü vakit kendi nefsini görür, (s: 1 9)

Hz. Adem haşa Allah Allah’ta haşa hz.Ademdir..diyor...

O (yani Adem) hem Hak, hem de Halk'tır (s:25)

İbni Arabi küfür şirk işlemekte sınır tanımıyor...Herkim Rahmanı herşeyden tenzih ederse bu ispanyol kafirine göre şirk işlemiş olur...Hani biz msülümanlar seni tüm mahlukatından tenzih ederiz..Söyleriz ya...İşte bu inanç bu meluna göre şirktir...Çünkü Tasavvuf dinine göre Rahman tüm mahlukata zuhur etmiştir....Onu bundan tenzih edemeyiz...


Hakk'ı tenzih eden kimse ya câhildir, ya edebî noksan kimsedir...Çünkü Hak olan Mahlûk'ların hepsinde zuhur yani belirme vardır. Şu halde bütün mefhumlarda beliren O'dur. (s: 51,52)


Sen Hakk'ın sureti ve Hakk da senin ruhun olduğu olduğu cihetle sen Hakk için cismanî bir suret gibisin. O da senin cesedinin suretini sevk ve idare eden bir ruh gibidir (s:54) .

Alemin suretinden Hakk'ın ayrılması asla mümkün değildir (s: 55) .

1- De ki: O Allah tektir.
2- Allah Samed'dir.
3- O doğurmamış ve doğmamıştır.
4- Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.
İhlas suresi


Böyle olunca her bir Mâbud'da Allah'tan başkasına ibadet olunmadı (s: 62)

Sen yere gömüldüğün vakit O'nun içindesin, O senin zarfındır (s: 66)

Vücûd âleminde ancak O vardır (s: 74) .

Varlıkta O'nu gören, O'dan başkası değildir (s:75) .

İnsan eşya daha doğrusu daha doğrusu bu sapkın anlayışa göre gördüğümüz herşey odur...

insan ve eşya isimleriyle anılan hep O'dur (s:76) .

Demek oluyor ki, tabiat âlemi bir [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]da beliren suretlerdir. Hayır! belki de çeşitli [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]larda görülen tek bir surettir (s:81) .

Bu sapık ruhlu mülhid Rahamn ve rahim olan Allah’ı kendi vücudunda olduğunu iddia ediyor...

Hakk'ın belirmesi benim vücûdumdadır. Bunun için biz Hakk'a göre kap gibiyiz (s:95) .

Ey nefsinde varlıkları [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]tan! Sen halk ettiğin şeylerin hepsisin (s:105) .

Bir vakit olur ki, Kul şüphesiz Rabb olur. Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner (s:109) .

Herhangi bir mahlûkta Allah'tan şu eser vardır ve diğer mahlûkta bu şey vardır denilemez. Çünkü O ezelî varlık parçalanmayı kabul etmez (s: 111) .

Sen Kul'sun ve Tanrı'sın; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir (s:116) .

O herşeyi kaplamıştır (s: 118) .

Yolda yürüyen bir insan görürseniz bilinizki o Allah’tır...diyor...

Zaten yolda muhakkak olarak yürüyen Hakk'tır. Bilinen de ancak O'dur. (s: 156) .

Şu halde sen bir yönden düşünürsen benim sığınmam O'ndan O'nadır (s:164) .

Göz O'ndan başkasına bakmaz (s:167) ...

Hakikat ancak bizim bahsettiğimizdir. Buna inan ve bu meselede hâl ile bizim gibi ol (s:307) ...

Lanet okumak caizdir...Çünkü birçok ayet ve hadiste Allah’a karşı haddini aşan ve azgınlığı her yerine zuhur edenlere lanet okunmuştur...Rabbimin laneti bu sözleri söyleyenler ve bu düşünceyi taşıyanlara olsun...Amin...


Elam hidayete tabi olanlara olsun....
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mart 2012, 19:49   Mesaj No:4
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 745
Konular: 146
Beğenildi:312
Beğendi:100
Takdirleri:3844
Takdir Et:
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

Şimdi sayın kamer evvela bu kelamlarda biz Şeyhül islamın tasavuufa karşı açık bir dil ve beyan ile inkarını göremedik, şunu anlayamıyormusunuz Tasavvuf bir ekoldür aynı İbni Teymiyye nin görüşlerini alıp benimseyen selefiyye adındaki ekol gibi , bence Tasavvufun din olduğu iddası sizin düşünce ve iddanız ...

Burada Tasvvuf değil eleştirilen kişilerdir ve görüşleridir.Hatta bilirizki İbni Arabinin sadece ulaşan eserlerine bu yaklaşım ve reddiyeleri yapmıştır.Kendisi ile bire bir değil, Mantık kursanız zaten öyle olsaydı şu an benimde vahdeti vücudu savunmam lazım gelirdi ve bende bunu idda etmem gerekirdi, hatta yaklaşık 10 Milyon Tarikat mensubu ile birlikte...

Şimdi Bir çok tasavvuf alimi bu konuyu ele almış ve Şeyhül İslamın Tasavvuf düşmanı değil sadece Şeriata aykırı görüşlere karşı olduğunu bildirmiştir.Bunu sunarkende eserlerinden yararlanmışlardır. (şimdi delil istersiniz siz)Mesela şöyle denir ;

ibni teymiye'nin şöyle dediği rivayet edilir;"Ben Abdulkadir Geylani'nin mukaddes hırkasını giydim, benle onun arasında iki (sufi şeyhi) vardı." Kaynak: Cemaleddin et-Talyani'nin Terğib el-Mutahabbin f'i-l lubs hırka el-mutumaiyizin.
Dublin'deki Shester Beattu Kütüphanesi'nde korunmakta olan el yazması eser...

yine şöyle demiştir:
"Birçok tarikata mensup bir çok şeyh'in hırkasını giydim, bunlar arasında yolu bilinen tarikatların en büyüğü olan Şeyh Abdulkadir Geylani de vardır."
Kaynak: Yusuf b. Abdulhadi'nin "Bad' el-ulka" adlı eserinde korunan kayıp bir çalışma olan Nasıruddin'in ıtfa hurgat al-hauba bi-ilbas khirgat al-taub eseri… Esas Kaynak: Tasavvuf, İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl:8 2007, sayı:19


yine şöyle demiştir:
ALLAH'A MEŞRU İBADETLER İLE YAKLAŞILIR. ALLAH'IN YOLU BUDUR. BU DA İYİLİK, GÜZELLİK, HAYIR VE HASENAT YOLUDUR. ALLAH'A ERMEK İSTEYEN BU YOLU TUTAR. ZÜHD, İBADET, FAKR VE TASAVVUF GİBİ İSİMLER ALAN BU YOL DA BUNDAN İBARETTİR." (Mecmû'atu’r-resâ'il ve'l-mesâ'il, Beyrut 1983, 2. 245)

İbn Teymiyye, Sufileri üçe ayırır:


1. Sûfiyyetu'l-hakâ'ik, bunlar gerçek ve samimi Sufilerdir; hak üzeredirler, ilahi hakikate aşinadırlar.


2. Sûfiyyetu'l-erzak, vakıf gelirleriyle geçinen Sufilerdir. Sufilik onlar için bir geçim yoludur.


3. Sûfiyyetu'r-resm, bunlar adab ve erkanla yetinen şekilci ve merasimci Sufilerdir. (Mecmâ'atu'r-resâ'ili'l-kubrâ, Beyrut 1979, 1. 409)


Zaten Şeyhül İslam bunu sizin sunduğunuz Kulluk Risalesinde de beyan etmiştir.Şimdi bakalım inşallah;


…………
- "Benim hangi müridim ki bir kimseyi cehennemde bırakırsa ben ondan uzağım"
diyen, meselâ:

- "Benim hangi müridim ki, mü'minlerden bir tanesini cehenneme bırakırsa ben ondan uzağım"
gibi batıl sözler
söyleyenler
bile sevgiye sığınmak hatasına düştüler.

Hepsi Allah (c.c)'ın hududlarını çiğnemişlerdir.

Bunlardan birincisi, müridi, cehennemde bulunan herkesi oradan çıkarabilecek güçte görüyor.

İkincisi ise,
müridini cehenneme girmesine mani olacak kudrette görüyor.

Burada ihtimal mürid kelimesi şeyh yerine kullanılmıştır: Yahut da şeyh, değil kendisinin, müridinin bile insanları cehennemden kurtarabileceğini ifade etmek istiyor.

(Müridini böyle bir güçte görmekten daha sapık görüş var mıdır insanlık aleminde. Mürid, yani talebe bile bu güçde olduktan sonra, siz varın hesap edin, şeyh hangi güçtedir).

Bazısı da şöyle söyler:
"Kıyamet günü cehennemin üzerine benim çadırım örtülür ve örtüyü aşıp da hiç kimse cehenneme gönderilemez"


Çok meşhur şeyhlerden bu ve buna benzer sapık sözler duyulmuş ve rivayet edilmiştir:

Bunlar ya o şeyhlere yapılar iftiralardır ya da bizzatkendilerinden sadır olmuş sapık sözlerdir.
Bu gibi sözler bazen insanoğlu sarhoş haldeyken ağızdan çıkar ve fena hallerinde sadır olur. Bu gibi hallerde insan temyiz gücünü, muhakeme yeteneğini kaybeder, ne söylediğini bilmeyecek kadar güçsüz kalır.

Sekr,
yani sarhoşluk, temyiz olmaksızın (iyiyi kötüden ayırma gücünde olunmadığı zamanlarda) tadılan bir lezzettir. Bundan ötürü, bu sözleri sarfedenler, sekr halinden çıkıp ayıldıkları zaman, söylediklerinden pişmanlık duyup tevbe ve istiğfar etmişlerdir ekseri.

Şimdi işte bu zaten Alime yakışan ve onun Alimliğinin göstergesidir.Burada Tasavvuf için adledilmiş bir kelam diğer bölümlerde olduğu gibi yoktur.Sadece kişilerin yaşadığı ve idda ettiği sapkın görüşlerin olduğunu belirtmiş ve devamında bunun hangi hal ile söylendiğini ve hatta neticesinde tevbe ve istiğfarda bulunduklarını beyan etmiştir.

Şimdi sizin aktarmadığını Kulluk Risalesinde Şeyhül İslamın ikinci Fena grubundakilere bir bakalım ;

İkinci gruba girenlerin fenası:

Allah (c.c)'ın dışındaki bütün varlıklardan "fena" bulmaktır. Mahlukları müşahede etmekten uzaklaşmış olmaktır. Bu hal birçok salikte meydana gelen bir haldir. Hiç şüphe yok ki, bunların kalpleri Allah (c.c)'ın zikri ile, O'na kulluk ve sevgi göstermeye o kadar çok bağlanmıştır ki, bağlandığı ve zikrettiği Allah'tan başkasını görememektedir. Göremediği için de, Allah (c.c)'tan başkasını hatırlamaz. Hatta belki düşünemez bile.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır mealen:

"Musa'nın anasının kalbi, evlat derdinden başka her şeyden boş olarak sabahladı. Eğer vaadimizi tastik edenlerden olması için kalbine sabır vermeseydik, az kalsın onu açığa vuracaktı"
(Kasas: 28/10)

Bu ayet hakkında diyorlar ki:

"Musa'yı hatırlamaktan dolayı, ondan başka herşeyi unutmuştu".


Bu hal, kendini sevgi, korku veya ümid gibi şeyler istila eden kimselerde sık sık olan bir haldir. Bu hallerde insan kalbi, o sevdiği, korktuğu veya ümitlendiği şeyden başka ne varsa yüz çevirir. Öyle ki, istiğrak (dalıp mestolma) halinde sevdiğinden başka hiçbir şeyi müşahede ve idrak edemez olur.

Bu şekildeki fena hali, sahibinin üzerinde artıp kuvvetlendiği zaman; onun varlığında kendi varlığını,onu müşahededen kendini müşahedeyi, onu seyretmekten kendini seyretmeyi, onu hatırlamaktan kendini hatırlamayı, onu tanımaktan, bilmekten kendini bilmeyi unutur, her hali yok olur gider (yani fenaya erişir). Hatta her şey, kulun bizzat kendisi ve bütün diğer varlıklar varlıklarını sürdüğü halde, onun idrakinden silinir gider. Ve sadece ezeli ve ebedi olan varlık baki kalır ki, O da Yüce Allah'dır.

Murad,yani niyet, kast, kulun hafızasında ve müşahedesinde (görüşünde) Allah (c.c)'tan başka ne varsa, hepsinin yok olması, fena bulmasıdır. ve kulun da mahlukatı müşahede etmekten ve hatırlamaktan fena haline gelmesidir.

Bu hal insanda kuvvetlendiği zaman, seven kişi zaaf içine girer, iyiyi kötüyü, yaratığı, yaratanı birbirinden ayırd etmesi fevkalade zorlaşır. Artık
mahbubun sevilmesi lazım gelenin bizzat kendisi olduğunu vehmetmeye, zannetmeye başlar. Bir bakıma kendisini ilahla birleşik görmeye başlar. Anlatıldığı gibi...

Birisi denize düşer, onu sevenlerden birisi de arkasından denize bırakır kendini.

Denize düşen arkasından denize atlayana sorar:
"Ben düştüm. Seni benim arkamdan suya atan sebep nedir? "


Cevap verir atlayan:
"Seni ben sandım. Çünkü kendimi sende kaybetmiştim, yok etmiştim"


Bu konuda böyle inanan bir kimsenin ayağı kaydı ve helak (yok) oldu. Onlar fena bulmayı birleşme zanettiler. Sevenle sevileni bir görmeye başladılar. Bir başka deyimle, halikle mahluk bir vücuda birleşiktir zannına kapıldılar, ikisinin varlığı hakkında bir fark görmediler. Bu azim bir hata, müthiş bir yanılmadır. Çünkü, kesin bir gerçek vardır ve bu gerçek;

Hâlık
(Hâlkedici) olan Yüce Allah, mahlûkuyla(halkettiği varlıkla) birleşmez.

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

"O'nun misli, benzeyeni yoktur. O bütün söylenenleri işitir ve bütün yapılanları mutlak bilir"
(Şura: 42/11)
O birdir ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey varlığını sürdürmek için O'na muhtaçtır. Doğmamış ve doğurulmamıştır. O'na denk olacak hiçbir şey yoktur.


Hayır, hayır...

Hayır hiçbir şey, bir başka şeyle birleşemez. Ancak istihale geçirebilir,Varlıkları değişebilir. Varlıklar değişime uğrayarak iki şeyi birbirine bağlar yahut birleştirir ve üçüncü bir şeyi meydana getirirse, bu olabilir. Böyle bir sonuçda da, ortaya çıkan üçüncü şey, ne birincidir, ne ikincisi. Ne biridir ve ne de öbürü. Su ile sütün, su ile şarabın birleşiminde olduğu gibi...

Fakat murat ile mahbub, murat ile mekrin, yani sevilmeyen, nefret edilen birleşebilir. Bunlar irade ile kerahat (istek ile çirkinlik) çeşitlerinde ittifak edebilirler (birleşebilirler). Biri diğerinin sevdiğini sevebilir ve bir başkası öbürünün nefret ettiğinden nefret edebilir. Razı olduğuna razı olur, kızdığına kızar. Şiddetli davrandığına şiddetli davranır, tiksindiğinden tiksinebilir. Dost edindiğini dost, düşman saydığını düşman sayabilir. Ama bütün bu fenaların hepsinde eksiklik vardır.

Ebu Bekir (r.a.), Ömer (r.a.) ve muhacir ve Ensar'dan önce gelip geçen bütün büyük evliyalar bile arz ettiğimiz bu fena biçimine düşmediler. Nerede kaldı Rasuller düşsün. Onlar böyle bir fena durumuna asla düşmemişlerdir. Bütün bu hallerin sahibi olduğu gibi iddialar ashabı kiramdan sonra oraya çıkmıştır. Bu kabil, kalbe arız olan iman hallerinden, aklı terketmek yahut kaybetmek, hayırla şerri, iyiyle kötüyü birbirinden ayırd edememek gibi haller sahabelerden sonra ortaya çıkan arızalardır.

Hiç şüphe yok ki sahabeler (Allah onların hepsinden razı olsun) akli bakımdan herkesten daha üstün, daha (kâmil) ileri idiler. İmanları, akıllarını kaybetme, baygınlık geçirme, kendinden geçme sorhoşluk veya delilik gibi hallere düşmeyecek kadar sağlamdı.

Bu işlerin başlangıcı, tabiîn devrinde ve Basra'da aşırı ibadetle meşgul olan kimseler arasında zuhur etti. Bunların içinde Kur'an-ı Kerim'i dinlediği zaman bayılıp düşen kimseler vardı.

Ebu Cüheyri Darırî veBasra Kadısı Ebu Evfa oğlu Zerare gibi adamlar vardı.

Aynen böyle, sûfiyenin şeyhlerinde de, kendisine fena hali, onunla iyiyi kötüden ayırd etme gücünün zayıfladığı sarhoşluklara müptelâ insanlar vardır.

Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler.

Şimdi daha evvelde dedim eğer İbni Arabide bu şekilde tevbe etmiş ve Tevvab olan Allah onun tevbesini kabul etmişse siz onu küfür ehli ilan ediyorsunuz bunun yükü ne olur ?

Mesela:Ebu Yezid'i Bestami, Ebu Hasan en-Nuri, Ebu Bekri Şibligibiler hep böyledir.

Ebu Süleyman-ed-Darani, Ma'ruf-u Kerhi, Fudayl bin Iyaz ve Cüneyd-i Bağdadive daha bir çokları böyle değildir. Bunlar seyri sülük halinde iken akılları başlarında iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak şuurda idiler ve onun için asla şeriata aykırı sözler söylemediler. Aklı şaşırtan bu çeşit bir fena haline hiç duçar olmadılar. Hayır, bin kere hayır. Onlar, sarhoşluk içinde saçmalamadılar.

Şimdi sayın Kamer eğer Şeyhül İslam Tasavvufu yok saysa ve yanlış görse Yukardaki Tasavvuf Alimlerini bu şekilde destekler ve Tasavvufa has Seyri Sülükten bahseder ve desteklermiydi ….?

Bunlar kitap ve sünnetin hidayeti ile hidayetlenen (doğru yolu ile beslenen), kalplerinde Allah sevgisinden, Allah'ı istemekten, O'na kulluk etmekten başka bir şey bulunmayan, (düşünmeyen ve yapmayan) büyük kâmil mü'minlerdir.

Bakın övdükleri Tasavvuf Alimleri DİKKAT EDİN …

Çünkü, onlar her hallerinde içinde bulundukları durumu çok iyi, şuurlu bir biçimde müşahede etmişlerdir. Böyle olmaları onların (müşahede ettiklerinden iyisini ve kötüsünü ayırd edecek kadar) ilim sahibi olduklarını gösterir elbette.

Daha başka bir deyimle, bunlar, bütün mahlukatın Allah (c.c)'ın emri ile kaim ve O'nun diriltmesiyle hareket ettiğini ve bütün yaratılmışların Allah (c.c)'ı tesbih ve dua eder olarak müşahede ederler. Böylece
mahlûkatın (yaratıkların) bu hallerinde, kendilerinde basiret ve tezekkür hasıl olmakta ve bu müşahede ettikleri şeyler onların kalplerinde dinin ihlasını, Allah (c.c)'a tevhidin sadeleşmesini, şeriksiz ve eşsiz olan Allah (c.c)'a, sadece O'na kulluk etmelerini sağlamlaştırır ve kökleştirir.

Bu Kur'an-ı Kerim'in tanımladığı,
davet ettiği gerçek iman sahiplerinin ve üstün ve kâmil irfan ehlinin yerine getirdiği bir gerçektir. Son nebi, sevgili Rasulümüz Muhammed (s.a.v.) bunların önderi ve en kâmilidir (en üstünüdür). Bundan ötürüdür ki, semavata uruç ettiği (yükseldiği) ve çeşitli alametler gördüğü, rabbinin ona çeşitli biçimlerde münacaatlardan vahyeylediği ve Mekke insanlarının içinde sabahladığı halde, durumu hiç değişmemiş ve kendisinde reddedilmesi gereken bir fena ve sarhoşluk gibi bir hal zuhur etmemiştir (görülmemiştir). Hiçbir sarhoş edici şartta kendisini kaybetmemiştir. Fakat baygınlık geçiren Musa (a.s.) böyle değildir. O bile dayanamamıştır harikuladeliklere.


Demek Eleştirilen ve Tekfir edilen Tasavvuf değil kişilerdir.Eğer Tasavvuf olsaydı Şeyhül İslam bunu Açıkca dile getircek kadar cesaret sahibi birisidir.

Yani ne İbni Teymiyye nedeaklı başında bir Alim bunu dile getirmemiştir.Ama her aklı başında Alim gibi KİŞİLERİN YAPTIKLARI bilinçli yada bilinçsiz hataları ele almışlardır.

Bir diğer konu Bu din İbni Teymiyyenin fetvaları yada görüşleri ile ne kadar ayakta ise onun gibi daha bir çok Alim ve Evliya vardır ki siz Onun her dediği doğrudur niteliğinde yorumlarınızı bence tekrar kontrol edin, Oda böyle olmasını arzulardı sanırım….

Yani Tasavvuf bir din değil, İbni Teymiyyeninde dediği gibi Allaha Giden bir yoldur, Kuran ve Sünnet Çizgisinden şaşmayan ….

Vesselam
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mart 2012, 20:03   Mesaj No:5
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 745
Konular: 146
Beğenildi:312
Beğendi:100
Takdirleri:3844
Takdir Et:
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

[QUOTE=kamer34;166156]İbn Arabi’nin Vahdet-i Vücud inancının dayanağı olarak ünlü eseri Fusus el-Hikem dikkate alındığında, söz konusu inancını ifade eden bazı söz ve açıklamaları şunlardır......Bu aynı zamanda Tasavvuf dininde genel görüşüdür....


Sayın Kamer bu Tasavvufun değil SİZİN KENDİ BİZATİHİ GÖRÜŞÜNÜZDÜR...Bu şekilde kendi düşüncelerinizi lütfen empoze etmeyin kardeşim , size sunduğum bölümde Şeyhül İslam İbni Teymiyye bu tarz hareketlerin nasıl meydana geldiğini belirtmiş ve bunu Tasavvuf değil BAZI KİMSELER veya ŞEYHLER yaşar demiştir.Siz ise tam tersini dile getirip bunu Tasavvufa yıkıyor ve bunu yaparkende kendi düşüncelerinizi araya sokuyorsunuz bu pek hoş değil kardeşim ...

vesselam


İbn-iarabi kendi pis elleri ile yazdığı kitaba Allah katında inmedir diyor....


Şimdi bunun aksini idda etmeniz lazım bunun olması çokmu zor siz şu ayeti okumadınızmı ;


Şura 51 - Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Şimdi denirki eğer sizin dediğiniz gibi ise kaybedecek birşeyimiz yok sonuçta Şerit zahire bakar ve uymayanlar reddedilir.Lakin İbni Arabi gerçekten Ayetin sırrınca buna muhatap olduysa ve yazdıkları haktan ise , O zaman siz bu pis elleri ile yazdığı ddiğiniz kelamlar için ne halde olacaksınız... ?

'Bu [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...], nefis ârzularının münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en küdsî makamdan indirilmiştir...ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim. (s:5)

Bakara/79- Kendi elleri ile kitabı yazdıktan sonra karşılığında birkaç para elde etmek amacı ile, "Bu, Allah katından geldi " diyenlerin vay haline! Ellerinin yazdığından ötürü vay başlarına geleceklere! (Yine) Kazandıkları paradan ötürü vay başlarına geleceklere!..

Diğer yazdıklarınız zaten ne halde söylenecek kelimeler bunu İbni Teymiyye söylüyor, belkide İbni Arabi bu sölerinden dolayı tevbe etti ... Ve dediğim gibi bir çok Tasavvuf Alimi İbni Arabinin eserlerinde geçen anlatımlarını reddetmişlerdir ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Mart 2012, 21:39   Mesaj No:6
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:54
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

Güzel abim siz ibni Arabiye kafayı taktınız gerçekleri başka tarafa çekiyorsunuz..Burada konu ibni Arabi değil ki....İbn-i Teymiye kendisi bunu izah ediyor...Açtığım “Allah’ın dostları kimlerdir..Başlıklı yazımda İbni Teymiyye diyorki ben her ne kadar bu zatların ismini zikir ediyorsamda asıl amacım bu sapkın düşünce sahiplerinin Allah dostları olmadıkları müşrik kafir olduklarını vurgulamaktır...


O konuyu şimdi güncelleyeceğim inşallah bir bakın...Yani Tasavvufta hani zikir adı altında ”hu”hu” diyorsunuz ya işte ondan tutundan fena halleri,vahdeti-vücud görüşlerine kadar hepsini izah ediyor...

ibni teymiye'nin şöyle dediği rivayet edilir;"Ben Abdulkadir Geylani'nin mukaddes hırkasını giydim, benle onun arasında iki (sufi şeyhi) vardı." Kaynak: Cemaleddin et-Talyani'nin Terğib el-Mutahabbin f'i-l lubs hırka el-mutumaiyizin.
Alıntı

Bak asıl meselemiz burası...Ben kendi adıma söyleyeyim ki tasavvuf büyüklerinin ama hiç birinin hakkında şöyle rivayet ediliyor demedim....Çünkü böyle demiş olsaydım onlara iftira atmış olurdum...Bu zatların kendi kitaplarındaki yazılarını aldım ve sayfa numarasına kadarda dipnotlarını düştüm...Böyle iftiralara benim şahsen karnım tok...

Siz Kuran da şöyle bir raiveyet vardır dediğinizde size sormazlar mı ayet numarasını....?


Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler.
Alıntı

Renklendirdiğiniz satırların sonundaki şu cümlelere bakarmısınız...İbn-i Teymiyye bazı kendende geçip fena haline eren(mest olan) gelen bazı şahıslarında ismini verir ve bunlar bu ruh halinde iken asla hadlerini aşacak cümleler kullanmamışlardır diyor...Buna rağmen sizinde alıntı yaptığınız bu cümlelerinde tevbe ve istiğfar ettiler. diyor...


Fakat konumuz olan bazı zatlar tevbe ettiklerine dair elimizde bir bilgi yoktur...Siz ibni Arabinin tevbe ettiğini söylüyorsunuz...Bunun kanıtını vermiş olsaydınız daha makbul olurdu..Hangi kitabında tevbe ettiğini söylüyor merak ettim...


Bu cümlelerin neresi islama aykırı ve neresi sizin ve tasavvuf din büyüklerinin anlayışını tasdiklemektedir...Kanımca siz kendisini tamamen takva ve zühd üzere yetiştirmiş bazı müslümanlar hakkında söylenmiş sözler ile Tasavvuftaki düşüncelere dayanak olarak görüyorsunuz...


Bakın sayın abim inşAllah birbirimizin kalbini kırmadan biribirimizi anlamaya çalışarak gidersek konuyu daha çok netliğe kavuştururuz...


Kuran’da ehli kitap alimlerinden söz ederken onların yanında Allah’ın ayetleri okunduğunda göz yaşlarını tutamadıklarını görürsün...Şimid bazı insanlarda Allah sevgisi bazı insanlardan çok daha üst düzeydedir...Ben öylesine samimi müslümanlar bilirimki inanın secde ayetini okuduğumda gayri ihtiyarı Allah’ı zikir ederek secdeye kapandığına şahit oldum...Şimdi bu çok farklı birşey ve farklı bir duygu...Bu durum her müslümana nasip olmaz...İbni Teymiyye bu tarz müslümanlardan söz ediyor...Sonra tasavvuftaki vahdeti-vücud ve fena hallerini anlatmaya başlayınca adeta “barut” oluyor...


Esadullah bey var sayalımki ben yanlış anlamışım..adım adım gidelim....

Siz İbni Arab’inin, imam Rabbanin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, ibni Sebi’nin, Hallacı Mansurun, Gazalli’nin, tevhidini benimsiyor musunuz....? Bunların vahdeti-vücud itikadini İslam olarak görüyormusunuz...?


Eğer buna cevap verirseniz İbni Teymiyye’ninde ne demek istediğini anlamış oluruz...Gerçi söylediği şeyler zaten açık orta da ...ama olsun...

Selametle kalın sayın abim...
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mart 2012, 12:41   Mesaj No:7
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 745
Konular: 146
Beğenildi:312
Beğendi:100
Takdirleri:3844
Takdir Et:
Standart Cevap: “İbn-i Teymiyye/ve/vahdeti-vücut “

Güzel abim siz ibni Arabiye kafayı taktınız gerçekleri başka tarafa çekiyorsunuz..Burada konu ibni Arabi değil ki....İbn-i Teymiye kendisi bunu izah ediyor...Açtığım “Allah’ın dostları kimlerdir..Başlıklı yazımda İbni Teymiyye diyorki ben her ne kadar bu zatların ismini zikir ediyorsamda asıl amacım bu sapkın düşünce sahiplerinin Allah dostları olmadıkları müşrik kafir olduklarını vurgulamaktır...

Kamer bey cevaplarınızı okuyunca tebessüm ediyorum … O kadar yazıdan sadece bir kere bahsi geçen İbni Arabiyi çekip aldınız şaştım doğrusu, biryerde sizin bütün konularınızda kafir ilan ettiğiniz en çok ismini zikrettiğiniz şahsı örnek verdik buda size bu yorumu yaptırdı demek …

İkincisi unutmayın Şeyhül İslam Bu Dinin tek açıklayıcısı değil binler Alim mevcuttur.Söyledikleride kendi fikirleridir.Evet İslama hizmetleri tartışalamaz lakin kendisininde uç görüşleri vardır.Bu görüşlerinden dolayı biz kalkıp asla ona KAFİR demedik diyemeyiz de …Bir kere yargıladığın kişiden üstün olman lazım bu bizim haddimiz değil zaten...Ama onun yazdıklarınıda kendi cephesinden bakarak anlayabiliriz…


Biz İbni Arabi yada Şeyhül İslamın şahsiyetlerine ve düşüncelerine Kuran ve Sünnet çizgisinde katılırız ama bunun dışındaki görüşlerini almayız bundan dolayıda ne Şeyhül İslamın gittiği yolu karalarız nede İbni Arabi yada diğerlerinin gittiği yolu ….Aslolan da budur…


Hala Tasavvufu tekfir ettiği bir delil sunamadanız bakın Cüneydi Bağdadi ksa hakkında ne güzel demiş ama okumamışsınız sanırım demek Şeyhül İslam sadece kişilerin yanlışlarını ele alıyor ve bunun nedenlerinide bildiriyor…zaten bu ERDEMDİR …


O konuyu şimdi güncelleyeceğim inşallah bir bakın...Yani Tasavvufta hani zikir adı altında ”hu”hu” diyorsunuz ya işte ondan tutundan fena halleri,vahdeti-vücud görüşlerine kadar hepsini izah ediyor...

Şimdi birinci melse;

Tasavvufta hu hu diye bir zikir tarzı yoktur.Bu sizin her zamanki gibi kendi yakıltırmanızdır.Tasavvufta zikir çeşitleri bellidir açın okuyun ki yanlış bilgi vermeyin iftiraya mahal olmasın …


Hem Allah azze ve cel bile;
«İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur.» buyururuyorsa bu konuda kime söz hakkı düşer…? Ama değilmi her zamanki gibi ayeti yanlış yerde kullandık , yanlış anladık ….


İkinci Mesele ;


Bize tasavvufta Vahdeti Vücut görüşünü benimseyen, kişileri, grupları yada bunu uygulayan ve idda eden Tarikleri sunarmısınız…? Yani Şu Şahıs bunu idda etmiştir yada şu grup bunu yaşadığını idda eder veya şu Tarik bunu yaşatır gibi …
Sunacağınız belli bir kaç örnektir zaten

Bu Tasavvufun değil , Amcanızın da belirttiği halleri yaşayan ve bir sarhoşluk anında söyleyen kişilerin iddasıdır….Sanırım bu paragrafta sizin çıkış noktanız olacak …


ibni teymiye'nin şöyle dediği rivayet edilir;"Ben Abdulkadir Geylani'nin mukaddes hırkasını giydim, benle onun arasında iki (sufi şeyhi) vardı." Kaynak: Cemaleddin et-Talyani'nin Terğib el-Mutahabbin f'i-l lubs hırka el-mutumaiyizin.

Alıntı

Bak asıl meselemiz burası...Ben kendi adıma söyleyeyim ki tasavvuf büyüklerinin ama hiç birinin hakkında şöyle rivayet ediliyor demedim....Çünkü böyle demiş olsaydım onlara iftira atmış olurdum...Bu zatların kendi kitaplarındaki yazılarını aldım ve sayfa numarasına kadarda dipnotlarını düştüm...Böyle iftiralara benim şahsen karnım tok...

Şimdi delil size göre eğer o şahsın yazdıkları ise bir kere risalede ikinci fena halini okuduktan sonra sükut etmeniz lazım gelirdi, daha önemlisi ise bu sunduğunuz sadece bir tercüme dir ki şahıs içine neler kattı bilemeyiz o zaman bize orjinalini sunmanız gerekir…

Siz delillere bakamıyorsanız bu bizim zafımız değildir yada sunduklarımızın aksini göstermeniz gerekir yada doğru olmadığını, Bir çok İslam Alimi kabul etmiştirki Şeyhül İslam tasavvufa değil bu yoldaki bazı kişilerin uç noktalardaki sarf ettikleri Şeriata aykırı kelamlara karşıdır buda en doğrusudur…Siz delil istiyor ama delilleri dahi kabul etmiyorsunuz Şeyhül İslamıda bulamayacağımıza göre size sizin sunduklarınızla yaklaşıyoruz onuda kabul etmiyorsunuz….


Siz Kuran da şöyle bir raiveyet vardır dediğinizde size sormazlar mı ayet numarasını....?

Kuran ile yazılan eserleri bir tutmanızda çok manidar açıkçası ama bazen Kuran ayetlerini bile kendisinin anladığı gibi kabul edenler var, kimseye bırakmıyorlar Allah KelamınıEğer deseydi Allah Azze ve Cel Teymiyyenin kitabınıda biz koruyacaz o zaman lafımız olmazdı …


Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler.
Alıntı

Renklendirdiğiniz satırların sonundaki şu cümlelere bakarmısınız...İbn-i Teymiyye bazı kendende geçip fena haline eren(mest olan) gelen bazı şahıslarında ismini verir ve bunlar bu ruh halinde iken asla hadlerini aşacak cümleler kullanmamışlardır diyor...Buna rağmen sizinde alıntı yaptığınız bu cümlelerinde tevbe ve istiğfar ettiler. diyor...


Evet Bu zatlar Tasavvuf erbabımıdır değilmidir …?


Fakat konumuz olan bazı zatlar tevbe ettiklerine dair elimizde bir bilgi yoktur...Siz ibni Arabinin tevbe ettiğini söylüyorsunuz...Bunun kanıtını vermiş olsaydınız daha makbul olurdu..Hangi kitabında tevbe ettiğini söylüyor merak ettim...



Şimdi dedimya okumakta bir sorun yaşıyorsunuz yada kendinizi haklı çıkarmak ve kişiye olan öfkenizden yanlış ithamlarda bulunuyorsunuz bakalım biz ne demişiz siz demişsiniz yada nasıl çarpık anlamışsınız ;

Bakın biz ne demişiz ;


Şimdi daha evvelde dedim eğer
İbni Arabide bu şekilde tevbe etmiş ve Tevvab olan Allah onun tevbesini kabul etmişse siz onu küfür ehli ilan ediyorsunuz bunun yükü ne olur ?

Burada biz nerde demişiz tevbe etti diye...? hamd olsun yalancı şahitlerden değiliz ….Ama siz delil istemek uğruna çabalarınız için maalesef yanlış aktarıyorsunuz …


Bu cümlelerin neresi islama aykırı ve neresi sizin ve tasavvuf din büyüklerinin anlayışını tasdiklemektedir...Kanımca siz kendisini tamamen takva ve zühd üzere yetiştirmiş bazı müslümanlar hakkında söylenmiş sözler ile Tasavvuftaki düşüncelere dayanak olarak görüyorsunuz...

Bu kişiler Tasavvuf ehlidir sayın kamer hala ısrar etmeyin lütfen diyorumya okumuyorsunuz , bakın gine yazalım Allah için ;

Aynen böyle, sûfiyenin şeyhlerinde de(burası aşağıda adı geçen Şeyhleri kasıttır ), kendisine fena hali, onunla iyiyi kötüden ayırd etme gücünün zayıfladığı sarhoşluklara müptelâ insanlar vardır.
Bu kimseler bu sarhoşluk ve kendini kaybetme zamanlarında bir takım sözler söylediler, fakat bu halden ayılıp kendilerine geldikleri zaman sarhoşken söyledikleri sözlerden ötürü tevbe ve istiğfar ettiler.

Mesela:Ebu Yezid'i Bestami, Ebu Hasan en-Nuri, Ebu Bekri Şibligibiler hep böyledir.
Ebu Süleyman-ed-Darani, Ma'ruf-u Kerhi, Fudayl bin Iyaz ve Cüneyd-i Bağdadive daha bir çokları böyle değildir. Bunlar seyri sülük halinde iken (Tasavvuf yolunun en bilinen özelliğidir yani Tasavvufu övüyor burada yoksa seyride inkar ederdi)akılları başlarında iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak şuurda idiler ve onun için asla şeriata aykırı sözler söylemediler. Aklı şaşırtan bu çeşit bir fena haline hiç duçar olmadılar. Hayır, bin kere hayır. Onlar, sarhoşluk içinde saçmalamadılar.

Bunlar kitap ve sünnetin hidayeti ile hidayetlenen (doğru yolu ile beslenen), kalplerinde Allah sevgisinden, Allah'ı istemekten, O'na kulluk etmekten başka bir şey bulunmayan, (düşünmeyen ve yapmayan) büyük kâmil mü'minlerdir.

İşte sizinde yapmanız gereken bu Tasavvufu değil içindeki Şeriat dışı görüşü olan kişileri eleştirmek bunu yaparsanız kimse size sen hatalısın demez yada eğer cevap gerekse cevap verir sayın kamer, siz kişilere bakarak geneli tekfir ediyorsunuz yanlış olan bu ….



Bakın sayın abim inşAllah birbirimizin kalbini kırmadan biribirimizi anlamaya çalışarak gidersek konuyu daha çok netliğe kavuştururuz...

Kalp niye kıralım güzelce yazışıyoruz inşallah…


Kuran’da ehli kitap alimlerinden söz ederken onların yanında Allah’ın ayetleri okunduğunda göz yaşlarını tutamadıklarını görürsün...Şimid bazı insanlarda Allah sevgisi bazı insanlardan çok daha üst düzeydedir...Ben öylesine samimi müslümanlar bilirimki inanın secde ayetini okuduğumda gayri ihtiyarı Allah’ı zikir ederek secdeye kapandığına şahit oldum...Şimdi bu çok farklı birşey ve farklı bir duygu...Bu durum her müslümana nasip olmaz...İbni Teymiyye bu tarz müslümanlardan söz ediyor...Sonra tasavvuftaki vahdeti-vücud ve fena hallerini anlatmaya başlayınca adeta “barut” oluyor...

Allah razı olsun....!!!, niye göremiyorsunuz, o vahdeti vücudu idda edene ve bu tarz uç çıkışları olanlara itiraz ediyor Tasavvufa değil, Tasavvuf ki Kuran ve Sünnet dışı her şeyi reddeder bu kişi bunu demişse kendi iddasıdır, ama Tasavvuf yolundadır.Şimdi Kuranı savunan bir kişi ayeti kendi kafasına göre çevirse yada ayeti reddetse bu kişinin küfrü bütün Müslümanlarımı küfür ehli eder ? Bu kadar basit , yani siz illa TASAVVUF EHLİ ŞİRK EHLİDİR düşüncenizi empoze deceksiniz bunun içinde hep konuyu buraya getiriyorsunuz böyle olurmu …

Elbette Allahın c.c. ayetleri okununca Onun adı geçince kalbi titreyendir Müslüman , Onun sevgisinden kendini kaybeden mest olandır Müslüman, biz sizi Allah için seviyoruz amacı Kuran ve Sünnet olan herkesi de seviyoruz ama ayrımı yapmak çok önemlidir kamer kardeş Allah Azze ve Cel bizi duygusu ile değil aklı ile konuşanlardan eylesin….



Esadullah bey var sayalımki ben yanlış anlamışım..adım adım gidelim....

Siz İbni Arab’inin, imam Rabbanin, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, ibni Sebi’nin, Hallacı Mansurun, Gazalli’nin, tevhidini benimsiyor musunuz....? Bunların vahdeti-vücud itikadini İslam olarak görüyormusunuz...?

Bakın sevgili kardeşim Şeriat zahire hükmeder değilmi? Kim olursa olsun Kurana ve Sünnete muhalif bir kelam ederse ve bunuda hale yorarsa bu kendi düşüncesidir.Bunun mesuliyeti kendinedir.

Şimdi bu sözleri söyleyen zaten belli başlı şeyhlerdir ama kalıp bunlardan dolayı biz Tasavvufu yeremeyiz bu Tasavvufun öğretisi değildir, amacı Kuran ve Sünnettir…İkincisi bu kişilerin son hallerini biz bilemeyiz bunun içinde Kafir ilan etmek vebaldir.Denilebilir ki bu sözlerinden dolayı Küfür işlemişlerdir.Ama sonrasını bilemeyiz …


Şimdi gelelim bunların bu düşüncesine, en güzel cevabı gine erbabından bakalım;


İmam-ı Rabbani ksa


(Tevhîd-i şühûdî) bir olarak görmekdir. Yanî sâlik [yolcu], herşeyi yapanı bir görür. Ayrı ayrı şeyler görülmez. Tevhîd-i vücûdî, var olanı, bir bilmekdir. Ondan başka herşeyi yok bilmekdir. Yok olmakla berâber, O bir mevcûdun aynaları sanmakdır. Tevhîd-i vücûdî, ilm-ül-yakîn kısmından oluyor [yanî kalb ile bilmekdir]. Tevhîd-i şühûdî ise, ayn-ül-yakîn kısmından oluyor [yanî, görmekdir]. Tevhîd-i şühûdî, bu yolda, elbette vardır. [Her sâlik, buna yakalanacakdır.] Çünki, bu tevhîd olmadıkça, Fenâya kavuşulamaz, ayn-ül-yakîn nasîb olamaz. Çünki, birşey görülür ve görünmesi kuvvet bulursa, başka hiçbirşey görülemez. Tevhîd-i vücûdî ise, böyle değildir. Yanî, lâzım değildir. Çünki böyle marifet [bilgi] olmadan da, ilm-ül-yakîn hâsıl olur. Mevcûdun bir olduğunu, ilm-ül-yakîn ile bilmek, Ondan başka şeyleri yok bilmeği îcâb etmez. Yanî, Allahü teâlâyı var bilmek ve bu bilginin, insanı kaplaması, Ondan başka şeyleri bilmemeği îcâb etdirmez. Meselâ, bir kimsede, güneşin var olduğuna yakîn hâsıl olunca, bu yakîn, bu kimseyi kapladığı zemân, yıldızları yok bilmesi lâzım gelmez. Fekat, güneşi gördüğü zemân, yıldızları elbette görmez. Güneşden başka birşey görmez. Yıldızları görmediği için, yıldızları yok bilmez. Hattâ, var olduklarını, fekat görünmediklerini bilir. Bu kimse, bu zemân, yıldızlar yokdur diyenlere inanmaz. Sözlerinin doğru olmadığını bilir. İşte tevhîd-i vücûdî, bir mevcûddan başka, her şeyi yok bilmek olup, akla ve islâmiyyete uygun değildir.

…………………………………..

İşte Sôfiyye-i aliyyenin büyüklerinden bazısının, islâmiyyete uymıyor görünen sözlerini, bazı kimseler tevhîd-i vücûdî sanmışdır. Meselâ, Ebû Mensûr-i Hallâcın (Enelhak) sözü ve Ebû Yezîd-i Bistâmînin rahmetullahi aleyh (Sübhânî) sözü ve bunlar gibi sözler, böyledir. Böyle sözleri, tevhîd-i şühûdî bilmemiz lâzımdır. Bu sûretle, islâmiyyete uygun olurlar. Bu büyükler, o hâl içinde, Allahü teâlâdan başka, hiçbirşey göremeyince, bu sözleri söylemiş, Allahü teâlâdan başka birşey yokdur, demek istemişlerdir. (Enelhak) demek, ben yokum, Allahü teâlâ vardır, demekdir. Kendini görmeyince, var olduğunu bilmemişdir. Yoksa, kendini görüp, Hak teâlâyım dememişdir. Böyle söylemek küfrdür.

Süâl: Kendinin var olduğunu bilmemek, yok bilmek değil midir Bu da, tevhîd-i vücûdî olmaz mı

Cevâb: Var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir. O zemân, şaşkınlık hâlidir. Akl işlemez. Hiçbir şeye hükm, karâr verecek hâlde değildir.

İbni Teymiyye de aynen bunu dile getirmiştir.

(Sübhânî) sözü de, Hak teâlâyı tenzîhdir. Kendini tenzîh değildir. Çünki, kendi varlığını bilmemekdedir. Birşeye hükm edemez.

[Hindistândaki islâm âlimi Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, (Merec-ül-bahreyn)de diyor ki, (Tesavvuf büyükleri, islâmiyyete uymıyan sözleri söylerken çok kızan ve çok sevinen insan gibidirler. Kızmak ve sevinmek, insanın aklını örter. İhtiyârını giderir. Tesavvuf serhoşları da, böyle şuûrsuz konuşmuşlardır. Bu hâllerinde mazûr iseler de, böyle sözlerine uymak câiz değildir).].

(Ayn-ül-yakîn) makâmı, hayret, şaşkınlık makâmıdır. Bu makâmda, bazıları, böyle şeyler söylemişdir. Bu makâmdan kurtarıp da, hakk-ul-yakîn makâmına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyliyemez ve haddi aşmazlar.

Gine şeyhül İslamın görüşünün aynısıdır.

Zemânımızda, tarîkata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu süsü vererek, tevhîd-i vücûdîyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrûm kalmışlardır. Tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayâlleri ile manâ vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde söylemekdedirler.

Tesavvuf büyüklerinin kitâblarında, tevhîd-i vücûdîyi gösteren, böyle sözler görülürse, ilk zemânlarında, ilm-ül-yakîn mertebesinde söylemiş olduklarını, sonra bu makâmdan ilerleyip, ayn-ül-yakîn makâmına götürüldüklerini düşünmelidir.


……………………………..

Bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemânımızda bazıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve bazıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhîd-i vücûdî yolunu tutmuş, sevâbı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, Allah yapıyor diyor. Hattâ, herşeyi Hak teâlâ biliyorlar. Bu kurnazlıkla islâmiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. Böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. İbâdet etmek lâzımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islâmiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. Hâşâ ve kellâ! Öyle değildir. Hiç de, dedikleri gibi değildir. Bunların kötü düşüncelerinden, Allahü teâlâya sığınırız!

Tarîkat ve islâmiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. Aralarında kıl ucu kadar fark yokdur. Ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. İslâmiyyete uymıyan herşey bozukdur. Atılması lâzımdır. İslâmiyyetin istemediği bir müslimânlık, zındıklıkdır. İslâmiyyete yapışarak hakîkati aramak, tesavvufdur.

Allahü teâlâ, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin aleyhisselâm yoluna, hem zâhirde, hem bâtında, tâm uymakla şereflendirsin! Âmîn.


Mektubat 43.Mektup

Nihâyet, Cenâb-ı Hakkın sonsuz lutf ve inâyeti, ânsızın, imdâdıma yetişip, bîçûn, bî keyf olan [yanî anlaşılmaz olan] cemâlden perdeler, birdenbire kaldırıldı. [Sanki seller, felâketler yapan fırtınalı kara bulutlar, bir ânda sıyrılıp, mâvi semâ açıldı. Güneş heryeri aydınlatdı.] Önceden olan, vahdet-i vücûd, ittihâd, Allahü teâlânın herşeyle birleşmiş, berâber görünmesi gayb oldu. İhâta, sereyân, kurb ve maıyyet, yanî Allahü teâlânın heryeri kaplaması, doldurması, yakın olması gibi bilgiler, örtüldü, gitdi. İyice anladım ki, yaratanın, yaratdıkları ile hiçbir benzerliği, hiçbir bağlılığı yokdur. İhâta, kurb gibi şeyler, Ehl-i sünnet âlimlerinin Allahü teâlâ o büyük âlimlerin çalışmalarına çok mükâfât versin bildirdiği gibi, hep Allahü teâlânın, ilmi içindir. Kendisi için değildir. Allahü teâlâ hiçbirşeyle birleşmiş değildir. O, Odur, mahlûklar, mahlûkdur. O, bîçûndur, erişilmez, anlaşılmaz, anlaşılamaz. Bütün âlem ise, his olunan, anlaşılabilen şeylerdir. Anlaşılamıyan anlaşılan gibi olamaz. Vâcib, mümkin gibidir denemez. Kadîm olan, hâdis olana benzemez. Yokluğu mümkin olmıyan, yok olabilen gibi değildir. Hakîkatler değişemez. Birisi için olan, öteki için söylenemez. Ne kadar şaşılacak şeydir ki, şeyh Muhyiddîn-i Arabî kuddise sirruh ve onun yolunda giden büyükler [onların sözlerinden ezberleyip, ötede beride söyleyen, yazan, câhiller değil], (Allahü teâlâ, hiçbir sûretle anlaşılmaz. Hiçbir şeye benzemez) dedikleri hâlde, Zât-i ilâhî, herşeyi ihâta etmiş, kaplamışdır, herşeye yakîndir, herşeyle berâberdir diyorlar. Bunun doğrusu, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğidir. Yakîn olan, ihâta eden, Allahü teâlânın kendisi değil, ilmidir.

………………………..

Tevhîd-i vücûdî bilgileri yok olup da, başka ilmler, ma rifetler hâsıl olduğu zemân, çok üzülmüşdüm. Çünki, vahdet-i vücûd ma rifetlerinden dahâ üstün şeyler bulunacağını bilmiyordum. Bu ma rifetlerin yok olmaması için yalvarıyor, çok düâ ediyordum. Fekat, perdeler, temâmen kalkıp, hakîkat bütün açıklığı ile bildirilince, anladım ki, âlemler, mahlûklar, Sıfât-ı ilâhiyyenin aynaları ve Esmâ-i ilâhiyyenin görünüşleri ise de, (Tevhîd-i vücûdî) var diyenlerin sandığı gibi, görünenler, gösterenin kendi değildir. Bir şeyin gölgesi, o şeyin kendisi değildir.


………………………………………..
Mektubat 31.mektup

Umarız yeterlidir ...

Eğer buna cevap verirseniz İbni Teymiyye’ninde ne demek istediğini anlamış oluruz...Gerçi söylediği şeyler zaten açık orta da ...ama olsun...


Evet gayet açık ama siz bir türlü anlayamıyorsunuz yada anlıyorsunuz ama iddalarınız için bu hali sergiliyorsunuz, İbni Teymiyye yi bari kötü aksettirmeyin bizlere hoş biz onu biliyoruz ama bilmeyenlere düşman etmeyin, Bu irşad değil uzaklaştırmadır ….

Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
“Bize ne oldu?" GÖKCEN_AZRA Serbest Kürsü 2 25 Aralık 2014 23:58
“aşk’ın çilesi” TELMİHA Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler 2 29 Kasım 2012 08:58
Her Şey “LA” Demekle Başlar Medineweb Kur'ân-ı Kerim Genel 4 16 Ağustos 2012 23:37
“Elif-lâm-mîm-“Elif-lâm-râ” BEDİİ HAMİT Makale ve Köşe Yazıları 9 02 Ağustos 2012 02:24
Kemalist TSK’ya, Taarruzda da “Allah Allah” Yerine “Atatürk Atatürk” Demek Yakışır YaŞuHa Muhtelif Konular 0 09Haziran 2011 21:29

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.