Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 Arkadaşları:6 Cinsiyet: Yaş:31 Mesaj:
1.005 Konular:
399 Beğenildi:31 Beğendi:5 Takdirleri:53 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Davetçinin duruş ve üslubu Davetçinin duruş ve üslubu Davetçinin duruş ve üslubu İşte onun için Sen (Kur'an’a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir…” (Şura: 15) Ayet-i kerimenin, bir kısmını zikretmiş olduk. Ayet-i kerime kısa olmasına rağmen, görüldüğü gibi birçok konuyu ihtiva etmektedir. İslam davetçilerinin davet yolundaki istikametlerini belirleyecek mühim işaretler taşımaktadır. Ayet-i celile, davetçilerin efendisi ve insanlığın yegâne kurtarıcısı olan Hz. Muhammed ()’in şahsına hitap etmekte ve Onun yüce şahsında davetçilere, davet dersini vermektedir. Bundan önceki ayetlerde, Müslümanlara, “ayrılığa düşmemeleri” konusunda ciddi uyarılarda bulunulmakta ve akabinde de, “ehl-i kitabın, azgınlıkları sebebiyle ayrılığa düştükleri” hatırlatılmaktadır. Tefrikaya düşme konusunda eh-i kitaptan örnek verilmesi ve bu tefrikalarına sebep olarak da “azgınlıklarına” vurgu yapılması Müslümanlar için ciddi bir uyarı niteliği taşımaktadır. Bu uyarıdan sonra da, Müslümanların birlik ve bütünlüklerini koruma ve İslami istikametlerini muhafaza etme hususunda, önlerine işaret levhaları dikilmektedir. “İşte onun için Sen (Kur'an’a) davet et!” Burada zikri geçen “Felizalike” tabiri için İmam Kurtubi: “ile’l Kur'an” tevili yapmaktadır. Yani “Kur'an’a davet et” ifadesini çıkarmaktadır. Ehl-i kitap olan kâfirlerin içine düşmüş oldukları vahim duruma düşmemek ve tefrika belasıyla tükenmemek için Rabbimiz, önümüze “İle’l Kur'an / Kur'an’a yönel” reçetesini koymaktadır. Zira Kur'an, bütün manevi hastalıkların ilacı, birlik ve bütünlüğün harcı, yolunu yitirmişlerin pusulası, çaresizlerin sığınağı ve kopmak bilmeyen hablullahi'l-metin’dir. O, insanlığın yegâne nizamı, sistem ve kanunudur. Ahkemü’l-hakimin’in hükmü, bir peygamber ve bir devlet reisi olarak Hz. Muhammed ()’in elindeki şaşmaz ve değişmez olan- ANAYASA’sı idi. Ona yönelen huzur bulur, ona sarılan selamete ulaşır, ayrılık ve tefrikadan emin olur. O, davetçinin yegâne esin kaynağı, diri tutan ruhu, yolunu aydınlatan nuru, hakikati gösteren besairi, ellerini kavrayan yedullah ve sırtlarını pek kılan nefes-i Cibrildir. O, davetçinin yansıyan ahlakı, kemalatının resmi ve güzelliğinin revnakıdır. Onun boyasıyla aydınlanmayan bir davet, insanlığa hayat vermekten uzak, ölü bedenleri diriltmekten yoksun ve sahibine seraptan başka bir şey kazandırmayan beyhude bir çabadır. Ali Ulvi Kurucu, hatıralarında Hasan el-Benna’dan bahsetmekte ve onu, ümmete mürşid kılan ve onu bu makama taşıyan olgunun, “Kur'an’a olan vukufiyeti olduğu” gerçeğini öne çıkarmaktadır. Gerçekten o, bir Kur'an muallimi idi! Bu muallimliğini, şehadetle de taçlandırıp ölümsüzleştirmiştir. İslam davetçisi olup da onun rahle-i tedrisinden geçmeyen hemen hemen yoktur… Seyyid Kutup, Kur'an’ın etkileyici gücünden söz ederken yaşamış olduğu bir olaydan haber vermektedir. ABD’ye gemiyle yolculuk ederken, Cuma namazını kıldıklarını ve kendisinin de imam olduğunu bildirmektedir. Gemide bulunan turistlerin de merakla namazlarını takip ettiklerini söyler. Namazdan sonra Kanadalı bir bayan turist yaklaşıp şöyle der: “Sen konuşurken, konuşmalarının arasında çok etkileyici cümleler vardı, o cümleler ne idi, niçin o kadar etkileyici idi?!” Seyyid Kutub “Etkileyici cümleler dediği kısmın, hutbede okuduğum ayetlerdi” der. Kur'an’ın etkileyici gücü hakkında, yine Kur'an’ın kendisi haber vermektedir: “Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (O kitap yine bu Kur'an olacaktı)….” (Ra’d: 31) Bu mucize-i sermedi elimizde iken, Resulümüzün pak olan sünneti yolumuzu aydınlatıyor iken, mürted sistemin zulmü altında bu kadar zamandır inim inim inlememiz, Zerdüşt olan örgütün topraklarımızda ve halkımızın ta kalbinde yeşerip boy atması nasıl izah edilebilir! Kuşkusuz bütün bu olup bitenler, arızi olan durumlardır! Asıl olan, yine belirmiş ve güneş gibi toplumu bir baştan bir başa kuşatmıştır. Bu mürtedlerin ömürlerinin daha fazla uzamaması için, Rabbimizin fermanıyla, “İle’l-Kur'an!” evet, Kur'an’a bir bütün olarak yönelmemiz ve onun davetçilerini yetiştirmek için, gerekirse sırtımızdaki gömleği, ağzımızdaki lokmayı verip seferber olmamız gerekir… “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” Bu ağır hitabın, başta Hz. Resulullah aleyhi's-salatu ve's-selam’a olduğu gerçeğini düşünürsek ve bu uyarı ile Hz. Resulullah aleyhi's-salatu ve's-selam’ın sarsılıp çöktüğünü ve belirgin bir şekilde yaşlılık alametlerinin şahsında belirdiğini kavramaya çalışırsak, özellikle İslam davetçilerinin ve mücadele erbabının, nasıl kemikleri çatırdatan bir teklifle karşı karşıya oldukları daha rahat anlaşılmış olur. Hz. Peygamber aleyhi's-salatu ve's-selam’ın bütün zerreleri doğruluğu yansıtmakta idi. O, doğruluğun ta kendisi idi. Doğruluk, Onun şahsında tecessüm etmiş ve Onun şahsiyetiyle hayat bulmuştu. Buna rağmen, “dosdoğru ol!” hitabına muhatap olması… Bu toplumun şartlarında dünyaya gelmiş, büyümüş, sistemin kurumlarından eğitim almış, onların gıdalarından beslenmiş ve İslam davetçisi olarak da tebarüz etmiş şahsiyetlerin bu hitap karşısındaki durumları, çok daha zor olması ve bel kemiklerinin çatırdatması, beyinlerinden şimşeklerin çakması ve kalplerinin yerinden fırlaması gerekir… Anlayışta, amelde, helal ve haram çizgisini korumada, mücadele yolundaki tavizsizlikte, bela ve musibetleri göğüsleyip hakkı haykırmada, hile ve desiselere karşı uyanık olup tağutların tuzaklarını boşa çıkarmada, görünmeyen hallerdeki meşguliyetlerde Kur'an ve sünnet ekseninden şaşmadan, “dosdoğru olmak!” gerekmektedir. Hem de Rabbimizin emrettiği şekilde dosdoğru olmak! Zira doğruluğun sınırlarını belirlemede, nasıllık ve niceliğini tayin etmede tek yetkili olarak Rabbimiz kendisini göstermektedir. Çünkü bu iş insanlara bırakılsaydı, insanlar adedince doğrular ortaya çıkacaktı. Bu konuda örnek şahsiyetler, peygamberler ve onların hatemi olan Hz. Muhammed aleyhi's-salatu ve's-selam’dır. O, Allah (cc)’ın emrettiği şekilde dosdoğru olmuştur. Onun şahsiyetinin yansıyıcıları ve sünnet-i seniyyesinin taşıyıcıları da, kuşkusuz dosdoğru olanlardır. Her davetçi, bir lahza da olsa, kendini mahşerde ve kurulan mizan karşısında düşünüp, o hassas terazide ve Rabbinin huzurunda “dosdoğru ol!” hesabını verdiğini tahayyül edip, oradaki durumunu tüm zerreleriyle yaşamalı ve gerçekten kurtulmuş olarak o vartayı atlayıp Firdevs cennetlerine doğru hızlı adımlarla gidip gidemeyeceğini çok iyi muhasebe etmelidir. Her insan, kendini en iyi bilendir. Eğer gerçekten vicdan muhasebesini yaparsa, bulunduğu noktayı çok iyi keşfedebilir ve akıbetinin nasıllığını tahmin edebilir… O zaman, tekrar ayet karşısına geçip, daha bir dikkat ve daha bir samimiyetle tefekkür ve tedebbür edip; “emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ikaz-ı ilahiyi, daha bir derinden yaşamalı onun etkisini daha sarsıcı bir şekilde tüm zerrelerimizde hissetmeye çalışmalıyız. “…Onların heveslerine / arzularına uyma!” Müslümanları, bahusus İslam davetçilerini, İslam dairesinin dışına çıkarıp arzularına ram etmek için, kâfirler, münafıklar ve düşük karakterli mahlûklar, her dönemde olduğu gibi günümüzde de daha artan bir yoğunlukta ve enva-ı çeşit enstrüman kullanarak icra-ı faaliyetlerini sürdürmektedirler. Günümüzde, kâfirlerin sahip olduğu imkânlar da göz önünde bulundurulduğunda, davetçilerin nasıl büyük bir tehlikeyle karşı karşıya oldukları açık ve nettir. İslami hareket etiketini taşımalarına rağmen bugün, büyük şeytan olan ABD’nin emir ve himayesinde olan, onların şeytani politikaları doğrultusunda hareket eden maalesef yığınlarca oluşum vardır. İslam davetçilerinin, tağutların ve azgın olan kâfirlerin arzularına uymama, onların heveslerine teslim olmama konusunda çok dikkatli ve uyanık olmaları gerekir. Aksi takdirde sözde amellerinin, Allah (cc)’ın terazisinde hiç ama hiçbir ağırlığı olmayacaktır. “…Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum…” Allah (cc)’ın indirmiş olduğu bütün kitaplara, aralarında hiçbir ayırım yapmaksızın, O’ndan indirildiği şekliyle iman etmek Müslümanların en belirgin özelliklerindendir. Allah (cc)’ın Kitab-ı mubininde bildirdiği bütün ayetlere ve o ayetlerin ahkâmına bilakaydu şart iman edip teslim olmak ve icaplarını yerine getirmek, müminlerin imanlarının vazgeçilmez bir gereğidir. Davetçileri ve genelde müminlerin en önemli özelliklerinden biri de, adaleti gözetmeleri ve en kâmil manada ikame etme gayreti içinde olmalarıdır. Adalet, Allah (cc)’ın yeryüzündeki mizanı, mazlumların imdadına yetişen güçlü iradesi ve hakkın tahakkukunu sağlayan keskin kılıcıdır. Allah (cc)’ın bu şaşmaz iradesinin yeryüzünde ikame edilmesi ve tenfizinin sağlanılması görevi de kuşkusuz davetçilerin ve İslam mücahitlerinin sorumluluğuna tevdi edilmiştir. İslam dininin en önemli hedeflerinden birinin de adaleti gerçekleştirmek olduğu muhakkaktır. Hem de bütün yeryüzünde en hassas bir şekilde adaleti gerçekleştirmek, onun niha-i hedeflerindendir. Bu işle görevli olan davetçilerin ve dava erbabı mücahitlerin, öncelikle İslam adaletini kendi şahıslarında ve mabeynlerinde en hassas ve görkemli bir şekilde yaşama sorumlulukları vardır. Bunu gerçekleştirmedikleri sürece, bu işin talipleri oldukları iddiası, fazla gerçekçi olmadığı gibi insanlar nezdinde de kabul görülmeyeceği muhakkaktır. “…Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir…” İslam davetçilerinin davet üslubuna şekil verecek ve çerçevesini belirleyecek önemli bir mikyasla karşı karşıyayız. Burada muhatap olanlar, Ehl-i kitap olan kâfirlerdir. Onların Allah (cc)’ın Rububiyeti konusunda saf ve berrak bir inanca sahip olmadıkları açıktır. Din adamlarını Allah (cc)’tan başka rabler edindikleri Kur'an hüccetiyle sabittir. Buna rağmen onlar, İslam’a davet edilirken, ortak bir Rabbin vurgusu yapılması ve bunun öne alınması çok manidardır. Onlara davetin iletilmesi ve dinlemelerinin sağlanılması için bu tür ortak paydalardan söz edilmesi davetin başarısı konusunda çok önemlidir. Muhatabın gönlünü okşayacak ifadelerin yerine nefretini ve inadını depreştirecek sözcüklerin kullanılması, davetin başarısızlığına zemin hazırlayan yaklaşımlar olduğu kesindir. “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin” ölçüsü de, bu ayetin muradıyla kesişmektedir. Hasan el Benna’nın: “İttifak ettiğimiz konuları öne alır, ihtilaflarımız konusunda da birbirimizi mazur görürüz” yaklaşımı da kuşkusuz bu anlayışı yansıtmaktadır. Bugün, İslam davetçilerinin üslup olarak daha yumuşak ve daha kucaklayıcı olmaları büyük bir zarurettir. Bütün ortak değerlere ve inanç manzumesine sahip olmamıza rağmen, Müslümanlarla omuz omuza veremeyişimizin, sert üsluptan, rijit yaklaşımdan ve özellikle müsamahasızlıktan kaynaklandığı muhakkaktır. Üslubumuzu, Kur'an ve sünnet temeline indirgememiz, merhamet libasını giydirmemiz büyük bir zarurettir. Bugün, İslam ümmetinin içine düşmüş olduğu hal, bizi birbirimize daha çok şefkat ve merhamet göstermeye yöneltmeli değil midir? Faruk HAMZA İnzar Dergisi Ekim 2010 |