Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Ağustos 2011, 13:43   Mesaj No:1

MusabBinumeyr

Medineweb Sadık Üyesi
MusabBinumeyr - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:MusabBinumeyr isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13855
Üyelik T.: 22 Mayıs 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:
Memleket:Güneşin Doğduğu YerdeN..
Yaş:37
Mesaj: 745
Konular: 254
Beğenildi:52
Beğendi:0
Takdirleri:160
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Mü'minin şikayete hakkı yoktur./medineweb

Mü'minin şikayete hakkı yoktur./medineweb



İmtihan dünyasında yaşayan insan, her zaman bir belaya, felakete ve derde mübtela olabilir. Bazen diğer insanlar ve arzî hâdiseler yol vermezler ona; bazen de çeşit çeşit musibetler, altından kalkılmayacak şekilde çetin cereyan eder.


Ne var ki, hakiki bir mü'min, görüp duyduğu bütün olumsuzluklar karşısında ne sarsılır ne sendeler ne de tereddüde düşer. Başına gelenleri imtihan sayar; imtihanları tevekkül ve teslimiyetle karşılar, yolunu kesen töre bilmezlere insanlık dersi verir, her hareket ve davranışını ötelerden gelen emirlere uyma inceliğiyle değerlendirir ve sabr-ı cemil içinde Hakk'ın rızasını tahsil etme hedefine doğru ilerler.

Musibetlerle İmtihan

Musibet karşısındaki temel disiplin, onun Cenâb-ı Hakk'ın emirber bir neferi olduğunu düşünmek ve şikayet ifade eden sözlerden kaçınmaktır. Hususiyle musibetin gelip çarptığı ilk anlarda sızlanmaların şekvâya (şikayete) dönüşmemesi için sükûtu tercih etmek lazımdır. Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in "Mü'minin sükûtu tefekkür, bakışı ibret ve konuşması da hikmet olmalıdır." beyanı istikametinde, inanan bir insan, eşya ve hadiseleri ibret nazarıyla süzmeli, konuşmadan önce durup tefekkür etmeli ve dile geldiği zaman da hep hikmet incileri döktürmelidir. Dolayısıyla, bir bela ve musibet isabet edince yapılması gereken, irâdî olarak susmak, hadisenin çehresindeki kaderî yazıları okumaya çalışmak, düşünmek, ondan mesajlar çıkarmak, sonra kulluk âdâbına uygun şekilde konuşmak ve mutlaka sabırlı davranmaktır.

Her insan hemen her an türlü türlü musibetlerle karşı karşıyadır. Bilhassa iman dairesinde iç içe ızdıraplar ve küme küme mahrumiyetler saklıdır. Musibetin birinden kurtulurken, belini çatır çatır kıracak ikinci musibet, mü'minin başının üstünde hep hazırdır. Zira, insanların ebedî nimetlerden nasipleri, Hak yolunda çektikleri meşakkat ve çile nisbetinde olacaktır; âhiretteki mükafatın büyüklüğü ölçüsünde burada bir kısım zorlukların yaşanması normaldir. "Belânın en şiddetlisi peygamberlere, sonra Hakk'ın makbulü velîlere ve derecesine göre diğer mü'minlere gelir." hadis-i şerifi de bu hakikati hatırlatmaktadır.

Aslında, Allah Teâlâ, her bela ve musibeti, neticesi itibarıyla mü'min kulları için bir rahmet vesilesi ve arınma vasıtası kılmıştır. Elverir ki, insan, zâhiren çirkin yüzlü hadiseler karşısında kadere taş atmasın ve Cenâb-ı Hak'tan şikâyetçi olmasın. Nitekim, Kur'an-ı Kerîm'de, "And olsun ki, sizi biraz korku, biraz açlık ya da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele! Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına bir musibet geldiğinde, 'Biz Allah'a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O'na döneceğiz' derler." (Bakara, 2/155-156) buyrulmaktadır. Özellikle belaya maruz kalınan vakitlerde, bütün varlığı yaratan Hâlık-ı Kevn ü Mekân'ın kendi mülkünde dilediği tasarrufu yapabileceğini düşünmek ve "Biz Allah'a âidiz" diyerek malı, canı ve her şeyi Allah'a teslim etmek musibetlerin üstesinden gelmek için muazzam bir güç kaynağına dayanmak demektir. Bu itibarla da, musibetten hemen sonraki sükut ve tefekkür faslını, Allah'a iltica ve O'na arz-ı halde bulunma safhası takip etmelidir.

Musibetler Karşısında Peygamber Edebi

Peygamberlerin başlarına da pek çok musibet gelmiştir; fakat, onların hepsi belalar karşısında kendilerine yakışan hal ve tavırları ortaya koymuşlar; Allah'a teveccühlerinde hep edepli ve olabildiğine saygılı davranmışlardır. Mesela; Hazreti Âdem, neticesinde yeryüzü çilehanesine gönderildiği o müthiş ilâhî kader ve kaza karşısında, "Hakkımda bu şekilde takdir buyurup onu infaz ettin." şeklinde şikayette bulunmayı hiç düşünmemiş, "Rabb'imiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer merhamet buyurup da kusurumuzu bağışlamazsan apaçık hüsrana uğrayanlardan oluruz!" (A'râf, 7/23) sızlanışıyla kendi nefsinden şekvâ etmiştir. Hazreti Eyyub, maruz kaldığı musibetler karşısında "Afiyet ver ve beni bu sıkıntılardan kurtar." demeyi dahi peygamber edebine muhalif saymış; "Ya Rab! Bana ciddî bir zarar dokundu, Sen merhametlilerin en merhametlisisin." (Enbiya, 21/83) mahiyetindeki iç çekişiyle yetinmiştir. Hazreti İbrahim, hastalıkları verenin kim olduğunu bildiği halde, hasîs işlerin Zât-ı Ulûhiyet'e isnadından sakınma mülâhazasıyla "Hastalığımda O'dur bana şifa veren." (Şuarâ, 26/80) diyerek, doğrudan Hazreti Şâfî'nin şifa bahşedişine dikkat çekmiştir. Hazreti Musa, aç-susuz bir gölgeliğe sığındığında, "Yedir, içir, karnımı doyur!" demekten haya etmiş; sadece "Rabb'im! Lütfedeceğin her nimete muhtacım!" (Kasas, 28/24) arz-ı halini seslendirmiştir.

Haddizatında, hiç kimsenin, hiçbir halinden şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü şekvâ bir yönüyle, hak iddiasında bulunmak ve o hakkın zayi olduğunu ileri sürmek demektir. Oysa, hiç kimsenin Cenâb-ı Hak'tan bir alacağı olamaz. Bilakis, her insanın üzerinde Allah'ın pek çok hakkı mevcuttur ki, hâlâ onların şükrü eda edilmemiştir. Öyleyse, bir insanın, kendisi Mevlâ-yı Müteâl'in hukukuna riayet edemediği halde, bir de halinden şikâyetçi olması ve böylece haksız bir surette hak iddia etmesi çok yanlıştır ve Allah'a karşı saygısızlıktır. Evet, Yüce Yaratıcı yegâne mülk sahibidir; O mülkünde istediği tasarrufu yapabilir. Şikâyetlerin ekserisi nankörlükten ve kanaatsizlikten kaynaklanır. Şükür, nimeti artırdığı gibi şekvâ da musibeti büyütür. İnsan, illa şekvâ edecekse, nefsini Cenâb-ı Hakk'a şikâyet etmelidir; çünkü, kusur ondadır.

1- Allah Teâlâ, her bela ve musibeti, neticesi itibarıyla mü'min kulları için bir rahmet vesilesi ve arınma vasıtası kılmıştır. Elverir ki, insan kadere taş atmasın.

2- Hiç kimsenin, hiçbir halinden şikâyet etmeye hakkı yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak'tan bir alacağımız olmadığı gibi her konuda da O'na medyunuz.

3- Şükür, nimeti artırdığı gibi şekvâ da musibeti büyütür. İnsan, illa şekvâ edecekse, nefsini Cenâb-ı Hakk'a şikâyet etmelidir.
Ankebût Suresi 2. ayet
İnsanlar hiç imtihân edilmeden, (sâdece) “Îmân ettik!” demeleriyle (kendi hâllerine)bırakılıvereceklerini mi sandılar?


Ankebût Suresi 3. ayet
And olsun ki (biz), onlardan öncekileri de imtihân ettik; Allah doğru söyleyenleri de muhakkak bilir, yalancıları da muhakkak bilir.

Zümer Suresi 49. ayet

Fakat insana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır; sonra kendisine tarafımızdan bir ni‘met verdiğimiz zaman: “(Bu) bana ancak (bendeki) bir bilgi sâyesinde verildi”(1) der. Hayır! O (kendilerine verdiğimiz ni‘metler) bir imtihandır; fakat onların çoğu bilmezler.

Teğâbun Suresi 15. ayet

Mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfât ancak O’nun katındadır.



Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MusabBinumeyr 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Bİr fİrakın ardından Makale ve Köşe Yazıları YaŞuHa 1 2630 09 Aralık 2013 22:01
Hikaye okumakta fayda var Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler GÖKCEN_AZRA 2 2480 25 Kasım 2013 14:27
Köle Olabilmek Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler mehmet akif2 2 2555 17 Kasım 2013 13:01
Nereye atıyorsun adımlarını /medineweb Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler su damlası 3 2651 17 Kasım 2013 12:50
Suriyeli Kardeşimizin Feryadı Videolar/Slaytlar YaŞuHa 1 1958 10 Kasım 2013 13:57