Tekil Mesaj gösterimi
Alt 17 Ocak 2014, 18:18   Mesaj No:4

Uyarıcı

Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Uyarıcı isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 32986
Üyelik T.: 02 Kasım 2013
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 29
Konular: 0
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Tasavvuf Ve Tarikat-3-/Bedia Özdemir Tokel

Kerem Sahibi Olan Allah’ın Adıyla;

Allah (c.c) elçilerini tertemiz yol üzere deliller ve mucizelerle insanoğluna gönderdi.Evreni zatının yüceliğinin isbatı için eşsiz şekilde yarattı.Kulluğu yerine getirecek kulları için dünyada ve ahirette güzelliği müjdeledi.Kötü kullar için ise Allah şöyle buyurdu:

''Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım" sözü tamam oldu. (Hud 119)
Günümüzde bazı kesimler Kuran ayetlerini kendi uydurdukları batıl inançlarını meşru göstermek amacıyla sıkça kullanmaktadırlar.Bu kesimlerin kuran ve sünnetteki nasları gerçek anlamları dışında değerlendirdikleri yetmezmiş gibi yine habis olan inanç anlayışlarına Ehli sünnet alimlerinin bazı sözlerinide yanlış yorumlayarak veyahut o alimin kendi dönemindeki var olan bazı kavramların gerçek anlamından farklı yorumlayarak delil olduğunun iddiası içerisine girebilirler.

Bu kavramlardan bir taneside Tasvvuf kavramıdır.Yine bu kesimler kendi tarikatlarına giren kimselerin bir takım zikir ve İslam'da olmayan hareketler yaparak kitap okumadan, öğrenmeden ilim sahibi olabileceklerini iddia etmektedirler. İşte bu anlayış takva örtüsünün arkasına gizlenerek okumadan, öğrenmeden Kur'an, hadis, fıkıh ilmini elde ettiklerini iddia eden sahte alimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Takva sahibi olmakla; okumadan, öğrenmeden ilim sahibi olduklarını söyleyen bir takım sahte alimler ortaya çıkmış ve Kur'an, hadis, fıkıh konularında söyledikleri sözlerle cahilleri kandırmış, kendilerine inandırmışlardır. Güya takva sahibi oldukları için Allah (c.c) onlara öğretmiş ve ilim vermiştir. Onlar öğrendikleri bu ilme; ilmu'lledünni (Allah tarafından öğretilmiş ilim) adını verirler.

Tasavvuf: Bu kelime şer’i bir kavram olmayıp sonradan ortaya konmuş bir terimdir. Ve kelimenin aslının nereden geldiği konusunda ihtilaflar vardır. Fakat bu konuda kısaca şunu söylemek yeterlidir: Tasavvuf: Kişinin zühd ve takvaya eğilip dünyadan elini eteğini çekmesi ve adeta ölüme kendisini hazırlamasıdır. İşte İslam literatüründe tasavvufun öz manası budur. Fakat değişik çağ ve mekanlarda tasavvuf adı altında ortaya çıkan hizipler, gruplar, tarikatlar, cemaatler yaptıkları habis işleri, küfürleri, şirkleri zühd ve takva adına yapılan işler gibi insanlara empoze etmişlerdir. Böylece cahil olan halklar daha çok kandırılmış ve gerçek İslam’dan uzaklaştırılmışlardır.

Tasavvuf kelimesinin hangi kelimeden türediği konusu ihtilaflıdır. Şöyle ki:
Tasavvuf kelimesi; saflık, duruluk manasına gelen “safa” kelimesinden türemiştir.
Yine; seçkin, seçilmiş manasında “safve”den türemiştir.
Yine; çizgi ve sıra manasında “saf” kelimesinden türemiştir.
Yine; yün manasında “suf” kelimesinden türemiştir.
Yine; Ashabı Suffe kelimesinden türemiştir.

İşte bu şekilde tasavvuf kelimesi üzerinde değişik yorumlar yapılmıştır.

Tasavvuf kavramı Kur’an ve sünnetten ortaya çıkmış şeri bir kavram değildir. Ama Kur’an ve sünnet Müslüman olmuş bir kimseyi takvaya, zühde, her türlü pisliklerden arınmaya sevkeder. İşte bu manada her bir Müslüman tasavvuf ehli olmalıdır. Yani; zühd ve takva sahibi, masiyetlerden uzak, her türlü pisliklerden kendisini arındırmış ve uzak duran kimse durumunda olmalıdır.Alimlerin bu kavramdan kasıtları budur.

Tasavvuf Rasulullah (s.a.s) ya da sahabeler zamanında ortaya çıkmamıştır. Tasavvuf kavramı hicri ikinci yüz yıldan itibaren ortaya çıkmıştır. Ve bu ilk çıkışı İslam’da caiz olan şekliyle olmuştur. Buna rağmen zamanla tasavvuf konusunda ifrat ve tefrite gidilmiştir.
Öyle ki bir çok tasavvuf taifesi muteber alimlerce eleştirilir olmuştur. Şia taifesi hariç kendilerini ehli sünnete nisbet edenler arasında sapık olan tasavvuf anlayışı hicri 6. yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.

İslam’da tasavvuf ve zühd vardır. Ve manası; arınmak, saflaşmak, takva hayatı yaşamak şeklindedir. Bu sebeple İslam’a giren ve onu din edinen bir Müslüman için en güzel şey muttaki ve Muhsin olmak için gayret etmesidir. İslam’daki zühd ve takvayı böyle anlamak gerekir. Muhsin ve muttaki seviyesine varmak için çaba sarfetmek ve Allah (c.c)’ı görüyormuşçusuna O’na kulluk etmek, böylece O’na hep yakın olabilmek, ya da yakın olduğunu bedenen, ruhen, kalben, aklen hissetmektir.

Yoksa tasavvuf zamanımızdaki anlayışıyla, birilerini mürşidi kamil edinip, onun eteğine sarılmak, ondan yardım istemek, ona medet bağlamak, ondan ummak, ona dua etmek, onu rabıta edinmek.Onun (Şeyhin) işaret ettiği Tağuta oy vermek şeklinde değildir. Çünkü bunların hepsi Allah (c.c)’ın ulûhiyetini iptal eden hallerdir.Ve sahibini dinden çıkaran inanç ve amellerdir.

Zira saptırılmış tasavvufta şeyh, uluhiyet seviyesinde görür kendisini. Çünkü o, şeyh daha açıkçası mürşidi kamil olabilmek için büyük merhaleler katetmiştir. Önce kendi mürşidi kâmilinde bütünleşmiş şeyhlik mertebesine varmıştır, daha sonra rasulle bütünleşmiş nübüvvet mertebesine varmıştır ve daha sonra da Allah (c.c) da bütünleşmiş, uluhiyet mertebesine varmıştır. Bu sebeple müridleri ondan isterler, ondan medet umarlar, ondan korkarlar.

Öyle ki mürid şeyhinin elinde, ölü yıkayıcısının elindeki bir ceset gibi olurlar…
Kendilerine mürşidi kamillerine, ya da daha açık ifadesiyle Allah (c.c)’tan başka ilah edindikleri Allah (c.c) düşmanı İblisin kulu bir taguta tam bir teslimiyetle teslim eder hale gelmişlerdir. İşte bunun adı, tasavvuf değildir.
Bunun adı her çağda ve mekanda şirk, sahipleriyse şirkperest olarak isimlendirilmişdir.
Bu inanca göre hayat binbirgece masalları gibi bir ruh aleminden ibarettir.Yine bu inanca göre denizde fırtınaya yakalanan müridin karaya sağ salim bir şekilde varmak için şeyhinden yardım istemelidir.

İbnu'l Kayyim rahimehullah ''Medaricu's-Salikin'' isimli eserinde şirk çeşitlerininde söz ederken şöyle eder:


'' Şirk çeşitlerinden biri de ölülerden medet ummak, onlardan yardım istemektir. Aslında bu husus genel manadaki şirkin esasını teşkil eder. Çünkü ölen kimse ertık herhangibi bir iş yapacak durumda değildir.. O artık kendisinden yardım talep edenin ihtiyacını karşılamasını veya herhangibi bir konuda kendisi için Allah'a atarı olmasını isteyene bir fayda sağlaması şöyle dursun , kendi şahsına bile ne bir fayda , ne bir zarar verebilir.

Ölmüş kimseye gelince o kendisi için dua edecek, rahmet ve bağışlanma dileyecek kimselere muhtaçtır.


Şeyh Takıyüddin İbn Teymiyye şöyle der: '' Kim ölülerden herhangi birinin ,bu ister nefise olsun , isterse başka bir ölü olsun korkanı hamaye ettiğini, hapsedileni kurtardığı söylerse ki bunlar birer ihtiyaçtır, bunu söyleyen kişi sapık ve müşriktir. Çünkü Allah koruyup ve gözetendir, O korunmaya muhtaç değildir. İhtiyaçlar için Allah'a müracaat edilir. Bunun yolu ihlas ve samimiyetle Allah'a dua etmektir. Nitekim Allah teala şöyle buyuruyor: ''(Ey Resul) Kullarım sana benden sorarlarsa , ben, şüphesiz onlara çok yakınım . Bana dua edenin , dua ettiği zaman, duasını kabul ederim'' (Bakara: 186) Allah en iyi bilendir.(ky:Mecmuu'l-Fetava''(27/490)

Yine Şeyhulislam İbn Teymiye şöyle der: '' Kim melekleri ve peygamberleri aracı kılar da onlara dua ederse ve günahlarının affını, kalplerin hidayetini, sıkıntıların giderilmesini ve ihtiyaçların giderilmesini onlardan istemek gibi bir takım faydaların celbini ve zararların def edilmesini onlardan dilerse , böyle bir kimse Müslümanların icmaıyla kafirdir.''Mecmuu'l-Fetava(1/124)



Ehli sünnet alimlerinin Tasavvuf tan kasıtları takva, zühd, kalpleri her türlü pisliklerden arınma, Allah’ı zikr etme olarak tanımladıkları bu tanımın günümüzdeki versiyorunu takriben şu şekildedir.
Bu inanç mensuplarının;

a) Kimisi vahdeti vücutçudur.
b) Kimisi vahdeti şuhudcudur.
c) Kimisi rabıta ehlidir.
d) Kimisi zikir adı altında raks ehlidir.
e) Kimisi tevbe alıcıdır.
f) Kimisi gayblerden haber vericidir.
g) Kimisi cennetten insanlara parseller dağıtmaktadır.
h) Kimisi kendisinden ibadetin düştüğünü, ibadetle alakası olmadığını söyler.(Fenafillah makamı)
i) Kimisi velileri rasul ve nebilerin üstüne çıkarır, hatta Allah (c.c) seviyesine çıkarır. Ve hatta Allah (c.c)’a tahkir olan söylemleri yapmaktan geri kalmazlar.
j) Kimisi hulul fikrine sahiptir. Yani (haşa) Allah (c.c)’ın insanın bedenine girdiğine inanır.
k) Kimisi kendilerinin yaptığı fiilleri konusunda etkileri olmadığını Allah (c.c)’ın kendilerini zorladığına inanır. Yani cebir inancı söz konusudur.
l) Kimi şeyh olduğ iddia edilen kimselerin Allah (c.c)’ı gördüğüne inanılır.
m) Kimisi ahirete inanmaz, ölüm sonrası ruhun bir şekilde hayatta olduğuna inanır. Reenkarnasyon inancına sahip olanlar bunlardandır. Bu inancın diğer bir ismi tenasuhtur.
n) Kimisi kulun Allah (c.c) ile birleştiği bir bedene girdiğine inanır. İşte bunun adı ittihad inancıdır.

Ve bunlar gibi daha akla hayale gelmeyecek bir çok batıl söz ve ameller mevcuttur.Sonuç itibariyle günümüzdeki Tasavvuf inancının İslam’i manada tasavvufla uzaktan yakından hiçbir alakaları yoktur.
Alıntı ile Cevapla