Başarı tesadüf değildir....
Hakan, lise birinci sınıfın ikinci dönemi başladığında okul panosunda bir ilan gördü; lise öğrencileri arası öykü yarışması yapılıyordu ve başvurunun son tarihi 15 Eylül’dü.
Bu yarışmaya katılmaya karar verdi. Hayatında hiç öykü yazmamıştı; ama önünde altı aylık bir süre vardı. Bu sürede öykü yazmayı öğrenebileceğini ve bu konuda başarılı olabileceğini düşündü. Yardım için gittiği edebiyat öğretmeni, “Sen derslerinle uğraş, bu yarışmaları ilkokuldan beri yazanlar kazanıyor.” dedi.
Hakan, hemen yılmadı; okuldaki bir başka edebiyat öğretmenine- Ayça Hoca’ya gitti. Ayça Hoca, önce cesaretinden ötürü tebrik etti ve onu okul kitaplığına götürdü. Kitaplıktan bazı öykü kitapları ve yazarlık konusunda bir kitap seçti ve bu kitapları bir haftada okuması için Hakan’a verdi. Hakan, kitapları okuyacak, daha sonra Ayça Hoca ile tartışacaktı.
Hocanın seçtiği iki kitap, Türk Dil Kurumu yayını olan “En Güzel Hikayeler” isimli iki ciltlik bir eserdi. Hakan, bu öykülerin hiçbirini daha önce okumamıştı. Okudukça büyülendi ve daha çok öykü yazmak konusunda isteklendi. Hakan, hayatında ilk defa bir haftada beş kitap okudu. Kitapları okuduktan sonra Ayça Hoca’yla öğle tatillerinde bir araya gelerek öykü üstüne konuşmaya başladı. Bu arada Ayça Hoca her hafta ona kitap vermeye devam ediyordu.
Ayça Hoca’yla, her gün öğle yemeğinde öykülerin yazma tekniğini, yazarın yaklaşımını, hepsini birer birer ele alıyorlardı. Hakan, bu görüşmeler sırasında birkaç şey düşündü: Birincisi, “bir öykü yazabilmen için bu dünyada diğer insanların görmediği bir şeyleri görmen gerek ya da herkesin gördüklerini görüp onların fark etmediklerini fark etmen gerek.” Bunun için farklı deneyimlerden geçmesi gerekiyordu.
Mart ayı bitmeden bir karar aldı. Her gün okuldan sonra beşle yedi arasında değişik yerlerde birer ay süreyle çalışacaktı. Önce oturdukları semtteki eczacı Verda Hanım’a gitti ve okuldan sonra iki saat dükkandaki işlere karşılıksız yardım etmek istediğini söyledi. Gelen giden hastalar, müşteriler irili ufaklı birçok öykü anlatıyorlardı. Hastalık hastası insanlar, iğne yaptırmak isteyen ama kalçasını açmak istemeyenler, türlü türlü değişik insanlar geliyordu. Hakan, bütün bunların hepsini not alıyordu.
Bir ay sonra berberi Murat Ağabey’ine gitti ve ona bir ay boyunca yerleri süpürebileceğini söyledi. Berber dükkanı da, eczane kadar zengin öyküler sunuyordu. Karısından şikayet edenler, patronunu çekiştirenler, çok argo konuşanlar, berbere gelip berberin malzemelerini kullanıp kendini güzelleştirmeye çalışan gençler dahil birçok farklı tip gördü ve öykü öğrendi. Berberden sonra kuaför, avukatlık bürosu ile sigorta şirketi bürosunda da çalıştı.
Yazın temmuz ayında çalıştığı turistik mağazada farklı ülkelerden insanların da öykülerini derleme şansı oldu. Bu mağazada çalışırken Hollandalı bir aile ile tanıştı, dost oldu. Onların ricası ile onlara İstanbul’u gezdirdi. Yaz sonunda onu Hollanda’ya davet ettiler ve o da hayatında ilk defa yurtdışına çıkarak Hollanda’ya gitti.
Bu arada hayatı, inanılmaz bir tempo kazanmıştı. Sürekli öykü kitapları okuyor, deneyimlerini not alıyor; gördüğü farklı tipleri öykülerinde bir araya getiriyordu. Eylül ayı geldiğinde değil bir öykü, bir kitap çıkaracak kadar öykü yazmıştı. Bu arada inanılmaz ölçüde sosyalleşmiş; kavrayışı gelişmiş, okuma hızı, okudukça artmıştı. Tüm bu faaliyetler okuldaki başarısını da artırmıştı. Eylül ayında Ayça Hoca ile birlikte öykülerden birini seçerek yarışmaya gönderdiler. Hakan yarışmanın sonucunu hiç merak etmedi; onun ödülü bizzat bu sürecin kendisiydi.