Cevap: Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı Namazın Korku Halinde Kılınışı
Kaynaklarda salâtü’l-havf olarak geçen korku namazı; korku ve tehlike
halinde Müslüman askerlerin, nöbet ve savaş halinin gereği olan önlemleri
almayı ihmal etmeksizin iki gruba ayrılarak askerî birliği sevk ve idare eden
başkomutanın veya ona vekâlet eden imamın arkasında sırayla saf tutarak
farz namazın bir kısmını imamın arkasında, diğer kısmını da kendi başlarına
kılmalarını ifade eder. Hanefilerden Ebû Yusuf ve Şâfiîlerden Müzenî’nin
dışındaki fıkıh bilginlerine göre, korku namazının hükmü kıyamete kadar
geçerlidir. Bu iki fıkıh bilginine göre ise, bu namaz sadece Peygamber
dönemine ait idi ve dolayısıyla Peygamberimizin vefatından sonra bu
namazın hükmü kalmamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bir ayette korku namazına
işaret edilmiş (el-Bakara 2/239), diğer bir ayette ise korku namazının
cemaatle ne zaman ve nasıl edâ edileceği özlü bir biçimde belirtilmiş(Nisâ 4/101-104)
ve ayrıntılar Sünnet’e bırakılmıştır. Peygamber Efendimiz,
“Zâtu’r-rikâ”, “Batnu nahl”, “Usfân”, “Zîkared” gazvelerinde korku namazını
kıldırmıştır. Daha sonraları, sahabîler de yaptıkları şavaşlarda korku namazını
kılmışlardır. Korku namazının cemaatle kılınış şekli şöyledir: Cephede savaş
hazırlıkları devam ederken veya savaş esnasında fiilî çatışmalara ara verildiği
zaman aralıklarında, düşmanın her an için ani baskınına uğrama gibi
muhtemel bir tehlike öngörülüyorsa, vakit namazını kılmak üzere cephede
bulunan Müslüman askerler iki bölüğe ayrılarak, bir bölük, cephede nöbet
tutar ve diğer bölük de gelip imama uyar; iki rek’atlı bir namazın ilk
rek’atını, üç veya dört rek’atlı bir namazın ise ilk iki rek’atını bu ilk bölük
imam ile birlikte kılar, ikinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden
sonra safı terkedip cepheye gider, nöbetteki diğer bölük gelerek imama uyar,
onun ile birlikte geri kalan rek’atları kılar ve tekrar cepheye gider. İmam
kendi başına selam verir ve namazdan çıkar. Birinci bölük döner gelir,
“lâhik” oldukları için namazlarını kıraatsız olarak tamamlayıp selam verir ve
yine cepheye giderler. Sonra ikinci bölük gelir, “mesbûk” oldukları için
namazlarını ferdî kıraatla tamamlayıp tekrar cepheye dönerler. Bununla
birlikte bu iki bölük nöbet tuttukları yerde de kalan rek’atları ikmâl ederek
namazlarını tamamlayabilirler. Burada işaret edilmelidir ki, askerlerin seferî
olmaları halinde dört rek’atlı farz namazlar ikişer rek’at olarak kılınır. Bu
halde kılınan namazın geçerli olabilmesi için, imama uyan bölüklerin
cepheye gidip gelirken fiilen çarpışma halinde olmamaları, bulundukları
cephe ve mevzilerini değiştirmemeleri, cepheye gidip gelirken bir araca
binmemeleri kısaca namazla bağdaşmayacak bir harekette bulunmamaları
gerekir. Aksi halde namazları bozulur ve yeniden kılmaları gerekir. Bununla
birlikte, her bir bölüğün başka bir imamın arkasında normal zamanlardaki
gibi namazlarını cemaatle kılmaları, cemaatle nöbetleşe kıldıkları bu namaz
biçiminden daha faziletlidir. Burada belirtilmelidir ki, savaş meydanlarında
namazı cemaatle kılmak, farz değil, sünnettir. Bu gibi hallerde namaz tek
başına da kılınabilir. Ancak bu kişi cemaat sevabından mahrum olacaktır.
Fıkıh bilginleri, fiilen çarpışma devam ederken namaz kılınıp
kılınamayacağını tartışmışlardır. Hanefîlere göre, fiilen çarpışma içinde olan
bir kişinin tek başına kıldığı namaz geçersizdir. Ancak çarpışmaya ara veren
veya durumu müsait olan bir kişi, imkânların elverdiği ölçüde namazlarını
tek başına ayakta veya binek üzerinde kıbleye dönerek ve îmâ ile kılar,
kıbleye dönmesi de mümkün değilse, istediği tarafa doğru yönelip namazını
kılar. Bu şekilde de namaz kılması mümkün olmazsa, namazını erteler ve
daha sonra kazâ eder. Nitekim Hz. Peygamber ve askerleri, Hendek savaşında
fiilen çarpışma devam ettiği için üst üste dört vakit namazını kılamamış ve
daha sonra bunları kazâ etmiştir. Bir grup fıkıh bilginine göre ise, cephede de
olsa namaz terk edilip ertelenemez, imkânlar hangi şekilde kılmaya izin
veriyorsa o şekilde ve vaktinde kılınır.
|