|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 24 Mayıs 2014 (12:52), Konuya Son Cevap : 24 Mayıs 2014 (12:53). Konuya 3 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
24 Mayıs 2014, 12:52 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı NAMAZIN HASTALIK, YOLCULUK VE KORKU HALLERİNDE KILINIŞI İnsanın yaratılış amacı Allah’a kulluktur; namaz Allah’a kulluğun benzeri bulunmaz bir aracıdır ve dinin de direğidir. Normal hallerde müminler, farz vacip ve sünnetlerine riayet ederek namazlarını eksiksiz ve devamlı kılacaklardır. Bilinci yerinde olan her mümin, hastalık, yolculuk, savaş hallerinde bile, namazı terk etmeyecek imkânların elverdiği ölçüde –bazı rükünları eksilterek de olsa- bu görevi yerine getirecektir. Bu bölümde, hastalık, yolculuk ve savaşı da içine alan korkulu/tehlikeli hallerde, fertlere namazlarını edâ ederken tanınan kolaylık ve ruhsatlardan bahsedilecektir. Namazın Hastalık Halinde Kılınışı Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın her şahsa, ancak gücünün yettiği kadar sorumluluk yüklediği (el-Bakara 2/286), dinde güçlük bulunmadığı (el-Hâc 22/78), hastalara her konuda kolaylıkların getirildiği (en-Nûr 24/61) ve ibadetin ayakta, oturarak ve yan üzere yatarak yapılabileceği (Âl-i İmrân 3/191) beyan edilmiştir. Hz. Peygamber de bedensel hastalığı bulunan bir kişiye: “Ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yan yatarak kıl. Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Zira Allah kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir” (bk. Buhârî, “Taksîr”, 19; Ebû Dâvûd, Salât,175) buyurarak hastaların güçlerinin yeteceği şekilde namaz kılabileceklerini açıklamıştır. Fıkıh bilginleri de, İslâm’ın kolaylık ilkesinden hareket ederek, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan bir hastanın, oturarak namazını kılabileceğini; oturmaya da gücü yetmeyenin, yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak îmâ ile namazını kılabileceğini ifade etmişlerdir.“Îmâ”, namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı öne doğru eğmektir. Bu ayakta yapılabileceği gibi, oturarak, yanı veya sırtüstü yatarak da yapılabilir. Bir hasta, bir yere dayanarak namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz. Yine meselâ namazı bir süre ayakta kılabilecek gücü bulunan bir hasta, o kadar ayakta durur, bir miktar kıraatta bulunur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta iftitâh tekbirini ayakta alabilen bir hasta, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar. Oturarak namaz kılan kişi, rükû için başı ile eğilir ve secdeleri tam yapar. Ancak, böyle bir hasta, bedensel bir özrü bulunduğu veya hastalığı ağır olduğu için secdeye kapanamazsa, o takdirde rükû ve secdeleri îmâ ile yerine getirir. Oturarak namaz kılmaktan da aciz olan bir hasta, yüzü kıbleye gelecek şekilde sırtüstü veya yan yatarak îmâ ile namazını kılar. Ebû Hanîfe’ye göre, bir hasta başı ile îmâ yapmaya gücü yetmezse, gözü veya kalbi veyahut kaşları ile îmâ edemez; namazını erteler, iyileşince kazâ eder. Ebû Yusuf’a göre bu durumda kalbi ile îmâda bulunamazsa da, gözleri ve kaşları ile îmâda bulunur. Bir grup fıkıh bilgini ise, îmâ ile namaz kılmaya dahi gücü yetmeyen bir hastanın aczi, bir gün ve bir geceden fazla sürerse, bu hastanın -aklı başında olsa bile- bu süreye ait namazlarının tamamen düşeceğini ileri sürmüşlerdir. Hanefîler’e göre bir gün ve bir geceden daha az süre baygın kalan kişi, bü süreye ait namazları kazâ eder. Bir gün ve bir geceden daha uzun süre baygın kalan kişinin ise, bu süredeki namazları düşer. Şâfiîlere ve Mâlikîler’e göre bu durum bir namaz vakti ile sınırlıdır. Hanbelîler’e göre ise baygınlık hali uzun da sürse bu halde kılınmayan namazlar kazâ edilir. |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 33953 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4091 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2745 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 9033 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3353 | 19 Nisan 2015 15:45 |
24 Mayıs 2014, 12:52 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı Namazın Yolculukta Kılınması Sefer (Yolculuk) Kavramı Arapça’da “sefer” ve “müsâferet”, bir yerden başka bir yere gitmek, yolculuk etmek, yolculuk gibi anlamlara gelir. Bir yerden başka bir yere giden kimseye de “müsâfir” (yolcu) adı verilir. Fıkıh terimi olarak ise, sefer: “Oturulan yerden kalkıp belli bir mesafeye gitmek veya özellikle ibadetler bakımından bazı hükümlerin değişmesine sebep olacak kadar uzak bir yere gitmek” şeklinde tanımlanır. Bu şekilde tanımlanan seferin karşıtı “ikâmet” ve “hazar”, müsâfirin (yolcu) karşıtı ise mukîm ve hazarîdir. Hanefilere göre yolculuk hükümleri, en az orta yürüyüşle üç günlük bir mesafeye gidecek yolcular için sabit ve cari olur. “Orta yürüyüş”, karada, yaya yürüyüşü ve kafile arasındaki deve yürüyüşüdür. Çok yavaş giden kağnı arabası ile çok hızlı giden at’ın yürüyüşüne itibar edilmez. Denizlerde ise, bu mesafe yelkenli gemilerin mutedil bir havada üç günde katettiği mesafedir. Yolculukta gece gündüz yola aralıksız devam edilemez, yolculuk gündüzleri yapılır, geceleri ise istirahat vakti kabul edilir. Gündüzleri de yola aralıksız devam edilemez, istirahate de ihtiyaç vardır. Son dönem Hanefî fıkıh bilginleri, bir günde yapılacak yolculuk süresini ortalama altı saat (üç günde toplam on sekiz saat) olarak belirlemişlerdir. Buna göre, on sekiz saatlik bir süre yolculuk yapan kimse, dinen “yolcu” sayılır ve yolculuk ruhsatlarından istifade edebilir. Sefer süresinin hesaplanmasında, sadece gidiş veya dönüş süresi dikkate alınır. Bu sebeple gidiş ve dönüş süreleri birleştirilerek amel edilemez. Hanefî fıkıh bilginlerinden bir kısmı, bir yolcunun orta yürüyüşle üç günde (ortalama on sekiz saatte) kat edebileceği mesafe’yi -yolun düz veya engebeli olma durumuna göre- on beş, on sekiz ve yirmi bir fersah olarak takdir etmişler ve bir kimsenin bu kadar fersahlık bir mesafeyi pek kısa bir zamanda katetmiş olsa bile, o kimsenin dinen yolcu sayılıp seferilik hükümlerinden yararlanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bir fersah, günümüz ölçüleriyle 5544 metredir. Günümüzde ise, sabahtan öğlene kadar geçen altı saatlik yolculuk süresinde orta yürüyüşle katedilebilecek mesafenin kilometre olarak karşılığı şöyle tesbit edilmiştir: Bir saatte ortalama beş kilometrelik bir mesafe katedilebildiği dikkate alınacak olursa, on sekiz saatte 90 kilometrelik yol katedilmiş olur. |
24 Mayıs 2014, 12:52 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı Yolcu Namazı Hanefî mezhebine göre, yolculuklarda dört rek’atlı farz namazların kısaltılıp ikişer rek’at olarak kılınması vaciptir; yolcunun namazlarını bilerek iki rek’attan fazla kılması mekruhtur. Bununla birlikte iki rek’at kılıp da teşehhütte bulunduktan yani tahiyyatı okuduktan sonra kalkıp iki rek’at daha kılacak olsa farzı edâ etmiş, son iki rek‘at da nâfile olmuş olur. Ancak vacip olan kısaltmayı terketmiş ve namaz selamını geciktirmiş olmasından dolayı, kötü bir iş yapmış sayılır. Fakat o kişi, birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rek’atta kıraatte bulunmamış olsa yani Fâtiha ve sûre/ayet okumamış olsa, farzı edâ etmiş olmaz. Namazını unutarak tam kılan yolcunun ise, namaz selamını geciktirmiş olmasından dolayı sehiv secdesi yapması gerekir. Mâlikîlere göre, namazları kısaltmak sünnet-i müekkededir. Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise yolcu namazları kısaltıp kısıltmamakta muhayyerdir; dilerse tam kılar, dilerse kısaltır. Yolcular, farz namazları cemaat halinde de ikişer rek‘at olarak kılarlar. Mukîm olan kişi yolcuya, yolcu da mukîme uyabilir. Ancak yolcu olan kişi, yolcu olmayan imama uyarsa, imam ile birlikte dört rek‘at namazı tam kılar. Şayet yolcu olmayan, yolcu olana uyarsa, imam iki rek'atta selam verdikten sonra yolcu olmayan, ayağa kalkıp iki rek‘at daha kılarak dört rek‘atı tamamlar. Böyle bir durumda imamın, kendisinin yolcu olduğunu ve cemaatin de dörde tamamlaması gerektiğini namazdan önce hatırlatması müstehaptır. Zira Peygamberimiz, Mekke’de namaz kıldırdığında: “Ey Mekkeliler! Namazları tam kılınız, çünkü biz seferiyiz” buyurmuştur. Tercih edilen görüşe göre, “lâhik” olduğu kabul edilerek bu iki rek rek‘atta Fâtiha ve sûre/ayet okumaz. Kıraat miktarı durup rükû’ ve sücûd yapar. Hanefi ve Mâlikîlere göre, müsafir, yolculuğu esnasında kazâya kalan namazlarını yolculuktan sonra ikişer rek‘at, ikamet halinde kazâya kalan namazlarını da yolculuk esnasında tam kılar. Yolcu, cuma ve bayram namazlarını kılmakla mükellef değildir. Bunları dilerse kılar, dilerse kılmaz. Kendisine farz olmadığı halde cumayı kılan bu kimsenin namazı, o günkü öğle namazı yerine geçer. Kendisine cuma namazı farz olan kimsenin, zeval vaktinden sonra her hangi bir mazereti olmaksızın cuma namazını kılmadan yolculuğa çıkması mekruhtur. Seferde sünnet namazlar vakit geniş ve imkân olduğu takdirde olduğu gibi kısaltılmadan kılınır. Ancak, darlık ve güçlük olduğu takdirde sünnetler terk edilir. Fıkıhta kişinin bulunduğu yer yolculuk hükümlerinin uygulanıp uygulanmaması bakımından vatan (ikamet yeri) kavramı esas alınarak üçe ayrılmıştır: Vatan-ı aslî, vatan-ı ikamet ve vatan-ı süknâ. Yolcunun doğup büyüdüğü veya evlenip yerleştiği yere yani vatan-ı aslîye döndüğünde yolculuk hali sona erer. Bir yerde on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet eden kimse için ikamet hükümleri geçerli olur ve bu niyetle kalınan yere vatan-ı ikamet adı verilir. Buna karşılık bir yolcunun on beş günden az kalmayı planladığı yerde seferilik hükümleri devam eder; bu yere vatan-ı süknâ denir. |
24 Mayıs 2014, 12:53 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namazın hastalık, yolculuk ve korku hallerinde kılınışı Namazın Korku Halinde Kılınışı Kaynaklarda salâtü’l-havf olarak geçen korku namazı; korku ve tehlike halinde Müslüman askerlerin, nöbet ve savaş halinin gereği olan önlemleri almayı ihmal etmeksizin iki gruba ayrılarak askerî birliği sevk ve idare eden başkomutanın veya ona vekâlet eden imamın arkasında sırayla saf tutarak farz namazın bir kısmını imamın arkasında, diğer kısmını da kendi başlarına kılmalarını ifade eder. Hanefilerden Ebû Yusuf ve Şâfiîlerden Müzenî’nin dışındaki fıkıh bilginlerine göre, korku namazının hükmü kıyamete kadar geçerlidir. Bu iki fıkıh bilginine göre ise, bu namaz sadece Peygamber dönemine ait idi ve dolayısıyla Peygamberimizin vefatından sonra bu namazın hükmü kalmamıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bir ayette korku namazına işaret edilmiş (el-Bakara 2/239), diğer bir ayette ise korku namazının cemaatle ne zaman ve nasıl edâ edileceği özlü bir biçimde belirtilmiş(Nisâ 4/101-104) ve ayrıntılar Sünnet’e bırakılmıştır. Peygamber Efendimiz, “Zâtu’r-rikâ”, “Batnu nahl”, “Usfân”, “Zîkared” gazvelerinde korku namazını kıldırmıştır. Daha sonraları, sahabîler de yaptıkları şavaşlarda korku namazını kılmışlardır. Korku namazının cemaatle kılınış şekli şöyledir: Cephede savaş hazırlıkları devam ederken veya savaş esnasında fiilî çatışmalara ara verildiği zaman aralıklarında, düşmanın her an için ani baskınına uğrama gibi muhtemel bir tehlike öngörülüyorsa, vakit namazını kılmak üzere cephede bulunan Müslüman askerler iki bölüğe ayrılarak, bir bölük, cephede nöbet tutar ve diğer bölük de gelip imama uyar; iki rek’atlı bir namazın ilk rek’atını, üç veya dört rek’atlı bir namazın ise ilk iki rek’atını bu ilk bölük imam ile birlikte kılar, ikinci secdeden veya birinci oturuşta teşehhüdden sonra safı terkedip cepheye gider, nöbetteki diğer bölük gelerek imama uyar, onun ile birlikte geri kalan rek’atları kılar ve tekrar cepheye gider. İmam kendi başına selam verir ve namazdan çıkar. Birinci bölük döner gelir, “lâhik” oldukları için namazlarını kıraatsız olarak tamamlayıp selam verir ve yine cepheye giderler. Sonra ikinci bölük gelir, “mesbûk” oldukları için namazlarını ferdî kıraatla tamamlayıp tekrar cepheye dönerler. Bununla birlikte bu iki bölük nöbet tuttukları yerde de kalan rek’atları ikmâl ederek namazlarını tamamlayabilirler. Burada işaret edilmelidir ki, askerlerin seferî olmaları halinde dört rek’atlı farz namazlar ikişer rek’at olarak kılınır. Bu halde kılınan namazın geçerli olabilmesi için, imama uyan bölüklerin cepheye gidip gelirken fiilen çarpışma halinde olmamaları, bulundukları cephe ve mevzilerini değiştirmemeleri, cepheye gidip gelirken bir araca binmemeleri kısaca namazla bağdaşmayacak bir harekette bulunmamaları gerekir. Aksi halde namazları bozulur ve yeniden kılmaları gerekir. Bununla birlikte, her bir bölüğün başka bir imamın arkasında normal zamanlardaki gibi namazlarını cemaatle kılmaları, cemaatle nöbetleşe kıldıkları bu namaz biçiminden daha faziletlidir. Burada belirtilmelidir ki, savaş meydanlarında namazı cemaatle kılmak, farz değil, sünnettir. Bu gibi hallerde namaz tek başına da kılınabilir. Ancak bu kişi cemaat sevabından mahrum olacaktır. Fıkıh bilginleri, fiilen çarpışma devam ederken namaz kılınıp kılınamayacağını tartışmışlardır. Hanefîlere göre, fiilen çarpışma içinde olan bir kişinin tek başına kıldığı namaz geçersizdir. Ancak çarpışmaya ara veren veya durumu müsait olan bir kişi, imkânların elverdiği ölçüde namazlarını tek başına ayakta veya binek üzerinde kıbleye dönerek ve îmâ ile kılar, kıbleye dönmesi de mümkün değilse, istediği tarafa doğru yönelip namazını kılar. Bu şekilde de namaz kılması mümkün olmazsa, namazını erteler ve daha sonra kazâ eder. Nitekim Hz. Peygamber ve askerleri, Hendek savaşında fiilen çarpışma devam ettiği için üst üste dört vakit namazını kılamamış ve daha sonra bunları kazâ etmiştir. Bir grup fıkıh bilginine göre ise, cephede de olsa namaz terk edilip ertelenemez, imkânlar hangi şekilde kılmaya izin veriyorsa o şekilde ve vaktinde kılınır. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kadınların Özel Hallerinde Yapamayacakları ibadetler | KuM TaNeSi | Kadın Mahrem Konular | 1 | 27 Ocak 2014 02:13 |
Hanefi mezhebinde namaz kılınışı | MERVE DEMİR | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 0 | 10 Nisan 2009 11:49 |
Cuma ve bayram namazı kılınışı videolu anlatım | MERVE DEMİR | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 0 | 10 Nisan 2009 11:24 |
Genel Olarak Namazların Kılınışı | MERVE DEMİR | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 0 | 09 Nisan 2009 22:11 |
kadınlar özel hallerinde ezberlerindeki duaları okuyabilirler mi? | KuM TaNeSi | Soru Cevap Arşivi | 0 | 09 Nisan 2009 12:06 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|