Durumu: Medine No : 68 Üyelik T.:
04 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
249 Konular:
28 Beğenildi:5 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | İslam ı nasıl biliyoruz? İslam ı nasıl biliyoruz? "Merhum'u nasıl bilirdiniz?" Bu soruyu soran sorgu meleği değil, insandır. Sorgu meleği, Merhum'un kendisine "Rabb'in kim?" diye sorar. Daha bu soruya cevap veremiyorsa diğer soruların sorulmasına gerek kalmaz. Bu sözlü sınavda "ABD' nin ünlü üniversitelerinden mi, yoksa hiç değilse İmam Hatip'den mi me'zunsun?” gibi sorular yoktur. Esasen bu nihai bir mülakat da değil, ilk mülakattır. Bu ilk mülakatta dilimiz dolaşıp kem – küm etmemek ancak yine Rahman ve Vedûd olan Allah'ın sevgi elçilerini sevebilmiş ve onların sevgisini kazanabilmişsek mümkündür. Yüce Sevgili'yi severek Allah tarafından da sevilmek nasıl gerçekleştirilir? Önce, “ön mülakatın ilk sorusunu!” "Rabbin kim?” sorusunu kendimize sormalıyız. Bu soruyu kendimizle başbaşa kalarak kendimize sorarsak esasen "elestu.." (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) ilahi sorusuna verdiğimiz cevap Fıtratımızdan yükselecektir: Elbette! (Kesinlikle evet!) (Araf, 7/172) Bu cevabın anlamı, "Ben sizin Yaratıcınız değil miyim?" sorusuna verilen cevaptan çok farklıdır. Allah'ın tek mutlak varlık olduğu esasen aşikardır, bu sorunun sorulmasına bile gerek yoktur. "Rabbiniz değil miyim?" sorusuna içtenlikle fıtratımızdan yükselen "beli (bela)!" cevabını vermişsek, Allah'ı Rahman, Rahim, Vedüt olan Rabbimiz'i, Sübhan sıfatıyla da kabul etmişiz demektir. Her türlü eksiklikten münezzeh biliyoruz, ilahi sevgi'ye ermişiz demektir. Bundan sonra, bu ilahi sevgi'nin Nuruyla; aklımıza Kur'an-ı Kerim'i düşünme ödevini veririz. Gönlümüzde uyanan ilahi sevgi nuru; Kur'an-ı Kerim'in "Müteşabih" görünen ayetlerini anlamada aklımıza yardımcı olur. "Sübhan, Erhammurrahimin, Rahman vedüd olan Rabbimiz Allah'dan gelen emri, bu sıfatlarına aykırı beşeri yorumların otoritesine kapılarak yorumlayamayız" basamağına varırız. Sonuçta, Mülazeme "asl"ının (prensip, ilke) birinci alt ilkesinin hedefi kendi nefsimizde gerçekleşir: a) Aklımız, Vahy'i tasdıyk eder. Bu tasdıyk (Kur'an'a iman) içtenlikle gerçekleşiyorsa, dolayısıyla "Kur'an'i Natık" olan yüce sevgiliyi ve O'nun Ehl-I Beyti'ni de severiz. "Alisiz Alevilik, Cem evi Cami değildir, Alevilik müfredata nasıl girecek?" fitnelerinden kurtuluruz. b) Bundan sonra da Mülazeme ilkesinin ikinci alt ilkesi nefsimizde gerçekleşir ve Gerçek Sevgili'yi seven ve O'nun tarafından da sevilenlerden olduğumuz için, Sevgi'nin emrinde olan aklımıza " ictihad" izni verilir. Ey Azizan, Şems'i Tebrizi'nin de, Mevlânâ'nın da Hacı Bektaş–ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli'nin de “sırr”ı budur. “Süret-ü ma'nâda Hünkâreyn sır kardaşıdır”. “Rabb'in kim?” sorusuna muhatap olduğumuzda sorgu Meleği'ne “biz ÖSYM'de seçeneksiz soruya alışmadık, seçeneklerini ver!” diyemeyiz, şimdiden Fıtratımızdaki “belî!” cevabının bereketini ortaya çıkarmalı ve “Rabbim Allah!” diyebiliyorsak, bundan sonra Rabbimiz'in –tek bir kavmi değil– “Nas”ı “İnsanlığı” bu din üzerine yarattığı “Hanif Din'e, Tabii Hukuk ve Evrensel Ahlak'a yüzümüzü döndürebiliriz. (Rum Suresi, 30/30). Bu tek Din'in adı İslâm'dır, İbrahim'den (A.S.) beri, Adem'den (A.S.) sonra bu Din'e karşı ihdas edilen bâtıl dinlerden ayrılması için bu ad verilmiştir ve Adem'den Hâtem'e (S.A.) kadar Beni İsrail peygamberleriyle Mesih'in ve Rahmeten lil-Alem'in (S.A.) çağırdığı din budur. Ey Azizan, hiç kimseye bu “Hanif ve Kayyım Din” olan İslam'ı, evrensel Ahlâk ve Tabii Hukuk ilkelerini-elinde ılımlı İslâm makası olarak “kuşa benzetme” yetkisi verilmemiştir. Ne var ki yine hiç kimseye bu “Beled-ul Emin”i, bu Sevgi, ilim, Hikmet, İnsanlık Medinesi'ni ıssız bırakıp karşısına ruhsatsız yapılar, kuleler kurma, yahut yeraltı deliklerine çekilme izni de verilmemiştir. Ey Azizan, Beled-ul- Emin'de olanlara veya kapısında bekleyenlere “biz bu beldeyi yıkacağız, hepinizi, belde ehlini de, civarında yeraltında yaşayanları da önce ılımlı İslâm toplama kampına davet ediyoruz” diyenlere karşı uyanık olalım. Ne var ki “Medinet-ul-ilm”e çağıranı, bizzat Kuran-ı Nâtık ve Beled-ul-Emîn olan Yüce Sevgili'yi de gerçek eşsiz güzelliğiyle tanıyalım ve bu Sevgi Beldesi'ne kapısını çalarak erişmemiz için bize anlatılan ve dayatılan yalan ve bâtılları da terkedelim. Biz bu yalan ve bâtıllara sımsıkı sarılır da “hayye alel-felâh” çağrısının farkında dahi olmayıp Yüce Sevgili'nin ve Ehl-i Beyti'nin sevgisine eremez, “Eri Hakk bilmez” isek, toplama kampı barakalarından, derme-çatma gecekondulardan, yeraltına göçmüş virane ve harabe konuklarından kurtulamayız. Zihnimizdeki “Resûl-i Ekrem” (S.A.) tasavvufu, gerçekte biçare ve serseri karikatüristlerden farksız ise, önce kendimizi kurtaralım. “Hayye Alel Felâh'ını gökler işitmiyor!” isyanında aslâ haklı olamayız. Çünkü bu davet Allah'ın bize davetidir, Hâşa bizim Allah'a davetimiz değildir. İşitmesi gereken benim! Mutabık mıyız ey Azizan? Belî mirim, belî dost (dûst) mu? Hüseyin HATEMİ |