Cinselliği doğru kullanmanın ve zinadan korunmanın yolları nelerdir?
Cinselliği doğru kullanmanın ve zinadan korunmanın yolları nelerdir?
1. Empati yapın
İsterseniz öncelikle gözlerimizi kapatıp hayal burağına binerek Allah Resulü’nün yaşadığı zamana, Asr-ı Saadet’e doğru yola koyulalım. İşte bakınız orada bir genç duruyor. Adı Cüleybib. Simasından, hal ve tavırlarından bir derdi olduğu anlaşılıyor.
Cüleybib, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) huzuruna çıkıyor ve “Ey Allah’ın Elçisi! Zina etmeme izin ver!” diyor.
Sahabiler onu böyle bir ifadeden dolayı “Sus! Sus!” diye susturmaya çalışıyorlar.
Ama İki Cihan Güneşi, onu “Hele şöyle gel!” diye yanına çağırıyor.
Cüleybib, Efendimizin yanına gelip oturuyor. Peygamber Efendimiz onunla konuşmaya başlıyor:
“Söyle bakalım. Bir başkasının senin annenle zina etmesine razı olur musun?”
“Canım feda olsun, hayır, olmam.”
“Zaten hiç kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz. Peki kızınla zina edilmesini ister misin?”
“Uğrunda öleyim ya Resulallah! Hayır, istemem.”
“Öyleyse hiç kimse kızıyla zina edilmesini istemez. Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?”
“Yoluna feda olayım, hayır, istemem.”
“Hiçbir kimse, kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Peki halanla zina edilmesi seni memnun eder mi?”
“Canım feda olsun, hayır, kesinlikle.”
“Halasıyla zina edilmesi hiç kimseyi memnun etmez. Peki birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun?”
“Uğrunda öleyim, hayır buna da razı olmam.”
“Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz.”
Evet, bu konuşma ile akıl mantık planında Allah Resulü, Cüleybib’in aklını ikna eder ve onu doyurur. Ardından da elini bu gencin göğsüne koyar ve şöyle dua eder:
“Allah’ım! Onun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza buyur.”
Cüleybib, bu duadan sonra iffet abidesi haline gelmiştir. Gelmiştir, ama daha önceki hayatı bilindiği için kimse ona kız vermemektedir. Allah Resulü, aklını ikna ettiği bu sahabinin daha sonra derdine de derman olur. Bir kız babasına elçi göndererek kızını ister ve o kızla Cüleybib’i evlendirir.
Daha sonraları vuku bulan bir muharebede Cüleybib şehit düşer. Muharebe sonunda Allah Resulü etrafındakilere sorar:
“Hiç eksiğiniz var mı?”
Sahabe-i Kiram, “Yok ya Resulallah, hepimiz tamamız!” derler.
Ama Allah Resulü, “Benim bir eksiğim var” der ve Cüleybib’in başucuna gelir. Başını dizine koyar ve şöyle buyurur:
“Cüleybib benden, ben de Cüleybib’denim.”
Ve Cüleybib bu payeye kavuşarak ötelere uçar. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/256-257)
Bu hadisenin bize verdiği mesaj nedir? Kendin için istemediğin bir şeyi başkası için de yapma! Zina yapmak isteyen insan bu düşünceyi hatırından hiç çıkarmamalı. Empati yapmalı.
Çünkü Efendimizin ifadesiyle zina yaptığı insan mutlaka birisinin ya ablası veya abisi, amcası veya yengesi, teyzesi veya dayısı olacaktır. O yüzden insan, bir başkasının kendi eş, çocuk ve akrabalarına aynı gözlerle bakmasından duyacağı rahatsızlığı devamlı surette hatırında tutmalıdır.
Duygularımı kontrol edemiyorum!
İşte size günümüzün günaha teşvik eden ortamından bunalan bir gencin maili. Bu gencin sesine beraberce kulak verelim:
“Ben 20 yaşında üniversite öğrencisiyim. Liseden bu yana kızlara karşı aşırı bir ilgim var. Bu ilgi beni değişik yönlere itiyor. Bazen kendime hâkim olamayıp kötü şeyler yapmaktan korkuyorum. Bu durumdan nasıl kurtulabilirim?”
Bu ifadeler aslında sadece maili gönderen gence ait değil. Bu arkadaşımız kendisi gibi pek çok gencin duygu ve düşüncelerine tercüman olmuş.
Öncelikle şunu söyleyelim. Tüm insanların kendi çaplarına, istidat, akıl, kabiliyet ya da zaaf, istek ve arzularına göre, eğilimleri ve hobileri vardır. Kimileri asker olmak paşa rütbesine erişmek, kimisi şöhret olmak ister.
Her bir erkek de karşı cinsine olan ilgisiyle bilinir. Bu, çeşitli oranlarda olduğu gibi her bireyin bu hissini dışavurumu da değişik şiddet ve şekillerde olur. Önemli olan bu duygularını her erkeğin, en basit bir 3 taş oyununun kurallarına uyulduğu gibi, bunu da normal insan normlarında yaşamasıdır.
Nasıl araba tutkunu bir insanın; bu hevesini karşılamak için hırsızlık yapıp araba çalıp tüm trafik kurallarını hiçe sayarak, sonra da kaza yaparak kendisi ve toplum için anarşiye yol açması büyük bir yanlışsa, hanımlara karşı aşırı ilgisi olan bir erkek de oyunu kurallarına göre oynamak durumundadır. Unutmamalıdır ki; annesi, teyzesi, halası, kız kardeşi ya da yengesi veyahut kız yeğenleri vardır ve onlar da hanımdır. Çizgiler, sınırlar ve dengeler önemlidir.
İşin içine namus, din, ahlak vb. mefhumlar da girince imtihan denklemi birkaç bilinmeyenliye dek uzanır. Belki de insanlar bu ifrat ve tefrit ikilemi içinde insanca orta yolu bulma gayretleri yüzünden yükseklere, meleklerden aldığı ödünç kanatlarla yükseliyorlar, farkında değiller.
2. İffetli olun, iffetli yaşayın
Az önce Cüleybib’in iffet abidesi haline geldiğini söylemiştik. İffet, çirkin söz ve fiillerden uzak kalma, hayâ ve edep dairesinde bulunma, doğruluk, dürüstlük ve ahlaki değerlere bağlılık üzere yaşama demektir.
Aynı zamanda mana büyüklerimiz meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve isteklere iradi olarak kapalı kalma tavrını da “iffet” kelimesiyle ifade etmişlerdir. Bu bakış açısıyla iffet, genel manasıyla, iradenin gücünü kullanarak cismani ve şehevi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sadece dünyevi zevk yörüngeli bir hayattan uzak durmak demektir.
Bediüzzaman Hazretleri insanda üç temel duygunun bulunduğunu söylemiş; hakikatleri görüp, fayda ya da zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırma melekesine “kuvve-i akliye”; kin, hiddet, kızgınlık ve atılganlık gibi hislerin kaynağı sayılan güce “kuvve-i gadabiye”; arzu, iştiha ve cismani hazların menşei kabul edilen duyguya da “kuvve-i şeheviye” demiştir.
Kuvve-i şeheviyenin, hayâ hissinden tamamen sıyrılarak her türlü cürmü işleyecek kadar kayıtsız kalma şeklindeki ifrat hâlini “fısk u fücur”; helal nimet ve lezzetlere karşı dahi hissiz ve hareketsiz kalma durumunu da “humûd” olarak isimlendirmiştir.
Kuvve-i şeheviye açısından istikamet ve itidal üzere bulunarak, meşru dairedeki zevk ve lezzetlere karşı istekli davranmanın yanı sıra, gayr-ı meşru arzu ve iştihalara iradi olarak kapalı kalma tavrını ise “iffet” kelimesiyle ifade etmiştir. Bu zaviyeden iffet, umumi manasıyla, iradenin gücünü kullanarak cismani ve behimi arzuları kontrol altına almak, zinadan ve sefihlikten uzak durmak demektir. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 142)
İffetime toz kondurmam!
İffet, erkek ya da kadının her şeyden önce bedenini sahiplenmemesi, onun Hakiki Sahibi’nden kendisine bir emanet olduğunu kabul etmesi demektir. Kim sahipse kuralı o koyar. Bedenini sahiplenmeyen, onun Hakiki Sahibi’ni tanıyan insanın iffeti, bedenini kendi hevesleri ya da gelip geçici arzular doğrultusunda değil, her bir uzvunun ve duygusunun var edicisi Rabbinin emirleri doğrultusunda kullanacağı anlamını taşır.
İffetli insan şehvet duygusunu İlahi ilkelerle meşru ve helal yolda, izin dairesinde kullanır. Her duygu için iffet, onların var edildikleri amaç için, izin dairesinde kullanılması anlamına gelir. Mesela gözün iffeti, şehvete veya heveslere âlet olmaması; helâl güzelliklere bakması, tefekküre vesile olmasıdır.
Kur’an-ı Kerim, iman edenlerin iffetli, hayalı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını dikkate vermiş (Mü’minun, 23/5-7), iffetli yaşamanın mükafatı olarak Allah’ın mağfiretini ve ahiret sürprizlerini müjdelemiş (Ahzap, 33/35), konunun önemine binaen kadınları ve erkekleri ayrı ayrı zikrederek bütün mü’minlere iffetli olmalarını ve iffetsizlik için bir giriş kapısı sayılan haram bakıştan kaçınmalarını emir buyurmuştur (Nur, 24/30-31). Ayrıca, Hazreti Yusuf ve Hazreti Meryem gibi iffet abidelerini misal vererek inananlara hayâ ve ismet ufkunu göstermiştir.
Hazreti Yusuf Aleyhisselam, vezirin hanımından gelen bir günah çağrısı karşısında “Ya Rabbi! Bu kadınların beni davet ettikleri o işten zindan daha iyidir” (Yusuf, 12/33) diyerek, iffetine toz kondurmaktansa senelerce hapiste yatmayı göze almış ve kıyamete kadar gelecek olan bütün ehl-i imana bir hayâ timsali olmuştur.
Cenab-ı Allah’ın, “İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan Meryem’i de an. Biz ona ruhumuzdan üfledik, hem onu, hem oğlunu cümle âlem için bir ibret yaptık” (Enbiya, 21/91) diyerek yücelttiği Hazreti Meryem de bütün insanlık için tam bir iffet örneğidir.
Öyle ki, temiz ve nezih bir atmosferde, iffetli ve şerefli bir şekilde yetişen Meryem validemiz, o paklardan pak mahiyetiyle adeta bedene bürünmüş iffet haline gelmiştir. Bundan dolayıdır ki, Hazreti İsa’nın doğumunu dile dolayan talihsizlerin yakışıksız sözleri karşısında bin bir ıstırapla, “Keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” (Meryem, 19/23) diye inlemiştir.
İffetin bu umumi manasını hatırda tutmakla beraber, onu daha geniş olarak ele almak da mümkündür. Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur” şeklinde dile getirdiği ölçüye göre iffet, meşru daire içinde yaşayıp gayr-ı meşru sahaya nazar etmeme, el uzatmama, adım atmama demektir. Dolayısıyla, iffetli bir insan, göz, kulak, el, ayak gibi bütün organların helal dairedeki lezzetleriyle yetinmeli, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır.
Şeytanın zehirli oklarından bir ok
Çarşı ve pazarda gözlerimize haramların girmesi daima muhtemeldir. “Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek, elde kor tutmak gibi olacak” (İbn-i Mace, 2/1306) diyor Efendimiz... Evet, “kor; atsan iman gider, tutsan elin yanar.”
Ve yine buyuruyor: “Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur.” Kalbe saplandı mı, ya da göz hunisiyle kalbe indi mi bakışı bulandırır, başı döndürür.
Ve sonra Rabbü’l-Alemin’e tercüman oluyor: “Kim onu Benim korkumdan dolayı terk ederse, kalbine öyle bir iman tatlılığı atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar.” (Kenzü’l-Ummal, 5/329)
Şeytanın bu zehirli oklarına karşı tavrını ortaya koyan ve her işte olduğu gibi, bu hususta da yine yakınlarından başlayan Efendimiz, bakınız ne yapıyor?
Hacda, bir bineğin üzerinde Arafat’tan inerken, sağdan soldan geçen kadınlara gözü ilişmesin diye, bineğine aldığı amcası Hz. Abbas’ın oğlu Fazl’ın başını bir sağa bir de sola çeviriyor. Hadiseye dikkat edelim: Bir defa hâdise, böyle bir duygunun âdeta imkânsız olduğu hacda meydana geliyor.
İkinci olarak, mü’minlerin annesi Aişe validemizin ifadesiyle, kadınların erkeklerden ayrı ve yüzlerini dahi göstermeden geçip gittikleri bir dönemde Efendimiz, kendisi hakkında böyle bir şeyin asla düşünülemeyeceği yiğit amcasının oğlu Fazl’ın başını hem de kendi bineğindeyken sağa sola çeviriyor.
Ve bu hadise, Asr-ı Saadet’in o daima okşayıcı, nazarları, kalpleri yumuşatıcı, burcu burcu vahiy ve Cibril nefesi kokan ve daha dünyada iken ahireti ruhlara duyurup yaşatan hava ve ikliminde cereyan ediyor.
Bugün bile bir mescide girdiğimizde veya bir cemaatin huzuruna vardığımızda, istesek de fena hisler düşünemezken, böyle bir şeyin hiç de mümkün olmadığı bir durumda, nazarına başka hayaller girmesin, serseri bir ok gelip kalbini delmesin, içine günah tohumları serpilmesin diye, Fazl’ın yüzünün bir o yana, bir de bu yana çevrilmesini nasıl değerlendireceğiz?
Bu hadisenin ifade ettiği mana şudur: Orman hiç yanmasın diye meseleyi kökten ele alıp, ormanda bir kibrit çöpüne dahi müsaade etmeme; ortada hiç savaş ihtimali yokken dahi, binlerce askerin bulunduğu karargâh içinde yine nöbeti aksatmama ve bir saniye olsun gözü yummama…
Evet, haramlara, fuhşa, tecavüzlere, cinayetlere ve daha nelere nelere götürücü sebeplerin bütününü ortadan kaldırma… Belki bir gün yılan, çıyan sızar diye tüm delikleri kapama... Ve bir bakış, bir gülüş, bir dokunuşla nice hayatların sönüp gitmesinin, nice yuvaların yıkılmasının önüne aşılmaz setler çekme... Yani, fenalıklara iten sebepleri ortadan kaldırma ve günahları ta baştan önleme; işte Allah’ın çizdiği yol!
Canınız her sıkıldığında sokağa çıkmayın
Canı sıkılan sokağa mı çıkmalı? Bu düşünce, şeytanın rahatlıkla içeriye sızıp çalışabileceği bir gedik... Can sıkıntısını sokakta geçireceğini sanan insan, yağmurdan kaçarken doluya tutulan insan gibi olur.
Can sıkıntısı genelde, kalbin tatminsizliğinden, Allah ve Resulü ile münasebet kurulamayışından, ibadetlere bağlı olamamaktan, arkadaşsızlıktan, okuma ve tefekkür adına boş bulunmaktan, meşguliyetsizlikten, hizmet etmemekten kaynaklanır. Böyleleri için şeytanın girebileceği gedikler hazır demektir. Şeytandan yanmış insanın, yeniden şeytanın oklarının yağdığı mevzilerde dolaşması, deniz suyu içmekten içi yanmış birinin susuzluğunu gidermek için tekrar denize koşmasına benzer.