|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi: 02 Aralık 2007 (19:40), Konuya Son Cevap : 24 Şubat 2010 (16:18). Konuya 7 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
02 Aralık 2007, 19:40 | Mesaj No:1 |
Ebül Hasan Harakani Kimdir? Ebül Hasan Harakani Kimdir? [COLOR=#002060]Anadolu’ya doğru yola çıkanlardan biri Ebul Hasan El Harakani Hazretleri. Mevlana ondan övgüyle bahseder. 1033 yılında Kars’taki Yahniler dağında düşmana karşı savaşırken şehit düşer. Kanatlanıp pervaz etmeyi, yükselip gökler ötesi alemlere varmayı kim istemez ki? Gönül Hayatında ‘tevhid’e ulaşmayı ve ruhani zevklere gömülüp gitmeyi kim arzulamaz ki? Duygu ve düşüncede saflaşıp özüne ermeyi, insani melekelerini geliştirip rabbanileşmeyi kim düşünmez ki? Elbette bunlar dünyaya geliş amacını bilen herkesin hayalidir. Ama herkes böyle olmayı başaramıyor. Çünkü; cismani zevklerden sıyrılıp behimi arzulara başkaldırmak, binbir kötü duygulardan geçerken bedeni hazlara “Evet” dememek, bir çocuk gibi şu dünyanın çamuruna batmamak kolay olmuyor. Evet… İnsanın yürüdüğü yolda veya yolun sonunda “Esfele-i safilin” de var, “Âlâ-yı illiyyîn” de var, şeytanı şeytanlıkta geri bırakmak da. Tıpkı Efendimiz’in (sas) sevgisi ile kalbi dopdolu olan Ebul Hasan El Harakani Hazretler’i gibi. O meleklerin ulaşamadığı ufuklara ulaşanlardan. O sadece Peygamberimiz’in izini takip ederek insanlığa iyiliği tavsiye edip kötülükten men etmek için Horasan’dan hicret edenlerden biri. Ebul Hasan El Harakani Hazretleri... O Selçukluların Anadolu’ya girişini kolaylaştırmak için yola koyulanlardan biri. 1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler dağında düşmana karşı savaşırken şehit düşüyor. Harakani Hazretleri öyle bir hayat yaşadı ki, ölümünden sonra gelen Mevlânâ Celaleddin-i Rumi Hazretleri gibi birçok zat kendisinden övgüyle bahseder. Hatta asrın müellifi, Ebul Hasan El Harakani Hazretleri’ni, ölmelerine rağmen halen yeryüzünde tasarrufu devam eden beş büyük zattan biri olarak ifade eder. Çünkü; O daha dünyada iken ahireti görmeyi başardı. İnsanların imanlarının kurtuluşuna hizmet etmeyi varlığının gayesi olarak gördü. Birçok ulema gelip geçmiştir şu hayattan ama en önemli beş büyük zattan sayılmasına rağmen Harakani Hazretleri çok az kişi tarafından biliniyor. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Bediüzzaman Said Nursi kaynaklarında ve sohbetlerinde Hasan Harakani’den övgüyle bahsediyorlar. Ebu’l Hasan Harakani evliyanın büyüklerinden, insanları hakka davet eden ve kendilerine Silsile-i Aliyye adı verilen büyük alim ve velilerin altıncısıdır. Zamanın hükümdarı Sultan Mahmud-i Gaznevi, onun sohbetinde bulundu. Hatta Ebu’l Hasan Harakani’nin ona bir de hırkasını hediye ettiği bizlere rivayet ediliyor. 963 ile 1033 yılları arasında yaşayan Ebul Hasan Harakani Hazretleri’nin asıl ismi Ali b. Ahmet b. Cafer’dir. Mevlânâ Mesnevi’sinde ise “Ebul Hüseyn” diye geçer. Prof. Dr. Reynold Nicholson, Mevlânâ’nın Mesnevi’sine yazmış olduğu şerhte şunlara dikkat çekiyor: “Mevlânâ Celaleddin-i Rumi şiirlerinde her ne zaman “Şeyh-i Din” kavramını kullanırsa bundan amacı Şeyh Ebu’l Hasan Harakani olmuştur.” Yine Mevlânâ birçok sohbetinde “Bizim söylediklerimiz Ebu’l Hasan Harakani’den aldıklarımızdan başka bir şey değildir.” diye belirtiyor. Ebu’l Hasan Harakani’nin tasavvufi anlayışında muazzam bir insan sevgisi hakimdir. İnsanlara hizmeti kendi varlığının gayesi olarak kabul etmiştir. “Allah’ım; Keşke ben ölseydim de, başkaları ölümü tatmasaydı” veya “Keşke bütün yaratılmışların cezasını bana çektirseydiler de, onlar cehenneme gitmeseydiler” sözleri bunun en açık örnekleridir. Hasan Harakani mükemmel bir ruh inceliğine sahipti; “Allah’ım gariplerin benim tekkemde ölmelerine müsaade etme. Zira Ebu’l Hasan’ın tekkesinde bir garip öldü derlerse, ben o garibin ölümüne tahammül edecek güce sahip değilim” şeklinde Allah’a yalvarıyor. Ebu’l Hasan Harakani Hazretleri’nin irfani açıklamalarını oluşturan “Nuru’l Ulum’’ isimli eseridir. Bu yazma tek nüsha halinde Britanya Müzesi kütüphanesinde bulunuyor
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
Konu Sahibi Seleme 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Üniversiteli Bayanla Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 20 | 9736 | 20 Mayıs 2009 19:42 |
Üniversiteli Erkekle Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 1 | 2437 | 20 Mayıs 2009 19:35 |
A.Hakan'dan Döneklik Konferansı | Serbest Kürsü | kurtmehmet | 4 | 2365 | 10 Mayıs 2009 20:54 |
Hanefi Mezhebi: İslamda Kazanç | Zekat-İnfak | Seleme | 0 | 2318 | 19 Nisan 2009 04:52 |
Hanefi Mezhebi: Alışveriş | İlmihal Bölümü | Seleme | 0 | 2402 | 19 Nisan 2009 04:51 |
02 Aralık 2007, 19:51 | Mesaj No:2 |
Cvp: Ebül Hasan Harakani Kimdir? Arkadaş sağ ol da Bir ricam var sana Hep kırmızı yazıyorsun Yazı adabında kırmızı yazmak doğru karşılanmaz. Çünkü kırmızı renk gözü yorar. Yazıldığında okuyanın da gözlerini yorar.. O yüzden dikkat çekiceğin bir kaç ifade dışında kırmızıyı tercih etmesen desem olmaz mı ? | |
02 Aralık 2007, 20:01 | Mesaj No:3 |
Cvp: Ebül Hasan Harakani Kimdir?
[SIZE=2][COLOR=#00b050]Harakanî, diğergâmdı, dertlinin derdiyle ilgilenmeyi severdi. Derdi ki: Türkistan'dan Şam'a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü varsa, o kalp benim kalbimdir. Gerçek kulluğun kula hizmetten geçtiğini bilenlerdendi. Bu yüzden: "Sabahleyin yatağından kalkan âlim, ilminin artmasını, zâhid zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşinin gönlünü neşeyle doldurma ve onu sevindirme derdindeyim" derdi. Rabia Adeviyye ve benzeri sufiler gibi, cennet düşüncesinden, cehennem endişesinden geçenlerdendi. Şöyle konuşurdu bu konuda: "Cennet ve cehennem yok demiyorum. Benim dediğim, cennet ve cehennemin benim nezdimde yeri yoktur; zira her ikisi de mahluktur. Benim rağbetim ise mahlûkata değil, Hâlika'dır." İlimle ve bilgiyle övünmenin yersizliğini şöyle anlatırdı: "Herkes, hiçbir şey bilmediğini anlayıncaya kadar hep bildiğiyle övünür, durur. Nihayet hiçbir şey bilmediğini anlayınca bilgisinden utanır ve işte o zaman marifet kemale erer. Çünkü gerçek bilgi bilmediğini bilmektir." Sulh ve cengin nerede ve ne zaman olacağını şöyle bildirirdi: "Sulh bütün halkla, cenk ise nefsledir." Dünyayı gölge gibi görürdü. Bu yüzden de: "Sen onun peşinde koştukça o senin padişahın; ondan yüz çevirince de sen onun padişahı olursun." derdi __________________
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
02 Aralık 2007, 20:03 | Mesaj No:4 |
Cvp: Ebül Hasan Harakani Kimdir? Maşuk Hocam bu iyi mi? Uyarınız için teşekkür ederim.
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
02 Aralık 2007, 20:18 | Mesaj No:5 |
Cvp: Ebül Hasan Harakani Kimdir? SULTAN OLARAK GELİP DERVİŞ OLARAK GİTTİ Sultan Mahmud Gaznevi, bütün Asya'ya hâkim olduğu zamanda, Harakan şehrine yaklaşmıştı. Birkaç adamını, Şeyhe göndermiş ve onu yanına çağırmıştı. Şeyh hazretleri, bir özür beyan ederek gitmedi. Durum, Sultana bildirilince, - Haydi kalkın; demek ki o, bizim sandığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim, dedi. Sonra kendi elbisesini Kadı İyaz'a giydirdi ve kendisi de silahtar olarak, Kadı İyaz'ın yanında Şeyhin evine girdi. Sultan selâm verince, Şeyh hazretleri selâmını aldı. Fakat ayağa kalkmadı. Sultan, Şeyhe; - Niçin ayağa kalkmadınız? diye sorunca, Şeyh; - Madem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım, dedi. Soruya o anda cevap vermedi. Sultan Mahmud, Şeyhe; - Hocan Bâyezid-i Bistâmi nasıl bir zat idi? diye sordu. Şeyh: - O, öyle kâmil bir veli idi ki, onu görenler hidayete kavuşurdu, dedi. Sultan bu cevabı beğenmedi. "Ebu Cehil, Ebu Leheb gibiler, Fahr-i kâinât efendimizi çok defa gördüler. Fakat hidayete gelmediler?" dedi. Şeyh; - Ebu Cehl ve Ebu Leheb gibiler, insanların en üstününü Allahü teâlânın sevgili Peygamberi olarak görmediler. Ebu Tâlib'in yetimi olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebu Bekr-i Sıddik gibi bakarak, Resulullah olarak görselerdi, eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemale gelirlerdi, buyurdu. Sultan bu cevabı çok beğendi. Alimlere, Allah dostlarına olan sevgisi arttı. Sultan giderken, Şeyh ayağa kalktı. Sultan, - Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun, neden? diye sordu. Şeyh hazretleri; - Buraya padişahlık gururu ile beni imtihan için geldin. Şimdi ise derviş olarak gidiyorsun. Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım. Fakat şimdi derviş olduğun için ayağa kalkıyorum, dedi.
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
11 Ocak 2008, 22:22 | Mesaj No:6 |
Cvp: Ebül Hasan Harakani Kimdir? Bir gece Ebü'l-Hasan-i Harkânî; "Bu gece falan sahrada savas yapiliyor. Su kadar kisi de yaralandi." buyurdu. Durumu arastirdiklarinda, Ebü'l-Hasan hazretlerinin dedigi gibi oldugu anlasildi. Ayni gece, Ebü'l-Hasan hazretlerinin oglunun kafasini kesip, kapisinin esigine attilar. Ebü'l-Hasan-i Harkânî'nin hiç haberi olmadi. Kendisini inkâr eden hanimi; "O kimseye ne demeli, su kadar mesâfe uzakliktaki cereyân eden bir olayi haber veriyor, ama oglunun kafasini kesip kapisina attiklari hâlde, bundan haberi olmuyor?" deyince, Ebü'l-Hasan-i Harkânî; "Evet, dedigin dogrudur. Ama biz onu gördügümüz vakit, aradaki perde kaldirilmisti. Oglani katlettikleri zaman ise, perde çekmislerdi." dedi. Ihlâs ve riyâ nedir? diye sorduklarinda; Ebü'l-Hasan hazretleri buyurdular ki: "Allahü teâlâ için yaptigin her sey ihlâstir. Halk için yaptigin hersey de riyâdir." Ebü'l-Hasan-i Harkânî hazretleri, birgün sohbetinde bulunanlara söyle sordu: "Dünyâda en iyi sey nedir?" Orada bulunanlar; "Siz, bizden daha iyi bilirsiniz. Siz bildirin." dediler. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri, "En iyi sey, Allahü teâlâyi unutmayan gönüldür." buyurdu. Ebü'l-Hasan-i Harkânî hazretleri buyurdular ki: "Nîmetlerin en iyisi, çalisarak kazanilanidir. Arkadaslarin en iyisi, Allahü teâlâyi hatirlatandir. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandir." "Dünyâda, âlimler ve âbidler (ibâdet eden) çoktur. Ama, aksam ve sabah cenâb-i Hakkin rizâsi üzere bulunmak mühimdir." "Kalblerin en nurlusu, içinde Allahü teâlânin sevgisinden baska bir sey bulunmayandir. Amellerin en iyisi, riyâdan uzak olan, yâni ihlâs üzere olanidir." "Siz Allahü teâlâdan konusurken, baska seyden bahsedenle arkadaslik etmeyiniz." "Cennet'te Tûbâ agacinin altinda, Allahü teâlâdan bîhaber olarak bulunmaktansa, dünyâda bir diken agacinin altinda, dâimâ O'nu hatirlamayi daha çok arzu ederim." "Resûlullah efendimizin vârisi; O'nun islerine uyan ve serîatine tâbi olandir." "Ömrüme bakinca, yetmis üç yillik ibâdetlerimin hepsini, bir saatlik kadar kisa, günahlara bakinca da, Nûh aleyhisselâmin ömrü kadar uzun gördüm." "Dünyâ, pesinden kostugun sürede senin pâdisâhindir. Ondan yüz çevirince, sen ona sultan olursun." "Allahü teâlâ, nasil senden vaktinden evvel namaz kilmani istemiyorsa, sen de O'ndan, vaktinden önce rizik isteme." "Ulemâ; "Biz Peygamberin vârisiyiz." diyor. Fakat Peygamberimizin vârisleri arasinda biz de variz. Çünkü O'nda olan seylerin bâzisi bizde de var. Resûlullah efendimiz fakirligi seçmisti. Biz de fakirligi tercih etmis bulunuyoruz. O cömertti. Güzel bir ahlâki vardi. Hâinlik bilmezdi. Basîret sâhibiydi. Halkin rehberiydi. Aç gözlü ve hirs sâhibi degildi. Hayir ve serri Allahü teâlâdan bilirdi. Tabiatinda yalan ve kandirma diye bir sey yoktu. Zamânin esiri degildi. Insanlarin korktugu seyden korkmazdi. Insanlarin güvendigi seye güvenmezdi. Hiç gururlanmazdi. Iste bunlar evliyânin sifatlaridir. Resûlullah efendimiz, ucu bucagi bulunmayan bir umman idi. Eger o ummandan bir damla ortaya çiksaydi, bütün âlem ve mahlûkât sasirir kalirdi. Sûfîlerin kervani; Allahü teâlâ, Resûlullah ve Eshâb-i kirâm sevgisinden ibârettir. Bu kervanda bulunan ve ruhlari bunlarin ruhlariyla kaynasan kimseye ne mutlu."
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
01 Temmuz 2009, 01:37 | Mesaj No:7 |
RE: Ebül Hasan Harakani Kimdir?
"Nîmetlerin en iyisi, çalisarak kazanilanidir. Arkadaslarin en iyisi, Allahü teâlâyi hatirlatandir. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandir Allah razı olsun Rabbim razı olduğu amller nasip kılsın Herşeyin hayrlısını mevla nasip kılsın | |
24 Şubat 2010, 16:18 | Mesaj No:8 |
RE: Ebül Hasan Harakani Kimdir?
Ebü'l-Hasan El-Harakânî [/size][/b][/u] Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılarak, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır Tarih sayfalarına isimleri altın harflerle yazılan şahsiyetler vardır. Bu şahsiyetlerin, Peygamberler ve onların yol arkadaşlarından sonra en önde gelenleri, engin bir ibadet, tefekkür, irşad ve mücahede/mücadele hayatı yaşamış mânâ erleridir. Yetiştirdikleri mürid ve talebeleri, bizzat kaleme aldıkları veya konuşmalarından talebeleri tarafından derlenen yol gösterici eserleri ve yaşadıkları hayatları ile bu şahsiyetler, asırlar geçse de hep hayırla yâd edilmiş, örnek alınmış, bazı vefakârlarca hemen her duada hatırlanmış ve duaların kabulüne vesile edilmişlerdir. Bazı gaybî işaretlerden ve yaşanan tecrübelerden hareketle, bu şahsiyetlerin bir kısmının vefatlarından sonra bile mânevî tasarruflarına inanılmıştır. İşte yazımıza konu edindiğimiz Ebü’l-Hasan Harakânî de bu mânâ erlerinden birisidir. Horasan ve Tasavvuf Harakânî’nin yaşadığı dönem ve coğrafya, tasavvuf tarihinde yüzyıllar boyu insanlığa rehberlik eden büyük mutasavvıfların yetiştiği önemli bir dönem ve bölgedir. Horasan bölgesi bugün İran, Afganistan ve Türkmenistan devletlerince paylaşılan geniş bir coğrafyanın adıdır. Genelde İslâm kültürü ve medeniyetinin mayalandığı en bereketli topraklardan olan Horasan, Tasavvuf tarihi açısından da önemli bir merkezdir. Tasavvuftan söz edildiğinde akla hemen Horasan erenlerinin gelmesi, bunu bariz bir şekilde göstermektedir. Sözkonusu dönem değişik millet ve kabilelerin birbirleriyle tanışıp kaynaştığı, dolayısıyla muhtelif kültürlerin buluştuğu bir dönemdir. Bâtınîlik ve Karmatîlik gibi bâtıl cereyanlar, Ehl-i Sünnet kelâm mezhepleriyle amelî mezhepler ve ardından felsefî cereyanlar hep bu dönemlerde sistemleşmiş ve yaygınlık kazanmışlardır denilebilir. Şi’a’nın da o bölgede ve dönemde belli ölçüde teşkilâtlandığı hesaba katılmalıdır. Bu dönemde tasavvuf da fıkıh, kelâm, hadîs ve tefsir ilimleri gibi ayrı bir disiplin hâlinde inkişaf etti. Hakîm Tirmizî’nin (320/932) Hatmu’l-Velâyesi, Ebû Nasr Serrac’ın (378/988) el-Luma’ı, Kelâbâzî’nin (380/990) Taarruf’u, Ebû Talip Mekkî’nin (386/996) Kûtu’l-Kulûbu, Kuşeyrî’nin (465/1072) er-Risalesi, Hucvirî’nin (470/1077) Keşfu’l-Mahcub’u gibi ilk klâsik tasavvufî eserler bu dönemde kaleme alındı. Zühd döneminde pek kullanılmayan veya henüz ortaya çıkmayan ilk tasavvufî kavramlar da bu dönemin mahsulüdür. Bu dönemde mutasavvıflar insanın kalb, vicdan ve nefis gibi mekanizmalarını tahlil etmekte, onlarla ilgili hâlleri beyan ederek insan ruhunun geçeceği makamlardan bahsetmekte, kalb tasfiyesi ve nefis tezkiyesi gibi konuları daha derinlikli bir şekilde gündeme getirmekteydi. Horasan’da Ahmed b. Harb (234/848), Hatem-i Esamm (237/851), Ahmed b. Hadraveyh (240/854), Ebû Talip Nahşebî (245/859) gibi mânâ erleri tevekkül ve fütüvvet ağırlıklı olan Horasan tasavvuf mektebinin ilk temsilcilerini oluşturmaktadırlar. Horasanda bu dönemde gelişen fütüvvet genellikle şecaat, mürüvvet, sahavet ve kerem mânâlarını taşımakla beraber, îsar, kendini hizmete feda, başkalarına eziyet vermeme, iyiliği yayma, sızlanmayı bırakma, makam tutkusundan uzaklaşma ve nefisle mücadele gibi anlamlar kazanmıştır.1 İşte Harakânî, mânevî üstadı Bayezid-i Bistamî’den yaklaşık doksan sene sonra bu bölgede ve bu yoğunluktaki bir tasavvuf ortamında dünyaya gözlerini açtı. [size=large]Kısaca Hayatı[/size] Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Harakânî, Horasan bölgesinin batısındaki Bistâm’a bağlı Harakân’da2 dünya ya geldi. Hicrî 352’de (963) doğduğu kabul edilir. Kaynaklarda ümmî ol¬duğu ve Bâyezîd-i Bistâmî’nin (234/848) mânevî bir işareti üzerine Kur’ân oku maya başladığı kaydedilmektedir. Harakân’dan Bistâm’a gidip Bâyezîd’in türbesini ziyaret eden Harakânî’ nin Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetiyle terbiye edildiği yani üveysî olduğu ve şeyhi nin Bâyezîd olduğu kabul edilir. Nakledilen bir men kıbeye göre Bâyezîd Hazretleri Harakân’dan büyük bir velî çıkacağını önceden haber vermiş ti. Bistamî her yıl bir kere Dehistân’da şehit mezarlarının bulunduğu kumluk tepeyi ziyarete giderdi. Harakân’dan geçerken durur ve derin nefes alırdı. Müritleri, “Biz farklı bir koku almıyoruz.” dediklerinde onlara şu cevabı verirdi: “Ben bu köyden bir erin kokusunu almaktayım. Bir er gelecek, adı Ali, künyesi Ebü’l-Hasan, benden üç derece önde olacak, aile sıkıntısı çekecek, çiftçilik yapacak ve ağaç dikecek.”3 Bazı kaynaklar ise Harakânî’nin Ebü’l-Abbas el-Kassâb’ın müridi olduğu nu, Kassâb’ın onun hakkında; “Benden sonra ziyaretçilerim ona yönelecekler.” de diğini kaydeder.4 Ebû Saîd Ebü’l-Hayr’ın Harakânî’yi zi yarete gittiğinde meclisinde susmayı ter cih ettiği, “Neden konuşmuyorsun?” so rusuna, “Bir hususta iki tercümana ge rek yok.” diye cevap ver diği nakledilir. Ebû Saîd Ebü’l-Hayr’ı bast, kendini kabz ehli olarak nitelendiren Ha rakânî’nin Ebû Saîd’in büyük önem ver diği semâ ve rakstan hoşlanmaması ara larında meşrep farkı bulunduğunu gös terir. Eserinde Harakânî’ye geniş yer ayıran Attâr, Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin, “Harakân’a gittiğimde Ebü’l-Hasan’ın heybeti ve haşmeti bana o kadar tesir etti ki, di lim tutuldu.” dediğini nakleder. Kuşeyrî’nin er-Risâle’sinde bir sözü dışında Harakânî’ye yer vermemesi Harakânî’nin şatahât5 türü sözler sarf etmesine hamledilebilir. Nitekim Harakânî’nin vaaz ve nasihatlerini, bazı sözlerini, münâcât ve menkıbelerini ihtiva eden Nûrü’l-’Ulûm’u ile Attâr’ın Tez kiretü’l-Evliyâ’ adlı eserinde onun bir çok müteşabih ifadeleri nakledilir. Tabakât kitapları İbn Sina ve Gazneli Mahmud gibi zâtların Harakânî’yi ziyaret etmek için Harakân’a geldiklerini kayde derler. Hattâ Mevlâna’nın Mesnevî’sinde daha detaylı olmak üzere, birçok tabakat kitabında İbn Sina’nın ziyareti sırasında cereyan eden şöyle bir hâdise de anlatılır: İbn Sina birkaç arkadaşıyla Harakânî’yi ziyarete gelir. Ancak evde olmadığını söyleyen hanımı sözlerine bir de “Eğer onun için geldiyseniz ziyaretiniz boşuna gitmiştir, o sır sahibi olduğunu iddia eden bir delidir.” şeklinde incitici cümleler de ekler. “Geri dönelim, onu en iyi bilen hanımıdır.” diyen arkadaşlarını ikna ederek orman tarafına yönelen İbn Sina ve beraberindekiler, karşıdan odunları bir hayvana yükleyip gelen Harakânî’yi görürler. Yaklaştığında bineğin bir aslan olduğunu anlar ve hanımından duyduklarıyla tezat teşkil eden bu durumu sorarlar. O da: “Evdeki kurdun sıkıntısını çekmeyene dağdaki aslan hizmet etmez.” cevabını verir. Gazneli Mahmud’un, Harakânî’yi ziyareti sırasında da cereyan eden bazı konuşma ve hâdiseler, farklı unsurlar katılarak ama özü değiştirilmeden birçok kaynakta zikredilmiştir. Detaya girmeden şu şekilde özetlemek mümkündür: Şeyh Harakânî’nin şöhretini duyan Gazneli Mahmud, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakân’a gelir. Sultan, yanına geldiğinde Şeyh Harakânî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan bazı sorular sorar ve şeyhi sınar. Aldığı tatminkâr cevaplar ve şeyhin mehabeti karşısında irkilir, endişesi sevgi ve saygıya dönüşür. Şeyhe bir kese altın ihsanda bulunmak isterse de, Harakânî bunu reddeder. Bu sefer, ‘ondan bir hatıra olsun diye’ herhangi bir eşyasını ister. Harakânî de sultana bir gömleğini verir. Görüşme tamamlandıktan sonra sultan, veda ederken Şeyh Harakânî onu ayakta uğurlar. Sultan, şeyhin kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar: — Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız; ama yolcu ederken ayaktasınız. Sebebini öğrenebilir miyim? — İlk gelişinizde padişahlık gururu ve bizi imtihan niyetiyle geldiniz. Ama şimdi tevazu hâliyle ayrılıyorsunuz. Tevazu hâline saygı gerekir. “Bana nasihatte bulun.” demesi üzerine Harakânî: Dört şeye dikkat et: -Takva, -Cemaatle namaz, -Cömertlik ve -Halka şefkat, cevabını verir.6 Nakşibendiyye silsilesinde önemli bir yer verilerek altın zincirin7 bir halkası sayılan ve üveysîliği üzerinde özellikle durulan Harakânî, Aynülkudât el-Hemedânî, Necmeddîn-i Dâye, Attâr, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî gibi büyük mutasav vıfları derinden etkilemiş; Ebû Abdullah Dastanî (417/1026), Ebû Abdullah El-Ensarî el-Herevî (481/1089), Kuşeyrî (465/1072), Ebû Said Ebü’l-Hayr (440/1049) gibi meşhur zâtlara üstatlık veya yakın arkadaşlık yapmıştır. Harakânî’nin 10 Muharrem 425 (5 Aralık 1033) tarihinde vuku bu lan ölümünden sonra da tesiri uzun sü re devam etmiştir. Hattâ o, tasarrufu8 devam eden sayılı zâtlar arasında sayılmıştır. Kazvînî (682/1283), Harakânî’nin kabrinin Bistâm yakınlarındaki Harakân’da bulunduğunu, onu ziyaret edeni şiddetli bir kabz hâlinin istilâ ettiğini söyler. Bistâm’ı ziyaret eden İbn Batûta şehre ge lince Bâyezîd-i Bistâmî’nin zaviyesinde kaldığını, Ebu’l-Hasan el-Harakânî’nin kabrinin de bu şehirde olduğunu bildirir. Evliya Çelebi ise Kars Kalesi’nin 3. Murad devrinde Lala Mustafa Paşa tarafından tamir edildiğini anlatırken bir askerin paşaya aktardığı rüyasını nakleder. Buna göre asker, paşaya rüyasında gördüğü yaşlı bir zâtın kendisinin Ebu’l-Hasan el-Harakânî olduğunu ve makamının9 burada bulunduğunu söylediğini, kendisinden ayağını bastığı yeri kazmasını istediğini anlatmış, bunun üzerine 100 işçi yeri kazmaya başlamış ve üzerinde, “Menem şehîd ü saîd Harakânî” ibaresi yazılı dört köşe bir somaki mermer bulunmuştur. Gaziler, mermeri tekbir ve tevhidle kaldırınca kabir ortaya çıkmıştır. Yaralı pazusuna sarılı makrame ile sırtındaki hırkasının bile henüz çürümediği görülmüş; vücudunun sağ tarafındaki yarası ise hâlâ kanamakta imiş. Gaziler yine tekbirle kabri kapatmışlar. Kalenin içine ilk olarak Lala Mustafa Paşa tarafından Ebü’l-Hasan el-Harakânî adına bir tekke ile bir cami inşa ettirilmiştir. Evliya Çelebi’nin anlattığı bu olay, Kars ve çevresinde Harakânî’nin Kars’ın fethine katıldığı ve burada şehid olduğu şeklinde bir inancın doğmasına yol açmıştır.10 Ancak birçok kaynağa müracaat ederek Harakânî üzerine geniş bir araştırma yapan Hasan Çiftçi, Harakânî’nin Kars’ta vefat ettiği şeklindeki inancın sadece yukarıda aktarılan rüyaya dayanmadığını, bunu destekleyen başka belge ve tarihî rivayetlerin de olduğunu aktararak, bu bilginin gerçek olabileceğini belirtmektedir.11 Harakanî’ye, bazı tasavvufî konulardaki görüşlerini ve veciz sözlerini ihtiva eden Nûru’l-Ulûm adlı bir eser izafe edilmektedir. Ancak ne basılı hâli ne de elyazması elde mevcut olan bu eserin, ismi bilinmeyen bir müridi veya müritleri tarafından vefatından sonra kaleme alındığı şüphesiz gibidir. Zîrâ ümmî olduğu ifade edilen Harakânî’nin eser yazdığına dair hiçbir işaret bulunmamaktadır. Nûru’l-Ulûm’dan Seçmeler adında yazarı bilinmeyen bir çalışma ise değişik dillerde mevcuttur. Öyle anlaşılıyor ki Harakânî’ye ait bilgi ve fikirlerin kaynağı, bu eser yanında, halk arasında sözlü olarak aktarılan malumat veya menkıbeler ve diğer çağdaşı âlimlerin eserlerine aldığı kısa anekdotlardan oluşmaktadır. Harakânî’den Vecizeler Ebü’l-Hasan Harakânî’den insanı düşünceye sevk eden, ders veren ve ikaz eden birçok veciz söz nakledilmiştir. Elbette bu vecizeler onun dünya ile münasebetini, takvasını, zühdünü ve Rabb’ine yaptığı kulluğu da bize bir nebze anlatmaktadır. Bunlardan birkaçını zikretmek istiyoruz: Kimin kapısında bir yıl beklersen, neticede bir gün, gel bakalım, niçin orada duruyorsun der. Allah’ın kapısında elli yıl bekle, sana ben kefil olurum. Üç hâlden biri ortaya çıkmadan dünyadan gitme: Ya Allah’a olan muhabbetinden dolayı gözyaşların kan olmalı ya O’nun korkusuyla idrarın kana dönüşmeli veya uyanık olduğun hâlde kemiklerinin eriyerek inceldiğini görmelisin. Kalblerin en aydını içinde mahlûkatın yer almadığı kalbdir. Amellerin en iyisi, içinde mahlûk düşüncesinin olmadığı ameldir. Nimetlerin en helâli kendi gayretinle olanıdır. Arkadaşın en iyisi Hak ile yaşayandır. Hak Teâlâ kulların paylarını bölüştürdü, her biri kendi payını aldı. Civanmert velilerin payına da hüzün düştü. Civanmertlerin hüznü O’nu O’na yaraşır şekilde anmak isteyip de yapamamalarıdır. Eğer sana hüzünlü olanların hikâyesini anlatırsam yer ve gök kan ağlar. Tandırdan elbisene bir ateş sıçrasa onu hemen söndürmeye çalışırsın; dinini yakan bir ateşe yani kibir, haset ve riya ateşlerinin kalbinde durmasına neden razı olursun. Âlim sabahleyin yatağından kalkarken, ilminin artmasını, zâhid zühdünün artmasını ister. Ben ise bir kardeşinin gönlünü neşeyle doldurma ve onu mutlu etme derdindeyim. -------------------------------------------------- On iki sene nefsimin demircisi idim; kendi nefsimden bir ayna yapmak için onu riyazet ocağına koyuyor, mücahede ateşiyle dağlayarak kızıl hâle getiriyor, sonra onu yerme örsünün üzerine koyarak kınama çekiciyle dövüyordum. Beş sene kendi aynam idim; her çeşit ibadet ve taatle bu aynayı parlatıyordum. Sonra bir sene boyunca kendime dikkatle baktım; kendimde (belimde) gururdan, ucuptan, kibirden ve kendi amelini beğenmekten mamul bir küfür zünnarı gördüm. On iki yıl onu kesmek için çalıştım, nefsin derinliklerinde bir başka zünnar gördüm, beş yıl da onun kesilmesi için gayret sabrettim. Onu nasıl keseceğime bakıyordum, keşif vâki oldu. Halka (mahlûkata) baktım onları ölmüş gördüm ve hepsinin cenaze namazlarını kıldım. Onların cenazesinden döndüm ve yeniden İslâm’a girdim.Kendi ömrüme bakınca, yetmiş üç yıllık bütün ibadetimi bir saat kadar gördüm; günahlarıma bakınca Nuh’un (as) ömründen daha uzun gördüm.12 Alvarlı’nın Şiiri Sözümüzü, Alvarlı Efe’nin, büyük ihtimalle Harakânî’nin türbesini ziyareti sırasında söylediği bir şiiriyle bitirmek istiyoruz. Merhaba ey hâmil-i envâr-ı iman merhaba Merhaba ey hâmil-i envâ-i esrâr merhaba Merhaba ey muttaki kul bende-i Peygamberi Merhaba ey mazruf-u ihsan-i Bârî merhaba Merhaba nûş eyleyen şehd ü şehadet şerbeti Merhaba ey ferd-i devransın kamuya merhaba Merhaba ey ol tasarruf menbaının mahremi Merhaba ey nezd-i Hak’tan ehl-i himmet merhaba Merhaba ey gayba mâil ol ricalin kişveri Merhaba ey dâhil-i dergâh-ı izzet merhaba Merhaba ey kutb-u âlem yâ Cenâb-ı Bu’l-Hasan Merhaba ey Gavs-ı A’zam Şah-ı Hûbân merhaba Merhaba ey Kars’a Hakk’ın en büyük ihsanısın Merhaba ey kıldı zatın burda mihman merhaba Bu geda vasfından âciz bir nazardır pâyesi Merhaba ey sâyedâr-ı ehl-i ümmet merhaba13 Prof. Dr. Abdulhakim Yüce YYÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dipnotlar 1. Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 116 vd. İst. 1994. (Bazı ekleme ve tasarruflarla) 2. Bu gün Harakân İran’ın başkenti Tahran’ın kuzeyindeki bölgede yer alan Simnân vilayetinin Şahrûd ilçesine bağlı bir kasabadır. 3. Attar, Tezkiretu’l-Evliya, II, 201. 4. Tahsin Yazıcı, Ebû Said-i Ebü’l-Hayr, DİA, X, 220. 5. Şath, sarsılma, hareket etme, yürüme, titreme veya gevezelik etme anlamına gelir. Edebiyatta, “hezeliyyât” ve buna bağlı olarak “latife, şaka, eğlence, maskaralık etme” gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Tasavvufî bir terim olarak şu şekilde tarif edilir: “Bazı mutasavvıfların vecd ve istiğrak hâlinde kendi irâdeleri dışında, mânâsını düşünmeden söyledikleri, içinde bir iddia ve akla aykırı bir taraf bulunan ve zâhiren şeriata muhalif gibi görünen söz. 6. Attar, Tezkiretü’l-Evliya, II, 209. 7. Tasavvufta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında içinde Ehl-i Beytten bir zatın olduğu silsileye altın silsile denir. Bkz: H. Kâmil Yılmaz, Altın Silsile, Erkam Yayınları, İst. 1994. 8. Tasarruf konusunda geniş bilgi için Bkz: Abdulhakim Yüce, Kozmik Yetki: Tasarruf, Tasavvuf (İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi), 2005, s. 15, ss. 37–49. 9. Genellikle vefat eden kişinin gerçekten gömüldüğü yere türbe; ancak gerçekte orada gömülü olmadığı halde bazı sebeplerden ötürü meşhur bir zata ait olduğu söylenen türbeye ise makam denilir. Şu sebeplerden ötürü oraya makam denilmektedir: Bir süre orada yaşaması; hayatında birileri tarafından orada görülmesi; birileri tarafından mezarının orada olduğunun rüyada görülmesi ve kazı neticesinde gösterilen yerde bir cesedin bulunması; o zata olan saygının yüksek olması; bulunduğu yerin İslâm toprakları olduğunun pekiştirilmesi; orada o isimle başka bir zatın yatıyor olması ve meşhur zata yanlışlıkla ithaf edilmesi… 10. Daha geniş bilgi ve kaynaklar için Bkz: Süleyman Uludağ, Harakanî, DİA, XVI, 93. 11. Hasan Çiftçi (Doç. Dr.), Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakanî I (Hayatı, Esrleri), 58-73, Ank. 2004. 12. Bu ve buna benzer daha birçok söz için bkz: Hasan Çiftçi (Doç. Dr.), Şeyh Ebu’l-Hasan-i Harakanî I (Hayatı, Eserleri), ss. 216-320. 13. Alvarlı’nın bu şiiri de adı geçen eserin arka kapağında yer almaktadır.[/size][/size][/color] | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hasan Ergüçlü & Düştüm çöllere | _bülbül_ | İlahiler/Ezgiler | 1 | 28 Temmuz 2019 02:51 |
hasan sağındık(ismailce)-&-Medineweb.net | alperkara | Medineweb.net Videolar | 0 | 10 Mayıs 2015 00:42 |
Hasan el-Benna - Kitablığı | enderhafızım | Eserler/Yazarlar | 0 | 09 Temmuz 2012 11:55 |
Hasan'a Mektup - 20 | emin1905 | Şiirler ve Şairler | 1 | 04 Temmuz 2009 11:40 |
hasan nasraallah kimdir 1 | MERVE DEMİR | Alimler(Rh) | 0 | 21 Nisan 2009 21:32 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|