|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Minam,Açılış Tarihi: 13 Ekim 2008 (15:19), Konuya Son Cevap : 13 Ekim 2008 (15:19). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Ekim 2008, 15:19 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 2893 Üyelik T.:
03 Ağustos 2008 | fasl-ı gül... fasl-ı gül... Zaman o Gül gibi gül görmedi zaman olalı Gül’ün güzelliği dillerde dâsitân olalı’ Güllerden bir Gül düştü kâinâtın bahtına. Kalbe sürûr, eflâka nûr ve insanın bahtına bekâ düştü. Âlemler ve ruhlar yokluk karanlıklarına doğru hızla giderken “Elestü bi rabbiküm” suâlinden şaşkın, O Gül’ün ‘Belâ’ nefesiyle nefeslendi her şey ve ademden vücûda çıkarıldı eflâk. Dedi Hakk Teâlâ o vakit: Levlâke levlâke lemâ halak-tül eflâk. Gelmeden dahi ademden Âdem Âna derlerdi Nebiy-yül akdem (Daha âdem aleyhisselâm var edilmeden, O’na nebîlerin öncüsü derlerdi.) Bir Gülün râyihası ile sermest oldu on sekiz bin âlem, nûru ile ihyâ oldu her mevcûd ve aşk düştü bülbüllerin kalbine. Bizse devr-i âhirde gurbetine düştük Gül’ün. Hani bir hikâye nakledilir gül-i hamrâ adına. Bülbül öter, bülbül uçar, bülbül yakar yüreğini de, kavuşamaz bir türlü mâşûkuna. Nasıl olursa ama bir gün bülbül nezdine varır onun. Varır varmasına da sebkat kâbil olmaz gül sarayının s***arını. Öyle bir batar ki bağrına diken bülbülün, yine de son sözü olur “Aah Gül’üm!” Andelib çırpınarak düşer “Ah min-el aşk” deyû toprağa… Vuslata erer artık. Sana Gül diyor âlem Efendim. Gül, şâh-ı ezhârdır (çiçeklerin şâhı) çünki, Sense iki cihânın, seyyidi ve şâhısın. Bizler, ne bülbülün olduğumuzu iddia edebiliriz, ne de şu sönük lisânımızla Sana yakışır, Zâtına lâyık nağmât dizebiliriz. Sen bizi nûruna müştâk pervâneler say. Ne kadar özlesek Seni, ne kadar varmak istesek menzîline, hicrân dikenleri yaralar hep kalbimizi. Yoksa şu dünya zindanından geçip, ecel kapısını açmadan yok mu kavuşmak bize, Gül Efendim? Gül sultan, vuslat ne zaman? Senden uzaklaşan her adımımızda biraz daha tattık, yalnızlık ve kimsesizlik elemini. Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir Gam sahiplerine sor kim geceler kaç saat (1) Sana Gül diyor diller Efendim! Yeryüzünde vasıflarına âyine olabilecek en latîf, en nahîf bir cemâl aynası olarak onu görmüş çünki gözler. Onu her gördüğünde Zâtını hatırlamış yaralı gönüller. ‘İlâhi ihtişâmın tezâhürüdür’ dediğin gül çiçeği ki, latîf bir aşk âyinesi. Aşka onun rengi verilmiş, ona aşkın ismi konulmuş. Lâl gülgûn olduğu için sevilmiş bir zaman. Asırlarca hep güzeller onda nâm bulmuş. Gül gibi… denmiş adlarının başında. Ama o güzelliğin aslına varmış sana âyine olmakla. Ne bahtiyâr sana misâl olmakla, adı adınla yâd edilmekle… Görmedik böyle gül-i rûyu güzel Ten-i gül-i bûyu güzel, boyu güzel (Yüzünün gülü böylesine güzel açmış olanı hiç görmedik. Teni böyle gül kokulu olanı da, boyu böyle güzel olanı da.) Râyihası şerefyâb olmuş mübârek terinle, rengi ise renk bulmuş gözlerinde; mâh-i cemâlinde. O ki bir bahar geldiğinde çâk-i giriban eylemiş, bir de mütebessim gül cemâlini gördüğünde. Sevinçle pârelemiş yakasını. Sen ki ey Gül-i râna bostân-ı cinân ve dünyanın hem gülü, hem bülbülüsün. Dua eyle hep yaptığın gibi bize, o femm-i mübârekinle. Rabbim Seni bize gül-dân eylesin. Sende bitelim, Sende neşv-ü nemâ bulsun tüm hallerimiz.. Gül-i handâna dönüp açsa dehân Feyz-i nûr eyler idi ol dendân (O gülen bir gül gibi davranıp mübârek ağzını açacak olsa, o dişlerinden bir nûr feyzi saçılırdı.) Nasıl anlatalım Seni ey Gül-i rânâ! Hangi kelimelerle söyleyelim evsâfını, nasıl dizelim medhiyeleri Zâtına. ‘Eğer Gül’ün vasıflarının şerhini devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kez kıyamet geçer de o yine bitmez’ deriz biz de Mevlâna gibi. Yine de yüreğimiz yanar, ne dilimiz susmak ister Gül adın anılınca, ne kalem kalemliğini bilir nâmın için yazmayınca. Gül yüzlüm… Rumeysâ kadar yakın olmak vardı Sana. Ayn-ı hüsn olan o gül yüzündeki birkaç damla şebnemi toplayıp ıtır diye saklamak. Sonra onu ömür boyu koklamak ve en son kefeninde o gül ıtrî terinle huzuruna vâsıl olmak. Ötelere gül kokunla varmak. Bir Gumeysâ (Rumeysâ) olamadık rüyanda cennette gördüğün… Gül-zârındaki andeliblerin… Bize de gül beyitlerinle avunmak düşüyor artık. Süleyman çelebi gibi : Terlese güller olurdu her teri Hoş dererlerdi terinden gülleri demek bile gül kokunu duyuruyor bize bu cîfe kokan asırda. Berg-i gül gibi o rûy-ı nîgû Terlediğince olurdu hoş bû (Güzellik yaymakta olan o yüz, bir gül yaprağı gibi terlediği zaman çok hoş kokardı) O gül yüzün ki yere bakardı hep. Toprak doya doya seyreyledi seni semâya nisbeten. Kibir yanına yanaşamadı hiç. Hâlık-ı kâinâtın, adını adının yanına yazması, kâinâta efendi oluşun kaldırmadı mübârek başını hiç semâya. Güzelliğin kemâline varmış, yüz yaprak açmış, ağırlığından yüzü yere bakan bir gül benzeyebilirdi ancak bu latîf hâline. Bâğ-ı hüsn içre o rûy-ı rengîn Bir açılmış güle benzerdi hemîn (O ışıldayan yüz, güzellik bahçesinde hemen açılıvermiş bir güle benzerdi.) Bir küffâra kalkan o aziz baş, yeterdi kaskatı kalplere korku salmaya. Aziz başındaki gül kırmızısı o damar kâfiydi onları ölmeden öldürmeye. Yalan yanlış, şu dünyada senden hariç güzellik, doğruluk, erdem adına ne söylenmişse! Beyhûde bir iş, lezzetsiz bir aş. Gül bağında dikenle uğraş… Suya versin bağbân gülzârı zahmet çekmesin Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâra su (2) Sensiz olmuyor efendim, ne saadet, ne rahmet. En büyük nasipsizlik değil mi, hazine-i rahmetin en kıymettâr cevheri dururken, cam şişelere müşteri olmak? Güneş varken mumlarla nursuz kalmak ve ısınamamak, en acı kayıp değil mi? Sen ki, leyli nehâra çeviren, en zulümatlı geceleri aydınlatan misbâh-ı zücâcesin. Mübârek bir ağaçtan, Hz. İbrâhim’in neslinden tutuşturulup yakılan misbâh-ı zücâce. (3) Nasıl anlatalım seni ey rahmet denizinin incisi. Kelâmın nutku tutuluyor bahis senden olunca. Söylemesek, yakar bizi aşkınla boyanmış sözcüklerin ateşi. Küçük medihlerimiz deryâdan damlalar gibi olsa da bir Niyâzi Mısrî gibi deriz: Bülbüllere sorma yürü hâlet-i aşkı Pervâneden al gizlice tenhâ haberin sen Adını anmadığımız andır bahçeden uzak düştüğümüz an. Yine Mısrî’nin: Ey garip bülbül diyârun kandedir Bir haber vir gül-i zârun kandedir (Ey garip bülbül hangi diyardansın? Haber ver gül bahçen nerde kaldı, hangi yerdedir?) beyiti bu hâli çok güzel anlatmaz mı? Efendim, “Gülü târife ne hâcet, ne çiçektir biliriz” sözü meşhur oldu bizde ama bir gül tebessümünü ümit eyleriz sâdece naatlarımızla. Şu küçük gül naatının Rabbim bizleri onu anlamaya muvaffak kılsın, şefaatinden mahrum eylemesin. Amin!.... |
Konu Sahibi Minam 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hutbe:İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | nurşen35 | 1 | 2805 | 25 Mart 2014 19:25 |
Hutbe:Asr-ı Saadetten Kardeşlik Örnekleri | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | Minam | 0 | 2099 | 24 Mart 2014 20:03 |
TAVUKLU YILDIZ ŞEHRİYE SALATASI /medineweb mutfağı | Salatalar | mehmet akif2 | 4 | 2403 | 24 Mart 2014 19:40 |
Niyetlerimiz Hâlis Olsun... | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | Beytül Ahzan | 1 | 2399 | 12 Mart 2014 21:41 |
Diyanet İlmihali 1. Cilt soru cevap... | DHBT-Hazırlık/Notlar/Özetler | Mihrinaz | 6 | 7246 | 10 Mart 2014 21:04 |