Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > İslami Kavramlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi:  29 Aralık 2007 (03:03), Konuya Son Cevap : 24 Mart 2014 (01:58). Konuya 25 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 29 Aralık 2007, 03:03   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:116
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cihad

Cihad


[B][I]CİHAD

a-Kavram Olarak Cihad:

‘Cehd veya cühd’ kökünden türeyen ‘cihad’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cihad kelimesi farklı formlarda Kur’an’da kırk kadar yerde geçmektedir.
‘Cehd veya cühd’, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir.
Aynı kökten türeyen ‘cihad veya mücahede’ sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.
Bu düşmanın insanın içinde veya dışında olması farketmez. Mü’min kendine zarar vermek üzere saldıran düşmanlarına karşı koymaya çalışır, onların zararlarını uzaklaştırmada gayretli olur.
Mü’minlerin kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılanına ‘cihad’, ruhsal olanına ‘mücahede’, fikir ve İslâmí ilimlerde yapılanına da ‘ictihad’ denilir. (Bak. Mücahede, İctihad)
Allah yolunda gayret göstermek, çaba sarfetmek anlamlarına gelen ‘cihad’, her üç manayı da içerisine almaktadır.
Allah yolunda yapılan bütün çalışmalar, Allah’ın adı yükselsin diye gösterilen gayretler, O’nun dini İslâmı savunma için ortaya konan çabalar tümüyle ‘cihad’ ismiyle nitelendirilir.
Bedeniyle, organlarıyla, malıyla cihad edene veya manevi tarafını olgunlaştırmak için çaba sarfedene ‘cahid ve mücahid’, İslâmí hükümleri ortaya koymak için gayret edene de ‘müctehid’ denilmektedir.
Mü’minin, Allah tarafından kendisine verilen beden, mal ve zihinsel imkanları Allah yolunda harcaması, İslâm yolunda kullanması ‘cihad’tır.
Kelimenin sözlük anlamından da anlaşıldığı gibi ‘cihad’ bir saldırı değil, olabilecek bir saldırıya karşı yapılan bir savunmadır. Bu saldırıyı savabilmek üzere çaba göstermek, çalışmaktır. O bir anlamda insanın mutluluğuna giden yoldaki engelleri kaldırmaktır. Kur’an, cihad ile fiili savaş olan kital’ı ayrı ayrı kullanıyor.

b-Cihad Saldırı mıdır?
İslâmın yanlış anlaşılan emirlerinden biri de cihad’tır. Özellikle batılı araştırmacılar cihadın bir saldırı olduğunu, İslâmın bu saldırı yoluyla yayıldığını, müslümanların saldırı anlamındaki cihad emrine uyarak başka ülkeleri işgal ettiklerini ısrarlı bir şekilde iddia ederler. Müslümanlar söz konusu olunca, yerli-yersiz cihadın saldırı amacıyla kullanıldığını ve bunu da ‘kutsal savaş’ şeklinde anladıklarını ileri sürerler.
Cihadın anlamı ve işleyiş şekli yakından incelense, cihada izin verilen şartlara yeniden bakılsa durumun iddia edildiği gibi olmadığı görülecektir. Cihad kavramının karşılığı ‘savaş’ kelimesi değildir. Çünkü ‘cihad’la savaş sözcüğü arasında hem nitelik hem de nicelik farkı vardır. Savaş salt askerí harekat olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askerí operasyon da dahil ilâhí hedefler uğruna gösterilen bütün çabaları içerisine alır. Bu demektir ki ‘cihad’; kutsal bir gaye uğruna ortaya konulan her türlü fikrí, fiilí ve kalbí çalışmanın ortak adıdır.
İslâma göre ‘dinde zorlama yoktur’ (2 Bekara/256). Yani insanlar diledikleri dini seçebilirler. İnandıkları din ne kadar yanlış ve saçma olsa bile bu konuda zorlama söz konusu olamaz. Çünkü inanma bir gönül işidir. Bir şeyin doğruluğu ve hakk oluşu kalp ile kabul edilmezse, silah zoruyla kimseye bir şey sevdirilemez. Üstelik, Allah (cc) insanlara irade hürriyeti vermiştir. Onlar, hakk ile batıl arasında seçim yapma hakkına sahiptirler. Bu seçimlerin sonucu temamen kendilerini ilgilendirir.
Ancak, bir takım insanlar kendi halinde bir din seçmekle kalmazlar başkalarına zorla bu dinlerini benimsetmeye çalışırlar. Kimileri, insanlar üzerinde hakimiyet kurmak isterler. Kimileri İslâmın davetinin önünü kesmeye, insanların İslâma ulaşmasını engellemeye çalışırlar. Kurdukları tuzak ve düzenlerle insanları kandırmaya, hak yoldan ayırmaya çaba gösterirler. Yahut, kimileri müslümanlara ve onların yaşadıkları yerlere saldırıp, topraklarını işgal etmek, insanları yönetimleri altına almak isterler.
İşte bu gibi durumlarda ‘cihad’ gündeme gelmektedir.
Müslümanlara veya onların yaşadıkları topraklara düşmanları saldırdığı zaman, müslümanlar sessiz mi kalsın? Allah’ın dinine hakaret edilirken, insanlar zorla veya hile ile İslâm’dan uzaklaştırılırken; müslümanlar hiç bir şey demesinler mi? Bir takım zalimler, insanlara, zayıf bırakılmışlara zulmederken, müslümanlar başlarını kuma mı gömsünler? Güçlüler ve zenginler yeryüzüne istedikleri gibi yön versinler, fitneyi artırsınlar, insanları sömürsünler, onların zenginliklerini yağmalasınlar ama müslümanlar aldırmasınlar. Allah’a kul olmak isteyen nice iyi niyetli insanların önüne şeytaní tuzaklar kurulsun de, müslümanlar seslerini çıkarmasınlar, bu doğru olur mu?
Kaldı ki cihad yalnızca mü’minlerin dış düşmana karşı yaptıkları bir savunma değildir. Cihad, aynı zamanda kişinin kendi nefsinin kötü isteklerine karşı direnmesi, iblisin kandırmalarına karşı koymasıdır. Bu ise mü’minin hayatı boyunca yapması gereken bir ‘mücahede’dir. Çünkü gerçek müslümanlık ancak şeytana uymamakla, nefsin kötü emirlerine karşı çıkmakla yerine getirirler.
Müslümanlar kendilerini, dinlerini ve vatanlarını korumak için onlara farz kılınan cihad emrini yanlış anlayanlar, cihadsız bir İslâm istiyorlar. Onlar, yeryüzünde diledikleri gibi at koşturacaklar, istediklerini yapacaklar, hatta müslümanlara yön vermeye kalkışacaklar, ama müslümanların bir tepkisi olmayacak. Böylesine sessiz, tepkisiz, pısırık bir din istiyorlar galiba.
Şeytan ve onun yardımcıları olduğu, bir takım insanlar yeryüzünü ifsat etmeleri (bozmaları), azıp sapmışların çıkardıkları fitne (bozukluk, isyan, kafirlik) devam ettiği müddetçe; cihad var olacaktır. Yani cihad’a ihtiyaç duyulacaktır.

c-Cihadın Amacı ve Kapsamı:
Cihadın gayesi, toplumdaki fitneyi kaldırmak, zulümleri önlemek, insanlara Allah’ın adını ulaştırabilmektir. Hakk bayrağını yüceltmektir. İnsanları baskılardan ve zulümlerden kurtarmaktır. İslâm ile insanların arasındaki engelleri ortadan kaldırmaktır. Onların rahat bir şekilde İslâmı tanımalarına fırsat vermektir.
İslâm savaş realitesini göz ardı etmez. Çünkü savaşın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Savaş bazen arzu edilmese de kaçınılmaz olur. Müslümanlar asla mal toplamak, toprak ele geçirmek, insanlara hükmetmek, onlara karşı büyüklük taslamak, onları öldürmek, zenginliklerini yağmalamak, insanlardan intikam almak için cihad etmezler. Bunların hiç biri İslâm’da yoktur. İslâm savaşı, ekonomik, sosyal ve siyasal hegemonya aracı olmaktan kurtararak insaní hedeflerin gerçekleşmesinde, gerektiği zaman başvurulacak bir metod olarak kabul eder. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Başkalarının savaşları özünde profandır ve dünyalık amaçlar uğrunda yapılırken, İslâmın cihadı Allah rızası için yapılır ve özünde Ahirete ait bir boyutu vardır.
Bu anlamda ‘cihad’ bir ibadettir. Çünkü ‘cihad’ İslâmı, yani Allah’ın insanlar için seçtiği iki dünya saadetini insanlara taşıma çalışmasıdır. İnsanların zülmün ve tuğyanın karanlıklarından, İslâmın aydınlığına bir davettir. İnsanlara o aydınlığı onlara ulaştırma faaliyetidir. Bu nedenle ‘cihad’a bir ‘yürek fethi’ gayreti de denilir. Yani karanlıkta kalan insanların gönülllerini İslâma ve onun güzelliklerine açma çabası.
İslâm davetinin amacı insanlardan bazılarının diğerleri üzerinde rabbleşmesini önlemek, hakların sahiplerine ulaşmasını sağlamak ve onları mutluluğa ulaştırmaktır. Ancak bazen insanla bu mutluluk arasına maddi veya manevi engeller girebilir. Bu engeller kimi zaman fiziksel, kimi zaman düşünsel; bazen bireysel, bazen toplumsal, bazen de kurumsal olabilir. Bu engeller kimi zaman resmí odaklar tarafından tezgâhlanabilir.
Günümüzde insanlık, mesafelerin ve yerleşim alanlarının yakınlığına, iletişimin son derece artmasına rağmen, bir iletişimsizliği, bir yalnızlığı yaşıyor. Aynı mahalleyi, aynı apartmanı, hatta aynı mekânı paylaşan kişiler arasında bile bir yabancılık söz konusu. Yürekler arasındaki bağlar ve ünsiyet azaldı. Onun yerine kalın duvarlar örüldü.
‘Cihad’ faaliyeti, saadetin ta kendisi olan İslâmla insanlar arasına, giderek yürekler arasına konulan engelleri, yapılan duvarları ortadan kaldırma çalışmasıdır. İnsanları kendi gerçekleriyle, Rablerinden gelen Gerçekle ve bunun sonucu iki dünya mutluluğu ile buluşturma, insanların yüreklerini ilâhí güzelliklere açma gayretidir. Müslümanlar ‘cihad’ faaliyeti ile insanlığın eskimez değerleri olan İslâmın güzelliklerini insanlara, yine onun dilini kullanarak taşırlar. Onlar İslâmın getirdiği mutluluğu fiilen tadarak, başka yüreklere de bu aşkı götürmek isterler. Bu çalışmayı yapanlar insanı ‘Allah’ın indirdiği bir âyet-kitap’ olarak değerlendirirler. Onların da ‘Vahy-i Metluv-Okunan Vahiy’ olan Kur’an’la buluşmaları için çalışırlar. (M. İslamoğlu, Yürek Fethi, s: 36-43)
Görüldüğü gibi ‘cihad’ın kapsamı ve hedefi bazılarının sandığı gibi ne saldırı ne de savaştır. Ancak yeri gelince dış düşmana karşı fiilí cihad dediğimiz ‘kıtal-savaş’ gündeme gelir. Müslümanlara yapılan saldırılara cevap vermek, onların zararlarını önlemek İslâmâ inananların hem hakkı hem de görevidir. ‘Cihad’ faaliyeti aynı zamanda insanların kendi istekleriyle müslüman olmalarını sağlayacak bir ortamı da hazırlar.
Kur’an-ı Kerim, cihad ve savaş kavramların temamen ‘Allah yolunda cihad’ (fi sebilillah) şeklinde kullanmaktadır. Öyleyse Allah rızasının dışına çıkan bir savaş İslâmın emrettiği cihad değildir.
Hz. Muhammed (sav) bütün bir peygamberlik hayatı bir ‘cihad’ faaliyetidir. Çünkü onun görevi bir peygamber olarak insanlara Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların İslâm ile iki dünya saadetine kavuşmalarını sağlamaktı. Onun bu uğurdaki çabası, gayreti, çektiği sıkıntılar, hedefi ve beklentileri; ‘cihad’ ibadetinin boyutlarını gösterir.
Ancak ‘fiilí cihad-kıtal’, İslâm tarihinde ilk defa Peygamberimizin ve müslümanların Medine’ye hicret edip bir toplum ve devlet kurmalarından sonra farz oldu. Bilindiği gibi Mekkeliler, müslümanları İslâmdan döndermek için her yolu denediler, başaramayınca onları Mekke’den sürüp çıkardılar. Bununla da kalmayıp onları Medine’de de öldürmek, yok etmek için ordular hazırladılar. Böyle bir ortamda müslümanlara kendilerini savunmak için ‘kıtal-savaş’ izni verildi. ‘Fiilí cihad’ın müslümanlara farz kılınış şekli, cihad anlayışını ortaya koymaktadır. Bu konuyu yanlış anlamak isteyenlere de net bir cevap vermektedir. (9 Tevbe/40)
Müslümanlar savaş istemezler. Ama kendilerine saldırı olursa sabırla direnirler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda çaba gösterirler.

d-Cihadın Fazileti:
Allah, kendi yolunda cihad etmeyi emrediyor. Bu yolda canlarıyla ve mallarıyla çalışanları övüyor. (8 Enfal/72, 9 Tevbe/41) Allah yolunda mücadele eden mücahidelerin dereceleri, evlerinde oturanlardan daha yücedir. (4 Nisa/95) Peygamberlerle beraber Allah yolunda yılmadan, gevşemeden mücadele eden sabırlı Rabbaníleri sever. (3 Âli İmran/146)
Peygamberimiz (sav) sayısız hadislerinde cihad etmenin, Allah yolunda çaba harcamanın çok sevap olduğunu haber vermektedir:
“Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü Allah yolundaki cihad, Cennet kapılarından bir kapıdır ki, Allah (cc) onun sebebiyle (mücahidi) hüzün ve kederden korur.” (A. b. Hanbel, 5/214, nak. H. İbadetler Ans. 11/159)
Ebu Sa’id (ra) anlatıyor; Rasûlüllah (sav)’a bir gün şöyle sordular:
“- Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanların en faziletlisi kimdir?” Şu cevabı verdi:
“- Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden mü’min kişi.”
“- Sonra kim?” diye tekrar soruldu. Bu sefer;
“- Issız köşelerden bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları kendi kötülüklerinden koruyan kimsedir” şeklinde cevap verdi. (Müslim, İmare/122, 123, 127, Hadis no: 1888, 3/1503. Ebu Davud, Cihad/5, Hadis no: 2485, 3/5. İbni Mace, Fiten/13, Hadis no: 3978, 2/1316. Buharí, Cihad/2, Nesâí, Zekât/74. 5/62. Tirmizí, F. Cihad/24, Hadis no: 1660, 4186.)
“Kim ki cihad etmeden veya cihad etme arzusunu duymadan ölürse münafıklar gibi ölmüş olur.” (Müslim, İmare/158, Hadis no: 1910, 3/1517. Ebu Davud, Cihad/18, Hadis no: 2502, 3/10. Nesâí, Cihad/2, 6/7.)
Allah yolunda cihad edenler ‘şehid’ olurlar ve onlar ölmezler, Allah katında diridirler. (2 Bekara/154. 3 Âli İmran/169)

e-Neye Karşı Cihad?
Cihad üç şeye karşı yapılır:
1-Açık bir düşman saldırısına karşı,
2-Şeytanın hilelerine karşı,
3-Nefsin, şeriata aykırı isteklerine karşı.
Açık bir düşmana karşı cihadın iki yönü vardır:
e1-Mü’minlere saldıran kafirler ve münafıklara karşı;
Bunlarla cihadın da kolaydan zora doğru dört aşaması vardır:
1-Gönülden razı olmama,
2-Onların yaptıklarına karşı çıkma, dil ile kötülüklerini önlemeye çalışma,
3-Mal ve diğer meşru maddi araçları kullanarak onların zararlarını savma çabası ,
4-Son olarak beden, el ve diğer araçlarla onların saldırılarını ve zararlarını önlemeye çalışma, yani kıtal-fiili savaş.

e2-Zalimlere karşı cihad;
Zalimin yanında hakk olan şeyi söylemek, onun zulmüne engel olmaya çalışmak bir cihadtır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, ‘bizi bu zalimlerden kurtarın diye yalvaranlar uğruna cihad edin’diye emrediyor. (4 Nisa/75)

f-Cihadın Araçları:
Cihad’ın araçları:
1-Müslümanın kendi aşırı isteklerini sınırlamak için çaba göstermesi, takva sahibi olması, nefse karşı yapılan cihadtır.
2-İlim ile yapılan cihad; cahillik, kötülüklerin kaynağıdır. Hakkı ve O’nun güzel yolunu tanıyan kötülüklere düşmez. Kötü insanlara ve zalimlere doğru bilgi ve Kur’an’ın hikmetleri, güzellikleri ulaştırılırsa, onların kötülüğü azaltılabilir.
3-Mal ve cihad; mü’min sahip olduğu imkanları Allah yolunda harcayabilir, Allah yolunda çalışanlara, kötülükle savaşanlara destek olabilir.
4-Dil ile cihad, mü’min elinden geldiği kadar günah ve kötü olan işleri ortadan kaldırmak, kötü insanları kötülüklerden vaz geçirmek için diliyle anlatır, öğüt verir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” (Ebu Davud, Cihad/18, Hadis no: 2504, 3/10. Nesâí, Cihad/1, 6/7.)
Umretü’l Kaza sırasında Abdullah b. Revâha (ra)’nın Hz. Muhammed (sav) huzurunda Kureyşlileri hicveden şiir okumasını Hz.Ömer (ra) hoş karşılamayarak engel olmuştu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) ona; “Ey Ömer, Abdullah’ı serbest bırak, onun hicivleri Kureyş’i oktan daha çabuk etkilemekte, yaralar açmaktadır.” (nak. K. Sitte, 5/67)
Dil ile cihad; her türlü ilmí ve edebí çalışmaları, tanıtım ve bilgilendirme faaliyetlerini, karşı tez geliştirmeyi, zararlı propagandalara cevap vermeyi, düşünsel ve bilimsel alanda yetkin bir mücadeleyi de kapsar. Bunun metodu ve araçları zamana ve şartlara göre değişebilir. Allah’ın diniyle mücadele edenlerin şeytaní hileleri bilinip ona göre çalışma yapılmalı. Günümüzde çok yaygın hale gelen meşru eğitim ve iletişim araçları insanların gönüllerini İslâma ısındırmak, onların yüreklerine İslâmın diriltici soluğunu ulaştırmak amacıyla kullanılabilir.
5-Beden ile cihad; mü’min gerekirse bedeniyle, canıyla Allah yoluna çıkar, çalışır, çaba sarfeder, Allah adını yüceltmek için gayret eder. Canını Allah yolunda vermekten çekinmez.
Mü’minler İslâma aykırı olmayan bütün araçları kullanarak; bugün özelde müslümanları, genelde bütün insanlığı tehdit eden, onların mutluluğuna engel olan kötülüklerle mücadele etmeli ve insanlara İslâmın güzelliklerini ulaştırmalıdırlar. İnsanlığın gerçekten bu çabaya, bu çalışmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2898 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3640 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3281 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7795 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 7262 02 Ekim 2012 21:16

Alt 30 Aralık 2007, 19:11   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


Cihad; lugatta güç ve takat ile bütün gayreti harcamak demektir.

Terim anlamı ise, hak din olan İslama davet etmek ve bunu kabul et-meyen kimselerle mal ve can ile savaşmak demektir.

Yüce Allah Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur:

"Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak hep birlikte savaşa çıkın ve Allah yolun-da mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır." (Tevbe: 9/41)

"Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, bilakis onlar rableri ka-tında diridirler. Fakat sizler (onların durumunu) idrak edemezsiniz." (Bakara: 2/154)

Başka bir ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki Allah müminlerden canlarını ve mallarını onlara cenneti vermek karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler." (Tevbe: 9/111)

Cihad, islamı en yüksek zirve noktasına çıkarır. İslam kurallarının mu-hafazasını sağlayan surdur. İslamın ve müslümanların yaşadığı ülkelerini korumanın yoludur.

İslam dini cihada büyük önem vermiştir. Müslümanları onların düş-manlarına karşı korumanın en başında yer alır. Bu nedenle cihad kıyame-te kadar bakidir. Cihad ruhuna sarıldığı müddetçe müslümanları hiç bir güç aşağı edemez. Hangi topluluk cihadı terkedecek olursa dünyada aşa-ğılık olur. Bununla kalmayarak kendi topraklarında dahi saldırılara maruz kalır. Allah onları yardımsız bırakır.

Cihadın üstünlüğünü ve Allah katında amellerin en üstün olduğunu bildiren çok hadisi şerif vardır.

Allah resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allah´tan afiyet isteyiniz ama düşmanla karşılaşınca da (savaşın bütün şiddetlerine karşı) sabrediniz. İyi biliniz ki cennet muhakkak silahların gölgesi altın-dadır" [1]

Ebu Said el Hudri, Resulullah (s.a.v.)´e,

-En faziletli insan hangisidir? diye sormuş, O da şöyle buyurmuştur:

´´Allah yolunda canı ve malı ile savaşan mümindir" dedi. O zat:

-Sonra hangisidir? diye sorunca, bu sefer de,

"Vadilerden bir vadide yalnızlığa çekilmiş kimsedir ki Rabbına ibadet eder ve insanları kendi kötülüğünden rahat bırakır." [2] cevabını vermiş-tir.

İlahi hükümleri dünyada geçerli hale getirebilmek için kendi ülkelerin-de olan kâfirler için dahi İslama davet etmek müslümanlar üzerine farz-ı kifaye olduğu halde kendi ülkemizde, kendi diyarımızda, kendi komşula-rımız ve yakınlarımıza karşı ilahi emirleri tebliğ etmenin ne kadar gerek-li olduğu haliyle ortaya çıkmaktadır.

İslama gerçek bir şekilde inanan mü´minin imanını küfre karşı koru-ması için nasıl ki salih amellere sarılması gerekiyorsa, aynı şekilde kâfir-lere ve İslam düşmanlarına karşı, islamın ve toplumun haysiyet, şeref ve namusunu koruması da o kadar gereklidir. İşte bu gerekliliğin yolu cihaddan geçiyor.

İslam´ı içten hezimete uğratmaya çalışanlara karşı ve islam ülkesine saldırıp yıkmaya çalışan kâfirlerle yapılması gereken cihada farzı âyn olan cihad denir. Yani böyle durumlarda ileride sayacağımız ´Cihadın vücubunun 7 şartını´ taşıyan herkesin cihada iştirak etmesi farzdır.

Bu nedenle inanan bir müslüman Allah´ın cihad emrine karşı duyarlı olarak, Allah´ın ve Resulü´nün insanlık için yararlı ve gerekli olan emir-lerine sarılması gerekir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, 2861

[2] Müslim, 1888.



Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:12   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


[B]Cihadın Çeşitleri


Genel tarif kapsamına göre cihadın bazı çeşitleri vardır. Bütün müslümanlar yer ve zamana göre bütün bu cihad çeşitlerine iştirak etmelidirler.

Cihadı sadece savaş anlamında algılamak hatadır. Çünkü cihad bazan savaşın bizzat kendisi olduğu gibi bazan da tebliğ, iyilikleri emrekme-kölülüklerden sakındırma olur.

Cihadın çeşitleri.

1- İslami emirleri öğretme ve tebliğ yoluyla yapılan cihad. Allah´ın bütün emirleri olan İslam´ın muhteviyatını yaymak, İslami emirleri öğrenmeyi engelleyen ya da şüpheye düşüren bütün beşeri görüşleri red-detmekle tebliğ cihadını yapmaktır. Cihadın bu çeşidi her zaman ve her yerde imkânlar dahilinde geçerlidir.

2- Mal ile yapılan cihad. İslami hükümleri yükseltmek ve Allah ile Resulü´nun emirlerini gerçekleştirmek için maddi güç vetiren kişiler için yapmaları gereken cihad.. Bu cihad türü savaşta olabildiği gibi bazan da kişilere İslam´ın gerçek ruhunu kazandırmak için maddi fedakarlıklarda bulunmaktır.

3- Savunmak için´ yapılan cihad. Müslümanların dinine ve ülkesine saldıranlara karşı harekete geçerek gerekli karşılığı vermekle yapılan cihaddır. Böyle bir durumda bütün müslümanların karşılık vermesi farzdır. Bu cihada farz-ayn olan cihad da denir.

Yüce Allah şöyle buyurur.

"Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah aşırı gidenleri sevmez." (Bakara: 2/190)

Cihadın vücubunun şartları yedidir:

1- Müslüman olmak,

2- Baliğ olmak,

3- Akıllı olmak,

4- Hür olmak,

5- Erkek olmak,

6- Sağlıklı olmak,

7- Savaş için güçlü olmak.

Kafirlerden esir alınanlar iki kısımdır:

1. Çocuklar ve kadınlar: Bunlar esir alınmakla köle ve cariye durumu-na düşerler.

2. Baliğ olan erkekler: Bunlar köle durumuna düşmezler.

Cihadın, İslamın önemli farzlarından ve İslamın şiarlarından olduğu ayeti kerime ve hadisi şeriflerle belirtmiştik.

Yüce Allah, Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur:

"Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlı olabilirken, hoşunuza giden bir şey de sizin için şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" (Bakara: 2/216)

Cihad, akıllı, baliğ ve güç sahibi olanlara farzdır. Abdullah bin Ömer şöyle demiştir: "Uhud günü ben on dört yaşında idim. Resulullah beni gözden geçirdi, bana (baliğ değildir diye savaş için) izin vermedi. Sonra Hendek günü beni gözden geçirdi. Bu defa bana (savaşa katılmak için) izin verdi. O sıralarda ben on beş yaşında idim" [1]

İslam halifesi (savaşta esir aldığı baliğ) bu kişiler hakkında aşağıdaki dört şekilden hangisini yararlı görürse onu yapmakta serbesttir:

1. Öldürmek.

2. Köleleştirmek.

3. İyilik yaparak (onları serbest bırakmak).

4. Mal karşılığında serbest bırakmak, veya müslüman esirlerle değiş-tirmek.

Esir alınmadan önce müslüman olanın; malına, canına ve küçük ço-cuklarına dokunulmaz.

Bir çocuğun müslüman olduğuna şu üç sebepten dolayı hüküm verilir:

1. Ana-babasından birinin müslüman oluşuyla.

2. (Savaş sırasında) bir müslüman tarafından ana-babasız olarak gani-met alınmasıyla.

3. İslam ülkesinde sahipsiz olarak bulunmasıyla.

Esirler, kafirlerle yapılan savaş sırasında yakalanan insanlardır. İslam Halifesi esirleri ya mal alma karşılığında bırakır ya da müslümanlardan yakalanan esirleri bırakma karşılığında onları salıverir. İslam halifesi İslamın maslahatı için uygun olanı yapar.

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur:

"(Savaşta) kafirlerle karşılaştığınızda hemen onların boyunlarını vu-runuz. Nihayet onları tamamen yendiniz mi (esir edin ve) bağı sıkı tutun. Bundan sonra da (esirleri) ya bir iyilik olarak (karşılık almadan) ya da hır fidye (alarak) bırakın. Ta ki harbe katılan düşman harp silahları gibi ağırlıklarını bıraksın" (Muhammed: 47/4)

Abdullah b. Ömer (r.anhüma) şöyle rivayet ediyor: "Resulullah´a karşı önce Nadiroğulları, sonra Kureyzaoğulları savaş açtılar. Bunun üzerine Resulullah. Nadiroğulları´nı yerlerinden sürüp çıkardı. Kureyzaoğullarını ise yerinde bıraktı ve onlara iyilik etti. Nihayet bunun ardından Kureyza da savaş açtı. Resulullah (s.a.v.)´da onların erkeklerinin öldürülmesini emretti. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını müslümanlar arasında pay-laştırdı." [2]

Rivayete göre Hz. Peygamber. Hevazin Kabilesi´nin erkeklerini esir aldı. Bunlar taksim edildikten sonra Hevazin kabilesinden bir heyet müslüman olarak Resulullah´a geldiler. Mallarını ve esirlerini geri almak iste-diler. Bunun üzerine Resulullah onlara lütufta bulunup esirlerini karşılık-sız olarak geri verdi. [3]

İlyas bin Seleme (r.a.)´den şöyle rivayet edilmiştir: "Müslümanlar bir grup esir getirdiler. Onların içinde Beni Fezare Kabilesi´nden bir kadın da vardı. Hz. Peygamber o kadını Mekke ahalisine gönderdi ve ona mukabil Mekke´de esir tutulan bir grup kadım kurtardır" [4]

Esir olmadan önce müslüman olanların malına, kanına ve küçük ço-cuklarına dokunulmaz. İbni Ömer´den rivayetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah´tan başka ilah olmadığına ve Muhammed´in Allah´ın Resulü ol-duğuna şehadet, namazı kıhncaya, zekatı eda edinceye kadar insanlarla savaş etmek bana emrolundu. Onlar bunları yapınca kanlarını ve malla-rını benden korumuş olurlar. Ancak islamın hakkı mukabili olmak müstes-na, onların gizli hesapları da Allah´a aittir." [5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, 2521, Müslim 1868.

[2] Buhari, 3804, Müslim, 1766.

[3] Buhari 1.2963

[4] Müslim 1763

[5] Buhari, 25.

Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:13   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


GANİMETLERİN TAKSİMİ


Kim bir düşmanı öldürürse düşmanın yanında bulunan malları ona ait olur.

Daha sonra ganimetler beş paya ayrılır.

Bu paylardan beşte dördü;

Süvari´ye 3, Piyade´ye 1 olmak üzere hazır bulunan bütün savaşçılara taksim edilir.

Bir mücahidin pay alabilmesi için 5 şart aranır:

1. Müslüman olması.

2. Baliğ olması.

3. Akıllı olması.

4. Hür olması.

5. Erkek olması.

Bu şartlardan birini taşımayan bir kişi savaşırsa ona da bir şeyler veri-lir. Verirken bu şey pay kadar olmamalıdır.

Ganimetlerden kalan diğer beşte biri de beş paya ayrılır:

1. Peygamberimiz (s.a.v.)´e ayrılan pay:

Bu pay peygamberimiz (s.a.v.)´in vefatından sonra müslümanların maslahatı cihetine harcanır.

2. Peygamberimiz (s.a.v.)´in akrabası olan Beni Haşimi ve Beni Muttalibiler´e ayrılan pay.

3. Yetimlere ayrılan pay.

4. Fakirlere ayrılan pay.

5. Yolda kalanlara ayrılan pay.

Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:13   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


Ganimet


Lugatta, kişinin çalışmasıyla elde ettiği şeydir. Istılahta ise İslam düş-manlarından harp ve savaş sonucu alınan maldır.

Bunlar genelde 3 kısımdır: Menkul mallar, Esirler ve Toprak.

Allah, ganimetleri sadece bu ümmete helal kılmıştır.

Delili şu ayet-i- kerimedir:

"Elde ettiğiniz ganimetleri, temiz ve helal olarak yiyin. Allah´tan sakının. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. " (Enfal: 8/6)

Savaşla elde edilen bu ganimetlerin dağıtım şekli yukarıda anlatıldı. Anlamamız gerekir ki elde edilen ganimetlerin sarfiyat yeri genelde mas-lahat konusu olan fakirler, yetimler, yolda kalmışlar ve bu gibi durumlar içindir. Savaş sırasında bir düşmanı öldüren müslüman, onun bütün savaş malzemelerine sahip olur. Bu savaş malzemeleri, silah, binek, giyim eş-yası gibi tüm mallardır.

Ebu Katade Peygamberimiz (s.a.v.)´den şöyle rivayet etmiştir:

"Kim savaşta bîr düşmanı öldürür ve öldürdüğüne dair delili de varsa öldürülen o kimsenin elbise, silah ve diğer eşyaları onundur." [1]

Burdaki delilden kasıt, onu öldürdüğünü gören şahitler veya başka ala-metlerdir. Ganimet, savaş sırasında kafirlerden zorla da olsa alınan tüm mallardır. Bu malların dağıtım şekli ise şöyledir: Öncelikle düşmanı öldü-ren müslümanlar savaşta öldürdüğü kişilere ait olan mallan ayrı ayrı alırlar. Çünkü bu onların hakkıdır. Daha sonra genel olarak elde edilen düşmana ait mallar beş kısma ayrılır. Bu beş kısımdan dördü savaşçı mü-cahitlere ayrılır. Savaşa atlı olarak katılanlara üç pay, piyade yani atsız olanlara ise bir pay verilir.

Abdullah bin Ömer (r.anhuma) şöyle rivayet eder: "Hazreti Peygamber Hayber günü at için iki pay, atın sahibi için bir pay verdi." [2]

Hadisi şeriften açıkça anlaşıldığı gibi atın kendisine iki pay, at sahibi-ne de bir pay olduğu için süvariye´üç pay düşmektedir. Savaşa piyade ola-rak iştirak edene ise bir pay verilecektir.

Savaşa katılıp savaş şartları kendisinde tam olarak mevcut olmayan kadın, köle ve çocuklara ise ganimet malları taksim edilmeden önce islam halifesi bir miktar bir miktar malı da onlara verir. Fakat verilen bu miktar yaya olarak savaşan bir mücahidin payından daha az olmalıdır. Zaten me-tinde geçen ´Rudihe´ nin lügat anlamı az bir şey demektir.

Ganimetlerden beşte dördü süvari ve piyadelere dağıtıldıktan sonrü kalan beşte birinin dağıtım şekli metinde açıkça ifade edildi. Delili de Al-lah (c.c.)´ın şu ayeti kerimesidir:

"İyi bilin ki ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri, Allah´a ve resulüne, resulün akrabalarına, yetimlere fakirlere ve yolculara aittir." (Enfal: 8/4) Ayeti kerimede geçen ´Allaha aittir.´ hükmü, Allah´ın onlardan dilediği şekilde hükmetmesidir. ´Resulüne aittir, sözünden maksat, beşte birinin taksiminin Resulullah´a ait olmasıdır. ´Resulün akra-baları´ndan maksat, Beni Haşim ve Beni Multalip´tir. Çünkü bunların ze-kat alma hakları yoktur. ´Yetimlerden´ maksat, babası ölen ve ergenlik ça-ğına girmeyen çocuklardır. ´Yolculardan´ maksat, malından ve servetin-den uzak olup muhtaç duruma düşen kimselerdir.

Babası ölüp ergenlik çağına giren çocukların yetimliği kalkar. Pey-gamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Çocuk baliğ olduktan sonra ye-tim değildir." [3]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, 2973, Müslim, 1751.

[2] Buhari 1,3988, Müslim, 1762

[3] Ebu Davud, 2873



Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:14   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


FEY´IN TAKSİMİ


Fey´ beş parçaya taksim edilir. Beşte biri ganimetlerin sarfedildiği yer-lere harcanır.

Geride kalan dört pay ise mücahitlere ve müslümanların maslahatı ci-hetine sarfedilir.

Fey´, savaşsız olarak kafirlerden elde edilen maldır.

Fey´, kâfirlerden savaş olmaksızın alınan mal olup ganimet dışında cizye, haraç ve ticaret malları vergilerinin genel adıdır. Kâfirlerden bu isim altında alınan mallardır.

Fey´ Resulullah (s.a.v.)´e has olup dilediği gibi ondan tasarruf ederdi.

Fey´in Allah Resulu´nun tasarrufuna ait olduğunu bildiren ayet-i Kerime´de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah´ın onlara ait olanlardan Resulün´e verdiği fey´e gelince, siz onun için ne at oynattınız, ne de binek. Fakat Allah, peygamberlerini di-lediği kimselerle musallat kılar. Allah her şeye kadirdir" (Haşr: 59/6)

Hz. Ömer (r.a.)´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Nadir oğulların malları yüce Allah´ın Resuluna fey´ olarak verdiği mallar idiler ve bunlar sadece ona aitti. O, bu mallardan aile halkının bir yıllık masrafını çıkartırdı. Geri kalanlarını ise (at, katır, eşek gibi) binek-ler ve silah için ayırırdı." [1]

Resulullah (s.a.v.)´den sonra fey´ genel olarak müslümanların menfaati olan alanlarda harcanır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında fey´ gelirlerinin miktarı çok azdı ve Medine´deki müslümanlara dağıtılıyordu. Kaynaklar Resul-i Ekrem (s.a.v.)´in kendisine gelen fey´i vakit geçirmeden dağıtımım yaptığını be-lirtmektedirler. Bu dağıtım şeklinde evli olanlara iki, bekârlara bir hisse dağıttığı belirtilmektedir.

Hz. Ebubekr (r.a.)´in halifeliği sırasında da aynı uygulamanın devam, ettiği hatta gelen fey´ mallarının hemen dağıtılmasından dolayı Beyt´ül mal´e muhafız konulmasına gerek kalmadığı bilinmektedir.

Öte yandan Hz. Ebubekr (r.a.)´in Medine´de yaşayan bütün-müslü-manlara büyük-küçük, hür-köle, kadın-erkek farkı gözetmeden fey´ geli-rini eşit miktarda hilafetinin ilk yılında 9, ikinci yılında 10 dirhem olarak dağıttığı bildirilmiştir.

Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) devrinde de aynı uy-gulama devam etmiştir.

Fey´ malları ölen mücahidlerin aile fertlerine de verilir. Fıkıhta buna mürtezika denir. Bu mücahidlerin savaşta ölmeleri şart değildir. Fey´ mal-ları alimlere ve benzeri kişilere de verilir. Çünkü ümmet bunların ilmi ya-rarlarına muhtaçtır.

Alimlerin geride bıraktığı evlatlarına, kendi nafakalarını karşılayacak duruma gelinceye kadar maslahatı amme malından verilir. Dul kalan ha-nımlarına evleninceye kadar maaş verilir. Bunun sebebi ise insanları ilme teşvik etmektir. [2]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, 2748; Müslim, 1757, Neylül Evtar, 8/71.

[2] En-Nihaye, 3/7.
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:14   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


CİZYE


Cizyenin vacip olmasının şartları beştir:

1. Baliğ olmak.

2. Akıllı olmak.

3. Hür olmak.

4. Erkek olmak.

5. Kitabi veya şubh-i kitabi olmak.

Cizyenin miktarı yıllık olarak; mali durumu düşük olandan bir dinar, orta halliden iki dinar, zenginden dört dinardır.

Cizye vergisine ( müslümanları) misafir etmeleri şartı da konulması caizdir.



Cizye (Kitaptan Alınan Yıllık Vergi)


İslam Devleti´nin himayesinde yaşayan ehli kitaptan alınan vergidir.

Bu vergiyi ödeyip İslam ülkesinde yaşayan kitabilere zımmi denir. Bu-nun için İslam Devleti´nde cizye vergisini verme karşılığında yaşama hakkına sahip olan zımmiler, hristiyan ve yahudi topluluklarıdır.

Cizyenin meşru olduğunu belirten şu ayeti kerimedir:

"Ehli kitaptan ahiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın." (Tevbe: 9/29)

Kitap ehli olmayan putperest ve ateistlerle cizye anlaşması yapılmaz. Bunlardan İslam´dan başka bir şey kabul edilmez.

Allahu Teala putperest ve ateistler hakkında şöyle buyurur.

"Puta tapanları bulduğunuz her yerde öldürün. Onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder." (Tevbe: 9/5)

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur.

"Allah´tan başka ilah olmadığına, şehadet edip, namaz kılıp ve zekat verinceye kadar insanlar-la savaş etmekle emrolundum. Bunu yaparlarsa islam hakları müstesna, kanlarını ve mallarını benden muhafaza etmiş olurlar, iç yüzlerinin hesabı Allah´a aittir." [1]

Resulullah (s.a.v.) Muaz bin Cebel´i Yemen´e vali olarak gönderdiği zaman her buluğa ermiş kimseden bir dinar cizye almasını veya bir dinar değerinde muaffır bezinden almasını emretti. [2] (Muaffır Yemen´de elbi-selik bir bez parçası idi)

Cizyenin miktarı için Hazreti Ömer zenginlerden 48 dirhem, orta halli-lerden 24 dirhem, mali durumu düşük olanlardan da 12 dirhem cizye alın-masına hükmetti. O zaman bir dinar 12 dirhem değerindeydi. [3]

Cizye vergisinden ayrıca yurtlarından geçen müslümanlara iyi davra-nıp misafir etrne şartı da konulabilir.

Hazreti Peygamber Eyle halkıyla (Bu halk üçyüz kişilik bir ehli kitap topluluğu idi) 300 dinar cizye vermeleri ve müslümanları misafir etmeleri şartıyla sulh yaptı. [4]



Cizye Anlaşması


Cizye anlaşması dört şeyi kapsar:

1. Cizye vergilerini.

2. İslam hükümlerinin onlara da uygulanması.

3. İslam dinini ancak hayırla zikredebilmeleri.

4. Hiç bir şekilde müslümanlara zarar vermemeleri gerekir. Tanınmaları için değişik elbise giymeleri, zünnar (bele bağlanan uçları sarkık, ipten örnek kuşak) bağlamaları ve atlara binmemeleri ile emrolunurlar.

izye vergisini ödeyecek zımmilerin yaşama hakları şu durumlarda garanti altına alınmış olur:

1) Mevcut olan ibadethane ve dini ayinlerine dokunulmayacak.

2) Zımmüerin can, mal ve namus güvenlikleri sağlanacak.

3) Savaşa son verilmesi ile dostluk ve vatandaşlık ilişkileri geliştirile-cek

4) Cizye anlaşmaları devam edecek.

İslam devleti sınırları içinde yaşayan ehli kitabın mallarını, kanlarını ve islam diyarındaki barınaklarını himaye ettiği için onlardan cizye ver-gisini alır. Ancak genel maslahat gereği yapılan anlaşmalara bağlı kalma-ları gerekir. İslam hukukunun hükümleri onlara da uygulanır. İbni Ömer´-den rivayet edildiğine göre, Hazreti Peygamber (s.a.v.) yahudilerden zina eden bir erkek ve kadını recmetmiştir. [5]

Kur´ana, İslama ve Peygamberimizin şanına yakışmayan davranışlarda bulunurlarsa tazir cezasıyla cezalandırılırlar.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhari, 25, Müslim, 22

[2] Buhari, 29785.

[3] Beyhaki, 9/196

[4] Beyhaki, 9/19.

[5] Buhari, 6433, Müslim, 1699.
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:19   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad

Cihad Yolunu Aydınlatanlar

Bilindiği üzere Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde Allah yolunda cihadın, O'nun yolunda öldürülmenin önemine dikkat çekilmektedir. Bunlardan bazılarında şöyle buyuruluyor:

"Hacılara su verilmesini ve Mescidi Haram'ın onarılmasını, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad eden(in yaptığı) ile bir mi tutuyorsunuz! Allah katında bir olmazlar. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez. İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad edenler Allah katında daha büyük dereceye sahiptirler. Kurtuluşa erecek olanlar da onlardır. Rableri onları kendi katından bir rahmet, hoşnutluk ve kendileri için içerisinde tükenmeyen nimetler bulunan cennetlerle müjdelemektedir." (Tevbe, 9/19-21)

"Allah, Allah yolunda çarpışıp öldüren ve öldürülen mü'minlerden, karşılığı cennet olmak üzere, mallarını ve canlarını satın almıştır. Bu O'nun üzerine, Tevrat, İncil ve Kur'an'da vaadedilmiş olan bir haktır. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterebilen kim vardır? Şu halde yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (Tevbe, 9/111)

"Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahitlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." (Ahzab, 33/23)

"Eğer Allah yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah'ın size lütfedeceği mağfiret ve rahmet onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır." (Ali İmran, 3/157)

"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar." (Ali İmran, 3/169)

"Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Aksine onlar diridirler ancak siz fark edemiyorsunuz." (Bakara, 2/154)
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:23   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


CİHAD NEDİR
Çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarfetmek.
İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmektir. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk'ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması "cihad"dır.
İslâm'da cihad farzdır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor: "Hoşunuza gitmese de düşmanla savaşmak üzerinize farz kılındı" (el-Bakara, 2/216). "Herhangi bir fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın " (el-Bakara, 2/193). "Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kişilerle savaşınız" (et-Tevbe, 9/29); "Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşınız. " (et-Tevbe, 9/36). Hz. Peygamber (s.a.s.)'de "Cihad kıyamete kadar devam edecek bir farzdır" (Ebû Davûd, el-Cihad, 33) buyurmuştur.
Yalnız, bu farz bazı hallerde farz-ı ayın; bazı hallerde ise farz-ı kifayedir. Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o taktirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her müslümanın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayın olur; herkesin bizzat cihâd etmesi icab eder.
Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir. İslâm'da savaş, intikam, öldürme yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil: bunları ortadan kaldırmak için yapılır. Müslüman olmayanları zorla İslâm'a sokmak yoktur. Cihad'dan maksat, insanları baskılardan kurtarmak, İslâm'ın yüce gerçeklerini onlara duyurmak ve kendi rızalarıyla müslüman olabilecekleri onamları hazırlamaktır.
İslâm'ın gayesi toprak ele geçirmek değildir. O yalnız bir bölge ve kıta ile yetinmez. İslâm bütün dünyanın saadet ve refahını düşünür. Bütün insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlemşumül bir din olduğunu göstermek ister. Bu yüce maksadı gerçekleştirmek için müslümanların bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşrû bütün yollara başvurma gayretine cihad denir. Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklerine karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir. Bu bakımdan cihadın İslâm'da önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber'e, hangi amelin daha faziletli olduğu sorulduğunda, "İman ve Allah yolunda cihad'dır." (Tecrîd-î Sarîh Tercümesi, VII, 445), buyurarak cihadın imandan hemen sonra geldiğine, imanın cihadla varlığını sürdüreceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca Allah yolunda savaşanları, gazilik ve şehitlik rütbesine erenleri öven ve onlar için büyük nimetler ve dereceler bulunduğunu haber veren birçok ayet ve hadis vardır.
Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vukû bulunca sabır ve metanetle savaşırlar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Fakat düşmanla karşı karşıya gelirseniz sabrediniz, direniniz. " (Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89) buyurmuştur. Müslümanlar savaş anında Allah'a güvenir ve Allah'ın kendileriyle beraber olduğunu bilirler. Onun şu buyruğunu hiç akıllarından çıkarmazlar. "Ey peygamber; sana da sana tâbi olan müminlere de Allah yeter. " (el-Enfâl, 8/64)
İslâmiyet'e göre cihad, bize harp açanlara (el-Bakara, 2/190) verdikleri sözü tutmayıp tekrar dinimize saldıranlara (et-Tevbe, 9/12-13), Allah'a ve ahiret gününe inanmayarak, Allah ve Peygamberin haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere karşı (et-Tevbe, 9/29), yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve Allah'ın dinini hâkim kılmak (el-Bakara 2/19) gayesi ile meşrû kılınmıştır.
Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman, önce onları İslâm'a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar. Şayet İslâm'ı kabul etmezlerse İslâm devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler. Bunu da kabul etmezlerse geriye savaşmak kalır.
Bu durumda cihad için şu şartlar gerekir:
a- Düşman, İslam'a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.
b- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma sözkonusu olmamaktır.
c- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç siyasî otorite bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir. O zaman düşmanla yapılacak savaşta şehirler yakılabilir, insanlar öldürülebilir ve düşmanın savaş gücü her şekilde zayıflatılmaya çalışılır. Yalnız kadın, çocuk, kötürüm, yaşlı ve körler öldürülmez. Barış, İslam devleti için uygun olduğu zaman yapılabilir. Düşmana hiç bir şekilde silâh vb. savunma vasıtası satılamaz. Bir müslüman topluluğu kâfirlere emân verirse, bunlarla, yeryüzünde fesat çıkarma ve İslâm'a saldırma durumu hariç, savaşılmaz. Cihad, bizzat sıcak bir savaş olacağı gibi normal şartlarda mal, dil ve kalple de yapılabilir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: Müminler Allah ve Rasûlüne iman ederler, sonra da şüpheye düşmezler. Hak yolunda malları ve canları ile cihad ederler. İşte sadakat sahibi kimseler bunlardır" (el-Hucûrât, 49/15)
Hz. Peygamber (s.a.s.) ise: "Müşriklerle mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20); "Şüphesiz ki mümin kılıcı ve dili ile cihad eder" (İbn Hanbel, VI, 387), buyurmuşlardır.
İslâmiyet'in ilk devrelerinde müminlere İslâm düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları müdafaa kasdıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslâm'a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Bir ayet-i kerimede, "Siz, şimdilik, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedin, hoş görün. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir" (el-Bakara, 2/109) buyurulmuştur. Çünkü o zaman müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Müslümanların adedi ve kuvveti biraz daha çoğalınca kendilerine ve akidelerine karşı direnenlerle savaşmalarına izin verildi. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. " Artık saldırıya uğrayan müminlere zulme uğratıldıkları için cihad etme izni verildi... " (el-Hacc, 22/39). Bu izin Medine döneminde olmuştur.
Ayrıca Allah Teâlâ'nın " Allah uğrunda gereği gibi cihad edin" (el-Hacc, 22/79), buyruğuyla, müslümanların nasıl davranması gerektiği belirlenmiştir. " Müminler ancak Allah'a ve Peygamberine iman eden, sonra şüpheye düşmeyen; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır. " (el Hucurât, 49/15) ayetinden de cihadın mal ve canla yapılacağını öğreniyoruz. Cihad konusundaki diğer ayet ve hadisler de göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz:
1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır. Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir. Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425). Bu hadisinde Hz. Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir. " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir.
Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır. Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildiğini göstermektedir.
2- İlim İle Cihad
Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir.
Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için şöyle buyurulmuştur:
"Ey Muhammed! İnsanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. " (en-Nahl 16/125).
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır. Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir. En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir. Bunun için Cenâb-ı Hak:
"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur. Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır. " (İbn Mâce, Fiten, 4011)
3- Mal İle Cihad
Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir.
Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır.
Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"İman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilidir. " (el-Enfal, 8/72).
"...Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın. Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır. " (et-Tevbe, 9/41).
"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. " (en-Nisâ, 4/95).
4- Savaşarak Cihad Yapmak
Cihad, müslümanlara farıdır. Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir. Bazen "İ'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir. Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır. Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (el-Bakara, 2/190)
Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (c.c.)'ın adının yüceltilmesi (İ'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir.
Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:
"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz. " (el-Bakara, 2/216).
"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir. " (el-Ankebut, 29/6).
İslâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur'an-ı Kerîm'de:
"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla kadirdir." (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir.
Savaşın önemini ısrarla belirten İslâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde taviz vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:
" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et. Allah'a güven ve dayan."
"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter. Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur." (el-Enfâl, 8/63).
İslâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:
"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin. " (el-Bakara, 2/194).
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ'nın:
" Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin." (en-Nahl, 16/91)
"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur.
Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:
"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar. Savaş meydanında şehît ve gazi olurlar. Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, İncil'de de, Kur'an'da da sabittir. Kim Allah'tan daha çok vadini yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin. İşte büyük kurtuluş budur." (et-Tevbe, 9/111)
"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız. Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır. Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar. İşte büyük kurtuluş budur." (es-Saf, 6/10-12). Cihadın fazileti hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.) de şöyle buyurur:
"Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi.
"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18)
Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1)
Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531).
Bir adam Peygamberimiz (s.a.s.)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)
Elde silâh, din ve İslâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asil bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadesiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Hudut ve İslâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır." (Müslim, İmâre,163; Tirmizî, Cihad 2)
"İki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz. " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12)
Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır. Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır.
Cenâb-ı Hak:
"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir.
İşte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir.
Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir. Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklidi terk etmektir.
Rasûlullah (s.a.s.)'ın torunu Hz. Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder. Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur. Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisizlikten uzak bulunmasıdır."
Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır. Zorlama ve baskı olmayan İslâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir. Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani İslâm'ı hâkim kılmaktır. Cihad, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaşayıp tebliğ ettiği İslâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve. malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, İslâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir. Bunun için İslâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur. Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur.
Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır. Kıtal ve kan dökme değildir. Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir.
İnsanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, İslâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı. Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır. İslâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vb. gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı. Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır. Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur. Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz.
Cihad Allah İçindir ve Allah Yolundadır
İslâm'da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslâm'da cihad yalnız Allah yolunda olur. Bu şart, cihaddan ayrılmaz. İslâm'ın kendi hedeflerine varmak için niçin harp veya başka bir kelimeyi değil de; "cihad" kelimesini seçtiğini belirtirken, cihadın diğer kelimelerden farklı olduğunu ifade ettik. Bu farklılığı sağlayan bir hususiyet de "Allah yolunda" ifadesinin ve kavramının cihad kelimesinin içinde bulunmasındandır. "Allah yolunda" tabiri de İslâm'ın kendi mefkûresi için kullandığı terimler sözlüğünden bir terimdir. Bu terimi de bir çok kişi yanlış anlamış, halkı İslâm inancına boyun eğdirip, İslâm'ı kabul ettirip bunun için zorlamak olduğu düşüncesini "Allah yolunda cihad" olarak düşünmüşlerdir.
Gerçekte, "Allah yolunda" terimi, İslâm kavramları içinde onların düşündüğünden çok geniş bir anlam belirtir. "Allah yolunda cihad" batılıların anladığı manada kutsal bir savaş değildir. İslâm nazarında, toplumun fayda ve mutluluğu için, geçici dünya arzusunda bulunmadan yapılan her hareket "Allah yolunda"dır.
Allah'ın sana verdiği malları geçici dünyalık faydalar umarak sarfedersen bu "Allah yolunda" olmak değildir. Ama sırf Allah rızası için, bildiğin muhtaçlara yardım edersen şüphesiz ki bu "Allah yolunda" bir iştir. İşte bu "Allah yolunda" terimi, yalnız İslâm'a mahsus; maddi menfaat ve arzulardan uzak, sırf Allah rızası umulan davranışlar için kullanılır. Bunu yapan kimse bilir ki mümin. kardeşlerinin saadeti için yaptığı her iş Allah rızası içindir. Müminin geçici dünya hayatında istediği tek husus Allah Teâlâ'nın rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. İşte yüce Allah, bu anlama işaret etmek için cihadı, "Allah yolunda" kaydıyla sınırlamıştır. İslâm'ın istediği de budur. Müslüman topluluk veya fert, batıl ve beşerî sistemleri yıkıp, yerine İslâm akîdesine dayalı bir sistemi getirirken, harcayacakları çabaları ve yapacakları her türlü fedakârlıkları, kişisel çıkarlardan, nefsânî arzulardan uzak tutmalıdır. Bütün çırpınmalarının karşılığı olarak, hak ölçülerine uygun, adaletli bir sistemi getirmekten başka bir şey gözetmemelidirler. Mümin, yaptığı şeylerin karşılığını bu dünyada beklemez. Allah'ın kelâmını yüceltmek için, bu bitmeyen mücadelenin, dinmeyen savaşın karşılığında; mal, mülk, şan, şeref, rütbe, geçici dünyalık elde etme düşüncesi aklından geçmez.
"İnananlar Allah yolunda savaşırlar, küfredenler ise tâğût yolunda savaşırlar..." (en-Nisâ, 4/76).
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah, ancak kendi rızası için olan cihadı kabul eder. Nefsânî arzulardan, kavmiyetçi kinlerden, kabilecilik taassubundan kopan savaşı değil... Yeryüzündeki her canlı, hayatını devam ettirmek için çırpınıp durur. Fıtrî gayesine ulaşmak için gece gündüz demeyip çalışır. fakat müslümanın çırpınış ve çalışması başka gayelere yöneliktir. O, yani, İslâm'a inanıp, onun sistemine bağlanan kimse, her şeyden önce İslâm inkılâbının gayesi olan Hakkı getirmek için canla başla, malla Allah yolunda cihad eder. Bütün gücüyle şer güçleri yıkmak, fitne ve fesat tohumlarının yeryüzünde yayılmasına engel olmak için çalışır. "Fitne yok olup din ve hâkimiyet yalnız Allah'ın oluncaya kadar" cihad eder. İşte İslâmî cihad budur.
Şâmil İA
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Aralık 2007, 19:24   Mesaj No:10
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Cihad


Davet ve Cihad
"İslâm bir bütündür" sözünü sürekli tekrar eder durur ve bu bütünün bir parçasını alarak diğerini terk etmenin bektaşi metodu olduğunu hepimiz kabulleniriz. Ancak ne hikmetse günümüzde İslâmi kesimden olanlar çoğunlukla İslâm'ın temel kaynaklarından sadece kendi konumlarıyla ilgili delilleri gündeme getirmekle yetiniyor, böylece kendi konumlarının İslâm'ın bizzat kendisi olduğu imajı oluşturma çabası içine giriyorlar. Bu tutum kavramların da yerli yerine oturtulmasını engelliyor.
İslâm'da her amelin kendine göre hükmü ve yerine getirilmesinde aranacak şartlar vardır. Mazereti olmayan birinin Ramazan'da oruç yemesi haram kılınırken bayramda da oruç tutmak yasaklanmıştır. Mazereti olmadığı halde Ramazan'da oruç tutmayan biri kınanır ama bir başka ayda nafile oruç tutmadığından dolayı kimseyi kınama hakkımız yoktur. Aynı şekilde bayram günleri dışında nafile oruç tutana da bir şey deme hakkımız olamaz.
Günümüzde bu kavram kargaşası yüzünden ve özellikle de bazı kesimlerin kendi tutumlarını İslâm'ın bizzat kendisi veya sunduğu tek metot olarak gösterme çabası içine girmelerinden dolayı başta Allah'ın mübarek kıldığını bildirdiği topraklardaki cihad olmak üzere çeşitli yörelerde yürütülen İslâmi mücadeleler, cihadlar mağdur edilmekte, töhmet altına sokulmaktadır. Sanki İslâm "hoşgörü" diniymiş, savaşın İslâm'da yeri yokmuş veya günümüz şartlarında dünyanın her yerinde "hoşgörü"nün öne çıkarılması gerekliymiş gibi bir hava estirilmektedir.
İşin gerçeğinde İslâm bir hoşgörü dinidir. Ama hak arayışında ve davetin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesinde kuvvete başvurmak da Müslümanların haklarıdır. Bugün İslâm coğrafyasına kene gibi yapışan sömürgeci güçler çıkarlarının tehlikeye girdiği anda hemen kuvvete başvurdukları ve göz kırpmadan insanları topluca katlettikleri halde onların bu tutumlarına karşı bir tepki gösterilmezken Müslümanların gasp edilmiş haklarını geri almak amacıyla kuvvete başvurmaları karşısında kimsenin bir şey söylemeye hakkı yoktur.
Yüce Allah davet konusunda şöyle buyurur: "Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et." (Nahl, 16/125) Yine bir başka âyeti kerimede, Hz. Musâ ile Hz. Harun'a hitap olarak şu ifadeye yer verilir: "Firavun'a gidin. Çünkü o gerçekten azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır veya korkar." (Tâhâ, 20/43-44) Bu, İslâm'ın davet konusundaki metodudur. İnsanları Allah'ın dinine çağırırken, onlara doğruları anlatmaya çalışırken, birbirimize öğüt verirken, kötülüklerin terk edilip iyiliklerin uygulamaya geçirilmesi için çalışırken başvurmamız gereken metot budur. Ancak bu da kötülüğe hoş görüyle bakmak değil, insanları kötülükten uzaklaştırmada hoşgörülü davet ve tebliğ metodunu seçmektir. Çünkü kötülüğü ya elle, ya dille değiştirmek gerektiği, bunu yapamayanın en azından kalben karşı çıkmak zorunda olduğu ve bunun imanın en zayıf derecesi olduğu Resulullah (s.a.s.) tarafından vurgulanmıştır.
Öte yandan Müslümanların küfür karşısında boyun eğmemeleri ve müşriklerin zorbalığı karşısında İslâm'ın yüceliğini korumak için çalışmaları konusunda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlarla savaşın. Sizde bir sertlik bulsunlar." (Tevbe, 9/123) Bugün Mescidi Aksa'nın altını oyarak onu yıkmaya çalışanlar, insanları sırf Allah'ın dinine inandıklarından ve vatanlarına sahip çıktıklarından dolayı ölüme ya da sürgüne mahkum edenler vs. hakkında ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya uğraşanların cezaları ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onlar için dünyada bir aşağılıktır; ahirette ise onlara büyük bir azap vardır." (Maide, 5/33)
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İslami Cihad vertyucek Hafta'nın Konusu 0 02 Temmuz 2015 02:08
Minibüste Cihad Fatıma-i Zehra Serbest Kürsü 8 21Haziran 2014 11:29
Cihad ve önemi YASEMİN ATAMAN Kur'ân-ı Kerim Genel 0 21 Mayıs 2011 12:00
Cihad`ın Adabı Huzurİslam Hadis-i Şerif 0 22 Kasım 2008 02:13
En Üstün ..Cihad... Emekdar Üye Hadis-i Şerif 6 31 Ocak 2008 00:39

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.