|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 08 Nisan 2009 (08:58), Konuya Son Cevap : 08 Nisan 2009 (08:58). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
08 Nisan 2009, 08:58 | Mesaj No:1 |
Benlik hakkında bilgi verirmisiniz mahiyeti nedir? Benlik hakkında bilgi verirmisiniz mahiyeti nedir? Benliğin Mahiyeti Benliğin mahiyeti nedir? Latincesi "ego", Arapçası "ene" olan benlik, –kısaca– iyi ve kötü yanlarıyla mahiyet-i insaniye demektir Allah (celle celâluhu) insanın mahiyetine hem iyi hem de kötü duygular koymuştur Bu itibarla da insan, melek de olabilir, şeytan da O, iradesiyle melekleri geride bırakabilecek bir ruhanîlik kazanabileceği gibi, şeytana bile rahmet okutturacak duruma düşebilir Bu, "İnsanı ahsen-i takvîmde (en güzel surette ve çok güzel şeylerle donatılmış olarak) yarattık" (Tîn sûresi, 95/4) âyetinde çok açık ve net olarak görülmektedir Evet, en güzel şekilde yaratılan insanın, aynı zamanda kendisini aşağıların aşağısına götürücü –belli maksat ve hikmetler için mahiyetine konulan– kötü duygulara da açık bir yanı vardır O her zaman bu duyguların tesiriyle esfel-i sâfilîne gidebilir İnsanın esfel-i sâfilîne gitmekten kurtuluşu, –hem Tîn, hem de Asr sûrelerinde ifade edildiği üzere– iman edip salih ameller yapmasından geçer İnsan, iman ve salih amel sayesinde kendisindeki melekleşme duygu ve istidatlarını geliştirirken, şeytanlaştırıcı his ve duygularını da köreltip kökünü kurutmuş olur İnsan mahiyetinde, çekirdek gibi hem iyi hem de kötü duyguların fideliği olan bir merkez vardır Bütün insanlar bu dünyaya bu iki merkeze ait duygularla mücehhez olarak gönderilmişlerdir Dolayısıyla insan, iyi bir ailede doğar, iyi muallimler vasatında yetişir ve daha sonra da iradesini meleklik istikametinde kullanırsa, –Mevlâna'nın ifadesiyle– mahiyetini, yaratılış gayesi istikametinde inkişaf ettirerek bu istikamette bir fıtrat-ı sâniye kazanacaktır evet o, mahiyetinde gizli yazılar bulunan bir kâğıt gibidir Onun ikinci bir fıtrat kazanması, işte bu kâğıda niyet, irade, amel, ihlâs, azim, cesaret ve gayret eczasını sürmesi suretiyle olacaktır; böylelikle mahiyetinde mündemiç olan o gizli yazı açığa çıkacak ve o, semâvî bir varlık hâline gelecektir Asıl benliği ile ortaya çıkan böyle bir insan, aynı zamanda bütün kötü duygularını da baskı altına almış olacaktır İhtimal, bir zaman gelecek, insanda, nefse ve şeytana ait duygulardan, onu ömrünün sonuna kadar vazifesini devam ettirsin diye sadece sinir sisteminin tesir ve baskısı kalacaktır Böyle bir noktaya gelen insanın artık erkân-ı imaniye ve ibadet ü taatin sıhhati mevzuunda hiçbir tereddüt ve şüphesi kalmayacaktır Karşısına elli bin şeytan bile çıksa –Allah'ın izniyle– vicdanındaki o çok derin ve çok aydın hakikati asla sarsamayacaklardır Ancak ahir ömre kadar mücadelenin devamı için, nefs-i emmâre veya âsâb, hassasiyet, şiddet, hiddet, öfke türünden bazı şeylerle onun ruh dünyasında bir kısım şerareler meydana getirebilir Çünkü bu, insanın mahiyetidir ve bunun içinde insanın benliği, nefsi, ruhu, aklı, iyiye-kötüye meyyal olan istidatları ve maddî-mânevî cismaniyetinin mevcudiyeti söz konusudur Zannediyorum bu sualle öğrenilmek istenen şey, insan benliğinin, esrar-ı Hakk'ı aksettirici bir ayna olmasının mahiyetiydi Evet, mahiyet-i insaniye hem karanlık hem de aydın ise, insanın kendi benliği ile Cenâb-ı Hakk'a, O'nun isim ve sıfatlar âlemine ışık tutması ve Zât-ı Ulûhiyet'i tam ve kusursuz bilmesi, bilip tanıma imkânına ulaşması nasıl mümkün olmaktadır? Şöyle ki, insan, "Ben, ben", "Benim iradem", "Benim kud*retim", "Benim iktidarım", "Benim hayatım" demek suretiyle kendisine bir mahiyet çizer Bu mahiyetin çizilmesinde bir yönüyle fayda vardır; çünkü insanın, bir yanıyla karanlık benliği, Cenâb-ı Hakk'ın varlığına bir ayna, insan da o aynada müşahit durumundadır Buna biz, tasavvufî ifadesiyle esrar-ı hôdî (benlik kazanma sırları) diyoruz Benlik kazanma sırlarıyla kendimize bir tasarruf sahası belirliyoruz Benlik adına bu dairenin çizilmesi için insanın bütün mahiyetini iyice gözden geçirmesi lâzımdır Bu sayede insan, bilmesi, görmesi, duyması ve dilemesine bakmak suretiyle kendi ef'âl-i ihtiyariye (cüz'î irade) aynasından hayat, sem' u basar, irade, kelâm, kudret, tekvin gibi sıfât-ı ilâhiyeyi görebilir Çünkü bu sıfatların hepsi birer zıll mahiyetinde insanda da vardır İnsan, bunlara sahip çıkmakla, kendisine bir mahiyet sınırı çizer; sonra kendi dairesine baktığında görür ki, hayat dediği şey tamamen başkasına ait; onda var olan şeyler bütünüyle emanet Sonra bakar ve anlar ki hayatı gibi diğer evsafı da kendine ait değil Nasıl ona ait olur ki? Ne doğumuna hükmedebiliyor, ne gelişmesine! Dünyada kendi isteğiyle durmadığı gibi gidişine de asla engel olamıyor Önce, "Kulağım var, işitmek bana ait" der, sonra görür ki haddizatında ne o mekanizmayı koyan kendisi ne de onu hayat santraline bağlayan "İşte gözüm; gören benim" deyiverir, fakat sonra biraz düşündüğünde, ne gözü bu şekilde yerleştirenin, ne de görmeye müsait şekli verenin kendisi olmadığını hemen anlayıverir Zira göze o tümsekliği veren kendisi olmadığı gibi, gözün tabakalarının oluşmasında da bir dahli yoktur onun İşte insan, bu şekilde kendine ait saydığı âzâ ve duyu organlarını, zâhir ve bâtın latîfelerini düşünerek, bunlar üzerinde kendisinin hiçbir etkisinin olmadığının farkına varır Ve sonuç itibarıyla bunların hepsinin Zât-ı Ulûhiyete ait olduğunu itiraf etme mecburiyetinde kalır Böylece, daha evvel "Benim" deyip kendi nefsine izafe ettiği benliğinden sıyrılır ve benlikten vazgeçme sırlarını kavrar Neticede benliğine ait her şeyin O'nun mülkü olduğunu düşünür ve hâlis tevhide erer Bu mahiyetiyle insan benliği, bir bakıma Cenâb-ı Hakk'ı bize sıfatları ile aksettiren bir menşur yani prizmadır Çünkü Zât'ı Ulûhiyet, sıfatlarıyla muhattır O'nu, "Esmâsıyla malum, sıfatlarıyla muhat, Zâtıyla mevcud u meçhul" diye tarif ediyoruz; o böyle tarif ediliyorsa şayet, bizim de her şeyi bu çerçevede değerlendirmemiz icap eder Bir yönüyle de biz, mahiyetimiz içindeki hakikatlerle, mahiyetimizdeki muhtelif sıfatları kullanarak Zât-ı Ulûhiyet hakkında değişik malumatlar elde edebiliriz Şöyle ki, biz, bizde bulunan bu sıfatlar, –biraz evvel de arz ettiğimiz gibi– bize ait olmamasıyla, bunların gerçek sahibi olan Zât-ı Ulûhiyet hakkında bir malumata sahip oluyoruz Bir filozof, "Bende nâmütenâhîlik düşüncesi var, hâlbuki ben mütenâhîyim, çünkü doğuşum bellidir ve öleceğim Bende, sonsuzluk düşüncesi olmaması lâzım; çünkü ben sonsuzluğu bilemiyorum Öyleyse bu, bende bir nâmütenâhînin tecellîsidir" diye düşünür O, bu sözleriyle mütenâhîden nâmütenâhîye intikal ediyor Hz Pîr-i Muğan da meseleyi benzer şekilde değerlendirir: Gördüğümüz-göremediğimiz eşya, var olmasıyla Cenâb'ı Hakk'ın varlığına; kaybolup gitmesiyle de O'nun bekâsına delâlet eder Nasıl ki bir ırmak üzerindeki su kabarcıkları sermedî bir güneşin mevcudiyetini gösterir, akıp giden o ırmağın gelip geçen bütün kabarcıkları bir ayna gibi güneşi gözbebeğinde saklamak suretiyle onun varlığına delâlet ettiği gibi bütün eşya da varlığa ermesiyle Allah'ın varlığına, sonra kaybolup gitmesiyle de O'nun bekâsına delâlet eder Bütün varlık hayatta kalıp burada durdukları sürece hep O'nun var etmesiyle, sonra da Kayyûmiyetiyle ayakta durur ve O yok edince de yok olur giderler Evet, O'nun sona erdirmesiyle her şey ve herkes son bulur Zira bâki kalacak olan sadece O'dur: "Yeryüzünde ve kâinatta bulunan her şey fenâ bulacak, sadece Zât-ı Ulûhiyet'tir ki bâki kalacak" (Rahmân sûresi, 55/26-27) mealindeki âyet-i kerimesi de bu hakikati dile getirmektedir Evet biz, bizdeki bu sıfatların fenâsı ve zevaliyle, Allah'a ait sıfatların kemaline intikal ediyoruz/edebiliriz Bizdeki sıfatlar eksik ve kusurlu olmalarıyla, asıl Sahibindeki sıfatların tamam olduğunu göstermektedirler Bunu şöyle açabiliriz: Meselâ, bizde, mahiyetimizi devam ettirme, bir yönüyle "kayyum"luk var Mahiyetimizi devam ettirmek de, hayat için gerekli olan levazımatı tedarik etmeye bağlıdır Bunlardan bir tanesi de bizim ef'âl-i ihtiyariyemiz içine giren yeme içme gibi şeylerdir Ancak yine Hz Pîr'in beyanıyla, insan ef'âl-i ihtiyariyesinden yeme içme gibi şeylerin öşr-ü mi'şârına (yüzde bir) bile sahip değildir Nasıl sahip olabilir ki? Meselâ, yediğimiz buğdayın yetiştiği toprağı yaratan Allah'tır; buğdayı yaratan Allah'tır; toprakla buğday arasında münasebeti yaratan, buğday içinde ukde'i hayatiyeyi var eden de Allah'tır Dahası onun nemalanması için toprağı nemlendiren, tohum başını bir rüşeym hâlinde dışarıya çıkarınca güneşle münasebet kurmayı yaratan Allah olduğu gibi daha sonra bize onu tımar fikrini veren de Allah'tır Sıralayıp sonuna kadar gelelim ve onu bir lokma yapıp ağzımıza götürelim İhtimal işte biz sadece bu işi yapıyoruz Evet, bu kadar iş içinde bizim ef'âl-i ihtiyariyemiz, onu alıp ağzımıza atmaya yetiyor ancak Eğer buna da sahip çıkılıyorsa, deriz ki, kolumuza kuvveti veren, yiyeceğimiz şeyin vücudumuza faydalı olmasıyla bizim onu ağzımıza götürmemiz arasındaki münasebeti kuran da Allah'tır Aslında bir lokmayı ağzımıza koyduğumuzda bile, sanki bizim onda hiçbir dahlimiz yok gibi görünüyor Zira ağzımıza koyduğumuz bir lokma, eğer Allah, işlettiği bir mekanizma ile tükürük bezlerini çalıştırıp tükürük ifraz ettirmese, ağzımızda taş gibi olur ve yuttuğumuz zaman boğazımızı deler Tükürük bezlerini çalıştıran Allah'tır Yemek borusuna gönderen, mekanizmayı ayarlayan ve kuran da Allah'tır Ara sıra nefes borusuna bir şey kaçtığı zaman, meselenin ne kadar komplike olduğunu hepimiz çok iyi biliriz Daha ağızdayken mideye şifreler gönderilip ona bir kısım usâreler ifraz ettirilmesi, bağırsaklarda ve karaciğerde birçok vazifenin gördürülmesi… gibi meseleler üzerinde durmak da mümkündür Dolayısıyla insan "Yedim" derken bütün bunları düşünebilse "Yedirildim" demesi daha uygun düşecektir "Yedim" diyen mü'min de esasında bunu mecazî olarak söylemekte ve "Yedirildim" ifadesini kastetmektedir Görüldüğü gibi insanın ef'âl-i ihtiyariyesinden sadece bir tanesi dahi ele alındığında, onun bir kısım kusur ve eksikliklerinin var olduğu görülecektir İşte insanın mahiyeti budur ve o, bu çerçevedeki mahiyetiyle vardır Öyleyse bu işleri insanda var eden kâmil-i mükemmel, kusurdan münezzeh, aczden mukaddes bir Zât-ı Ecell ü A'lâ'nın var olduğunu göstermektedir Bu suretledir ki, insan, mahiyetindeki her eksiklikle, eksiği olmayan Zât'ı tanıyacaktır Binaenaleyh, mahiyet-i insaniye, Zât-ı Ulûhiyet'in sıfatlarının parlaklığını nazarımıza arz eden bir ayna mahiyetindedir Biz her zaman bu mahiyet aynamıza bakarak, pırıl pırıl Zât-ı Ulûhiyet'in sıfatlarını görürüz Vâkıa sıfatları görmek, makam-ı hayrettir; herkese mukadder olup olmayacağını bilemeyiz ama, Zât-ı Ulûhiyet'i tanımanın yolu da budur Bu arada, mârifetimize yarayan benliğin bir yanı, biraz evvel arz ettiğim gibi, her hareket ve her davranışta, Cenâb'ı Hakk'a ait yönleri düşünerek aczimizi, fakrımızı idrak edip Rabbin nimetleriyle perverde olduğumuz düşüncesiyle şükrümüzü, tefekkürümüzü, araştırmalarımızı daha da derinleştirerek, meselelerin içinde dört erkâna (acz, fakr, şükür, tefekkür) tam riayet etmek suretiyle, Rabbimiz hakkındaki malumatımızı artırabiliriz Aslında böyle bir yolla, a'lâ-i illiyyîne yükselmek ve insan-ı kâmil mertebesini ihraz etmek her insanın hedefi olmalıdır Nebilere ait yolda yürüme ve nebiliğe ait bir mânâyı temsil etme insanın girebileceği en önemli bir kapıdır; herkes Allah'ın inayetiyle bu kapıyı zorlayıp açmaya çalışmalıdır Benliğin bir dalında peygamberler ve onların sadık takipçileri vardır Onlar, yaptıklarını Rab hesabına yapmış, Allah namına işlemiş, Allah namına başlamış ve Allah namına yemiş içmişlerdir O'nun mübarek adıyla, her şey O'na dayandırılarak yapılmış ve her işe ayrı bir aydınlık kazandırılmıştır ve neticede de Allah mârifeti artmıştır Benliğin bir diğer dalında da zenginlik, hodfuruşluk, kendini satma, kendi menfaatlerine iş yapma vardır; orada da birer zakkum gibi nemrutlar, firavunlar meydana gelmiştir Böyleleri, "Ben ettim", "Ben yaptım", "Ben çattım" der, hep aynı nakaratı tekrar edip dururlar; belli bir dönemden sonra Zât-ı Ulûhiyet'e feda edilmesi gereken istidatlar artık feda edilmez Bu arada, Zât-ı Ulûhiyet'i tanıyanlar arasında dahi Cenâb-ı Hakk'a benzeme gibi yanlış bir felsefeyle hareket edenler vardır ve bunların bazıları, "İnsanın gayesi, gayetü'l-gayesi, teşebbüh bi'l-Hâlık'tır" der kendi hezeyanlarıyla temiz düşünceleri bulandırırlar Biz onu mülâhazaya almak isteyince: Yemez, içmez; zaman geçmez, berîdir cümleden Allah, Tebeddülden, tagayyürden, elvân ü eşgâlden Muhakkak ol müberrâdır, budur selbî sıfâtullah der tevhid soluklarız Fethullah Gülen | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2873 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3614 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3259 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7668 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7165 | 02 Ekim 2012 21:16 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hanefi mezhebinde orucun mahiyeti hakkında genel bilgi | MERVE DEMİR | Oruç-Ramazan | 0 | 11 Nisan 2009 21:16 |
Cin kelimesi nedir cinler hakkında bilgi verirmisiniz | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 08 Nisan 2009 11:34 |
Bayram nedir dini bayramlar nelerdir hakkında kısaca bilgi verirmisiniz | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 07 Nisan 2009 22:29 |
Tabiat nedir hakkında genel bilgi verirmisiniz | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 07 Nisan 2009 21:55 |
Levhi mahfuz nedir ve hakkında bilgi verirmisiniz | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 07 Nisan 2009 21:22 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|