|
Konu Kimliği: Konu Sahibi iklimya,Açılış Tarihi: 16 Ocak 2008 (02:08), Konuya Son Cevap : 13 Aralık 2024 (08:25). Konuya 30 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
16 Ocak 2008, 02:08 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 90 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 | Tövbe/medineweb Tövbe/medineweb Tövbe İçin Gözyaşı İki damla gözyaşı, tövbenin süsüdür. İki damla gözyaşı tövbesinin belgesidir. Gecenin koyu karanlığı içinde açılan avuca damlayan iki damla gözyaşı, duanın kanadıdır. Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip: “Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim! Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir. Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe. Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını. Onun için yakıcıdır gözyaşı. Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır. Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul. Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur. İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır. İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir. Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur. “Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.” buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde. Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana! Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana! Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene! Ne güzel bir dindir bu! Ne güzel bir kapıdır tövbe! Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe! Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz. Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize. Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı verdiği için. Şükrederiz, günahtan sıyrılıp tövbeye sığınacak bir kalbe sahip olduğumuz için... _Alıntı_
__________________ Bismillah diyerek... |
Konu Sahibi iklimya 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hicretle bütün insanlığı aydınlatan bir medeniyet... | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | iklimya | 0 | 2341 | 04 Kasım 2013 11:00 |
Diyanet İşleri Başkanlığından Accra Furkan... | Ezan-Kamet-Camii | iklimya | 0 | 2421 | 22Haziran 2013 01:39 |
Yaz Kur’an kurslarına kayıtları başlıyor | Kur'ân Kursları | iklimya | 0 | 2377 | 22Haziran 2013 01:37 |
Aşere/Takrib Kursu”nu Dışardan Bitirenler İçin... | Din Görevlileri | iklimya | 0 | 1978 | 09 Mayıs 2013 23:33 |
İslam Dünyasindaki Hüzün Ve Kutlu Doğum | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | iklimya | 0 | 1943 | 11 Mart 2013 19:44 |
16 Ocak 2008, 02:10 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe İçin Gözyaşı
iklimyacım. Eklemeler yapalım inşAllah [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Ümmetim onbeş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belanın gelmesi vâcip olur!" buyurmuşlardı. (Yanındakiler "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm saydı: -Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir metâ haline gelirse, -Emanet (edilen şeyleri emânet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman, -Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman. -Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına itaat ettiği; -Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı; -Mescidlerde (rıza-yı ilâhi gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyâsiyâta vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman. -Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu; -(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği; -(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği; -İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği; -(San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri edinildiği; -Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi (meshi) (veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin." Tirmizi, Fiten 39, (2211) |
16 Ocak 2008, 02:17 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe TÖVBE Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek. Asıl anlamı geri dönmek olup, tövbe kelimesinin türemişi olan "tevvâb" kelimesi tövbe işini çok çok yapan anlamında aşırılık ifade eden ism-i faildir. Yüce Allah'ın bir ismi, bir sıfatı olarak "et-Tevvâb" ise itaata yönelerek Allah'a dönen kişinin istediği bağışlanmayı kabul edip, o tövbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tövbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabb'imiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabb'ine döner, Rabb'i de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalandırmaktan vazgeçer. İşte bu mânâda "et-Tevvab" sıfatı, kulların tövbelerini her yönelişlerinde rahmet ve mağfiretiyle kabul eden demektir. İslâm'da tövbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yönünden tövbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağışlamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak ettiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yalvarmak demektir. Meselâ, bir kabahat, söz gelişi içki içmeyi sırf bedenine yapmış olduğu bir zarardan dolayı veya malına yahut da şerefine zararı dokunduğu için terk etmekte olduğu gibi, Allah rızası ve Allah korkusu düşünülmeyecek olursa, bu gerçek mânâda tövbe sayılmaz. Çünkü tövbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya kabahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tövbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb'imize tahsis edilmelidir. 1- Bazı alimlere göre tövbe anlayışı Gazâlî'ye (ö: 505/1111) göre tövbe, ilim, hâl ve fiil gibi sırasıyla birbirini gerektiren üç şeyin birleşmesinden meydana gelen değişmez ilâhî bir sünnettir. İlimden maksat, günahların ve büyük zararların, kul ile Allah'ın rahmeti arasında, Allah ile kulu birbirinden ayıran bir perde teşkil ettiğini bilmektedir. İnsan kalbinde ve zihninde, bunu böylece kesin olarak kavrayınca, yüce Rabb'ini, yani sevgili Mevla'sını kaybettiği için bir elem ve acı duyar. Hele kusur ve kabahat kendi tarafında ise, bu üzüntüsü elem ve ızdırabı daha da artacaktır. İşte Rabb'ini kaybedip O'ndan uzak kalmasına sebep olan bu kusur ve kabahatından dolayı duyduğu acı ve çektiği eleme pişmanlık veya nedamet denir. Bu acı ve elem kalbini ve gönlünü iyice kapladığı zaman, yeni bir hâl, yeni bir durum ortaya çıkar ki, bu da şimdiki, geçmiş ve gelecek zamanla alakalı olan bir işi, bir fiili tasarlayıp kasıt ve niyet etmektir. Şimdiki zamanla alakası, yapmış olduğu kabahatı hemen terk edip bırakmaktır. Gelecek zamanla alakası, kendisini Rabb'inden ayıran bu kötülüğü veya kabahati ömrünün sonuna kadar asla yapmamaya azimli ve kararlı olmaktır. Geçmiş zamanla alakası ise, kaybettiğini, zararlarını iyilik etmekle veya kâzâ etmekle telâfi etmeye çalışmaktadır. İşte ilim burada tövbenin birinci unsurudur ki, bundan da maksat imân ve yakîndir. Çünkü imân, günahların öldürücü bir zehir olduğunu akla gösterip kalp ve gönüle tasdik ettirir. Yakîn ise bu tasdiki daha da kuvvetlendirip şüpheyi ve zannı ondan uzaklaştırarak kalbe onu tam mânâsıyla yerleştirir. Bu imânın nuru kalpde parladığı an, orada pişmanlık ateşini yakar. Kalp bu iman nuru sayesinde yüce Rabb'inden ve O'nun sevgisinden uzaklaştığını anlayınca acı duyar ve elem çeker. Böylece tövbe eden kimsenin kalbini bu ayrılık ve sevgi ateşi öylesine yakmalıdır ki, bu ateşin verdiği heyecanla kaybettiğini tekrar elde etmeye yönelsin. Şu halde ilim, pişmanlık ile şimdiki ve gelecek zamanda bu işi yapmamaya azimli olmak ve geçmişteki zararı da telâfiye çalışmak gibi birbirini takip eden üç unsurdur ki, hepsine birden tövbe denir. Çok kere yalnız geçmişte olan bir işe pişman olmaya tövbe demişlerse de, ilim onun evveli ve öncesidir; kabahatı, günahı bırakıp terketmek de onun neticesidir. İşte bu manada sevgili Peygamberimiz, "pişmanlık tövbedir" buyurmuştur. Çünkü pişmanlık, pişman olmayı gerektirir ve onu neticeye götüren ilimden ve onu takibeden azim ve irade gücünden uzak olamaz. İlimsiz ve azimsiz pişmanlık mümkün değildir. Bundan dolayı tövbenin tarifinde "geçmiş hataların verdiği bir iç sancısıdır" denilmiştir; zira bu, yalnız içteki, gönüldeki acı ve elemle ilgilidir. Fahreddin er-Râzî (ö: 606/1209), "Mefatihu'l-Gayb" adlı tefsirinde el-Keffal'den (ö: 507/1113) naklen tövbe için gerekli olan şeyleri şöylece sıralıyor: 1- İşlediği bu günah olan işi veya kabahatı terketmek, 2- Geçmişte, yani önceden yapmış olduğu bu işten veya kabahatı terketmek, 3- Bu günah olan işin veya kabahatin bir benzerine asla bir daha dönmemeye azmetmiş olmak, 4- Bütün bu şeylerin hepsini bir daha yapmaktan korkup çekinmek. İşte bunların hepsi tövbe için muhakkak gereklidir." dedikten sonra sebeplerini de şöyle açıklıyor: "1- Terk şunun için gereklidir, zira kul günah olan o işi veya kabahatı terk etmezse, yapıyor demektir ki, bu durumda tövbe etmiş olmaz. 2- Pişmanlık şu bakımdan lüzumludur, çünkü pişman olmazsa, yaptığı işe rızası, gönlü var demektir. Bir şeye râzı olmak ise, çok kere onu yapmayı gerektireceğinden yine tövbe etmiş olmaz, 3- İşlediği günahın bir benzerine dönmemeye kararlı ve azimli olmak şunun için gereklidir, zira yaptığı iş günahtır, günaha tekrar niyyet edip azmetmek de günahtır, 4- Korkuya gelince, bu korku insana tövbe etmeyi emreder ve tövbe ederek bu işi kesip atmaktan başka yol olmadığını hatırlatır. " İşte Yüce Allah'ın, "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten korkup çekinen ve Rabb'inin rahmetini dinleyen kimse, inkâr eden kimse gibi olur mu? Ey Muhammed de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahihleri öğüt alırlar" (ez-Zümer, 39/9) buyruğunu kanaatimizce bu manada anlamak gerekir. II- Müminler için tövbenin lüzumu Cenab-ı Hakk, Ey inananlar (müminler) hepiniz Allah'a tövbe edin ki, korktuğunuzdan emin olup umduğunuza kavuşasınız” (en-Nur, 24/31) buyurmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerde tövbenin butun müminlere emir ve tavsiye edildiğini görüyoruz. Bunun sebep ve hikmetini Zemahşerî (ö: 538/1 114) ve ondan nakleden Fahreddin er-Râzî şöyle açıklıyorlar: "Öncelikle zayıf yaratılışlı kullar, Allah'ın her hususta olan tekliflerini, yani emirlerini ve yasaklarını kendilerine hakim olup gayret etseler bile gereği gibi yerine getiremezler ve böylece kendilerinin sebep olduğu kusur ve kabahatlerden de uzak duramazlar. işte bundan dolayı tövbe ve istiğfar etmeyi Yüce Allah inananların hepsine emir ve tavsiye ediyor. Tövbe edip bağışlanmayı diledikleri zaman, kurtuluşa ulaşıp saadete ereceklerini ümit etmelerini de öğütlüyor. " III- Müminlerin tövbesi nasıl olmalıdır? Bu konuda Yüce Allah'ın Ey müminler (inananlar) yürekten tövbe ederek (nasuh tövbe ile) Allah'a donün ki, Rabb'iniz kötülüklerinizi örtsün ve sizi içlerinde ırmaklar akan Cennetlere koysun" (et-Tevbe, 9/8) buyruğuna dikkat etmek gerekir. Bu ayette geçen (nasûh tövbe) "yürekten, ihlasla tövbe edin" sözlerini Zemahşerî şöyle açıklamıştır: "Tövbeyi kendilerine tavsiye edenler, günahları mahvedecek ve aşırılıkları telâfi edecek şekilde tövbe ederler. Kötülüklerden tövbe etmeleri, o şeylerin kötü olduğu içindir. Yaptığına pişman olmak da çok şiddetli bir şekilde üzülmek demektir. Kötülüklerden birine bir daha dönmemeye azmetmek de, sağılmış olan sütün hayvanın memesine dönmesi nasıl mümkün değilse, öylece o günaha bir daha dönmemek anl-----dır. Bütün bunları böylece içine sindirmek yürekten tövbe etmek demektir. el-Kelbî'ye (ö:146/763) göre "nasûh tövbe", kalp ile pişman olmak, dil ile istiğfar etmek, beden ile de onu terkederek yapmamak ve"ondan uzak durmaktır. Ayrıca pişmanlığından dönmemek üzere gönül rahatlığına kavuşmaktır. Gazzâlî'ye göre de ayette geçen "nasûh" kelimesi nasihat kelimesiyle ilgili bir sözdür. Her türlü şâibeden uzak olarak tam bir ihlas içerisinde Yüce Allah'a tövbe etmek anlamındadır. Ayrıca, "Hiç şüphesiz Allah hem çok tövbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever” (el-Bakara, 2/222) âyeti de tövbenin lüzum ve faydasına işaret etmektedir. Sevgili Peygamberimiz de bir hadisinde Tövbe eden Allah'ın sevgilisidir, günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurmuştur. Tövbenin nasıl olması hususunda Hz. Ali (r.a)'den şöyle bir rivayette bulunuluyor: Bir gün bedevilerden biri Hz. Peygamberin mescidine girer ve "Allah'ım, şüphesiz ben sana tövbe ve istiğfar ediyorum" der ve namazını kılar. Bunu gören ve duyan Hz. Ali, adam namazını bitirince ona: "Ey kişi! Yalnızca dil ile sür'atle yapılan tövbe, yalancıların tövbesidir, halbuki senin bu tövben, tövbeye muhtaçtır" dedi. Bunun üzerine o kişi: "Ey müminlerin emiri, o halde tövbe nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ali: "Tövbe şu altı şeyle mümkün olur" dedi: 1- Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları iade etmek, 2- Başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak, 3- Husumet ve düşmanlığı kaldırmak, 4- Günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi, Allah'a olan itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek, 5- İtaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, itaat edip günahlardan uzak durmanın acılığını da tattırmak, 6- Gülüşlerinden her birine bedel olmak üzere, ağlamak." Hâl böyle olunca, şartlarına uygun olan bir tövbe, aynı zamanda Allah için yapılmış bir ibadettir. Böyle olduğu için de kabûle şâyan olması gerekir. Nasıl ki, şartlarına uygun olarak yapılan ibadetlerin kabûlü hususunda tereddüde düşmüyorsak, şarlarına uygun bir tövbenin kabûlü için de tereddüt gösterilmemesi gerekir. Öyleyse Allah'a imân etmiş kişiler, bilerek veya bilmeyerek günah işledikleri zaman hemen Allah'a yönelip tövbe etmekten çekinmemelidirler. Çünkü ilgili ayet ve hadislerden anladığımıza göre Yüce Allah samimiyetle ve şarlarına uygun olarak yapılan tövbeleri kabul eder, kullarını bağışlar. Ayrıca, günahları bırakıp kendisine yönelenleri sever, zira günahkârlar için yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Bu bakımdan inananların tövbe etmekten korkmamaları, yaptıkları büyük veya küçük günahları için ne zaman olursa olsun, geciktirmeden hemen Rab'lerine yalvarmaları, Allah'a olan bu inançlarının gereği olmalıdır. IV- Tövbenin zamanı ve tövbe etmenin faydaları Günah işler işlemez hemen tövbenin gerekli olduğunda şüphe yoktur; çünkü Allah'ın emir ve yasaklarına karsı itaatsizlik ederek isyan etmenin az da olsa, imânı sarsacağı açıktır. Öyleyse, tövbenin de günah işledikten hemen sonra yapılması gerekir. Zira, bu suretle yüce Allah'ı hemen hatırlayan kimse, bu vesileyle imânına dönmüş ve onu kuvvetlendirme gayretine girişmiş olur. Nitekim Yüce Rabb'imiz "Onlar fena birşey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Âl-i İmrân, 3/135) ve "Kim tövbe edip güzel, yararlı işler işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönelip tövbe etmiş olur" (en-Nisa, 4/17) buyurmaktadır. Görülüyor ki, kötülükleri çoğaltacak işler yapılır yapılmaz veya günah işlenir işlenmez hemen yüce Rabb'imizi anıp O'na yönelmemiz, O'na iltica edip günahlarımızı affetmesi için O'na yönelmemiz, yaptığımız bu kötü işlerden dolayı O'ndan utanıp korkmamız gerekmektedir. Ayrıca bu yaptığımız şeylerde ısrar edip direnmemek lâzımdır. Eğer böyle yaparsak, hem günahlarımız bağışlanır, gönlümüz rahat ve huzura kavuşur, hem de bu anlayış ve inanç sebebiyle başka kötü birşey yapmaktan uzak dururuz. İşte bizde hasıl olan bu şuur ve kuvvetli imân, bizi isyan etmekten ve tekrar günah işlemekten alıkoyacaktır ve böylece bir daha tövbe etmeye de ihtiyaç duymayacağız. Ancak Allah katında daha da yüksek derecelere ulaşmak için, şükreden bir kul olarak O'na sığınıp yalvaracağız. Günahın hemen akabinde tövbe edip ısrar etmemenin zorunlu olmasındaki fayda ve hikmetler açıkça görüldüğü gibi kısaca şunlardır: Bir defa, günahlara dalarak yüce Yaradanını unutmuş olan kul, tövbe etmekle Allah'ın hatırlamış ve O'nun emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmayı zorunlu bir vazife bilerek, bu şuur içerisinde Allah'a olan inancını yeniden kuvvetlendirmek suretiyle, bu inancının gereği olan iş ve davramşları da yerine getirmeye başlamıştır. ikinci olarak, bu kul, işlemiş olduğu günahlarına bakarak, "Ben Allah'ın kötü kulu oldum" düşüncesiyle ümitsizliğe kapılarak daha fazla günah işlemekten kurtulur, bu yeni ümit ve inançla Rabb'ine daha fazla bağlanıp yaklaşarak emirlerini yerine getirmeye ve yasak ettiklerinden kaçınmaya son derece gayret gösterir. Çünkü insanoğlu geleceğe dönük olan ümit ve hayalleriyle hayatını devam ettirmektedir. Bu ümit ve hayalleri yıkılmış bir insanın, dünyanın çeşitli dertleri ve zorlukları altında hayatını sürdürmesi gittikçe zorlaştığı için, ya devamlı olarak başkalarına zararlı olmakta veya kendi canına kıymaktadır. Pekâlâ bilinir ki, insanları hayata bağlayan unsurların başında ümit ve inanç gelmektedir. İşte tövbe eden kişi yitirdiği bu ümit ve inancını yeniden kazanarak hayata bağlamakta ve yaşayışında ortaya çıkan acı ve tatlı durumlara katlanma konusunda yerine göre sabredip, yerine göre mutlu olmasını başarabilmekte ve başkalarına da her bakımdan faydalı olmaya çalışmaktadır. Nitekim yüce Rabb'imiz bu hususu şöyle müjdelemektedir: "Onların hareketlerinin karşılığı Rab'lerinden bağışlanma ve içlerinde ırmaklar akan, temelli kalacakları Cennetlerdir. Böyle yapıp davrananların mükafatı ne güzeldir" (Âl-i İmrân, 3/136). Görüldüğü gibi yüce Rabb'imiz gereği gibi tövbe edenlerin tövbesini kabul edip onları mükafatlandıracağını, böyle davrandıkları takdirde yarınlarından emin ve güvenli olacaklarını, yitirdikleri ümitlerini yeniden ele geçireceklerini açıkça haber vermektedir. Rabb'imizin böyle bir mükafatına kavuşmak, insanı hayata bağlayan ne büyük bir mutluluktur. İste bu bakımlardan tövbe etmenin insan hayatındaki rolü pek büyüktür. Onu yeniden hayata bağlayan, ona ümit ve yaşama isteği veren, onu Allah'ına yöneltip inanç ve imânını kuvvetlendiren, onu toplum içinde, Allah'tan korkup Peygamberini seven ve onların istediği gibi hareket eden kullarıyla birlikte mutlu olarak güven içinde yasamaya sevkeden, doğru dürüst bir insan olarak herkesin hakkını gözeten ve kendi hakkettiğine razı olan, haksızlığa uğramalarına sebep olduğu kişilere haklarını iâde edip onlarla helallaşarak onların dostluğunu kazanan bir kişi haline gelmesi, tövbe etmesiyle mümkün olmaktadır. Yine bu cümleden olarak yüce Rabbimiz, tövbesi kabul edilmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor: "Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm kendilerine gelip çatınca, "şimdi tövbe ettim " diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azap hazırlamışızdır” (en-Nisa, 4/18). Bu ayetten anlaşıldığına gòre, kötülükleri işlemeye devam etmek suretiyle günahlarını çoğaltıp duran ve bu durumda iken ölüm kendisine gelip çatınca, "Yarabbi, işte şimdi tövbe ettim" diyen kimse ile inkârcı bir kişi olduğu halde tövbe ederek imân etmeden ölen kimseler aynı değerdedirler ve bunların tövbeleri Allah tarafından kabul edilmez. Bunların her ikisi de Allah'ın şiddetli azabıyla karşı karşıya kalacaklardır, fakat çekecekleri azabın derecesi belki birbirinden farklı olacaktır. Ölüm anı kendisine gelip çatıncaya kadar tövbesini geçiktirip tövbe etmeyenin kâfir olarak ölenle bir tutulması, kanaatımızca şu sebebe dayanmaktadır: Ölümün gelip çatması, ahiret hallerinin ilkidir. Pek kısa bir süre sonra ruhunu teslim edip ahirete göçecek ve iyi veya kötü bir iş yapmaya ne fırsatı, ne de gücü olacaktır. Bunun böyle olduğunu haber veren pek çok ayet vardır. Meselâ, "Onlardan birine ölüm gelince, "Rabb'im beni geri çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar iyi iş işlerim" der. Hayır, bu söylediği sadece kendi lâfıdır..." (Mü'minun, 23/99-100) buyurulmaktadır. Ayrıca: Mü'min, 40/185; Yûnûs, 10/90-91; Münafıkun, 63/10 ayetleri de bu mânadadırlar. Bu manada çeşitli hadis-i şerifler de vardır. Meselâ Ebû Eyyûb, Hz. Peygamber'den şöyle bir rivayette bulunuyor: "Yüce Allah kulunun tövbesini, ölüm anında boğazında hırıltı başlamadıkça, kabul eder". İşte yüce Allah, böyle bir durumda tövbeyi kabul etmeyeceğini, bunun dışındaki hâl ve durumlarda tövbeyi kabul edeceğini haber vermektedir. Öyleyse, tövbeyi geciktirmek, bu bakımdan hiç de doğru değildir. "Allah 'a göre şu kimseler bir tövbesi makbuldur ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler..." (en-Nisa, 4/17) ayetinde belirtildiği gibi günahların hemen arabinde tövbe etmek inananların lehine olmakta ve böyle bir tehlike söz konusu olmamaktadır. Pekalâ bilindiği gibi, ölümün ne zaman ve nerede gelip çatacağı bizce malum değildir. Bundan dolayı tövbe konusunda acele etmek yine insanların yararınadır. Cihat TUNÇ |
16 Ocak 2008, 02:23 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe TEVBE GÜNAHLARIN SİLİNMESİNE SEBEPTİR Değerli müminler! Bugünkü sohbetimiz tövbe hakkında olacaktır. Tövbe sözlükte geri dönmek anl----- gelir. Dindeki anlamı ise işlenmiş olan günahtan, suç ve kabahatten bir daha işlenmiyeceğine dair verilen söz demektir veya kabahatten, kabahat olduğu için pişmanlık duyarak vazgeçmektir. Peygamberler dışında hiç kimse masum değil, yani günahtan korunmuş değildir. Herkes günah işleyebilir. Ne var ki insanlar birbirlerine oranla daha az, daha çok günah işleyebilirler. Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade buyuruyor: “İnsanoğlunun hepsi günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı ise (işlediği günaha pişman olup) tövbe edenlerdir.''(1) Bu hadisi şerif, bazı insanların günah işlemiyeceğini sanmanın veya buna inanmanın doğru olmadığını ifade ediyor. Tövbe, Allah Teâlâ’nın, günah işleyen insanların, işledikleri günahlardan kurtulmaları için onlara tanıdığı bir imkândır. İnsan ne kadar çok günah işlerse işlesin ümitsizliğe düşmemeli, Allahu Teâlâ'nın ona tanıdığı bu imkandan yararlanmalıdır. İnanan insan Allah'tan ümit kesmez. Allah'ın rahmetinden ancak inanmayanlar ümit keserler. Suyun kiri temizlediği gibi, samimi tövbe de günahları temizler. Yeter ki insan işlediği günaha pişmanlık duyarak onu terk etmiş ve bir daha onu yapmamaya karar vermiş olsun. Allah Teâlâ’nın, kullarına sonsuz merhamet ve şefkati vardır. Onların günahkâr olarak huzuruna gelmelerini istemez. Bunun için tövbe edip günahlardan arınmalarını ister. Bakınız Kur'an-ı Kerim'de ne buyuruyor: ''Ey müminler, hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.''(2) Ayet-i kerime'nin kurtuluş için gösterdiği yol, kadın, erkek inanan herkesin kusur ve kabahatlerinden tövbe ile Allah'ın yardımına sığınıp emirlerine özen ve dikkat göstermektir. Diğer taraftan tövbenin nasıl olacağını bildirmek üzere de: ''Ey müminler! Nasûh (samimi) bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde ( kıyamet gününde) Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.''(3 Ayet-i kerime'de “nasuh”, tövbe ile tövbe etmemiz isteniyor. Nasuh, nush kökünden mubalağa kipidir ve çok öğüt veren demektir. Çok öğüt verici olarak nitelenen tövbe sahibine günahı bırakmasını öğütleyen, onu günahtan kurtaran sadık ve samimi bir tövbe demektir. Günahı bırakmadan yapılan tövbe tövbe değildir . Hz. Ömer, nasuh tövbesini şöyle tanımlamıştır: ''Nasuh tövbe, günahtan tövbe edip o günaha bir daha dönmemek veya dönmek istememektir.''(4) Hangi Tövbe Makbul Olur? Allah'ın kabul edeceği tövbe ile ilgili olarak şöyle buyuruluyor: “Allah'ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tezelden tövbe edenlerin tövbeleridir, İşte Allah bunların tövbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelince, ‘Ben şimdi tövbe ettim’, diyen ve kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır.”(5) Ayet-i kerime'de cehaletle kötülük etmekten söz ediliyor. Ancak buradaki “cehalet'' bir şeyin günah olduğunu bilmeden onu yapmak anlamında değildir. Buradaki cehaletten maksat akılsızlıktır. Yani yaptığı işin sonucunun kişiyi nereye götüreceğini düşünmeden, nefsinin arzu ve isteklerine kapılarak Allah'ın yasakladığı bir şeyi, yasak olduğunu bile bile yapmasıdır. İşte nefsin isteklerine uyarak her nasılsa günah işlemiş olan kimseler, yaptıklarına pişmanlık duyar, bir daha yapmamaya karar vererek Allah'tan af dilerlerse, Allah tövbelerini kabul eder ve onları bağışlar, ayet-i kerime bu müjdeyi veriyor. Ancak ye's haline gelinceye kadar yani yaşamaktan ümidi kesinceye kadar tövbeyi geciktirmemeye de dikkatimiz çekilmektedir. Bu noktaya geldikten yani yaşama ümidini kaybettikten sonra yapılan tövbe kabul olmaz. Çünkü tövbe için, inandıktan sonra iyi bir iş yapabilecek kadar bir zaman bulunmalıdır. Bununla beraber günahkar müminin son nefesindeki tövbesinin kabul olacağı peygamberimiz tarafından bildirilmiş ve: “Allah, can boğaza gelmeden kulun tövbesini kabul eder.”(6) buyurmuştur. Fakat değerli müminler, tövbeyi günahın peşinden yapmak en doğrusudur. Çünkü Allah Teâlâ böyle olan tövbeyi kabul edeceğini bildirmektedir. Kimin Tövbesi Makbuldür? Tövbenin nasıl yapılacağı ve kimin yaptığı tövbenin kabul olacağını açıklamadan önce, günahların çeşitlerini bildirmek uygun olur. İnsanın işlediği günahlar iki kısımdır. Bir kısmı içki içmek gibi kul hakkı ile ilgili olmayan, yalnız Allah'a karşı işlenmiş günahlardır . Bu gibi yalnız Allah hakkı ile ilgili olan günahlardan tövbe etmek için üç şartın yerine getirilmesi gerekir. Bunlar: a) Günahı terketmek b) Yaptığına pişmanlık duymak c) Bir daha yapmamaya karar vermek. Günahı terketmeden yapılmış olan tövbe ile yine günaha pişman olmadan ve aynı günahı bir daha işlememeye karar vermeden yapılan tövbe, tövbe sayılmaz. Bu, içki içmekte olan kimsenin, “ben içkiye tövbe ettim'' demesine benzer ki, buna tövbe denmez. Günahın diğer bir kısmı da hırsızlık yapmak gibi insan hakkı ile ilgili olan günahtır . Hırsızlık yapmak günahtır, çünkü Allah Teâlâ bunu yasaklamıştır. Bu gibi günahlardan tövbe etmenin, yukardaki şartlara ilaveten bir şartı daha vardır ki, o da hak sahibine hakkını vermek veya ondan helallık almaktır. İşte işlenen günaha göre şartlarına uyarak yapılan tövbe makbul olur ve Allah Teâlâ böyle tövbe edeni bağışlar. Bir defasında Hz. Ali, bir bedevinin: Ey Allahım! senin beni bağışlamanı diliyor ve sana (günahlarımdan dolayı) tövbe ediyorum, dediğini işitmişti de ona: Ey kişi, tövbede dil çabukluğu yalancıların tövbesidir, demişti. Adam: O halde tövbe nedir? diye sorunca, Hz.Ali (r.a.): O tövbenin altı özelliği vardır: Geçmiş günahlara pişmanlık duymak, (vaktinde ve zamanında yapılmayan) farzları (kılınmayan namazlar ile tutulmayan oruçları) iade etmek, haksızlık yaptığı kimsenin hakkını vermek, düşmanlarla helallaşmak, bir daha o günaha dönmemeye azmetmek ve nefsi günahla büyüttüğün gibi Allah'a itaatte eritmek ve ona günahların tadını tattırdığın gibi itaatın hazzını tattırmaktır, dedi.(7) Değerli müminler, bu şekilde tövbe eden kimsenin günahları silinir. İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: Müşriklerden bazı kimseler adam öldürmüşler, bir çok cinayet işlemişler, zina edip bunda da çok ileri gitmişlerdi. Bunlar bu kusurları ile Peygamberimize gelerek; Ey Muhammed, senin tebliğ ettiğin ve kendisine çağırdığın İslâm dini kuşkusuz çok güzeldir. Eğer bize vaktiyle işlediğimiz bunca cinayet ve meşru olmayan ilişkilerin arınma yolu bulunduğunu bildirirseniz, (iyi olur) demişlerdi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: “Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur.” “Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır. “Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir . Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.'' (Furkan,68-70) “Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir . Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibir.'' (Furkan,68-70) Bir de: “De ki, ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.”(8) Allah Teâlâ'nın rahmeti sonsuzdur. İşlediği günahlardan pişmanlık duyup tövbe eden ve Allah'tan af ve bağış dileyen kullarının tövbelerini kabul eder ve onları bağışlar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: “Allah kullarının tövbesini kabul eder, kötülükleri bağışlar ve yaptıklarınızı bilir.''(9); “Kuşkusuz Ben, tövbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.”(10); “Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.''(11) Kur'an-ı Kerim, yaptığına pişman olup Allah'a sığınan ve O'ndan af ve ve bağış dileyenleri Allah'ın affettiğine dair örnekler verir. İşte bir örnek: “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul etti). Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkca sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.''(12) Ayet-i kerime'de seferden geri kaldığı bildirilen üç kişi Kâ'b b. Malik, Hilâl b.Umeyye ve Memare b. Râbi idi. Bunlar Tebük seferine -mazeretleri olmadığı haldekatılmama suçu işlemişlerdi. Peygamberimiz Tebük seferinden dönüşünde bunları sorgulamış, mazeretsiz sefere katılmadıklarını anlayınca, haklarında Allah'ın hüküm vermesine kadar beklemelerini emretmişti. Bunlar bu bekleme süresi içinde çok bunalmışlar, tövbe ederek Allah'a sığınmışlardı. Allah Teâlâ tövbelerini kabul buyurduğunu bu ayet-i kerime'yi indirmekle bildirmiştir.(13) Değerli mü’minler, Allah Teâlâ o kadar engin merhamet sahibidir ki, günahkâr olanların O'na yönelmesinden, O'ndan af ve bağış dilemesinden büyük sevinç duyar, bakınız Peygamberimiz bunu çok çarpıcı bir örnekle bildiriyor. şöyle buyuruyor: “Kulunun günahlarına tövbe etmesinden dolayı Allah'ın sevinci, sizden birinizin ıssız çölde devesi ile giderken, onu üzerindeki yiyecek ve içecekle birlikte elinden kaçırması üzerine bir ağaç altına gelerek ümitsiz (ve bitkin) bir halde yaslanıp yattığında devesini yanı başında görmesi üzerine, devenin dizginini tutarak sonsuz sevincinden (Ey Allahım, Sen Rabbimsin ben de senin kulunum diyecek yerde) yanlışlıkla, ‘Allahım, sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim’ dediğindeki sevincinden daha çoktur.''(14) Evet değerli müminler, Allah Teâlâ yarattığı, akıl gibi üstün yetenek vererek diğer yaratıklarına üstün kıldığı kullarına sonsuz şefkat ve rahmeti vardır. Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadisi şerif bu hususu ne güzel ifade ediyor: Hz. Ömer anlatıyor: Peygamberimizin huzurlarına (Havazin Kabilesi’nden) bazı esirler gelmişti. Esirler arasında emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O kadın göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bunu görünce Peygamberimiz bize: şu kadının çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız? buyurdu. Biz: Hayır, atmaya gücü yettiği sürece atmaz, dedik. Bunun üzerine Peygamberimiz: “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir”(15) buyurdu. İşte bizi yaratan Rabbimiz, böyle bize acıyan ve merhameti sonsuz olan bir Rab’dır. Biz ise günahkar kullarıyız. İşlediğimiz günahta ısrar etmeden hemen tövbe edip, O'na yönelmeli ve bizi Böyle yaptığımız takdirde hem O'nun rızasını kazanmış ve mağfiretine ermiş, hem de günahlardan temizlenmiş olacağız. Konuşmamızı, Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri bir hadisi şerifin meâli ile tamamlayalım. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bir kula bir günah isabet edip veya bir günah işleyip de: Allahım, ben bir günah işledim, yahut bilmeyerek bana bir günah isabet etmiş, kusurumu bağışla derse, Allah Teâlâ: Demek ki, kulum, (dilerse) günahını affedecek (dilerse) cezalandıracak muhakkak bir Rabbi olduğunu bildi. O halde ben de kulumu bağışladım, buyurur. Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman (günahsız) yaşar, sonra bir günah daha isabet edip veya bir günah işleyip de: Ey Rabbim, ben (bilerek) bir günah işledim, yahut (bilmeyerek) bir günaha düştüm, kusurumu bağışla, diye yalvarırsa, o kulun Rabbi: Demek ki kulum, günahını affedecek veya cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, o halde ben de bu kulumu bağışladım, buyurur. Sonra bu kul, Allah'ın dilediği kadar bir zaman günahsız yaşar. Sonra bir günah isabet edip veya bir günah işleyip de: Allahım, ben bir günah işledim veya bir günah bana isabet etti, kusurumu affeyle, diye Allah'a yalvarırsa, Allah Teâlâ: Demek ki kulum, günahını bağışlayacak veya onu cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Ben de üç defa kendisini affettim. Artık bu kulum dilediği ifli işlesin (yani günahı tekrarlansa da her defasında içtenlikle tövbe etse, Allah Teâlâ tövbesini kabul eder.)''(16) Bu hadisi şerif de Allah Teâlâ'nın kullarını ne kadar sevdiğini ve ne büyük merhamet sahibi olduğunu ifade etmektedir. Böyle bir yaratıcısı olduğunu bilen bir mü’min O'na yönelmez mi? O'ndan af ve bağış dilemez mi? O'na karşı olan kusurlu davranışlarından ötüre tövbe etmez mi? O halde değerli müminler! Vakit geçirmeden veya vakti geçmeden işlediğimiz günahlara hemen tövbe etmeli, Allah'a yönelerek O'ndan af ve bağış dilemeliyiz. Tövbe işini geciktirmek doğru değildir. Çünkü ne zaman öleceğimizi bilemeyiz. Kimsenin elinde ne kadar yaşayacağına dair kesin bir bilgi yoktur. Gençliğimize ve dinçliğimize güvenmemeliyiz. Nice yaşlı ve hastalıklı insanlar dururken, genç ve sağlıklı kimselerin ölmekte oldukları hepimizin bildiği bir gerçektir. Bir şair güzel söylemiş: “Çok sağlıklı kimseler var ki, hiç hastalanmadan ölürler. Çok da hastalıklı insanlar var ki ,uzun yıllar yaşarlar.” Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, eğer işlediğimiz günahlarda kul hakkı varsa hemen bu hakkı sahiplerine ödemeli veya onlardan helâllık almalı ve böylece bizi bağışlamasını Allah'tan dilemeliyiz. Böyle yaptığımız takdirde Allah'ın bizi bağışlayacağında şüphe yoktur. Çünkü Allah buyuruyor: “Muhakkak Allah bütün günahları bağışlar. şüphesiz ki o, çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(17) --1İbn Mâce, Zühd, 30. 2Nûr, 31. 3Tahrim, 8. 4Âlusi, 157. 5Nisa, 17-18. 6Tirmizî, Daavât, 99 ; İbn Mâce, Zühd, 30; İbn Hanbel, 2/132. 7Kenzu’l-ummal, 2/3808. 8Buharî, Zümer Sûresi Tefsiri, 1. 9fiûra, 25. 1 0Tâha, 82. 11-Nisa, 110. 12 Tövbe, 118. 13-Bu konuda daha genifl bilgi için bak; Buhâri, Meğazi,79; Müslim, Tövbe, 9. 14Müslim, Tövbe, 1. 15Buhâri, Edep, 18; Müslim, Tövbe, 5. 16Buhâri, Tevhid, 35; Müslim, Tövbe, 5. 17Zümer, 53. Lütfi ŞENTÜRK |
16 Ocak 2008, 02:26 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Sebep olmak demeyelim.. sonuda hayır var ende olsa TÖVBE GÜNAHLARIMIZIN SİLNMESİNE VESİLEDİR .... selam ve dua ile.. |
16 Ocak 2008, 02:33 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Yegane Kurtuluş Çaremiz: Tövbe [B]“Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31) Allah-u Zülcelal, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allah, iman eden kimselerin sahibidir. İman edenler Allah’ın muhafazası altındadır. Kafirlerin (ise ne dünyada, ne ahirette muhafaza edecek) sahipleri yoktur.” (Muhammed, 11) Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede, müminlere ne güzel müjde veriyor. Bunun yanında kâfirlere de, kendilerini nelerin beklediğini, dünya ve ahiret hayatlarının nasıl bir perişanlık içinde olduğunu haber veriyor. Allah-u Zülcelal, iman edenlerin sahibi olduğunu ve onları hem dünyada hem de ahirette muhafaza edeceğini bize bildirmiştir. Bize düşen görev, bu mü’minlik sıfatını elde etmektir. Yeter ki, bu sıfatın sahibi olmak için az da olsa gayret gösterelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak ve bizi muhafaza edecektir. Tabii ki, her şey Allah-u Zülcelal’e aittir. İnsan, O’nun himayesi, koruması altına girdimi, hiç bir şey ona zarar veremez. Allah-u Zülcelal’in, insanlara sahip çıkmasına vesile olacak sıfatları elde etmek kolaydır. Çünkü, Allah-u Zülcelal kullarına çok büyük fırsatlar vermiştir. Mü’minlere hitap ettiği başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a tövbe edin. Muhakkak kurtuluşa erersiniz.” (Nur, 31) Diğer bir ayet-i kerime de ise: “Kim tövbe etmezse, zalimlerdendir.” (Hucurat,11) buyurmuştur. İşte, aktarmış olduğumuz bu üç ayet-i kerime’de, bizim için büyük işaretler vardır. Bu ayet-i kerimelerden, kendi payımıza düşeni almalı ve bunların ışığında yolumuza devam etmeliyiz. İnsan, yaratılış itibariyle hata ve günahlara karşı meyillidir. Nefsinin buyruklarına uyarak yaptığı hata ve günahlardan pişman olup, tövbeye sarıldığı zaman, Allah-u Zülcelal onu affederek sahip çıkar ve muhafazası altına alır. Ne yazık o kimselere ki, tövbeden imtina ederek, çekinerek bu muhafazadan mahrum kalmışlardır. Şunu unutmamak gerekir ki, her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı da, tövbe edendir. Evliyaullah’tan bir zat şöyle nakletmiştir: “Bir gün, Basra sokaklarında yürürken, bir annenin kapıyı açarak çocuğunu kapının önüne koyup, kapıyı kapattığını gördüm. Çocuk bir müddet ağladı, dolaştı ve kendi kendine şöyle dedi: ‘Beni besleyecek ve muhafaza edecek, annemin evinden başka bir ev yok. Bu insanların hepsi yabancıdır. Öyleyse ben nereye gidiyorum?’ Bu şekilde, pişmanlık içerisinde geri döndü. Akşam olunca, gelip evin kapısının eşiğine yüzünü koyarak uyudu. Annesi, gece yarısı kalkıp kapıyı açınca, çocuğunun yüzünü eşiğe koymuş bir halde uyuduğunu gördü. Kalbi öyle yandı ki, çocuğunun üzerine kapanarak ağlamaya başladı. Ve ona şöyle dedi: ‘Benim emirlerime karşı gelip, sana zulüm ve hakaret etmememe sebep olma. Çünkü Allah-u Zülcelal, beni sana karşı çok şefkatli yaratmıştır. Bana asi gelme.’ Ve çocuğunu oradan kaldırıp eve aldı.” İşte, bizim halimiz de bu şekildedir. Allah-u Zülcelal, kullarına karşı, bir anneden daha fazla şefkat ve merhametlidir. Şeytanın yanında ise cehennemden başka bir şey yoktur. Şeytanın hilelerine aldanıp, onun ardına düştüğümüz zaman, aynen annesinin kovduğu o çocuk gibi pişman olup, Rabbimizin kapısının eşiğine yüz sürmemiz, pişman olup O’na yalvarmamız lazımdır. Bir insan, günah işleyipte bu yaptığından pişman olur ve tövbe ederse, Allah-u Zülcelal şöyle hitap eder: “Kulumu bağışladım. Kulum, işlediği günahlardan pişman olduğu müddetçe, onu ona bağışlayacak bir kudretin sahibiyim.” İnsan, şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki kurtuluş, Allah-u Zülcelal’in kapısına çöküp yalvarmaktan ve pişman olmaktan geçer. Yoksa, Şeytan’ın memleketinde, pişmanlık ve hezimetten başka bir şey yoktur. Karşımızda, tövbe gibi büyük bir fırsat kapısı varken, gevşek davranıp, ondan faydalanmamak, çok büyük bir yanlıştır. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum) şöyle buyurmuşlardır: “Biz, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda bulunduğumuz zamanlar; onun, yüz defa ‘Estağfirullah’il aliyy’ül azim ve etûbû ileyh’ dediğine şahit oluyorduk.” Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) günahtan masum, tertemiz olduğu halde, Allah-u Zülcelal’e daima bu şekilde tövbe etmekteydi. Peygamberlerin kalpleri, daima Arş-ı Alânın etrafında, Allah-u Zülcelal’in Zat’ının nurlarının çevresinde dolaştığı için, onların tövbeleri, bir an bile olsa Allah-u Zülcelal’den gafil kalmamak içindi. Aynen, ateş böceklerinin, geceleri ışığın etrafında dönmesi gibi, onların kalpleri de daima Allah-u Zülcelal’in nurunun çevresinde dönmektedir. Bizim ise çok çeşitli günahlarımız vardır. Kalbimiz, dünyaya meylettiğinde, yöneldiğinde, başka insanların kalbini kırdığımızda, ibadetlerimizden geri kaldığımızda, her an Allah-u Zülcelal’e karşı yaptığımız kusurlardan dolayı tövbe etmemiz, pişmanlığımızı dile getirmemiz lazımdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), günde 100 defa tövbe ediyordu. Biz de hiç olmazsa, günde bir sefer tövbe edelim; ayda bir sefer tövbe edelim. Allah-u Zülcelal, denizden bir damla kadar da olsa, Peygamberine mutabaat etmeyi, sünnetine uymayı bizlere nasip etsin, inşaallah. Sohbetimizin başında da söylediğimiz gibi, mü’min sıfatını elde edebilmek için biraz gayret göstermemiz lazımdır. Bu mü’minlik sıfatını kazandığımız zaman, Allah-u Zülcelal’e kendimizi teslim etmiş oluruz ki, o zaman bizi hata ve günahlardan, dünyada başımıza gelecek zararlardan muhafaza eder. Allah-u Zülcelal’in sahip çıkmasının ve muhafaza etmesinin, ne kadar kıymetli ve kuvvetli olduğunu hepimiz biliyoruz. ‘Yardım Et, Ya Rahman!’ Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) yanında bir arkadaşı ile beraber, Mekke’den Taif’e gitmek için yola çıkmıştı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’ın, arkadaşının münafık olduğundan haberi yoktu. Bir mevkiye geldiklerinde, istirahata çekildiler. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) uyuyunca, bu münafık, onu öldürmek için ayaklarını ve ellerini bağladı. (Peygamber Efendimizin zamanında, dil ile şahadet getirdikleri halde, kalben ve ruhen kâfir olan, 300 kadar münafık vardı.) Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) kendine gelince, el ve ayaklarının bağlı olduğunu gördü ve arkadaşının da o kimselerden olduğunu anladı. Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh) durumuna bakınca, kendisini bu halden, ancak Allah-u Zülcelal’in kurtarabileceğini idrak etti ve şöyle dedi. “Ya Rahman! E’inni.” (Bana yardım et, Ya Rahman!) Böyle söylediği anda, bir duvarın arkasından, sert bir şekilde “Öldürme!” diye bir ses geldi. O anda, münafık ‘Ben bunu öldürürsem, o da beni öldürecek’ diye heyecanlandı. Dışarı çıkıp baktı, ancak kimseyi göremedi. Tekrar Zeyd bin Sabit (radıyallahu anh)’i öldürmek için içeriye girince, yine aynı sesi duydu. Bu hal üç defa tekrar etti. Üçüncü sefer dışarı çıktığında, ata binmiş, elinde kılıçla bir zat geldi, o münafığı öldürdü ve Zeyd bin Sabit’in el ve ayakların çözdü. Ona şöyle dedi: “Sen ‘Ya Rahman! E’inni’ dediğin zaman, ben göklerin yedinci katında idim. Allah-u Zülcelal bana, ‘Ben müminlerin velisiyim (sahibiyim)’ dedi ve seni kurtarmak için gönderdi.” İnsan, Allah-u Zülcelal’e hakiki iman sahibi olursa, Allah-u Zülcelal de onu işte böyle muhafaza eder. Sonuç olarak, daima Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe etmek ve O’nun merhametine sığınmak, tek çıkar yoldur. Allah-u Zülcelal o kadar merhametlidir ki, kullarının tövbe edip kendisine yönelmesini istemektedir. Hatta, her gün bir melek, günah işleyen insanlara “Yeter!”, hayır yapan insanlara da “Allah-u Zülcelal’e doğru gelin” diye nida etmektedir. Yeter ki biz, günahlarımızdan yüz çevirmeye çalışıp Allah-u Zülcelal’e yönelelim. O zaman, Allah-u Zülcelal bize sahip çıkacak, çok şeyleri bize nasib edecektir. Allah-u Zülcelal, hepimize razı olacağı salih ameller nasib etsin ve kendi fazl-ı keremi ile bizleri af ve mağfiret etsin. (Amin.) Sallallahu ala Seyyidina Muhammedin Nebiyyü’l Ümmiyyi ve ala Alihi ve Sahbihi ve sellem. |
16 Ocak 2008, 02:36 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe
Gözyaşı Tevbenin belgesidir. İki damla gözyaşı, tövbenin süsüdür. İki damla gözyaşı tövbesinin belgesidir. Gecenin koyu karanlığı içinde açılan avuca damlayan iki damla gözyaşı, duanın kanadıdır. Duayla çiçek açan tövbenin, vicdanın, kalbin, aklın, kısacası bütün vücudumuzun dile gelip: “Affeyle Allah’ım, sen bildirdin; ben bilemedim! Affeyle Allah’ım, sen öğrettin; ben unuttum!” demesidir. Beşer olmanın, insanlığın, insanın; insanı düşürdüğü yerde insanın kendini görmesinin adıdır tövbe. Avuçlarımıza yanağımızı yaka yaka damlayan gözyaşı kalbimizi, vicdanımızı, ruhumuzu yakıp da kazanmıştır sıcaklığını. Onun için yakıcıdır gözyaşı. Hele tövbe için dökülen gözyaşı, daha bir yakıcıdır. Pişmanlık vadisini boydan boya geçmiş, tövbe vadisine gelip Rabb’ine el açmıştır kul. Yanmış, yakılmış, pişmiş ve “olmuş”tur. İnsan tövbe vadisine geldiği zaman, şeytanın iplerinden kurtulmuş melek kanatlarının gölgesine sığınmıştır. İnsan, yüce dergâha üzerindeki kirli kaftanı atıp beyazlara bürünmek için gelmiştir. Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuş. “Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.” buyurarak tövbe ve af kapının sonuna kadar açık olduğunu söylüyor Peygamber Efendimiz (sas) bir başka hadisinde. Ne büyük bir müjdedir bu, günaha batmış olana! Ne büyük bir çıkıştır bu, günaha dalmış olana! Ne büyük bir haberdir bu, günaha boğuldum diyene! Ne güzel bir dindir bu! Ne güzel bir kapıdır tövbe! Ne güzel bir arınma vadisidir tövbe! Günah vadisinden, hata dağından, tövbe kapısından geçerek bizlere arınma imkanı sunan Rabb’imize şükrederiz. Şükrederiz, daha nice nimetleri bizlere veren Rabb’imize. Şükrederiz Rabb’imize, tövbe ederken bize iki damla gözyaşı verdiği için. Şükrederiz, günahtan sıyrılıp tövbeye sığınacak bir kalbe sahip olduğumuz için. |
16 Ocak 2008, 12:08 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Tevbe Ayetleri [/CENTER] اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّا بينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرينَ Bakara 222…Allah tevbe edenleri sever ve temizlenenleri sever اَلَّذينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذينَ امَنُوا رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَىْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَبيلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَحيمِ Mümin / 7. Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler). ]وَالَّذينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّهِ اِلهًا اخَرَ وَلَايَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتى حَرَّمَ اللّهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَايَزْنُونَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذلِكَ يَلْقَ اَثَامًا () يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَيَخْلُدْ فيه مُهَانًا () اِلَّا مَنْ تَابَ وَامَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُولئِكَ يُبَدِّلُ اللّهُ سَيَِّاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَحيمًا Furkan 68-70 / Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur; Kıyamet günü azabı kat kat arttırılır ve onda (azapta) alçaltılmış olarak devamlı kalır. Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allahı onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا تُوبُوا اِلَى اللّهِ تَوْبَةً نَصُوحًا Tahrim 8 / Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah'a dönün[/CENTER] |
16 Ocak 2008, 12:12 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Derken Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (2/37) Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca yaratan (gerçek ilah)ınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (2/54) Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (2/128) Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (2/160) Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. (2/187) Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever." (2/222) Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz. (2/279) Ancak bundan sonra tevbe edenler, 'salih olarak davrananlar' başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir. (3/89) Doğrusu, imanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını arttıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir. (3/90) (Allah'ın) Onların tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarından dolayı azablandırması işinden sana bir şey (sorumluluk ve görev) yoktur. (3/128) Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (4/16) Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (4/17) Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. (4/18) Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/26) Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. (4/27) Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (4/64) |
16 Ocak 2008, 12:13 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/92) Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir. (4/146) Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler başka. Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (5/34) Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (5/39) Bir fitne olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar. Sonra Allah, tevbelerini kabul etti, (yine) onlardan çoğunluğu körleştiler, sağırlaştılar. Allah yapmakta olduklarını görendir. (5/71) Yine de Allah'a tevbe edip bağışlanma istemeyecekler mi? Oysa Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (5/74) Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." (6/54) [B]Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O'nunla konuşunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah"Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin." Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: "Sen ne yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi. (7/143) Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (7/153) Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resûlü de… Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azabla müjdele. (9/3) Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/5) Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekatı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (9/11) Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9/15) Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/27) Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azabla azablandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur. (9/74) Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (9/102) Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur. (9/104) Diğer bir kısmı, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azablandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9/106) Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (9/112) Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (9/117) (Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (9/118) Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (9/126) |
Konuyu Toplam 7 Kişi okuyor. (0 Üye ve 7 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Allah'a tövbe etmek | YaŞuHa | Allah(c.c) | 1 | 26 Ocak 2023 22:44 |
bir avuç tövbe kırıntısı | antivirüs | Dua Bölümü | 1 | 09 Temmuz 2015 19:41 |
Gözyaşının Gücü Ve Tövbe | günışığı | Dua Bölümü | 3 | 26 Ağustos 2014 16:22 |
tövbe | aslıı | İlmihal Bölümü | 0 | 22 Mayıs 2012 21:52 |
tövbe duası | Seyyid | Dua Bölümü | 1 | 27 Eylül 2008 01:15 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|