|
Konu Kimliği: Konu Sahibi inzar,Açılış Tarihi: 10 Kasım 2007 (20:06), Konuya Son Cevap : 13 Temmuz 2012 (16:44). Konuya 31 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Temmuz 2010, 22:25 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 |
ruhunu alçak tut hayalini yüksekböyle bir tevazu ile olursun yüksek ruhunu alçatma;semayı nişan al ağaca nişan alanlardan çok daha yüksekleri vurursun
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
21 Aralık 2011, 20:29 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Üniversiteye yeni başlayan gençlere öneriler… Rabbimiz başarının sırrını Kur'anda açıklıyor :Yazar çok güzel anlatmış her zmnki gibi şimdide yazarın bir başka yazısını paylaşalım inş “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8) Toz gibi yumurtadan çıkan minik bir yavrunun hayatına dikkatinizi çekeceğim. Altıgen bir kutunun içerisinde dünyanın en özel sütüyle sürekli beslenir. On binlerce kardeşiyle birlikte kendisine dadılık yapan işçiler yetişinceye kadar on bin kez doyurulur. Bu hızla altı günde ilk ağırlığının 1500 katına ulaşır. Kutusundan çıkar çıkmaz, kimseden ders almadan ve boş beklemeden yuvasındaki atık maddeleri dışarıya taşır ve yuvayı yeni kardeşleri için temizler. Önce vücudunun salgıladığı mikrop öldürücü sıvıyı yuvaya sürer. Ardından da yeni doğan binlerce kardeşleriyle uyum içinde kanatlarını vantilatör gibi çırparak içerdeki kirli havayı dışarıdaki temiz havayla değiştirir. Hayatı yeni başlamıştır ve son nefese değin durmayacak, yavaşlamayacaktır. Kovan içinde veya dışında, ilahi plan kendisine hangi görevi vermişse onu gerçekleştirmek üzere sürekli çalışır. İnsanlara bir kilo bal bırakabilmek için 40 bin kardeşiyle birlikte 6 milyon çiçeği dolaşır. Bir kilo bal uğrunda yüz bin km kanat çırpmayı, ya da dünyanın etrafında 7 defa dönmeyi göze alır. Bal arısı çalışkanlığı sayesinde adını tarihe yazdırmış, insanların hayatında yer ve rol edinmiştir. İnsan da benzer biçimde İnşirah suresinin sonundaki ilahi emre tam uysa adı tarihe altın harflerle yazılır. Dertlerden kurtulur, huzur bulur. Başarının efendisi olur. Başarımızı arttırmak ve hayatımızdaki değerleri yükseltmek istiyoruz. Bu yolda bize yol ve yordam sunacak eserler arıyoruz. Ancak son zamanlarda televizyonun ve internetin getirdiği eylemsiz, girişimsiz hayalcilikten sıyrılamıyoruz. Hele de anne babalarımız bizi koruyup besledikçe de cam fanus içerisinde hayatın çilelerinden mahrum büyüyoruz. Derken ergenlik çağı geçiyor ve ansızın yaşadığımızı, omuzlarımızda büyük bir sorumluluk bulunduğunu fark ediyoruz. Önce kolay ve bedavadan yollar arıyoruz. Alın terinin değerini keşfedemeyenler piyangoyla, at yarışıyla hayata tutunabileceklerini sanıyorlar. Derken akıllı gibi görünerek başta türlü hayalciliklere kapılıyoruz. “Başarıyı hayal etmeyi başarının yeter şartı sayan” kitapların büyüsüyle bodruma çekilip hayal kurmakla hedeflerimize ulaşacağımızı sanıyoruz. Sihir gibi, hokus pokus yoluyla… Sonra da insanı yaratıcı yerine koyan sırlı, çekimli, kuantumlu formüllere inanıyor, yıllar içinde bir arpa boyu yol alamıyoruz. Biz böyle hayallerle oyalanırken hayat ayaklarımızın altından akıp gidiyor. Küresel aktörlerin istediği budur. Kendi elitleri dışındaki toplulukları sürü yerine koyuyorlar. Sürüler düşünmemeli, sadece onlara hizmet için çalışmalı, dönen dolapları anlamamalı, boş hayallerle oyalanmalı. Sürüler sadece taklit etmeli, çılgınca tüketmeli, borç içerisinde kavranmalı, özgün bir sanata, ciddi bir beceriye sahip olanlarsa mutlaka kendi küresel değerlerine boyun eğenler arasından çıkmalı. Küresel güçlerin pazarladığı her şey o güçlerin saflarını güçlendirmeye hizmet ediyor. Biz de başardığımızı kazandığımızı sanarak oyalanıyoruz ve yıllar sonra perdeler çekilince soyulduğumuzu anlıyoruz. Bir sır arayana benim verebileceğim sır iki kanattır: Hikmetine uygun şekilde üretmek için çalış ve gerektiği gibi dua et. İste ve hakkıyla çırpın. Dua ve çalışma başarı güvercininin iki kanadıdır. Hayatta yeterince başarılı olabilecek misiniz? İnsanların dünyasına muhteşem katkılar sunabilecek misiniz? İyi şeyler üretmek istemiyorsanız, yeşeren çekirdek olmak istemiyorsunuz demektir. Öyleyse ya ekildiğiniz toprakta, ya da sizi yiyen bir kuşun midesinde çürüyüp yok olursunuz. Değerinizi beslemek istiyorsanız yapacağınız bellidir: -Hayatınızdaki tüm gereksiz meşguliyetleri çıkarıp atın. -Başarının sadece alın terinden geçtiğini onaylayın. Alın terinizi katmadığınız başarının onurunu üstlenemeyeceğini kabul edin. -Erken kalkın ki dünya erken kalkanların malıdır. -Asla boş oturmayın. Ne televizyonun, ne bilgisayarın karşısında ne parkta, ne otobüste, ne kuyrukta… Hiçbir yerde bir dakika bile boş durmayın. Boş durmak, faydasız bir iş yapmaktır. -Boş dakikalarınızda yapabileceğiniz faydalı işler, hobiler listesi oluşturun. -Yapacak hiçbir iş bulamıyorsanız yürümek, gülümsemek, derin solumak, hatta salonu dağıtıp düzeltmek de bir iştir. Yapacak iş bulamamak imkânsızdır. Çevrede milyonlarca iş varken boş duran kimseyi suçlamasın. -İlle de işi başkası vermek zorunda değil. Kendinize iş yapın. Siz de bir gün kendi işinize ücret ödeyebilir hale gelirsiniz. -İşleriniz arasında saat başı 5-10 dakika kaslarınızı gevşetmek ve zihninizi boşaltmak için durun. Ancak en iyi dinlenmenin yolunun da farklı biçimde çalışmak olduğunu unutmamalısınız. İnsanı çok çalışmak bir yorarsa, boş oturmak on yorar. Çalışarak ilerleyeceksiniz ve attığınız her adım sizi yeni bir kapının önüne getirecek. Siz ilerledikçe yeni yollar açılacak. Çalışmaya alışmanızın sonunda, -Akşamınıza gönül huzuru içerisinde uyumaya hazır ulaşacaksınız. -O günkü iş ve üretim hâsılanız kalbinizi coşturacak. -Yaşamanın, kendini gerçekleştirmenin evrende varlık, etki ve iz oluşturmanın değerini kavrayacaksınız. -Sevilen meşguliyetlerle en ciddi hastalıkların bile iyileşebildiğini fark edeceksiniz. -Vücudunuzdan toksinleri, zihninizden düşünce virüslerini atmış olacaksınız. -Basit kafalarla ve dedikodularla kıvranan doyumsuz ve tatminsiz insanlarla aranızda uçurumlar oluşacak. -Üretiminiz ve birikiminiz hızla artacak, başarınız geometrik katlanacak. -Varlığınız insanlığa rahmet olacak ve vesilenizle çok sayıda insanın ıstırabı dinecek. Edison’a başarısının sırrını sormuşlar da yüzde birini zekâyla, yüzde doksan dokuzunu çalışmayla ilişkilendirmiş. Çalışmaya köle olan başarıya sultan olur. İşte başarının sırrını açıklayan o ayet: “Bir işten boş kaldın mı hemen diğer işe giriş.” (Kur’an: İnşirah, 7-8) Çalışmanın coşkusunu keşfetmek muhteşem bir ilahi lütuftur. Şükürsüz gönüller çalışmaktaki lezzetleri tadamıyorlar. Herkesin çalışmanın coşkusunu keşfetmesini dilerim. Dr. Muhammed Bozdağ
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
09 Ocak 2012, 11:36 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair “Misafirim –‘Ben yemekten ekmeği kestim ve bir buçuk ayda yedi kilo verdim. Sigarayı da böyle kolay bırakmıştım.’ dedi. “ -Ne muhteşem irade! Nasıl başardın?’ dedim. ‘-Ben aslında dünyanın en iradesiz insanıyım. Çok kolay oldu. Günde içtiğim iki paket sigaranın biri bitmeden öbürünü yakardım. Her gece ‘Allah’ım no’lursun, bu son sigaram olsun diye yalvarır, sabah olunca da dayanamaz hemen yenisini yakardım. Sonunda güçlü bir heyecanla iki hafta içinde bırakacağım dedim ve bıraktım. Bir sonraki sigarayı içmeyeceğim dedim ve hala içmiyorum. Bakkaldan alıp eve gidinceye kadar yarısını yediğim ekmeği de bıraktım dedim ve artık yemiyorum.’ Misafirimdeki değişimin sırrı sözlerinin satır arasında saklıdır. O bir yönde değişmeyi çok istemiş, çabalamış ve bir türlü başaramasa da her gece, ‘Allah’ım no’lursun!’ diye yalvarmıştır. Anlaşılan o dur ki ısrarlı, sabırlı ve içten dualarının karşılığında Allah iradesine yardım etmiş ve başarmasını sağlamıştır.” M. Bozdağ
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
11 Ocak 2012, 00:35 | Mesaj No:14 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair "Ya kazanamazsam korkusuyla bunalıyorum." “-Sınava hazırlanıyorum ve ‘ya kazanamazsam korkusuyla bunalıyorum.’ Bu dayanılmaz stres içerisinde çalışamıyorum ve çalışsam da anlayamıyorum. Ne yapayım?’ -Başaramama ihtimalinden korkmanın ürettiği stres vücut organlarınızın doğal çalışma ritmini bozar. Beyin, böbrek ve tüm sistemler ‘savaş ya da kaç’ ilkesine göre ve bozuk çalışır. Tüm enerjiyi savaşa göre kullanan beyniniz zihinsel etkinliklere harcanacak enerji bırakmaz. Bu öz sabotajdır, insanın kendisini başarısızlığa sürüklemesidir. Başka sebep olmasa da sadece bu korku başarısızlığa yeter. Detaylarını kitaplarımıza havale edip şu kadar yazayım: Zamanınızı hoyratça kullanıp çalışmadıysanız zaten endişelenmenizin anlamı yok. Ektiğinizi biçersiniz. Ama elinizden geleni yapıyorsanız stresten kurtulmalısınız ki beyniniz iyi çalışsın. Bunun için tevekkülü yani ‘Allah’a gönülden güvenmeyi’ kavramalısınız. Kendinize teslimiyeti telkin edeceksiniz. Yani: Size düşen kendi göreviniz olan ‘kurallarına uygun’ çalışmaktır. Başarınızı yaratmak Allah’ın işidir. Allah dilerse süper eğitimli insanın başına bir dert verir sınav günü de başarısız kılar. Dilerse de eksiklikleri olan kulunu, sezgi gibi sebeplerle destekleyerek başarılı kılar. Benzetirsek, buğdayı siz ekeceksiniz ama başağı siz yaratamazsınız. ‘Elimden geleni yaptım mı?’ diye sorun. Yapmışsanız içiniz rahat olsun. Geçiminizi, işinizi, hayata tutunmanızı Allah yaratıyor, sebepler değil. Şimdiye, şu andaki işinize odaklanın. Sınav gününe kadar yaşayacağımızdan emin bile değilken, neden sonrasının derdine düşelim ki?” Dr. Muhammed Bozdağ
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
25 Ocak 2012, 10:25 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair Kim ettiğini bulmaktan kaçabildi şimdiye kadar? “Bir tanıdığım bana çok zor durumdaki bir hanıma maddi yardım aradığını söyledi. Hanımın durumunu sordum: Hanım eşinden yıllarca ağır şiddet görmüş, eşi terk etmiş kendisini bir ara, sonra kavgaya karışıp hapse girmiş, çıkmış, sonunda evine dönmüş ve hemen ardından da düşerek felç olmuş. On beş yıllık ailenin hanımı hem üç çocuğunu okutuyor ve hem de yatalak bir kocaya bakıyormuş. Ne kadar zor bir imtihan değil mi? ‘Allah’ın hikmetinden sual olmaz. Lakin bu hanım araştırmamış mı, bu adam saygılı mı, ahlaklı mı, bir yuvaya baba olarak seçilmeye layık mı? Kim evlendirmiş bunları?’ diye sordum. Hanımın ablası kendisinden önce evlenmiş. Kendisi de nişanlıymış. Ablası, kocasının çok yakışıklı bir erkek kardeşi olduğunu söylemiş kendisine, kafasını çelmiş. Daha yakışıklılık heyecanına kapılıp düğünden bir gün önce kaçmış evinden, varıp bu adamla evlenmiş. Geride gözerini dizlerine kapayıp utanç içerisinde titreyen bir anne-baba ve bir de nişanlı bırakarak. Doğrusunu Allah bilir; şahsen bu acı hayatın o yanlış davranışa kaderden gelen karşılık olduğu kanaatindeyim. Kaderden dert gelince kim çekmem diyebiliyor ki? Kim ettiğini bulmaktan kaçabildi şimdiye kadar? Ne olurdu, imanımızı güçlendirebilseydik de, kaderin kudretli Sahibine yeterince saygılı davranabilseydik.” Dr. Muhammed Bozdağ Ne dersek kendimiz ediyoruz değilmi kişi iradesine sahip çıkmadığı zmn sonuçlarını çok ağır ödüyor...Güçlü bir iradeye sahip olmak dileğiyle.
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
01 Şubat 2012, 20:13 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair
Baş tâcı annelerimizle ilgili yaşanmış bir hikâye: Henüz çok gençken kocasını kaybetmiş, ondan kalan tek oğlunu yetiştirmek için dişini tırnağına takarak çalışmıştı. Onu kimseye muhtaç etmeden okutabilmekti arzusu. Bu hayallerle geçirdi günlerini. Gençti, güzeldi ama geri çevirmişti evlenme tekliflerini; oğlunu yaban ellere vermemek istiyordu. Başkalarına çamaşır yıkadı, temizlik yaptı, oğlunu hiçbirşeye muhtaç etmedi. Oğlu okuyacaktı, mesleğini eline alınca artık kalan ömrünü yavrusunun yanında geçirecekti. Bu hayallerle geçti yıllar, bu hayalle bitti yıllar... Nihayet oğlu hukuk okudu, hâkimlik görevine başladı. Anne sevincinden yere göğe sığmıyordu.Sıra oğluna layık kız bulmaya geldi, bunuda bulunca artık gözleri arkasında kalmayacaktı. Tam istediği gibi bir kız buldu.Dışını görüyor, içinden haberi yoktu.Seviyordu gelinini öz evladı gibi.Bir an önce düğün olsun istiyordu.Sanki kendi evlenecekti.Bir an önce taşınmak istiyordu yeni evlerine; artık bir köşeye oturup torunlarını sevecek, geçmiş onun için tatlı bir hatıra olacaktı. Nikah gününe 1 ay kalmıştı, damat gelini alarak yeni evlerine yerleşecek, eşyaların yerlerini ayarlayıp ölçülerini alacaklardı.Bütün eşyaların yerleri ayarlanmış,tek tek güzel bir görüntü kazandırılmıştı. Bu sırada gelin kız nişanlısına dönerek "Cihan! Böyle güzel oldu ama şu Çöp Tenekesini nereye koyacağız?" Şaşırdı genç adam , hayret dolu sesle" Koskoca evde bir çöp tenekesini koyacak yer bulamıyormusun?" Tezgahın altına koy! "Yok yok hiç olurmu" " balkona koyarsın? "Orayada hiç uymaz" Yahu çöp tenekesini koyacak yer bulamıyor musun?" "Onu demiyorum canım ANNENİ diyorum ANNENİ!" Genç kızın ağzından çıkan cümleler genç adamın kalbine işlemiş, beynini döndürmüştü.Varlığında baş tacı olan annesi, Kendisi için el kapılarında çalışan annesi demek bir çöp tenekesi yerine koyuuyordu.Demek Annesi çöp tenekesiydi. O çilekar o fedakar kadını, canı gibi sevdiği annesini koyacak yer bulamıyordu hayat arkadaşı olan kızda,anasına çöp tenekesi diyordu! Tek kelime konuşmadı, eve dönüncede bir şeyden bahsetmedi; zavallı anne gelinin kendisi hakkında düşündüklerinden habersiz nasıl olduğunu soruyordu durmadan,onu övüyordu. Acı acı güldü bu durum karşısında genç adam. Nihayet nikah günü gelmişti. Bütün hazırlıklar bitmiş, arabalar dairenin yolunu mekan tutmuşlardı. Salon ağzına kadar doluydu. Dışarıya taşan davetli kulesinde heyacan kol geziyordu,yeni evlilikleri görebilmek için. Ve memur geline sordu: "Kızın ! Ahmet oğlu Cihan'ı zevceliğe kabul ediyor msun?" "Evet" "Peki oğlum sen Zeynep kızı Zeliha'yı zevceliğe kabul ediyor musun?" "Hayııırr.Etmiyorum" Salonu ayağa kaldırdı bu ses.Gözlerinde hayret ifadesiyle herkes şok geçirmiş gibi erkeğe, Cihan'a bakıyorlardı. Memur şaşırmıştı: "Peki şimdiye kadar neredeydin" "Efendim! Babam beni küçük yaşlarda bırakıp vefat etti. Annem dışarılarda çalışarak gençliğini bana harcadı ,çalıştı ve çabaladı. Giymedi giydirdi, yemedi yedirdi. Beni büyüttü okutup adam etti. Annem benim yanımda oturacak, rahat edeceği zaman bu gördüğünüz gelin hanım annemi bir çöp tenekesi yerine koyarak evde onu koyacak yer bulamıyor. Annemi bir çöp tenekesi olarak görüyor ve istemiyor. Benim annemi istemeyen, ona o şekilde muamele yapan kadını bende istemiyorum. "Varsa annesine çöp tenekesi dedirtecek, buyursun gelini alsın!" Yerinden kalkarak annesini aldı, hayret ve gözyaşları içerisinde salondan ayrıldı. Bu olaydan sonra gelin kız evine döndü ve aradan 20 yıl geçmesine rağmen evlenememiş. (alıntı)
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
23 Mayıs 2012, 17:28 | Mesaj No:17 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair Allah katında 'başarılı kişi' kimdir? Herkes bir şeyleri başarmaya uğraşıyor... Hiç düşündünüz mü, Allah'a göre "Başarı nedir ve başarılı kişi kimdir?" Evvela akıllı olmak önemli değil, aklımızla neye hizmet ettiğimiz önemlidir. Öyle akıllılar var ki; devleti dolandırıyor. Öyle akıllılar var ki; kumar oynuyor, milyonlar kazanıyor. Öyle akıllılar var ki; dünyayı parmağında döndürüyor. Akıl, su gibidir; konduğu kabın rengini ve şeklini alır. Nasıl ki bıçak, doktorun elinde tedavi eder, katilin elinde cinayet işlerse, aynı şekilde akıl da iyiye ve kötüye kullanılabilir. Mesela "Başarılı olmanın sırları" türünde kitaplar yazıyorlar. Bu kitaplar güzel konuşmanın sırları, zengin olmanın çareleri, tahsili tamamlayıp memur olmanın, amir olmanın yollarını anlatıyor. Demek ki "hayatta başarılı olmuş kişi" vasfını almanın şartları, zengin olmak, şöhret sahibi olmak, üstün bir makam ve mevki sahibi olmak, şimdiki ifadeyle kariyer yapmak vs... ile ölçülüyor. Zengin olmak başarıysa, Karun da zengindi fakat servetiyle firavun oldu. Mao, Stalin belki çok yüksek makama ulaştılar amma ne oldu? Ölüp gittiler... Bu gibi kişilerin hayatına baktığımızda "başarılıydı" diyebilir miyiz? Üstad Bediüzzaman buyurmuş ki; "Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere kıymet verme!.." Demek ki başarının sırlarını anlatan kitaplar, okullar, öğretmenler, sistemler, sadece maddi medeniyetin sırlarını anlatıyorlar. Allah için başarılı olanlar ise peygamberler, evliyalar, asfiyalar ve İslam alimleridir. Müslümanlar bir ordu gibidir; bir zafer kazanılsa, o zaferde mareşalin de neferin de hissesi vardır. Bu gerçeğe göre başarılı insan, Allah rızası için yapılan her işin bir ucundan tutan kişidir... Mesela yakinen tanıdığım birisi daima haram yollarla zengin oluyordu. Bir gün yeğeni demiş ki; "Dayı, haram işler yapıyorsun, günah olur, itibarını da kaybedersin." Adam bağırmış, "Sen daha küçüksün! Bu işlere aklın ermez. Para her şeyin üstünü örter." O sohbet böyle kapanmış. Arkadaş bilmiyordu ki, hangi söz ve davranış "günah" olarak belirlenmişse, o fiil, pimi çekilmiş bir bombadır. İnfilak ettiğinde insanı parça parça eder... Seneler birbirini kovalıyor. Bu arkadaş hastalanmış. En iyi hastanelerde tedavi olmuş, doktorlar getirtmiş. Doktorlar, ellerinden geleni yapıyormuş fakat adamın hastalığı hızla yayılmış. Adam bir lokma yiyemez hale gelmiş. Yeğeni demiş ki, "Dayı, hani para her işi hallederdi?" Yolun sonu göründüğü için adam şaşkınlık içinde... Demiş ki, "Bilemedim... Anlayamadım..." Bir düşünürün cümlesi şöyle: "İnsanoğlunun tüm başarıları ve üstün zekâsı onu yine de mezardan öteye götüremeyecek." Seksen senelik tecrübemle anladım ki; asıl başarı, her şartta ve her an, İslamiyet'i yaşamak, bir adım dahi olsa o dairenin dışına çıkmamaktır. Ne mutlu Allah rızası için çalışıp Allah rızası için harcayana... Yazar: Hekimoğlu İsmail
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
23 Mayıs 2012, 22:19 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 17229 Üyelik T.:
10 Mart 2012 | Cevap: Hayata Dair Seksen senelik tecrübemle anladım ki; asıl başarı, her şartta ve her an, İslamiyet'i yaşamak, bir adım dahi olsa o dairenin dışına çıkmamaktır. Ne mutlu Allah rızası için çalışıp Allah rızası için harcayana... Yazar: Hekimoğlu İsmail Sağolasın Esma ablam
__________________ "..insanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..." |
24 Mayıs 2012, 10:14 | Mesaj No:19 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair Sağolasın Esma ablam [/QUOTE] Okuyan gözlerine sağlık sende saol Suhtemcim
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
28 Mayıs 2012, 14:32 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Hayata Dair Üçe On Kala Geldim, geldim!' diye haykırdı, merdivenleri koşar adım inerken. Kapıdakinin acelesi olmalıydı. Tokmağa bir dokunmuş, bir daha bırakmamıştı, art arda çalıp duruyordu. Hasibe Anne kızgınlıkla karışık bir telâşla kapıyı açtığında gözlerine inanamadı. -Cemil! Oğlunun ismi, bir hayret nidası gibi dökülmüştü dudaklarından. Onu altı ay önce Sibirya'ya göndermiş, bu kadar çabuk döneceğini tahmin etmemişti. Onca yıl okulunu bitirmesini beklemiş, tam artık ayrılık bitti derken, 'Gitmeliyim!' demişti, Cemil. 'Gitmeliyim anne, bir insanlık davasına ben ömrümü vermeliyim, sen de evlâdını vermelisin, bizden evvelkilerin ömürlerini, servetlerini, oğullarını verdikleri gibi.' Anadolu kadını... Onu dinledikçe hak vermiş: 'Git oğlum.' demişti. Bilecik istasyonunda oğlunu cepheye uğurlayan ana gibi; 'Git.' demişti; o da Sibirya'nın buz iklimine Anadolu'dan sıcak bir esinti olarak gitmişti. Gideceği günün akşamında annesi oğlunun başını dizine koymuş okşamıştı, çocukluğunda olduğu gibi. Sonra çeyiz sandığını açmış, içinden köstekli bir saat çıkarmış ve, 'Al oğlum, bu babanın yadigârıdır, ona da babasından kalmış. Bu aile yadigârına baktıkça anacığını hatırlar, babana da dua edersin.' demişti. Annesinin ellerini öpüp yüzüne sürdü: 'Seni hiç unutur muyum anne!' Sonra ayağa kalktı, çantasından bir çalar saat çıkardı: 'Madem öyle, ben de sana kendi saatimi bırakayım. Bu herhangi bir saat değil ha! Kalbimin nabızlarıyla beraber atar. Bu halkalar da benim eserim.’ Cemil, saate üç tane döner halka takmıştı. Bu halkalardan saatin merkezine birer ok uzanıyordu. Birinci halkada 'sabah', ikinci halkada 'kuşluk' üçüncüsünde ise; yalnızca 'T' yazılıydı. Mevsimine göre bu halkalar bir saatin üzerinde sabit duruyordu. Yeni bir anlayışla hayata gözlerini açtığı günden beri sabahleyin uyanınca, saati kuşluk halkasına kurar, gece yatınca da "T" halkasının üzerine getirirdi. Bunu annesine anlattıktan sonra: 'Sen de aynısını yapar, bana dua edersin.' demişti. Ve daha neler neler konuşmuşlardı. Sabahleyin namaz vaktinde annesi onu uyandırmış ve uğurlamıştı. Bir gidişi vardı ki, fecir vakti sanki karanlığın üzerine sefere çıkmış bir ışık süvarisi idi. Güneşi henüz uyanmamış yerlerin, güneşini dürtmeğe gidiyordu sanki. Tam da bu gidişin dönüşü tez olmaz diye düşünürken, şimdi oğlu karşısındaydı. Her ananın yaptığı gibi açabildiği kadar kollarını açtı ve oğlunun boynuna sarıldı. O an bir karanlığa açıldı gözleri. 'Yavrum' dedi, ağır ağır doğruldu yatağından. Saat "T" halkasının gösterdiği zamana geliyordu. ‘Bu gece sahibin beni uyandırdı, sana ihtiyaç kalmadı.’ diyerek saatin düğmesini kapattı. Abdest alıp seccadesini serdiğinde gözü bir kere daha saate takıldı. Akreple yelkovan yerlerinde duruyordu. Saat üçe on kalayı gösteriyordu. Saati eline alıp baktı. Hayret, Cemil'in saati durmuştu. Anlatılmaz duygularla: 'Yavrum' dedi, 'Nereden bildin saatin durduğunu da gelip anacığını uyandırdın.' Huşu içinde namaza durdu. Ayrı bir hal kapladı içini bu gece. Sabaha kadar dua dua yalvardı. .... Birkaç gün sonra, ürkek dokunuşlarla kapısı çalınmaya başladı. Eski evin merdivenlerini gıcırdata gıcırdata inip kapıyı açtı. Nur yüzlü iki genç duruyordu. Uzun boylu olanı ancak duyulacak bir sesle: 'Hasibe Anne siz misiniz?' dedi. 'Evet!' 'İçeriye girebilir miyiz Hasibe Anne? Biz Cemil’in arkadaşlarıyız.' dediler. Hasibe Annenin gözleri parladı, sevinçli bir telâşla: 'Tabii, tabii! Buyurun evlâdım!' dedi. Ardından heyecanla: —Cemil, Cemil de geldi mi? O nerede? —O gelmedi Hasibe Anne... —Ama bu elinizdeki onun çantası... İkisinin de bakışları yere indi. Bu ne çetin bir şeydi Allah'ım. İlk konuşan kendisini zar zor toparladı: —Hasibe Anne, bu çanta onun, ama... Devamını getiremedi, kelimeler yaş olup indi gözlerinden. Anlamıştı Hasibe Anne, bir anneden daha iyi kim bilebilirdi ki gözyaşı lugâtini. Olduğu yere yıkıldı. Ağlayışlar kim bilir ne kadar sürdü, sonra, 'İnna lillah ve inna ileyhi raciun / Allah'tan geldik, O'na döneceğiz.' dedi. Tevekkül, teslimiyet; çizgi çizgi bir sükunet şekillendirdi yüzünde: 'Nasıl oldu?' diye sordu. 'Biraz hastaydı, doktora götürdük. Durumu iyiye gidiyordu, o akşam da çok iyiydi. Hattâ talebeleri ziyaretine gelmişlerdi. Onlar gittikten sonra yordum galiba kendimi diyerek odasına çekildi, bir daha da uyanamadı.' — Pekiyi ya naaşı... Yine bir gözyaşı nöbetine tutuldu Hasibe Anne, devamını getiremedi. Uzun boylu olan kendisine bazı kâğıtlar uzatarak: — Sabahleyin naaşının yanında bunları bulduk. Sanki vefat edeceğini anlamıştı. Israrla, hemen ertesi gün öldüğü topraklara gömülme isteğini yazmış bu sayfalara. Biz de oğlunuzun bu kadar ısrarlı son isteğini kırmayacağınıza inanarak onu okulumuzun bahçesine defnettik, çok sevdiği talebelerinin seslerini duyabileceği bir yere... Sonra cebinden köstekli bir saat ile bir zarf çıkarıp Hasibe Anneye uzattı: - Bunları da size bırakmış Hasibe Anne, bu oğlunuzun saati, bu da size yazdığı son mektup. Hasibe Anne, saati avucuna alacak şekilde zincirini koluna doladı, ardından titrek ellerle mektubu aldı, dudaklarına götürüp öptü ve uzun uzun ağladı. Her şeye rağmen nezaketini muhafaza ederek: 'Müsaade eder misiniz evlâtlarım?' diyerek kalktı. Oğluyla son defa konuştukları sedir üzerine oturdu. Oğlunun başı dizinde, gitmeden önce söylediği sözler bir kere daha yankılandı kulaklarında. ‘Artık bundan böyle sana dua etmek, bana da bir küheylan gibi çatlayıncaya kadar koşturmak düşer. Ve belki de bir gün cennette zümrütten sedirlerde otururuz anne! Ben yine başımı böyle dayarım dizine, sen de bir yandan saçlarımı okşar, bir yandan da bana ninni söylersin. Bir ana için evlâdının başını dizlerinde okşamak ve bir evlât için anasının içli ninnisini, zamansız bir mekânda sonsuza kadar dinlemek, ne muhteşem...’ Zar zor açtı mektubu: 'Anacığım!' diye başlamıştı Cemil. “Ömrüm bitmeden bu mektubu tamamlayıp tamamlayamayacağımı bilemiyorum. Bu mektubun ikimizin sırrı olarak kalmasını istiyorum. Buralar ne soğukmuş meğer anne, iliklerim dondu. Üşüyorum anneciğim, çok üşüyorum. Bu mektubu hasta, yatağımda yazıyorum. Akşam talebelerim beni ziyarete geldi. Şifa bulmak için onlara dua ettirdim. Bir dua edişleri vardı ki anne, görmeliydin... Bin tane canım olsaydı ve bin tanesi de bu soğukta buz kesseydi, yine de gelirdim buralara anne. Bu akşam seni çok aradım. Burada olsaydın, nane limon kaynatır beni terletirdin. Şu an burada olamayışına artık yanmıyorum. Çünkü anne, bir ara dalmıştım ki, birden odamın kapısı açıldı. İçeriye nurdan bir abide girdi. Görür görmez ayağa fırlamak istedim; ama kalkamadım, takatim yoktu. 'Üşüdün mü Cemil’im, çok mu üşüdün?' dedi. Bana ‘Cemil'im dedi anne! ‘Cemil'im dedi! Çıkarıp hırkasını giydirdi. Dahası ‘gel’ dedi, artık ebediyen üşümeyeceksin. Kalkmaya çalışırken yatağımdan fırlamışım. Davetine uyup gideceğim anne. Gitmeden belki sana da uğrarım. Benim için üzülme, ben de senin için üzülmeyeceğim. Beni uğurlarken, ‘Allah'a emanet ol.’ demiştin ya şimdi ben de seni O'na ve Habibine emanet ediyorum. Bana bir Fatiha oku ve Allah'a emanet ol anne...” Oğlun Cemil Mektup düştü ellerinden Hasibe Annenin. Dudakları gayri ihtiyari kımıldadı. Şimdi Fatiha okuyordu Cemil'e, sanki kulağına ninni fısıldıyordu. Ellerini yüzüne sürerken gözleri Cemil'e verdiği ata yadigârı saate takıldı. Saat üçe on kalanın üzerinde durmuştu. M. Sacid ARVASİ
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hayata Dair Notlar | Allahın kulu_ | Kişisel Gelişim ve Psikoloji | 19 | 11 Nisan 2022 16:19 |
Vahiyden Hayata.. | İslaminesil | Serbest Kürsü | 9 | 15 Aralık 2018 16:38 |
Hayata Dair Anekdotlarım/medineweb | Arın | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | 4 | 16 Kasım 2018 09:51 |
Hayata Dualarla Bakışınız.... | nurşen35 | Gönülden Dökülen Nağmeler | 3 | 25 Temmuz 2015 19:08 |
İman ve hayata dair mülahazalar (VII) | EyMeN&TaLhA | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 03Haziran 2014 16:29 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|