|
Konu Kimliği: Konu Sahibi seydanur,Açılış Tarihi: 09 Kasım 2008 (19:50), Konuya Son Cevap : 29Haziran 2019 (15:52). Konuya 13 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Kasım 2008, 19:50 | Mesaj No:1 |
Tefekkür Tefekkür Tefekkür Tefekkür, sadece insana değil, bütün mahlûkata verilmiş, hayâtî birkâbiliyettir. Bu kâbiliyeti, her varlık kendi dünyası içinde ve kendiyaratılışına uygun bir şekilde kullanır. Ağırlık merkezi de daha ziyade ten ve nefsâniyet plânına âittir. Yiyip içmek, daha iyi, daha rahat yaşayabilmek ve nesli devam ettirebilmek gibi hususlar ön plândadır. Bunun için bir yırtıcı mahlûkun tefekkürü, ancak avını parçalayıp mîdesini doyurmaya yöneliktir.Bunun dışında onun hayat, kâinat ve istikbâle dâir herhangi bir düşünceve endişesi yoktur. Zaten ona verilen tefekkür kâbiliyeti de, ancak bukadarına kâfî gelir. Fakat insana gelince… Onun durumu farklıdır… Nefsânî ve Rûhânî Tefekkür İnsanoğlu, varlıkların en şereflisi ve kâinâtın gözbebeği olarakyaratıldığı için, onun mes’ûliyet ve vazifeleri büyüktür. Buna göre dekendisine engin bir tefekkür kâbiliyeti ihsân edilmiştir. Çünkü insan; yiyip içme, yaşama ve neslinidevam ettirebilme bakımından diğer mahlûkatla benzer özelliklere dâirnefsânî tefekkür ile değil, ancak kendisini inkişâf ettirecek ve buvesîleyle cennet ve cemâlullâh’a nâil edecek olan rûhânî tefekkür ileinsanlık haysiyet ve şerefini hâizdir. Fakat insan, rûhânî yapısını tekâmülettiremezse, maalesef tefekkür istîdâdını nefsânî arzuların anaforundahelâk etmiş olur. Böyle gâfilâne bir hayat; çocuklukta oyun, gençlikteşehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret venedâmetten ibârettir. Yeme-içme ve mal-mülk biriktirme gibi nefsânîhevâ ve heveslerin girdabında, Allâh’ın verdiği tefekkür nîmetini ziyânetmektir. Rûhî derinliğe ulaşmış bir mütefekkir, bu hakîkati hulâsa ederek şöyle buyurur: “Bu cihân, âkiller (akıl sâhipleri) içinseyr-i bedâyî (ilâhî sanatı ibretle temâşâ ve tefekkür); ahmaklar içinise yemek ile şehvettir!” Dolayısıyla insanı insan yapan husus, onu şuur iklîminde yeşertecek olan rûhânî bir tefekkür derinliğidir. AllahTeâlâ da kullarından, gerek îmânın, gerekse ibâdetlerin yüksek bir şuurve idrâk içinde tezâhürünü istemektedir. Bu da ancak ilâhî azamet vekudret akışlarını tefekkür ile mümkündür. | |
Konu Sahibi seydanur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Efendimiz ve GAYB | Hz.Muhammed(s.a.v) | seydanur | 4 | 1983 | 11 Ocak 2009 23:56 |
Ey Filistinli Çocukların Rabbi! | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | Seyyid | 3 | 1804 | 07 Ocak 2009 10:34 |
Çok komiksin İsrail! | Makale ve Köşe Yazıları | seydanur | 0 | 2079 | 05 Ocak 2009 19:57 |
Peygamberimizin en sevdiği yiyecek ve içecekler | Hz.Muhammed(s.a.v) | seydanur | 0 | 1788 | 30 Aralık 2008 20:33 |
Ey masum ve güzel evladım! | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | seydanur | 1 | 1926 | 18 Kasım 2008 18:22 |
09 Kasım 2008, 19:51 | Mesaj No:2 |
Cvp: Tefekkür Rûh İnkişâfı Tefekkürde derinleşmek ve böylece rûhu inkişâf ettirmek, kulun en mühim mes’ûliyetlerinden biridir. Zîrâibâdetlerde huşûya, kalbin rikkat kazanmasına, muâmelâtta nezâkete veahlâkta kemâle erebilmek, ancak rûhu inkişâf ettirecek bir tefekkür ilemümkündür. Hakîkaten ilâhî kudretin eserlerine ibretnazarıyla bir bakacak olursak, sayısız hikmet tabloları görebiliriz.Meselâ tonlarca ağırlıktaki bir fili on yaşında bir çocuk çekipgötürebilmektedir… Sırtı yere gelmeyen birpehlivanı çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük bir mikrop ölümdöşeğine düşürebilmektedir… O hâlde kim güçlü, kim zayıftır? Güç veyaacziyetin, varlık veya yokluğun miyârı nedir? Hayat ve kâinâtı ibretle seyrettiğimizde, cevapları rûhumuzun derinliklerinde gizli daha pek çok suâl ile karşılaşırız: Bu cihâna nereden geldik? Niçin yaratıldık? Bucihân nedir? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Nasıl yaşamalıyız? Nasıldüşünmeliyiz? Nereye gidiyoruz? Fânî hayatın hakîkati nedir? Ölümgerçeğinin sırrı nasıl çözülür? Ona nasıl hazırlanılır?.. İşte bu nevî tefekkürler, Kur’ân ve Sünnet’inrehberliği ile ilâhî kudret ve azamet tecellîleri karşısında kuluhiçlik ve acziyetini idrâke sevk eder. Yoktan var edilen insana, varlıkve benlik iddiâsında bulunmanın ne büyük bir yanlış olduğunuhatırlatır. Hakîkaten insan, dâimâ Rabbine muhtaçtır. Bütün canlılar, var olmak vehayatta kalmak için nasıl büyük bir kudrete muhtaçsa, insan da aynıkudrete muhtaçtır. Fakat bunun farkında olmamak, ne hazin birgaflettir. Tefekkür ile ulvî bir ruh kıvamına eren mü’minin ise kulluk hayatında ve ibâdetlerinde yüksek bir feyz ve rûhâniyet hâsıl olur. Tefekkürle inkişâf eden rûh idrâk eder ki: “Bedenin kıblesi Kâbe, rûhun kıblesi ise Cenâb-ı Hak’tır.” Bunun içindir ki Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-: “İlimsiz ibâdette ve tefekkürsüz Kur’ântilâvetinde fayda ve feyz azalır.” buyurmuştur. Zîrâ Hak’tan gâfil birgönülle yapılan ibâdetler, derece derece kıymetini yitirir, hattâ bâzenbir yorgunluktan ibâret kalır. Bunun içindir ki Hak dostları; namazı, son namazmışgibi düşünerek kılmayı; orucu, nîmetlerin kadrini ve muhtaçlarınıztırâbını tefekkür ederek tutmayı, yâni bütün ibâdetleri mutlakâtefekkür cihetine de riâyetle edâ etmeyi öğütlemişlerdir. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- şöyle buyurur: “Bir saat tefekkür; kırk gece nâfile ibâdetten üstündür.” (Deylemî, II, 70-71, no: 2397, 2400) Nitekim böyle bir tefekkür de duyuşları derinleştirerek ibâdetleri kolaylaştırır, huşû hâlini ve şükrü artırır. Dinde îtikâdın tam olması îcâb ettiği gibi, ibâdet de zarûrîdir.Lâkin ibâdetleri makbul kılan, onun gönle nüfûz eden bir tefekküriklîminde, mânevî dikkat, incelik ve zarâfet içinde îfâ edilmesidir. Bu sâyede kul, Rabbine yakın hâle gelir. Ashâb-ı kirâmın ve onları ihlâsla tâkip eden sâlih mü’minlerin en mühim hasleti de bu kalbî kıvâma sâhip olmalarıydı. Nitekim Abdullâh bin Mes’ûd -radıyallâhu anh-, ibâdet ehli dostlarına şöyle derdi: “Siz, ashâbdan daha çok namaz kılıyor ve cihâdediyorsunuz. Ama onlar dünyâya karşı sizden daha zâhid, âhirete karşısizden daha rağbetli idi.” Rabbimiz, biz kullarından, ilâhî azametini,kâinattaki büyük nizâmın sır ve hikmetlerini, kullarına olan sayısızikramlarını tefekkür etmemizi, bu tefekkür neticesinde de dünyânınfânîliğini, asıl hayâtın âhiret hayâtı olduğunu idrâk ederek tevâzû vehiçlik duyguları içinde, takvâ üzere, güzel bir kul olmamızı arzuetmektedir. | |
09 Kasım 2008, 19:52 | Mesaj No:3 |
Cvp: Tefekkür Allah Rasûlü’nün Tefekkür Hayatı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek yaşayışı,Rabbimizin kullarında görmeyi murâd ettiği mânevî tekâmül içintefekkürün ne kadar lüzumlu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.Zîrâ O, geceleri ayakları şişinceye kadar gözyaşları içinde kulluk veibâdete devam etmiş, gözleri uyusa bile kalbi dâimâ uyanık kalmış, Allâh’ın zikrinden, tefekkür ve murâkabesinden bir an bile uzaklaşmamıştır. Âişe -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz, Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın gece hayatından bir kesiti şöyle nakleder: “Bir gece Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana: «–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi. Ben de: «–Vallâhi Sen’inle berâber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim. Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu.Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secdeettiği yer sırılsıklam oldu. O, bu hâldeyken Bilâl -radıyallâhu anh-ezan okumaya geldiğinde Allah Rasûlü’nü perişan bir hâlde buldu. Âlemlerin Efendisi’nin ağladığını görünce: «–Yâ Rasûlallâh! Sizi bu kadar mahzun ve mağmûm eden hâdise neyin nesidir? Allah Teâlâ sizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: «–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerindetefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve şu âyetleri okudu: «Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiriardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğinigösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerineyatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışıhakkında derin derin tefekkür ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîhederiz; bizi cehennem azâbından koru! (derler).» (Âl-i İmrân, 190-191)”(İbn-i Hibbân, II, 386) İşte bu âyet-i kerîmeler nâzil olduğu gece Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güller üzerindeki şebnemleri imrendirecek gözyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı.Şüphesiz ki O, bu fermân-ı ilâhîye, daha risâlet vazîfesine başlamadanönce bile Hira Mağarası’ndaki inzivâ ve tefekkür hayâtı ile tâbî olmuşdurumda idi. O’nun Hira’daki ibâdeti, tefekküretmek, atası İbrâhim -aleyhisselâm- gibi göklerin ve yerin melekûtundanibret almak ve Kâbe’yi seyretmek şeklindeydi.1 O günlerde olduğugibi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, daha sonraki hayâtındada dâimâ hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Nitekim hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardı: “Rabbim bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti, (ben de size tavsiye ediyorum.)”2 “Allâh’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin...” (Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81) “Tefekkür gibi ibâdet yoktur.” (Ali el-Müttakî, XVI, 121) Ahmed er-Rifâî -kuddise sirruh- da şöyle buyurur: “Tefekkür, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ilk amelidir.Nitekim bütün farzlardan önce O’nun ibâdeti Allâh’ın mahlûkâtını venîmetlerini tefekkürden ibâretti. Öyleyse siz de tefekküre iyi sarılınve ibret vesîlesi yapın.” Velhâsıl, ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Fahr-iKâinât Efendimiz’e lâyık olabilmek için hayat ve kâinatta sergilenenderin hikmetlere gönül vererek tefekkür iklîminde yaşamaya çalışmamızîcâb etmektedir. | |
09 Kasım 2008, 19:53 | Mesaj No:4 |
Cvp: Tefekkür Âmâ Bir Sahâbînin Tefekkür Derinliği Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mânevî terbiyesialtında yetişen sahâbe-i kirâmın hayat ve hâdiselere bakıştasergiledikleri tefekkür inceliği de muhteşemdir. İşte bunlardan biri: Kadisiye Seferi’ne çıkılacağı zaman, âmâ sahâbîAbdullah ibn-i Ümm-i Mektum -radıyallâhu anh- da büyük bir îmanheyecanı içinde orduya iştirâk etmek istemişti. Fakat kendisineseferden muaf olduğu söylenince, o mübârek sahâbî büyük bir hüzne garkoldu. Yüksek bir îman ufku ve kulluk şuuru ile durumunu tefekküredince de, kendisinin harpten muâf olduğunu söyleyenlere, -rivâyetegöre- şu muhteşem cevâbı verdi: “Benim bu hâlimle de size büyük bir faydamdokunabilir. Ben âmâ olduğum için düşman kılıçlarını göremem, bu yüzdende cesâretim kırılmadan en önde sancağı taşırım. Benim korkusuzcadüşman üstüne yürüdüğümü gören İslâm askerlerinin de cesâret,kahramanlık ve heyecanı artar.” Âmâ sahâbî İbn-i Ümm-i Mektûm’un bu hâli, gözü gören ve gücü yerinde olanlar için ne müthiş bir fiilî nasihattir… | |
09 Kasım 2008, 19:54 | Mesaj No:5 |
Cvp: Tefekkür Hayat ve Kâinâtı Tefekkür ile Okumak Kâinatta hiçbir şey abes yaratılmamıştır. Yaratılışın hikmet vegâyelerini her zerre lisân-ı hâl denilen, kendine has bir lisân ilebeyân etmekte, gönülleri îmâna ve Allah muhabbetine çekmektedir. İşte gerçek tefekkür, bu beyanları lâyıkıyla okuyabilmektir. Kâinattaki varlıkları, hayat ve hâdiseleri sırf baş gözüyle seyretmek, olgun bir idrâk için kâfî değildir. Seyredişin,bir de zihin ve gönlün müşterek faâliyeti olan tefekkür ileolgunlaştırılarak, ibret nazarıyla temâşâ sûretinde gerçekleştirilmesiîcâb eder. Ancak bu sâyede kâinattaki ilâhî kudret tecellîleri, rûha apayrı bir zindelik, kuvvet ve kemâlât kazandırır. Aslında hiçbir şey, insanın tefekkür iştiyâkını, KâinâtınYaratıcısı’nın varlığına vâkıf olmak ve O’na muhabbet duymak kadartatmîn edemez. Zîrâ âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere: “Kalbler, ancak zikrullâh ile itmi’nâna (hakîkî huzura) erişir.” (er-Ra’d, 28) Rabbimiz, bu âlemde her şeyi ve her hâdiseyi, belli sebepler etrafındameydana getirmektedir. İlimler de bu sebepleri araştırmakla meşguldür. Fakat Müsebbibü’l-Esbâb, yâni sebeplerin sebebi ise, Cenâb-ı Hak’tır.Bu durumda insan idrâkini, sebepleri var eden Hak Teâlâ’ya ulaştırmayanher türlü ilim ve düşünce eksiktir; çıkmaz sokaklarda yorulmaktanibârettir. Boş yorgunluk ve çıkmazlardan kurtulmak için, önce Rabbimizin “oku” emrini ârifâne bir tefekkürle kavramalıdır. Sonrada bu emri hayatın bütün safhalarındaki hâdiselere tatbik etmelidir.Çünkü bu keyfiyet, insanı sebeplerin sebebine ulaştırarak “hikmet”inmenbaına nâil eder. İdrâk ve şuurda olgunluk başlar. Akıl ve gönül, Cenâb-ı Hakk’ın her hâdisede ne murâd ettiğini kavrayabilecek bir hâle gelir. Dolayısıyla, bu âlemde olup biten her şeyi îman penceresinden ibretnazarıyla temâşâ edip rûhu tefekkürle inkişâf ettirmek zarûrîdir.Neticede hâdiselerin özündeki ilâhî murâda dâir hikmet parıltıları,Allâh’ın izniyle damla damla gönle akacaktır. | |
09 Kasım 2008, 19:55 | Mesaj No:6 |
Cvp: Tefekkür Hikmetle Derinleşme Yolu: Tasavvuf Nice âbide şahsiyetler yetiştirmiş olan tasavvufun özü de hakîkatte böyle bir feyz ve rûhâniyeti tahsilden ibârettir. Bu bakımdan tasavvuf, hikmetle derinleşerek Hakk’a doğru mesafe alma yoludur.O aslâ dünyadan el-etek çekmek, Yûnus’un buyurduğu gibi yalnızca tâcile hırkaya bürünmek ve ancak belirli bir evrâd u ezkâr ile iktifâetmek değildir. Yani tasavvuf, her şeyden önce mes’ûliyetimizitefekkür etmektir, kendimizi muhâsebe hâlinde bulunmaktır, idrakte yolkat edebilmektir, iz’anda mesafe alabilmektir. Kısacası her türlü nefsânî düşüncelerden kurtulmak ve ancak rûhânîtefekkürle derinleşmek ve bu tefekkürle de merhale merhale yücelereknihayette ebedî mîrâca ermektir. Böyle bir gönül mîrâcına erenlerden biri olan Hazret-i Mevlânâ, bu hâlin safhalarını ne güzel hulâsa eder: O, zâhirî ilimlerle dolu olduğu safhayı «hamdım»; kalpte hikmettecellîlerine nâil olup mâverâî ufuklara açıldığı safhayı «piştim»;kâinat kitabındaki hikmet, esrâr ve hakikatleri okumaya başladığıolgunluk ve vuslat devresini de «yandım» diyerek ifâde etmiştir. İmâm Gazâlî -kuddise sirruh- da: “Âriflerden olmak istersen; sükûtun tefekkür, bakışın ibret ve arzuntâat olsun. Zîrâ bu üç haslet, âriflerin alâmetidir.” buyurmuştur. Bütün bunlar, tasavvuftaki rûhî olgunluğungerçekleşmesinde tefekkürün ne kadar mühim bir yeri bulunduğunun çokaçık ifâdeleridir. Çünkü mesele, kuru kuruya amel işlemek değil,onu rakik bir gönül, yani kalb-i selîm ölçüleri içerisinde Hakk’a arzeyleyebilmektir. Bu da elbette ki şuurlu bir tefekkür sahibi olmaktan geçer. | |
09 Kasım 2008, 19:56 | Mesaj No:7 |
Cvp: Tefekkür Tefekkür-i Mevt Kalbin dirilişi ve rûhâniyetin inkişâfı, ancak nefsâniyettenvazgeçebilmekle mümkündür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi vesellem- de âdetâ bunun usûlünü ifâde sadedinde: “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 26) Hakîkaten fânî dünya hayatı, ebedî âhiret hayatı yanında kısacık bir angibidir. Anlık zevkler uğruna ebedî saâdeti zâyi etmek, ânı sonsuzatercih etmek, hangi aklın kârıdır? Bastığımız toprak, bugüne kadar gelen milyarlarca insanın cesetleriyle doludur. Sanki üst üste çakışmış milyonlarca gölge gibi…Onlar da iki kapılı bir hân olan bu cihâna bir kapıdan girdiler, sonranefsânî veya rûhânî davranış ve hislerle dolu dar bir koridor olandünyâ hayatını yaşadılar, en nihâyet mezar kapısından geçip ebedî âlemeintikâl ettiler. Yarın bizler de aynı durumda olacağız. Bir gün gelecek ki, o günün yarını olmayacak! O gün hepimiz için meçhul bir gün! İşte tefekkür-i mevt, o meçhul gün gelmeden evvel ölümü çokça hatırlamaktır. Nefsânî taşkınlıklardan uzaklaşarak Rabbimizin huzûruna hazırlanmanın dâimî bir şuur hâline getirilmesidir. Gâye; ölümün ürkütücü manzaralarından kendimizi koruyup, ölümü güzelleştirebilmektir. Rabbimizin beyânı çok açık ve nettir: “Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57) Velhâsıl hayat ve kâinât, ilâhî bir ibretdershânesi… Bizlere düşen de, bu dershânenin ihlâslı ve gayretli birtalebesi olabilmek… Fânî bir misâfirhâne olan dünyâda kalıcı edâsıylaoturma gafletine düşmemek... İnsan tefekkür-i mevt netîcesinde nefs engelini aşarak âhiret azığınıiyi tedârik edebilirse, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve mükemmel olan Allah Teâlâ’ya vuslatın mecbûrî bir şartı olarak addedilir. Böylece,ekseriyetle insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, vuslatheyecanına dönüşür. Böyle ölümler, tasavvuf yolunun büyüklerindenMevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tâbiriyle “Şeb-i Arûs”, yâni düğüngecesidir… ************************************************** ** Hâsılı tefekkür, en fazla muhtaç olduğumuzhasletlerden biridir. Rûhumuzun inkişâfı, îmânımızın kuvvet kazanması,ibâdetlerimizin huşû ile edâsı, muâmelâtımızın istikâmetbulması ve gönül ufkumuzun sadece dünyâ planda sıkışıp kalmaması,tefekkür hasletini lâyıkıyla yaşamamıza bağlıdır. Rabbimiz, şuur ve idrâkimize olgunluk ihsân eylesin! Allah Rasûlü’nün, sahâbe-i kirâm’ın ve evliyâullah’ın tefekkür iklîminden gönüllerimize hisseler ikrâm eylesin! Dünyevîve nefsânî düşüncelerin kıskacında bunalan gönül ve dimağları, ulvîduygu ve düşüncelerin huzur ve sükûnuna nâil eylesin! Hayat vehâdiseleri îman ışığıyla ve ibret nazarıyla temâşâ ederek; “Oku” emr-i ilâhîsini ârifâne bir tefekkürle hayatımıza tatbik edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin! Rabbimiz, bilhassa hulûlüyle müşerref olacağımızaffımıza medâr olacak sâlih amellerle ihyâ ederek, bütün bir ömrümüzüfeyziyle yaşamamızı nasîb buyursun! Son nefesimizi de ebedî bir huzurdolu iklîmine vuslat ânı eylesin! Âmîn! Osmannuri Topbas | |
10 Kasım 2008, 20:11 | Mesaj No:8 |
Cvp: Tefekkür İnsan tefekkür-i mevt netîcesinde nefs engelini aşarak âhiret azığınıiyi tedârik edebilirse, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve mükemmel olan Allah Teâlâ’ya vuslatın mecbûrî bir şartı olarak addedilir. Böylece,ekseriyetle insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm, vuslat heyecanına dönüşür. Böyle ölümler, tasavvuf yolunun büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tâbiriyle “Şeb-i Arûs”, yâni düğüngecesidir… Rabbimiz, şuur ve idrâkimize olgunluk ihsân eylesin! Allah Rasûlü’nün, sahâbe-i kirâm’ın ve evliyâullah’ın tefekkür iklîminden gönüllerimize hisseler ikrâm eylesin! Dünyevîve nefsânî düşüncelerin kıskacında bunalan gönül ve dimağları, ulvîduygu ve düşüncelerin huzur ve sükûnuna nâil eylesin! Hayat vehâdiseleri îman ışığıyla ve ibret nazarıyla temâşâ ederek; “Oku” emr-i ilâhîsini ârifâne bir tefekkürle hayatımıza tatbik edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin! ....... | |
24 Mart 2013, 17:03 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Tefekkür Tefekküre Zaman Kalmıyor Televizyon gasbediyor ömre ait zamanı. Ve değil aile fertlerini, Allah’ı bile tanımıyor. Çünkü Allah ilimle bilinir. Yine de bilenler şunu biliyor ve tedbir alıyor; Allah’ın gör, dediği yerden bakabilmek için, önce onu, kendisinin tanıttığı gibi tanımak gerek. Allah’ın gör, dediği yerden bakmayanlar, kendi duygularına göre bir tanrı tanımı ortaya koyuyorlar. Bize düşen görev, kelime kelime de olsa, bizden bilgi isteyenlere bilgi sunmak, damlaya damlaya göl olur bilinciyle. KENDİMİZE GELMELİYİZ! Sonra zaman çook geçmiş olabilir. ALINTI
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
.Ayet ve Tefekkür | Nebevi Sevda | Nebevi Sevda/Kişisel | 1 | 29Haziran 2023 23:53 |
Tefekkür.. | İslaminesil | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | 2 | 04 Aralık 2018 19:13 |
Bir Soru? Bir tefekkür ! | Nebevi Sevda | Serbest Kürsü | 7 | 15 Eylül 2018 23:55 |
TeFeKKüR | AŞK'ÜL İSLAM | İslami Kavramlar | 16 | 11 Temmuz 2016 01:52 |
Kur'an ve Tefekkür -1- | seydanur | Kur'ân-ı Kerim Genel | 4 | 09 Kasım 2008 01:19 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|