|
Konu Kimliği: Konu Sahibi EyMeN&TaLhA,Açılış Tarihi: 15 Kasım 2013 (22:04), Konuya Son Cevap : 23 Mart 2015 (22:34). Konuya 15 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
15 Kasım 2013, 22:04 | Mesaj No:1 |
Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman 2 Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman 2 Sevgili Pisikoluğum, sokaklarda huzurun olmadığı ve asık suratların çok olduğu, anarşinin köşe başlarını tuttuğu yıllarda, tek avuntu, nefes alma aracı, okuduğumuz kitaplardı. Zamanla, romanlar ve değişik eserler, ruhumuzdaki kasırgaları dindiremez olmuştu. Düştüğümüz gençlik bunalımlarından, elinde senin kitapların olan mütebessim üniversiteli ağabeyler, önce yüreklerini sonra dershanelerin kapısını açarak, senin Kur'an’dan çıkardığın reçetelerden bizlere, “Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak” diyorsunuz. Gerçek reçete olan bu hakikatleri okuyarak, müspet yaklaşımları ile, Risale-i nurların terapi alanına gönül rızası ile girmemizi sağladılar. İlk zamanlar ağır gelen dili, bizim dinlenmeyen, anlamak için çaba sarfedilmeyen dilimize, tercuman olmuştu. Bir pisikoloğa gitmeden daha fazlasını, daha da rahatlatanını senin eserlerinde bulduk. “Hakiki bir müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. dinin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşidir.” Reçeten, bizleri o anarşi ortamına bulaştırmadı ve tüm bunların büyük bir oyun ve tuzak olduğunu ta o zamanlar anlamamıza vesile olmuştu. Sevgili Pisikoluğum, reçetelerin, gördüğümüz haksızlıklardan dolayı, bizde oluşan öfkeyi, kırıp dökme arzusunu, iç âlemimizden söküp attı. Gençliğin, özellikle uzaklaştırıldığı İffetin, en büyük güzellik ve yakışıklılık olduğu düşüncesini sağladı. Meşru dairedeki hayatın ebedi lezzetlere dönüşeceği kanaatini verdi. Elimize kitabı her alışımızda otomatikman terapi ve huzur seansı başlıyordu. Aklı beynamazlıktan kurtarıp, tefekkürle akla ibadet yaptırdın. Aklın ibadeti ise, bizi gerçek ibadete sevk etti; secdeden lezzet almayı sağladı. Kadere rıza göstermekle, başa gelen musibetlerden değil, isyanın bize uhrevi zarar vereceğini gösterdin. Suratı dökük havanın, azılı kış günlerinin ve hadiselerin duygularımızı kaskatı ettiği günlerde okumayı akıl ettiğimiz anlar, o baş döndüren edebiyatın, hayrette bırakan tespitlerin ruhumuza ılık ılık akıp, içimizi ısıttı. Erzurum’un donduran kışında baharları yaşattın. O hakikatler, aklımızda olunca, buzda kayıp düşmelerimize bile hep gülüp geçtik. Halen en sıkıntılı halimizde, kitabı elimize alıp, rastgele açtığımızda, tamda o an ki halet-i ruhiyemize göre tevafuk edip, uygun reçete karşımıza çıkıyor. Sevgili Pisikoluğum, senin bu tedavin sadece bizi değil, en dahi pisikoluğlarda bile oluşacak düşünce arızalarını, tedavi edecek değerde. Onların bile rahatlıkla hastalarına tavsiye edebileceği tedavi yöntemi. Risale-i nurlardaki her hakikat, yatalak ruhu, perişan kalbi, kısa devre yapmış aklı, elmas ve şefkatli eliyle anında tesir ederek, kana ve cana karışan bir ilaç oldu. Bizleri en tembel yönümüz olan düşünmeye sevk ettin. Tanımadığımız birinden gelen güzel bir hediye ve güzel bir yiyeceği, gönderenin kim olduğunu merak etme ve onun kim olduğunu öğrenmemiz ise, teşekkürü gerektirdiği gibi, işte senin reçetelerini okumak, bize sunulan tüm nimetlerin sahibini yaratıcısını düşünmeği sağladı ve teşekkürsüzlük ne çirkin bir şey olduğunu hatırlattı. Bu asil düşünceler ise, bizi severek kulluk yapmaya yöneltti buda bize hayatta huzur sağladı. Sevgili Pisikoluğum, İnsanlara Allah’ı (c.c.) en akıllıca sevmeği ve yürekleri Peygamber (a.s.v.) sevdalısı ettin. Bizlere sünnet-i seniyeye ittibâ’ın, her türlü cerahatlerden kurtuluş olacağı düşüncesini sağladın. Muhterem Pisikoluğum, bize güneşin batışındaki denize bıraktığı parıltılara, dalgalara, rüzgâra değil, onlardaki hakikatlere; arkasındaki büyük sanatkâra bakmayı sağladın. Senin reçeteni soğuklarda okudular, akıllarına hesap günü gelince kor düştü içlerine ısındılar. Senin reçeteni açken okudular, tok iken ya Allah’ı unutursak korkusu sardı içlerini. Senin reçeteni zindanlarda ve mahkemelerde müdafaa olarak okudular, hakikat tohumlarını küfrün inadına beyinlere ekmiş oldular. Senin reçetene sadık olanlar, Akıl cüzdanları külliyatla dolu olanlar, iman hakikatlerini yaşayarak her hâdisâtın tazyikâtından kendilerini ve ihtiyaç sahiplerini kurtardılar. Senin reçeten, acılarla kıvrananlara, sancının ağrıların tank paletleri gibi ezmesinde “Hastalık bu hiç aldatmaz bir nâsihatçı ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şikâyet değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.” Manevi deva oldu, acizlikten büyük kudret sahibine, şifa veren ele yaklaştırdı. İhtilalın dipçikleri kafalara, sırtlara inerken, reçeten imdada yetişti: “Affetmek ve unutmak, iyi insanların intikamıdır.” Dedin. Hesap soracak Allah’ı hatırlattı, nefret etmediler. İçlerinde Mevla sevgisi olunca hiç acı çekmediler ve vakurdular. Seni tek odalı, yer minderli toprak damlı, saraylarda okudular, köşk oldu, hayaller semadaki koca yıldız saraylarına sakin oldu. Biz, seni sokağa çıkma yasaklarında okuduk, tefekkürümüz inadına özgür oldu. Hayalimiz kâinatı dolaşırken, Allah’ın (c.c.) yasaklarına uymamız gerektiğini bize düşündürdün. Şükür ve ihlâsa, her şeyden fazla ihtiyaç sahibi olduğumuzu, bize çokça hatırlattın. Senin reçeten ile kulluğun yasaklandığı, namazından dolayı sıkıntı yaşatılan iş yerleri, devlet kurumları, bahane olmadı, namaz hassasiyetini devam ettirip, kılınan namazdan sonra işe daha fazla asılıp, daha çalışkan olmayı sağladı. Bizlere aklımızda, kalbimizde ve tüm duygularımızda mıntıka temizliğinin gereğini; dilin inkâr bakterilerinden, kulağın gıybet kirinden uzak olma hassasiyetini hatırlattın. Hep kusur arayan, bulunca da hayâsızca zevk alan nefsimizin tepesine vurdun: “Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayınız; hiddet yerinde hürmet ediniz. Îtiraz yerinde yardım ediniz.” Tam da günümüzde uyulması gereken bir tavsiye. Kusur aradıkça kusurlarımız çoğaldı. alıntıdır Selahattin GEZER risale haber | |
Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 6358 | 14 Temmuz 2015 13:14 |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 4215 | 14 Temmuz 2015 13:06 |
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... | Erzurum Atatürk İlitam | EyMeN&TaLhA | 0 | 5099 | 14 Temmuz 2015 13:00 |
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları | Çocuk ve Aile Sağlığı | Mihrinaz | 2 | 2844 | 14 Temmuz 2015 12:23 |
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? | Çocuk ve Aile Sağlığı | EyMeN&TaLhA | 0 | 2540 | 14 Temmuz 2015 12:03 |
15 Kasım 2013, 22:05 | Mesaj No:2 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) Şükür ve ihlâsa, her şeyden fazla ihtiyaç sahibi olduğumuzu, bize çokça hatırlattın. Senin reçeten ile kulluğun yasaklandığı, namazından dolayı sıkıntı yaşatılan iş yerleri, devlet kurumları, bahane olmadı, namaz hassasiyetini devam ettirip, kılınan namazdan sonra işe daha fazla asılıp, daha çalışkan olmayı sağladı. Bizlere aklımızda, kalbimizde ve tüm duygularımızda mıntıka temizliğinin gereğini; dilin inkâr bakterilerinden, kulağın gıybet kirinden uzak olma hassasiyetini hatırlattın. Hep kusur arayan, bulunca da hayâsızca zevk alan nefsimizin tepesine vurdun: “Sakın sakın birbirinizin kusuruna bakmayınız; hiddet yerinde hürmet ediniz. Îtiraz yerinde yardım ediniz.” Tam da günümüzde uyulması gereken bir tavsiye. Kusur aradıkça kusurlarımız çoğaldı. | |
15 Kasım 2013, 22:11 | Mesaj No:3 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) Sevgili psikoloğum Bediüzzaman(1) Bediüzzaman, “İnsan, ebed için yaratılmıştır. onun hakiki lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umur-u ebediyededir “ ve “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” Ve de “Madem O (Allah) var, sana bakar; sana herşey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki, iman ve teslimiyetle Ona intisap etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin" diyor. Sadece bu üç madde bile bizleri tedavi etmeye yetiyor. Bu milletin geçmişi, sicili terazide ağır basacak şekilde temiz ki, İslam adına verdiği mücadele, kazandığı zaferler, Allah’ı hoşnut etmiştir ki, 100 sene önce maddi ve manevi düşürüldüğü tuzaktan kurtuluşu için, Kur-an’ı yeniden sinelere kavuşturmak için bir dava adamını imdada göndermiş. Elbette o zehir akıtılan dönemlerde, eli öpülesi dava adamları ve etkileri vardı. Ama biri vardı ki atom gücünde tesir göstererek, küfrün belini kırmış. Din düşmanlarının estirdikleri zulüm kasırgası, Kur'an’a, Peygambere yapılan saldırılar, ruhsal travmalara sebep olup, milleti ağlatmıştır. O zalim sistemin eseri olan yüzü gülmeyen analar babalar, evlatlarına gereken ilgi ve sevgiyi gösteremeyip, yeni nesillere, ilave travmalar taşımışlar… Tek partili sistemin, tek kulağı inadına milletin feryadını işitmemiş. Ezan için, Kur'an için, bayrak için seve seve kanını döken millete kan kusturulurken, çocuklarıda gelecekteki ihtilallerden, işkencelerden, demir yumruktan, paylarına düşeni almışlar. Büyük büyük koltuklarda oturup, vicdanı yerlerde sürünenler, ruhunda asalet olan, devlete baş kaldırmayı zul sayan millete, delirmeden deli gömleğini takmışlar. Yine Bediüzzaman, “Büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm değildir.” diyor. Çarığa, kuru ekmeğe yeter ki dinime dokunulmasın diye razı olan millete, dışarının düşmanı değil içerinin ciğersiz idarecisi zulmetmiş. İşte bu var ya, öyle bir travmaki, tam zirve yaptığı bir zaman, birden iman dolu ve pervasız bir ses: “Yaşasın Zalimler İçin Cehennem!” diye haykırıyor. Dikkat kesilen gönüllere, birde su serper gibi: “Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır.” Demesi ve tedavi olmak için koşanları, tüm hekimlerdeki hassasiyetin toplamı hassasiyetle, titizlikle tedavi etmesi insanlığa büyük bir hizmet olmuş. Bediüzzaman 50 dile çevrilen eserleri ile sadece Müslümanları değil, dünya insanlığını da tedaviye alan büyük maneviyat hekimi ve sevgili Pisikoloğumuz olmuş. Çileli günler yaşatılmış millete Bediüzzaman Pisikolog, Risale-i Nurlar ise yaralı gönüllere derman olmuş. İnsanlar terapi olurken, aynı zamanda da imanları inkişaf etmiş. Musibetinde ibadet olduğunu söylemekle, bizlere iç huzuru sağlamış. "İbadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za'fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfatını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur.” Milletin her kesimine ve de dünya insanlığına bir pisikoloğ olarak, kadınlarına, gençlerine, hastası ve yaşlısına, dinsizi ve envai çeşit arızası olana verdiği tedavi ile sapasağlam ayakta kalmalarını sağlamış. Allah’tan gayrı hiçbir şeye korkmamayı, Allah’a tevekkül etmeyi, aczin fakirliğinin aslında Yüce Mevla karşısında büyük bir sermaye olduğunu o sermaye ile Allah’a sığınılması gerektiğini, kendi tarzı hayatı ile de örnek olarak göstermiş. Akla gelebilecek her sorunun cevabıyla, bizi manevi karanlıklardan aydınlığa çıkarmış. Bediüzzaman, küfür meydan muharebesine itilmeye çalışılan, kendi değerlerinden koparılmak istenen milleti, tam sendelemek, yere yığılmak üzereyken, elindeki iman-i reçetelerle koşmuş, o küfür harbinden, büyük bir kumandan gibi zaferle, yanındakileri de iman gazisi yaparak çıkmış. Evet, en büyük meydan muharebesi olan küfür meydan muharebesinden, yara bere almadan, talebelerini iman gazisi olarak çıkararak ve halen küfrün korkulu rüyası olmaya devem etmiştir. Dilinden, kültüründen, dininden bilinçli bir şekilde uzaklaştırılmaya çalışılan millet, birde hayat suyu olan ezanından mahrum edilince yörüngesinden çıkmış başını nereye vuracağını bilmezken öyle bir el uzanıyor ki, fert fert manevi hastalarla ilgilenmesiyle, risaleleriyle terapi yaparak; özüne dönmesine sağlığına kavuşmasına sebep olmuştur. Tedavinin büyük olduğunu anlamak için o dönemim dehşetini ve o dönemin meyvesi olan şimdiki arızalı, tedaviye yanaşmamış nesillere bakmak yeterli olur sanırım. Yıldızdan zerreden, çiçekten bahsederken bir köylünün bile imanının kurtuluşuyla beraber fenden ilimden nasiplenmesini sağlamış. Öyle üzerlerimizden silindirler geçmiş, öyle acılar yaşatmışlar ki akıl sağlığımızın, ruh sağlığımızın devam etmesine sonsuz şükürler olsun. Başta Bediüzzaman, dehşetli hadiseler karşısında sarsılmayan bir iman ve duruş göstererek, birde himmeti milleti olunca, Allah o tek kişilik orduya kitlelerin sabrını ihlâsını, gayretini toplamış. Ondaki İman Kur-an ve Peygamber sevdası öyle delice ki o eserler ortaya çıkarak, okuyanları da müspet manada iman delisi, tefekkür sarhoşu etmiş. Evet, sadece Ayet-ül Kübra Risalesi bile öyle baş döndürücü ki. Bizi tedavi eden Bediüzzaman’a layık talebe olmayı Mevla nasip eyleye. Amin! alıntıdır Selahattin GEZER risale haber | |
11 Aralık 2013, 22:55 | Mesaj No:4 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) Sevgili psikoloğum Bediüzzaman-3 Sevgili psikoloğum... Zaman dehşetli, hadiseler ise çabuk müteessir olan ruhumuzu ağlatıyor. Belimizi doğrultmaya çalışırken peş peşe gelen darbeler duygularımızı incitiyor. içerideki kavgayı, gürültüyü dışarı ilan etmekten hoşlanan ihtiraslı yaygara var. Evin mahremiyetine gelen zaaf, büyük davamıza çelme olarak geri dönüyor. Özellikle kusur beklentisi olan edep muhtacı diller, kardeşliğin sallantıya girmesine sevinç naraları atıyor. Bölücü haber ve atılan manşetlerin sahipleri ölümsüzlük garantisi almış; hiç ölmeyecekler. Bundandır ki manşetler merhem değil; yaralayan ve hakkaniyetten uzak… Verilen haberler, hakikatlere habersiz bırakıyor. Ayazda kalmış diller ruhumuzu donduruyor. Türlü imtihanlarla, sabrımız uhuvvetimiz denenmeye devam edecek. Ümit ederiz ki eserlerini okuyan bizler, senin en dehşetli dönemlerde sergilediğin duruşu gösteririz. İnandık, duruşu temiz olanın davası da temizdir. Bu manasız kavgalarda, sığınılacak liman ve manevi terapi olan eserlerin hakikat kapısını çalınca, nefes almaya, büyük moral bulmaya başlıyoruz: "Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid'alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes'ul oluruz" diyorsun. Bir annenin rahatlatan kucağı gibi zayıf ve fakir ruh halimize büyük kuvve-i maneviye oluyor. Zira çelimsiz ve direnci düşük kardeşliğimiz özel bakıma, aşırı muhabbete muhtaç. Üstadım, sen küsmedin, incitmedin. İncitseydin hiç tesir etmezdin ve aklımıza kapı açamazdın. Yazdıkların dışına çıksa idin, en dehşetli dönemin ceberrutları seni yok etmek için güçleri yeterdi. Senin ihlâsın atom tesirinde güç verdi, zulmün karşısında korkusuzca ve hiçbir beklenti olmadan hakikatleri haykırdın. Sendeki samimi uhuvvet gücü, yangınlara koşturdu, kasırgalara set oldun. Sevgili Üstadım ve dahi psikologum, kusurlu anlayışımızla reçetene bakıp anlıyoruz ki: İnsanın imanla beraber bütün duyguları aydınlığa kavuşması ve aktif görevde olması lazım. Allah’a imanda kalbin ve aklın tasdiki yanı sıra, tüm duygularında iştirak etmesi lazım. Hidayet ışığı dışında kalan bazı duygular arıza vermeğe, görevlerini yapan duyguları da etkilemeye başlıyor. Her yönü ile yüce Allah’a inanırken, uygulamada asi kalıp baş kaldıran enaniyetten, nefret ve kin duygusundan, hep zarar ettik. Şükürler olsun ki bütün duyguları hidayette olan ve bütün duyguları Kur-an terbiyesinden geçmiş, içi dışı aydınlanmış dava insanları var. İşte o insanlar, bize soluklanma molası oluyor. İmandan kaynaklanan birlik kalp birliğini gerektirir. Muhabbet ve kardeşlik olmayan birlikten, aynı elden rızıklandığımız Allah’ a eksik teşekkür olmakta. Evet, uhuvvet olmaz ise ibadetlerimiz teşekkür olarak yetmiyor ki. Sevgili psikologum, yine senin düsturların, bize yol gösteriyor ki: Her müminin vicdanı hassas terazi olmalı herkesin hakkını teslim etmeli. Bütün mahlûkatın hakkını teslim eden Allah, bu imtihan meydanında birbirimize hakkaniyetli davranmayı bekliyor ve haklı olarak istiyor. Ebeveyni mutlu eder çocukların birbirine olan muhabbeti. Kardeşler arasındaki huzursuzluk ise en çok onları mutsuz kılar. Şuurlu ve tüm duyguları evlat olanlar, çekinirler kardeş sürtüşmesi ile ebeveynlerini mutsuz kılmaktan. Her kavga, duyguları hidayette olanları üzer; hiç hoşnut kalmazlar… Evet, sevgili psikoloğum, ruhumuzda bıraktığın ayak izlerini takip ettiğimizde, ulaştığımız hakikatin kin ve adavete sebep veren tarafgirlik ve ehli imanın sarsılan uhuvveti. Bu ise en başta sebebi vücudumuz olan Efendimizi (asm) rencide ediyor. Peygamber Efendimiz’i (a.s.v) seven kardeşini sevmek zorunda elbet. Kan ve kızılcık şerbetine bulaşmadan sadece Allah (c.c.) emrettiği için, sadece Hz. Peygamberin hoşnut kalması için kardeşlik. Ayrıca uhuvvete sımsıkı sarılmak insan olmamızın gereği olduğu için ve özellikle Efendimizi hoşnut etmeye kardeş olmak değmez mi? Hep kötü kılan kötüsün demek yerine iyisin demek değmez mi? Evet üstadım, iyiliğin hâkim olması için dillerin iyisin iyisin demeğe teslim olması lazım. Sevgide, muhabbette duygu olmalı. Sevmekte duygusal davranılmalı; bu da işe yarar lokomotif olur. Ülke meselelerinde ve hizmette akıl ile el ele olan vicdan kullanılır. İnsan donatıldığı duyguları yerli yerinde kullanmadığı anlarda neticesi kaçınılmaz zarar oldu. İki insanın ya da gurubun hasmane tutumu, onlardan hoşlanmayan düşman olan kişilerin, kurumların işini kolaylaştırdı. Sadece onların işini kolaylaştırmamak hayal kırıklığına uğratmak için var olan eksikleri bağrımıza basamaz mıyız? Sevgili Psikoloğum, ihlâs düsturlarına gıda gibi samimane devamda anlaşılıyor ki, küçücük çerçeve içinde noktanın büyümesi, büyük bir çerçeve içinde ise kaybolup gitmesi gibi, sevdiklerimizin ve kardeşlerimizin nokta hükmünde olan kişisel zaaflarının gözümüzde küçülmesi için, büyük çerçeveye koymalıyız. Kâinat çerçevesinde kocaman yıldızların küçücük kalması gibi… Evet, ebedi beraberlik dostluk için, kusurlar büyük çerçevede; güzellikleri ise küçük çerçevede olmalı. Anladık ki yaşanan hadiseler şarjımızı çabuk bitiriyor; devamlı şarjda olmak gerekiyor. Her türlü ve teferruatlı hücumlar karşısında senin duruşunu örnek alıp, eserlerini kendimize siper ve kal’a yapmalıyız. Dinin şiddetle men ettiği şey olan, fitne ve anarşiden Yüce Allah’a sığınırken duygularımıza hidayet vermesini de özellikle temenni ediyoruz. Zira her halimizin İslam’a uygunluğu tüm musibetlerden bizi koruyacaktır. Art niyetin zerresi hissedilmemesi için, hakikatleri anlamaya biraz daha gayret inşallah… alıntıdır Selahattin GEZER | |
25 Aralık 2013, 15:34 | Mesaj No:5 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) Sevgili psikoloğum Bediüzzaman'a 4. mektup Sevgili psikoloğum Bediüzzaman. Yüreğimde efkâr; kafamda yoğun düşünceler ağır ağır yürüyordum… Ehl-i iman tüm oynanan oyunları, tuzağın her türlüsünü gördü ve yaşadı; yaşatılmaya da devam ediliyor. Ülkem güçlenirken nefreti büyüyenler var. Onlardaki dert, Kur’an davasında kenetlenmeye çalışanları güçsüz ve tesirsiz bırakmak. Tarihinde ne kadar kenetlenme yaşadı ise o kadar zaferler yaşadı, küfrü bitirmeye yaklaştı. Bundandır ki bitirme planları güncellenerek devreye sokulurken Kuran’a hizmeti seçen bizler, kardeşliğin devamı için bahaneler bulup, yeniden muhabbeti ve dillerden yüreklerden düşmeyecek hayırlı duaları devreye sokmamız lazım. Sevmeğe, düşman olmaya çok bahaneler bulunur. En güzel bahanede muhabbeti oluşturan bahanelerdir. Bu düşünceler ile yürürken birden yönümü tedavi olabileceğim yere, medreseye çeviriyorum. Verdiğim ani kararın etkisini, medreseye varmadan hissetmeye başlamıştım. İki genç kardeşim samimi tebessümleriyle karşıladılar. Gerçekten hoşluğu bulmuş, huzur limanına girmiştim Öğle namazından sonra sırayla okuduğumuz Miraç Risalesi kafamdaki efkârı dağıtarak, yerini tefekkürün cilaladığı düşüncelere bırakmıştı. Birliği, beraberliği bozan hadiselerin ve umutlarımızın belini kırmaya çalışan kirli ellerin, kurmaya çalıştıkları oyunlar yine bozulacak. Bu his, iç âlemime yanına da yüksek morali alarak dolmuştu. Risale-i Nurlarda geçen her bahis hangi ruh halinde olursa olsun insana ilaç oluyor, direnci arttırıyor. Nur dershanesine gelirken içimde yaşanan olayların fırtınası var idi. Okunan ders ise Miraç bahsi ve ben de içimden, hüzünlerimden dışarı huzura yükseliyordum. Zaten her sıkıntı, karanlıklı bir ruh hali oluşturuyor. Okunan her mevzu ise yüksek voltajlı ışık olduğu için anında aydınlatıyor, dip köşe düşünceleri karanlıktan çıkarıyor. Sevgili pisikoloğum, sana asıl teşekkürün Risale-i Nurlara sadakatle hizmet olduğunu biliyorum ve teşekkürümün orijinal olması için Allah’a halimi arz ediyorum. Okunan ders ile düşüncelerim kontrol altına alınmıştı. Öyle bir ders olmuştu ki daha önce hissetmediğim ve aklıma gelmeyen çok şeyleri düşünmeye başlamıştım, belki de ihtiyacımdan dolayı ömrümün en güzel miraç dersi olmuştu. Yerlerde sürünen duygularım bir anda Risale-i Nur rampasında ateşlenen bir roket halini almıştı. Mademki Allah’a kul, peygambere ümmettik istidatlarımızı geliştirecek her türlü oyunlara sabırla inadına kardeşlikle karşı durmalıydık. İşte şimdi eskisinden daha çok okumaya direncimizi arttıracak günlük aşılara, uhuvvete her geçen gün ihtiyacımız var. Sevgili psikoloğum. Dilin güzel, eserlerin güzel ve ülkene muhabbetin ve duan güzel. Milletine olan kötülüklere, beddualara paratoner oldun, zulüm karşısında imanlarının kurtuluşuna dua ettin. Hakikatleri haykıran dilinde beddua yer edinemedi. Hayatın Sünnet-i Seniye ile hayat buldu, Kur'an’ın müdafası ile çile yumağı oldu. Küsmedin, nefret etmedin, beddua etmedin. Kullukta ve insani özelliklerde en zirve olan efendimiz Hz. Muhammed (asm) bütün dünya gamını, yükünü bırakarak, zirvelere yükselmiş. Anlattığın bu miraç hadisesinin bize düşündürdüğü: İnsanlık namına dünya ağırlıklarını arkada bırakarak yükselmesi, cemil-i zülcelal ile müşerref olması gibi bizde milletimize yapılan dalaverenin kafamıza yaptığı ağırlıklarından ve diğer tüm menfi yüklerden kurtulmak için ancak ruhumuzun okuyarak terakki etmesi ile olacağını anlıyoruz. Bu muhteşem dersten sonra yükümden ve beni zehirleyen düşüncelerimden kurtulup dershaneden çıkıyorum. Ayazın kollarında yeni bir akşam geliyordu. Gün batımını izlerken, cebimden çıkardığım kalemle kâğıda fısıldıyorum… Ayrılık vakti gelmiştir güneş toparlanmakta. Kızıl saçlarını, tefekkür ehli taramakta… Evet, nice tefekküre kapı açan göz ve düşünceler önünde, yine ufukta muhteşem inkılâplar olmakta. Denizin yüreği kabarıyor, ayrılık dakikaları yaklaşıyordu. Kocaman bir güneş, saniyelerin yuttuğu kocaman bir gidiş. Dünya her hadisede, akılları idrake sığındıran güzelliklerle dolu… Güneş cebinden çıkardığı altın pulları denize serpip giderken, vedasındaki bu muhteşemlik sanatkârını avazı çıktığı kadar, ufku çınlatırcasına haykırıştı. Gün batımındaki hüzün, aslında fiziki manada cismani ve aydınlık bir delil olduğu için, idrak edemeyen akıllara sanatkârını hatırlatmak için, son bir dikkat toparlayıcı hamle gibiydi. Evet, harikalar içinde yaşıyoruz ve bazı harikaları yaşanan gürültülerden dolayı fark edemeden elimizden kaçıyordu. Her gün yeniden doğacağına şüphemiz olmayan güneş gibi, başımıza gelen musibetlerden izni ilahi ile kurtulacağımıza ve aydınlık yarınlara hiç şüphemiz yoktur. Sevgili psikoloğum, gelişmemiz ve hamurumuzun lezzetli olması için bu hadiseler birer yumruk olacak. Bu kasırgalar ilerideki büyük kardeşliklerin tesisi için vücudumuzu aşılıyor, duygularımızın kas gücünü kuvvetleştiriyor. Dış kaynaklı alçak oyunlar, bu milletin kalkınmasına gübre olacak inşallah. Koca güneşin batıp, yeniden doğması, zerrelerin tanzimi ve tüm kâinatın intizamını sağlayan muhteşem kudret, tüm şifreleri çözdürüp, kirli ve dessas oyunları lehimize çevirip, Kuran’ın etrafında tüm Müslümanların kenetlenmesini, nurlu ve güçlü bir halka olmasını sağlayacak. Milyarlarca senedir güneşin doğuşu ve batışıyla harika kudretini sergileyen Allah, her ahvali ile kâinatı hayran bırakan Peygamberinin ümmetini öyle ayağa kaldıracak, öyle safları sıkılaştıracak ki içeriden dışarıdan tüm oyun kurucuların oyunu başlarını yiyecek. Kardeş olmayı önceden başardığımız gibi yine başaracağız. Zira dünyada imana susamış çok gönüller var. Yoksa gürültülerden dolayı kütük olarak gitme tehlikesi var. alıntıdır Selahattin GEZER risale haber | |
11 Şubat 2014, 10:39 | Mesaj No:6 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) Sevgili psikoloğum Bediüzzaman-5 Sevgili psikoloğum, dünyada hiçbir psikolok yoktur ki, kendisi ebedi âlemde olsunda, kitabı hastasının imanını kurtarsın üstelik tedavi etsin. Yazdıklarını okurken anlıyoruz ki aynı zamanda sizinle dertleşiyoruz. Duygularımızın diline tercüman olup, gönülden geçenleri, hakikatlerin telinde mest eden nağmeler haline getirmişsiniz. Okuduklarımız düz bir metinden ziyade, yaralı gönüllerimizden aklımıza atılan neden, niçin gibi kıvılcımlara, yıldırımlar gibi karanlıkları yırtan, aydınlık reçetesi metni ve cevaplar oluyor. Yine öyle bir psikoloğsun ki, terapi ettiklerin, acılar içinde kıvrananlara, hayata küs perdeleri çekenlere yardımcı olup, yeni başlangıçlara vesile oluyorlar... Evet, bizi terapi etmeye, içimizdeki taşları ayıklamaya devam edecek sininiz. En önemlisi de iyileşmemiz için, hastalıklarımızı kabul etme gereğini anlamamızı sağlıyorsunuz. Sevgili psikoloğum, size rüyada bir hitabede, münevver, emsalini dünyada görmediğiniz, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından gelen: “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!” ifadesine verdiğiniz ve o harika insanları rahatlattığınız cevap, bizlere de günümüzdeki felaketlerde rahatlatıcı, iyileştirici merhem oluyor. Kuran’ın etrafında kenetlenmemiz, ondaki hakikatleri anlayışımıza ve uygulamamıza kolaylık sağlayan efendimiz (sav)’in sünnetine artması gereken muhabbete, eskisinden daha çok ihtiyacımız var. Bütün bunlara vesile olduğunuz için, minnettarlığımızı en iyi ifade edecek olan daha fazla okumamız gerektiğini anlıyoruz. Sevgili psikoloğum, aylardır yaşanan hadiseler, dışarıda ruhu yaralı, yüreği yaralı insanlara ulaşmayı engelliyor. Ne paralel yapı, nede hiçbir oluşum, iman kurtarma yanında bir değer ifade etmiyor. Tüm insanlığın huzuruna muhabbet fedaisi olmak, en güzel yapı ve ne güzel oluşum. Enerjilerimizi siyaset yerine onların kurtuluşuna yönlendirsek, ne çok insanın iman hakikatlerini tanımasına, ebedi hayatlarının kurtuluşuna vesile olacağız. Siyasetin tozu dumanı, nurlara ihtiyacı olanları göremeye engel oluyor. Siyaset iman kurtarmıyor, Kur’an talebesi olmak iman kurtarıyor. Gönüller, tedavi için iman hakikatlerini beklerken, bizim siyasetle vakit geçirecek lüksümüz yok. Zira Allah’ı ve Efendimizi gereği gibi tanımadan, Kur’an ikliminden nasiplenmeden hayat geçirenlere bu yaşanan gürültüler kulak vermeği engelliyor. Sevgili psikoloğum, Kordon’da yürürken bir beyefendinin oturduğu banka yaklaştım ve izin isteyip, selam vererek bankın diğer ucuna oturdum. Bir süre sonra kendisiyle tanışarak, uzunca muhabbet ettik. Murat bey, 70’li yıllarda İzmir’e Doğu Anadolu’dan gelmiş, ticaretle uğraşarak emekli olmuş. Sakin ama içi fırtınalı birine benziyordu. Sizin reçetenizdeki iman hakikatlerinden fırsat buldukça anlatmaya çalıştım. Her insaf ehlinin kabul ettiği hakikatleri ilgiyle dinlemişti. Oturduğum yerden ayaklarımın iyice üşüdüğünü hissedip, birini kaldırıp, diğerini indirmeye başlamıştım. Ayıp olmasın diye de kalkıp gidemiyor, anlattıklarını dinliyordum. Benim ayaklarımı hareket ettirmeye başlamam dikkatini çekmişti, merakla sordu: “Ayaklarınız mı üşüdü?” “Hem de nasıl, karlar üzerinde yalın ayak gibiyim. Allah beterinden korusun.” “O derecemi üşüyor” dedi. “Aynen öyle Murat Bey.” Murat Beyin yüzüne birden hüzün hâkim olmuş, yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Bakışları bir noktada sabit kalarak, düşüncelere dalmıştı. Bir süre bende sessizce denizi izlemeye koyuldum. Bir ara dönüp yüzüne baktım: “Sessiz kaldınız, düşünceye daldınız sanırım.” “Evet, Bana unutamadığım bir şeyi hatırlattınız.” “Hayırdır? Anlatmanızda sakınca yoksa dinlemek isterim” dedim. Oturduğu yerden biraz doğruldu, yönünü bana doğru çevirerek, iki elini önünde birleştirdi: “Aslında daha önce hiç kimseye hatta eşime ve çocuklarıma bile anlatmadım.” Merakım artmıştı: “Kim bilir belkide karşılaşmamız hayra vesile olur.” “Sizin ayaklarınızın üşümesi bana çocukluğumla ilgili bir şeyi hatırlattı.” “Buyurun dinliyorum.”dedim. Hüzünlü bir şekilde anlatmaya başlamıştı. “Henüz okula başlamamıştım. Memleketimde sert bir kış hüküm sürerken, arada sokağa yazlık naylon ayakkabılarımla çıkıp, karlar üzerinde bir iki sağa sola koşturup, oynamaya çalışarak, sonra eve dönerdim. Annem bir akşam babam eve döndüğünde yazlıklarımı göstererek: “Murat karda kışta bunlarla dışarı çıkıyor” demişti. Ertesi akşam babam eve içleri tüylü bir çift siyah naylon botla dönmüş. Sabah uyandığımda annem babamın bana bot getirdiğini söyleyince sevinmiştim. Babamdan çekinmiş sevinç çığlıkları atamamıştım. Sessizce holde botları ayağıma takıp, dolaşmaya başladım. Kız kardeşim ve babam henüz kalkmamışlardı. Annem gaz ocağına çayı koyarken, arada bakışları beni takip ediyordu. Sevincime diyecek yok, kısık sesle söyleniyordum. Babam uyanmış, anneme sert sesle "çay hazır mı" diye sormuştu. Benim botlar ile dolaştığımı görünce yanına çağırıp öfke ile, “Neden botları ters giydin?” diye çıkışmıştı. Ben korkumdan kalakalmış, dizlerim titremeye başlamıştı. Babam artan kızgınlıkla, "Çabuk çıkar botları ayağından” demişti. Botları ayağımdan çıkarıp, düzelterek tekrar giymek isteyince babam hışımla kolumdan tutup, dış kapıyı açarak, benim ceza olarak çorapsız çıplak ayaklarımla buzun üzerinde kalmamı isteyip, içeri girerek kapıyı kapatmıştı. Yalın ayak buz üzerinde beklemeye başlamıştım. O bekleme kaç saniye ya da dakika olmuştu hiç hatırlamıyor ve bilmiyorum, hatırladığım bir şey vardı ki ayaklarım kaskatı olmuştu. Küçücük yüreğime öfke dolmuş ve botlara nefret etmiştim. Hatta kırgınlıktan hiç içeri girmeyi düşünmüyordum. Sonsuza kadar orda kalmak istemiştim. Birden kapı açılıp, babam tekrar kolumdan tutup, sertçe içeri çekmiş, “Aklın başına geldi mi? Bir daha ters giymezsin İnşallah” demişti. Babam işe gittikten sonra öfkemden o gün ayakkabılara hiç dokunmamış, bir köşede uzun süre sessizce kalmıştım. İşte şimdi o hadiseyi tekrar hatırladım” demişti. Sevgili psikoloğum, Murat beyin anlattığı ve babasına olan kırgınlığı beni üzmüştü. Babalar bazen bilmeden çocuklarının dünyasına derin izler bırakan yanlışlar yapıyorlar. Oturduğum yerden biraz yaklaşarak: “Murat bey, belki de babanız da gereken sevgiyi görmeden çocukluk geçirmiştir, bunu da düşünmek lazım değil mi? Birkaç saniye ya da birkaç dakika buzun üzerinde çıplak ayakla ceza olsun diye bekletilmenizin sizi üzmesi, kırması doğrudur. Ayaklarınız üşümüştür ki bunu da iyi bilirim, üşüyen ayaklar sahibi olduğum için. Ama siz bunu uzunca yıllar unutmamakla, aklınızdan çıkarmamakla, duygularınız babanıza karşı buz tutmuş; yüreğiniz üşümüş. İçinizin ısınması için, ruhunuzun buzları çözülmesi için, bence babanızı affetmelisiniz. Kısa bir süre ayaklarınızın üşümesine, babanızın insafsızlığına bedel olarak, bir ömür ceza vermişsiniz. Aslında affetmemek, kendimize ceza oluyor. Bizi kıran ve üzen öfke duyduklarımız, uzaklarda bile olsa, yanı başımızda durarak, üzülmeye devam etmemize sebep oluyorlar... Onların bizi kısa sürede kırmalarına bir ömür hem kendimize hem onlara ceza sanırım pek adil değil. İçimizdeki zindanın kapılarını açıp, onları şartsız afla salıvermeliyiz. Çünkü nefret ve kin, ayaklı hapishane taşımaktır. Onları zindana koymakla kendimizi de zindana hapsediyoruz.” Murat beyin gözleri dolmuştu. Yine kısa bir süre sessiz kalarak, ağır ağır elini cebine sokup, telefonunu çıkardı ve birini aradı. Karşıdan cevap gelince biraz doğrularak, diğer eli ile gözlerini silip, “Selamün aleyküm baba! Ben Murat nasılsın?” dedi. Uzunca konuşmuş, bende sessizce dinlemiştim. Telefonu kapadıktan sonra, elimi sıkıca kavrayıp: “Allah razı olsun kardeşim, sizinle karşılaşmamız ne iyi oldu, şu an itibari ile içimdeki babama olan öfkemi salıverdim” dedi. Ben de sevinçle izin isteyip kalktım. Düşünüyordum… Dışarıda hayatlarına dokunulması gereken, çok insan var. Siyaset ile uğraşı ve tarafgirlik ise sadece engel olmakta. alıntıdır Selahattin GEZER risale haber | |
11 Şubat 2014, 10:46 | Mesaj No:7 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2) İçimizdeki zindanın kapılarını açıp, onları şartsız afla salıvermeliyiz. Çünkü nefret ve kin, ayaklı hapishane taşımaktır. Onları zindana koymakla kendimizi de zindana hapsediyoruz. | |
11 Şubat 2014, 10:56 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 4458 Üyelik T.:
19 Ekim 2008 | Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2)
İslam ile hemhal olmak üzere... paylaşımlar için tşkler...
__________________ Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım... Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE.... |
11 Şubat 2014, 16:09 | Mesaj No:10 |
Cevap: Sevgili Pisikoluğum Bediüzzaman (2)
[QUOTE=Esma_Nur;318268]İslam ile hemhal olmak üzere... paylaşımlar için tşkler...[/QUOTE inşaallah hocam..Peygamber efendimiz (sav)in ümmeti olarak ilim ile hemhâl olmamız duasıyla… Rabb im razı olsun canım arkadaşım..okuyup zaman ayırdığın için... | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Bediüzzaman'dan Sözler | MERVE DEMİR | Risale_i Nur (Said Nursi) | 142 | 14 Mayıs 2021 11:19 |
Bediüzzaman ve siyaset | EyMeN&TaLhA | Risale_i Nur (Said Nursi) | 0 | 22 Aralık 2013 15:27 |
Bediüzzaman ve Siyaset | talibetün | Risale_i Nur (Said Nursi) | 0 | 05 Nisan 2012 14:59 |
ey sevgili en sevgili hoş geldin safalar getirdin... | KuM TaNeSi | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 20 Nisan 2009 21:59 |
Bediüzzaman ve tasavvuf | melis | Risale_i Nur (Said Nursi) | 2 | 30 Kasım 2008 15:02 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|