|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi: 09 Nisan 2008 (13:08), Konuya Son Cevap : 09 Nisan 2008 (13:08). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Nisan 2008, 13:08 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Felak Suresi Tefsiri 20 Felak Suresi Tefsiri 20 20/FELAK SURESİ TEFSİRİ اعوذ بالله من الشيطان الرجيم بسم الله الرحمن الرحيم Ayetlerin meali: 1, 2, 3 ,4, 5: “Yarattığı şeylerin şerrinden ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden ve kıskandığı zaman kıskancın şerrinden Felakın Rabbi’ne sığınırım” de! Surenin tefsiri: Sure, adını 1.âyette geçen ‘felak’ sözcüğünden almıştır. 5 âyettir. Mekki veya Medeni oluşu kesin olarak bilinmiyor. Bazı tefsirciler Mekke’de hicretten önce yirminci sırada nazil olduğunu söylerler. Uslup itibariyle de Mekke üslubudur. Felak ve Nass surelerine içeriğinden dolayı “muavvizeteyn/iki sığındırıcı” (koruyucu değil) sureleri denir. Bu iki sure ile ilgili bir çok rivayet sözkonusudur. Bu surelerin dertlere deva, hastalıklara şifa ve sihire, büyüye karşı kalkan olduğu ileri sürülür. Ayrıca büyü ile ilgili Yahudi Lebid b. A’sam’ın kızının Rasülüllah efendimize büyü yaptığı ve Rasülüllah’ı etkilediği anlatılır! Bundan evvelki Fil suresinin tefsirinde kısaca değindiğimiz gibi artık Mekke müşrikleri Müslümanlara karşı ateş püskürmeye, zulüm ve işkencelerini artırmaya başlamıştı. Rasülüllah ve müminler kafirler ile safları ayırınca Müslümanlar çeşitli işkencelere maruz bırakıldılar. Tabiri caizse kendilerine uygulanan tecrit/izolasyon nedeniyle kabuğun içindeki çekirdek misali dara ve sıkıntıya düştüler. İşte bu sure o sıkıntılı anların Rabbimiz tarafından bizlere belletilen duasıdır. De ki: Felak ve Nass sureleri “De ki!” emriyle başlamaktadır. Böyle başlamasına müfessir Razi üç maddelik bir gerekçe beyan etmiştir. Biz önce o üç gerekçeyi sunalım: Birincisi: ALLAH Teala, kendisini zatında ve sıfatlasrtında uygun olmayan şeylerden tenzih olmak üzere, İhlas suresinin okunmasını emredince ve bu tenzih, en büyük tatlardan birinci olunca, sanki kul, “Ya Rabbi, bu taat gerçekten çok büyük ve onu hakkıyla yapma hususunda kendime güvenemiyorum” dedi. Bunun üzerine hak teala ona, “felakın Rabbine sığınırım, de. ….”, yani ALLAH’a sığın ve iltica et ki, o seni en güzel bir şekilde bu taata muvaffak kılsın” diye cevap vermiştir. İkincisi: Kafirler, Peygamberimizdenen, ALLAH’ın nesebini ve sıfatlarını sorunca, sanki Peygamberimiz, “ALLAH’ım, senin hakkında, sana layık olmayan şeyleri söyleme cesaretini gösteren bu cahillerden nasıl kurtulacağım” demiş de, bunun üzerine Rabbimiz, “De ki: “Felakın Rabbine sğınırım.. ….” Yani bana sığın ki seni onların şerlerinden koruyayım” cevabını vermiştir. Üçüncüsü: Rabbimiz, sanki, “Kim benim evime sığınırsa, ona şeref veririm ve onu güvenlikte kılarım. Çünkü ben, “kim oraya girerse, eman olur” buyurdum. Binaen aleyh sen de bana iltica et ve “Felakın Rabbine sığınırım” de ki seni de emin kılayım” demek istemiştir. Görüldüğü üzere merhum Râzi bu gerekçeleri Felak suresinin resmi mushaftaki 113. sıra oluşuna ve İhlas suresinden sonra yer alışı üzerine ileri sürmüştür. Halbuki İhlas suresi Nass ve Felak surelerinden sonra inmiştir. Bu nedenle bu gerekçelerin kabulu mümkün görülemez. Surelerin “Qul/De ki:” ile başlamasının hikmetleri nuzul sırasındaki ortama göre düşünülmelidir. Felak ve Nass sureleri Müslümanların çok az ve maddi açıdan çok zayıf ve yoksul oldukları ve de Mekke yönetimi tarafından işkence gördükleri bir ortamda inmiştir. Fil suresi tefsirinde açıklamıştık ki onları saran korku Fil suresi ile ima yoluyla giderilmişti. Yani Fil vakası anlatılmıştı. Ve buradan Rasülüllah ve Müminlere “Müşrikler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar siz onlardan korkmayınız, biz onları da Ashab-ı fil gibi yapıveririz” mesajı verilmişti. Hatta bu sure sadece Müslümanlara değil karşıtlarına da bir tehdit mesajı içermekteydi. Onlara, “sakın Müminleri az ve zayıf görerek onları yok etmeye çalışmayın sizi de Ashab-ı fil gibi perişan ederiz” mesajı vermekteydi. Kısaca bir çok tehdidin Müslümanlar tarafından bertaraf edilemeyeceği onların ALLAH tarafından bertaraf edileceği öğretilmişti. İşte bu surelerde “Qul/De ki:” ifadesiyle hangi güçlerin ALLAH’a havale edilmesi gerektiği sayılmaktadır. Müminler bu iki surede beyanı yapılan zarar güçlerinden ALLAH’a sığınmalı onların zararının defetilmesi ALLAH’tan istenmelidir. Bu surelerde yer almayan konularda ise kendi güç ve dirayetlerini göstermelidirler. ALLAH’ı uşakları yerine koymamalıdırlar. Kur’an’daki ALLAH’a sığınma ayetleri hep bu doğrultudadır. Geçmiş peygamberlerin ALLAH’a sığınmaları da bu çerçevede gerçekleşmiştir. Nass suresi tefsirinin sonunda sığınma olayının örneklerini vereceğiz. O ayetlere iyi dikkat ediniz. Ayette “Euzu/ben sığınırım” diye Birinci tekil şahıs ifadesi Peygamberimizin tüm insanlara öncülüğünden, rehberliğinden dolayıdır. Ki Ümmetin Peygamberlerini izleme ve ona uyma durumları vardır. Bu konuda bir seçki de söz konusudur. Rabbimiz Rasülüllah’a bu doğrultuda “Ben bu karşı konulmaz düşmanlardan ve zararlılardan ALLAH’a sığınıp yoluma devam ediyorum. Bana inanan, ALLAH’a güvenen benimle gelir, korkan geri döner gider” mesajı verdirmektedir. Müşriklere de “biz sizi ve şu şer güçlerini ALLAH’a havale ediyoruz. ALLAH’ın vereceği ceza bizim size vereceğimiz zarardan daha çok çetindir.” Mesajı vermektedir. Felakın Rabbi’ne sığınırım, “Avz” bir başkasına iltica etmek yani sığınmak demektir. Bu kökten türemi,ş olan “eûzu”, yedi; “uztü” sözcüğü iki; “yeızune” sözcüğü bir; maâzALLAH” sözcüğü iki; “festeız” sözcüğü dört yerde geçmektedir. Bunların her birini konusu itibariyle aşağıdaki gruplama içerisinde göreceğiz. Bu iki surede Rabbimiz nelerin zararından kendisine sığınacağımızı açıklıyor. Diğer bir ifadeyle de bu surelerde zikredilenlerin şerrinden başka şeylerin şerriyle mücadeleyi ise bize bıraktığını beyan ediyor. Bunlar ile ilgili geniş bilgi surelerin sonunda verilecektir. Âyeti Celilede yüce Rabbimiz kendisini “Rabb ül- felak” olarak nitelemektedir. Demek oluyor ki Rabbimizin bir sıfatı da “Rabbülfelak”tır. Rabbimizle ilgili bu özelliği ve Rabbimizin “Rabb-ül felak” oluşunu anlamadan bu sureyi anlamamız ve surenin mesajını almamız mümkün değildir. O nedenle bu terkibi oluşturan “Rabb” ve “felak” sözcüklerini ayrı ayrı açıklayıp sonradan tamlama halindeki manayı vereceğiz. Rabb: “Terbiye edip eğiten. Yarattıklarını belirli bir programa göre uygun olarak, bir takım hedeflere götüren. Tekamülü programlayıp yöneten” demektir. Felak: Sözcük anlamı, “yarıp çıkarmak” demektir. Rabbimiz de Falik/Yarıp çıkaran’dır. Bunu En’am suresi 95, 96. âyetler de görüyoruz. “95- Muhakkak ki ALLAH, taneyi ve çekirdeği yarandır: Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır: İşte ALLAH! Nasıl da yüz çeviriyorsunuz? 96-Tanyerini yarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı zaman ölçüsü kılmıştır. Bu, güçlü olanın, bilenin belirlemesidir.” Şimdi, “Rabbülfelak” terkibini/tamlamasını anlamaya çalışırsak bu ifade: “Yarılışları belirli bir program çerçevesinde belirli hedeflere götüren, yöneten ALLAH” demek olur. Âyetten sadece “şafakın rabbi” (tan yerini ağartan) anlamını çıkarıp almak yanlış olur. Âyetten gecenin çatlatılıp içinden sabahın çıkarıldığı anlamı ile birlikte, bitki çekirdeklerinin (tohumlarının) yarılıp toprağa kök salmasından, torağın yarılıp filiz uç vermesinden, hücrenin bölünmesinden tutun da atomun yarılıp nükleer enerjinin çıkarılmasına, ilk çatlamaya (Big Beng) kadar her türlü yarılmanın ALLAH tarafından belirli ölçülerle bir programa uygun olarak, bir takım hedeflere yönelik olarak yapılmakta olduğu anlaşılmalıdır. |
Konu Sahibi Emekdar Üye 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hz. Ali ile Fatıma'nın Aç Kalmaları | İslam/Dinler/Mezhepler | Emekdar Üye | 0 | 2438 | 31 Temmuz 2008 02:53 |
Seleme bin el-Ekvâ'nın Hz Peygambere Ölüm Üzerine... | Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader | Emekdar Üye | 0 | 2293 | 31 Temmuz 2008 02:52 |
Mekke, Savaşılmadan Nasıl Fethedildi? | İslam/Dinler/Mezhepler | Emekdar Üye | 0 | 2709 | 31 Temmuz 2008 02:51 |
Hz. Peygamber'in Hac Esnasındaki Hutbeleri | Hacc-Umre-Kurban | GÖKCEN_AZRA | 1 | 3049 | 31 Temmuz 2008 02:49 |
Bu Mübarek Zat kimdir ?? | Hz.Muhammed(s.a.v) | Mihrinaz | 4 | 2864 | 31 Temmuz 2008 00:27 |
09 Nisan 2008, 13:08 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Felak Suresi Tefsiri 20
Burada Rasülüllah ve Müslümanlara sıkıntılarının devam etmeyeceği, o sıkıntıları çatlatıp bir filiz gibi İslam’ın yeryüzüne çıkıp yayılacağı mesajı verilmektedir. Ne var ki bir program çerçevesinde. O program bilinmediği için “O çatlamanın Rabbi” ne dua edilmeli, o ona bırakılmalıdır. Neyi ne zaman nasıl çatlatacağını bu çatlamanın rabbi (programcısı) bilir. Yarattığı şeylerin şerrinden Bu ayette “mâ” ismi mevsulu kullanılmıştır. Anlamı “şey, şeyler” demektir ki akıllı insanlar kapsam dışıdır. Yani burada zararından ALLAH’a sığınılacak olan şeylerin içinde insan yoktur. Gerçi Razi “insanları da kapsar, insan olmayanlar daha çok olduğundan akılsız varlıklar için kullanılan “mâ” kullanılmıştır” dese de bu görüş pek uygun değildir. İnsanları içeren ayetler bundan sonraki ayetlerdir. Burada şerrinden/zararından ALLAH’a sığınılacak olan yaratıklar başta Ashab-ı fil’i perişan eden Boran gibi doğal afetlerdir. Yani Boran, fırtına, kasırga, deprem sel, yangın vs. daha sonra da mikroplar; salgın hastalıklar, zararlı, zehirli haşereler vs.dir. Bu surenin ve bu ayetin Fil suresinden sonra inmiş olduğunu da unutmayalım. Bu surede Fil suresine gönderme yapılmıştır. ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden, Âyeti celilenin orijinal ifadesini bu cümle ile ifade edivermek yetmiyor. Rabbimiz öyle özel sözcükler seçmiş ki bu sözlüklerin anlamlarına göre aşağıdaki anlamları da anlamamız gerekiyor. Gelip çattığı zaman göz perdelenmesinin şerrinden, Tutulduğu zaman ayın şerrinden, Battığı zaman güneşin şerrinden, Taştığı zaman şehvetin şerrinden, Soktuğu zaman yılanın şerrinden, Ümitsizliğe düşüldüğünde ümitsizliğin şerrinden Ölümün yaklaşmasıyla oluşan korkunun şerrinden. Bizim kanaatimize göre buradaki mana bu lafzi manaların hiç birisi değildir. Ki bu anlamların bir çoğu birinci ayetin kapsamına girmektedir. Buradaki mana, bundan evvelki surelerdeki “Gece, Gündüz, Kuşluk, Fecr” sözcükleriyle ifade edilen mecazi manalardır. Burada şerrinden/zararından ALLAH’a sığınılacak çöken, bastıran karanlık: CEHALETTİR/BİLGİSİZLİKTİR. Karanlığın ne kadar ne ölçüde şerri, zararı olabilir ki! Dünyanın karanlığını aydınlatma araç ve gereçleri ile aydınlatıp zararından kurtulmak mümkün. Ya cehaletin şerrinden kurtulabilmek? Bu ancak ALLAH’ın rahmetiyle mümkündür, insanların çabasıyla mümkün değildir. Onun için cahillerin vereceği zararlardan ALLAH’a sığınıp ondan yardım ve o zararları engellemesi duasında bulunulmalıdır. Burada cahalet/bilgisizlik hakkında kısa bir açıklama verelim. Türkçe’mizde “bilgisizlik” diye söylediğimiz sözcüğün Arapça’sı “cehl, cehalet”tir. “Cehl” sözcüğü lüğatta “ bilmemek, kaba davranmak, gücendirmek, fıkır fıkır kaynamak” demektir. Kur’an’daki kavramlar üzerine büyük otorite olan Ragıp Kur’an’a dayanarak “cehl” sözcüğüne üç anlam verir. Birincisi: Nefsin bilgiden boş olması. İkincisi : Gerçeğin dışında bir şeye inanma. Üçüncüsü: Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmaktır. Bu sözcük farklı yapılarıyla Kur’ân’da 24 kez yer alır. İslamın üzerinde durduğu cahillik/bilmezlik kişinin fizik, kimya, tarih, coğrafya ….. bilmemesi veye okur yazar olmaması değildir. İslamın üzerinde durduğu bilmezlik/cehalet “Gerçeğin dışında bir şeye inanma, hakkın tersini yapmak”tır. Ki Kur’an kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına” cehalet/bilgisizlik demiştir. İslam peygamberi de insanlığa fizik kimya …. Vs. değil gerçeği, gerçeğe inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğreterek insanlığı cehaletten kurtarmıştır. Aşağıdaki ayetleri okursanız cehaleti daha iyi tanımış olursunuz. A’raf 138, 199; Hud 29, 46; Neml 55; Ahkaf 23; En’am 35, 54, 111; Bakara 67 273; Yusuf 33, 89; Furkan 63; Zümer 64; Kasas 55; Ahzab 33, 72; Nisa 17; Nahl 119; Hucurat 6; Al-i ımran 154; Maide 50; Fetih 26. ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden, Çoğu tefsirciler bu ifadelerde, “birinin talihini bağlamak için iplere düğüm atarak üfleyen büyücülerin kastedildiğini söylerler. Ve bu bağlamda bir çok rivâyet de ileri sürerler. Ve bu rivayetlere istinaden üfürükçülüğün, nuskacılığın meşruluğuna (dinde yerinin var olduğuna) hükmederler. Biz burada o rivayetlere ve rivayetlerin sonucunda oluşmuş kanaatlere yer vermeyeceğiz. Zira üfürükçülerin, nuskacıların saf kimseleri kandırarak birkaç kuruşunu ellerinden almalarının ötesinde kişilere ve toplumlara bir zararları olmaz. Onların zararları basit kişisel girişimle ortadan kaldırılabilir. Bundan ALLAH’a sığınmaya gerek yok. Ayrıca Kur’ân’ın indiği o dönemde toplumda bu tip büyücüler zümresi var olsa da hakikatte şerrinden korkulacak bir güçleri ve etkileri söz konusu değildir. Onlarınki şarlatanlıktan öte bir şey değildir.. O nedenle âyette bunlar kastedilmiş olamaz. Onun için âyeti, âyetteki “Neffasat ve ukad” sözcüklerinin, ifade ettiği diğer manalara da itibar etmek gerekir. “Neffasat” sözcüğünün kökü olan “nefs” sözcüğü bizim nefes etmek dedsiğimiz üflemek tir ki biraz tükürükle veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmaktır. Keşşaf sahibi “tükürükle üflemek” demiştir. Ragıb da “ Nefs, tükrük fırlatmaktır, bu ise tühlemekten daha azdır. Üfürükçülerin ve sihirbazın nefsi de düğümler içine üfürmesidir. “ der. “Ukad”, “ukde” sözcüğünün çoğuludur. Ukde, düğüm bağlama”, düğmek, düğümlemek demek olan “akd” kökünden isimdir. Esas anlamı düğüm demektir. Bu anlam çerçevesinde “düğüm, düğüm yeri, beldeler üzerine velayet, İdarecilere biat, sahibinin kendi malı olduğuna inandığı gayrimenkul mallar, ağacı çok ve girift yer, develer için yeterli otluğu olan yer, bir kimsenin yeterli derecede geçimi kendisine bağlı olan şey, bolluk yer, ağaç yemeye mecbur kalmış koyun sürüsü, herhangi bir şeyin kesin gerekliliği ki, nikah akdi, alış-veriş sözleşmesi bu manayadır. Kin öfke, kamış” gibi anlamları da içerir. Ragıp, “akdin önce ipin bağlanması ve binanın bağlanması gibi katı cisimlerde kullanıldığını sonra da alış-veriş akdi, ahid ve saire gibi diğer manalara istiare yoluyla kullanıldığını bildirir. Görüyoruz ki bu ayeti oluşturan sözcükler Hakikat ve mecaz olarak bir çok anlam ifade etmektedirler. O anlamların hepsi geçerlidir. Çünkü aralarında çelişki söz konusu değildir. Bize göre ise “akitlere/sözleşmelere üfleyip tükürenlerin/bozanların şerrinden” diye meallendirmek daha isabetli olur. Ki yapılmış, ona güvenilerek program düzenlenmiş bir sözleşmenin diğer tarafın haberi olmadan taraflardan biri tarafından tek taraflı olarak bozulmasından bir çok şerr/zarar gelir. Bunun iki ülke arasında yapılmış bir barış akdi olduğunu düşünün, karı koca arasında yapılmış bir nikah akdini düşünün, bir iş anlaşmasını düşünün, bir kooperatif sözleşmesini düşünün, bir şirket sözleşmesini düşünün. … ve kıskandığı zaman kıskancın şerrinden. “Haset”, “kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek” demektir. Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir. (Haset, bir çok kez “kıskançlık” olarak ifade edilir. Bu kıskançlık namus kıskançlığı ile karıştırılmamalıdır.) Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset bu hasettir. Bir insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemek haset değildir. Buna da “gıpta” denilir. Hasetin ortaya çıkmasına bir çok sebepler vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: 1. Düşmanlık. Bu, hasetin en önemli sebeplerinden birisidir. Böyle kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan haset çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar, hayat boyunca devam eder, hileli yollarla nimetin izalesine gidilir, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır. 2. Teazzuz. Bir kişinin üstünlük taslaması karşısında diğer bir kişinin ağırına gitmesidir. Kişinin, emsallerinden, mevki, ilim veya servet sahibi olan birisinin kendisine karşı kibirlenmesi halinde bunu hoşgörü ile karşılayamadığı için haset etmesidir. 3. Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan hasettir. 4. Şaşkınlık ve hayranlık. 5. Amacına ulaşamama korkusu. Kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularına dayanır. Diğerinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir haset kaynağıdır. 6. Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği. Sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere haset etmesinin başlıca nedenidir. Sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan kimse, "işte bu adam kendi sahasında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur" denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi, yerini alması hafinde de kıskançlık duyar, haset eder. 7. Kötü huyluluk ve ALLAH'ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik. Kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona ALLAH'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, haset eder. Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar. Böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve ALLAH'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler. Haset dışa vurulmadığı (statik) sürece kişinin kendisinden başkasına zararı olmaz. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü birisine haset edildikçe ALLAH onun nimetini artırır. Onun nimetinin artması da hasetçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Amansız bir hastalığa düşer. Bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur. haset edilenin perişanlığı istenirken, hasetçi perişan olur. Bunun yanında haset edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz. Ama hasetçinin içindeki haset coşar da dışa (dinamik hale gelirse) vurursa, haset edilene karşı kin, garaz, düşmanlık yapmaya başlar. Onun yok olması için uğraşır. Bunun için de iftira atar, komplo kurar, kundakçılık yapar hatta sûikast bile düzenler. Ayette bahsedilen de işte haset/kıskançlığın dışavurumundaki şerdir, kötülüklerdir ve zararlardır. Haset bir duygu olduğundan dışa vurulmadan bilinme imkanı yoktur. Kulun buna bir çare araması söz konusu olamaz. Gücü aşan bu tip konularda “Alimün bizatissudur/akıllardan geçenleri bilen” ALLAH’a sığınıp onun gereğini O’na havale etmek gerekiyor |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Felak suresi meali okunuşu anlamı açılımı mesajları | aldemira | Tefsir Çalışmaları | 0 | 03 Temmuz 2013 12:38 |
Fizilalil Kuran Felak Suresi Tefsiri-Medineweb | MERVE DEMİR | Fizilalil Kur'ân | 1 | 18 Ekim 2009 18:55 |
Cum'a suresi tefsiri... | TÜRKcan | Tefsir Çalışmaları | 4 | 16 Ağustos 2008 03:47 |
Asr Suresi 103 Özel Tefsiri | Emekdar Üye | Tefsir Çalışmaları | 4 | 09 Nisan 2008 02:27 |
Nas Suresi Tefsiri | Emekdar Üye | Tefsir Çalışmaları | 1 | 05 Nisan 2008 12:53 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|