Yemek Kültürü
Bediüzzaman'a göre nimetler öncelikle tefekkür içindir; onları tüketmek sadece ölümlerine sebep olmak anlamına gelir. Tüketmeyi ihtiyaç nispetinde ve lezzeti şükürle sınırlamaktır. Bunun dışındakiler israftır.
İsa'nın son akşam yemeği, ekmek ve şarap.. Batı roman sanatı dolayısıyla kültürü, yemek ve içmeyi kutsallaştırmak üzerinden kendine bir yol açmıştır. Her romanın bir 'kişisi' olacağından; her 'kişi'nin de ihtiyaçları, aşk ve zaafları ve çatışmaları bulunduğu gibi; her insanın 'romantik' bir yeme ve içme biçimi dahi olmalıdır, ve vardır.
Romanvarî yemek içmek, nihayetinde, sınırı aşarak 'helâl haram demeyip yemek'; sınırları yıkmaktır.
**
Popüler kültürde bir kısım resimler kadın sûreti vasıtasıyla hevesleri yolundan çıkarırken, diğer taraftan, yemek ve içmek sûretleri ile insanlar bir başka hevese bağımlanıyor; açlığı tahrik ile israfa teşvik ediliyor.
Ayrıca, bir gazetenin baş köşesinde kadın sûretlerini sergilemek nasıl manevî bir cinayetse, bunu lanetleyip, sonra başka bir gazetenin baş köşesinde gösterişli yemek ve içecekleri sergilemek de bir heves patlamasına sebep değil de nedir?
Sinemada, televizyonda.. bir cenazeye şehvetle bakmak gibi, yürüyen cenazeler şeklindeki kadın ve kızları tahabbüble seyretmek nasıl bir yoldan çıkmaksa, başka bir sinema ya da televizyonda, gelip geçen cazibeli yemekleri seyredip ağız sulandırmak da nefsin bir bozulmasıdır.
**
Dolu mideler, büyümüş göbekler insan ve nefsinin intiharıdır...
Kapıcı hükmünde olan dili, bir hâkim konumuna getirmek; gözü, kavvat derecesine düşürüp dildeki tad almaya hizmetkâr etmek, ruhu öldürüp cesedi kuru bir saray dekoruna dönüştürüp haz peşinde eğilip bükülmesi de bir insan intiharı değil de nedir?..
İnsan sarayını bir gecekonduya çevirmek, hatta bir sahipsiz hana, bir sokak ortasına, belki de şeytanların hokkabazlık yaptıkları bir sirke...
Efendinin itle oynadığı... İnsan nefsinin dildeki tad almanın gönüllü kölesi olarak çalıştığı... Hikmetin ve faydanın geri atıldığı; doymanın ve acıkmanın anlamının bozulduğu bir duygusuz öğütme makinesinde döndüğü...
**
Roman gibi bir hayat, romanvarî yeme içmeyle varlığını devam ettiriyor. Zevk, cesede saldırıyor, ele geçiriyor; roman kahramanları gibi azmanlaşmak, bir film yıldızının yediğinden yemek, onlar gibi içmekten haz almak..
Hayatı bitmeyen bir yemek masası üzerinde kurgulamak... Dünyayı dahi bir bitmeyen açlıkla tüketip gözünü aya, yıldızlara, başka dünyalara dikmek...
Göz, çukurundan çıkınca, dünyaları da yese doymuyor. Yıldızları da istiyor. Herşeyi tümden istemekle kalmıyor. Romanvarî bir nazarı takan medeniyet, insanı, gözüne toprak atmakla ancak uyanacak bir ölüme mahkum ediyor.
'O ne kötü bir uyanmak'tır...
'Ateşle doymak'tır...
**
Tüketim kültürüne karşı İslam'ın getirdiği, oruç gibi teskin edicilerdir. Nefsi yörüngesine sokan açlığı, sıkça kullanmaktır.
Bunun yanında, sadaka, dostları olan muhtaç mahlûkatı (bitki ve hayvanlar dahil) öncelikle yeme içme hususunda 'kendi nefsine tercih etmek' şeklinde gündelik bir reflekstir.
Her akşam eve döndüğünde "bugün yiyecek neyimiz var?" diye soran bir Peygamberin (asm) ümmeti olmak.. ve dahası, eğer yiyecek varsa, ki bir kuru ekmek ve bir kaç hurma ya da bir parça etten ibarettir, derhal diğer nefisleri tercihe yönelen ve paylaşmayı düşünen, çoğu geceler aç yatan bir Peygamberin (asm) ümmeti olmak.. bugün romanvarî bir yemek içmek kültüründen bizi alıkoymalı.. değil midir?
**
Bu demektir ki, her akşam bizi besleyen zaruri yiyecek ve içecek dışındakiler sofranın başkalarına da yer olmasını zorunlu kılıyor. Her günün sadakası sofrada bize kendini gösteriyor.. ve işte o fazlalığın olması, ayrıca, o günün zekat miktarı oluyor.
Eğer o payı da yersek; işte o yiyeceklerin ölümüne sebep olmuş ve nefsimize de zulmetmiş oluruz ve nefsimizi hasta ederek bu zulmün karşılığını acilen alırız.
Bediüzzaman, Batı medeniyetinin, felaketini getirecek sefih yüzünde: "ben tok olayım, başkaları açlıktan ölse bana ne!" sözünü işitiyor. Buna karşı: "komşusu açken tok yatan bizden değildir" nebevî fermanını hatırlatıyor. Her şeyin bir zekat miktarı bulunduğunu söyleyerek büyük bir insaniyet açılımını İslamiyette gösteriyor.
(İlginç bir örnek olarak: Kubbe-i Hasiye'de inzivaya çekilen Bediüzzaman'ın, kendisine getirilen yemeği yalnız başına yememek için, tanelerini karıncalarla paylaşması, diğer hikmetleriyle birlikte, sözkonusu nebevî geleneği uygulamaktaki titizliğini de ortaya koyuyor.)
Batı kültürünün doldurmasıyla midesi bulanan insan fıtratının, yeme içme konusunda da İslam'ın ve peygamberinin teskin edici ilaçlarına yönlenmesi kaçınılmazdır...
alıntıdır
caner kutlu