Kimler ehl-i dünya?
“Ehl-i Dünya” tabirinin muhatabı kim ya da kimler? Muhataplar bize göre belli: Öte mahallede oturanlar... Karşı safta safları işgal edip saflara musallat olanlar... Dünyayı heva ve hevesleri adına yaşayanlar... İnkârı imana, dalaleti hidayete, isyanı itaate, önü sona, görüneni görünmeyene, eneyi Hüve’ye tercih edenler...
İsimler farklı olsa da sıfatlar aynı ise mevsuf hükmen aynı olur. Bu itibarla “Ehl-i Dünya” kavramından nefislerimize bakan bir cihet, bizlerin de alacağı bir ibret olmalı... Çünkü özde arınmak için sözden alınma lazım ve elzemdir. Ezcümle, ehl-i dünya olanlar:
Emanet olarak verilenleri ganimet görürler. Yiyip içtikleri nimetler için Mün’ime minnet etmezler...
Geçmiş ve gelecek ile ilgilenmeyi sevmezler. Bakışları güne ve öne dönük, alkışları şana ve üne yöneliktir...
Hakikati sorgulamayı, hakkı algılamak ve tabi olmak için değil; haklıları suçlamak ve yargılamak için yaparlar...
Şiddetli hissiyatlarını umur-u dünya için sarf ederler. Dünya hayatını önceler, ahiret işlerini örter veya ötelerler...
Hissiyat cihetiyle keramet(!) ehlidirler. Enaniyetlerindeki hassasiyet ile bazı şeyleri gayr-i şuuri önceden hissederler...
Mütekebbir ve mağrurdurlar. Mahviyet kulvarında yürümeyi, ubudiyet yularıyla bağlanmayı sevmez ve istemezler...
Nazarları cüz’iye, niyetleri süfliyedir. Bu yüzden şehr-i esma, meşher-i ukba olan dünyanın güzel yüzleriyle ilgilenmezler...
Dünya cihetiyle ehil ve akil, ahiret itibarıyla gafil ve cahildirler. İbadeti gereksiz, külfeti neticesiz, ücreti yetersiz görürler...
Hasenat yerine seyyiatı; iffet yerine şehveti; şefkat yerine şiddeti; hacalet yerine şöhreti; kanaat yerine serveti öncelerler...
Kendilerine benzemeyenleri potansiyel düşman görürler. İmkanatı vukuat ile iltibas ederler; pek çok zulmü bu yüzden işlerler...
Elması (ahireti) verip camı satın alırlar. Cama (dünya) elmas fiyatı verirler. Elması elmas bildikleri halde cam fiyatına almak isterler...
Ehl-i ahiretin kendilerine teslimiyet ve tasannuat ile baş eğmelerinden razı olmazlar. Kalbini ve vicdanını bırak; yalnız bizim için dünyaya çalış derler...
Mevhumu mutlak, mütenahiyi namütenahi görürler. Mevhum ve muaccel dünyevi bir yararı, mutlak ve müeccel binler uhrevi zararlara tercih ederler...
Mevti nisyan, mesuliyeti isyan, mükellefiyeti tuğyan ile karşılarlar. Nefis ve şeytana yenilmiş olmalarından, mevte ve mesuliyete karşı duyarsız görünürler...
Gelecekteki lezzetlere müşteri olmazlar. Hâlihazırdaki bir dirhem zevki, istikbaldeki binler batman zevklere tercih edecek kadar peşinin peşine düşerler...
İnsanları hakiki olarak sevmezler. Seviyor görünselerde asıl menfaatlerini severler. Sevgi hamili olmadıkları gibi sevgi hamlesini de önce karşıdan beklerler...
Dünyevi küçük bir menfaat için en hasis şeylere taparlar. Doğru yolda eğri yola saparlar. Ahiret adına yatırım yapmazlar; yapsalar da imaj ve kamuflaj için yaparlar...
Müstebit ve mütehakkimdirler. İlmî olarak istibdadı, fiilî olarak tahakkümü meslek edinmişlerdir. Kendilerinden icazet alınmadan yapılan işlerden rahatsız olurlar...
Elhasıl; öz neye meylederse yüz ona döner; yüz nereye dönerse göz onu seyreder; göz neyi seyrederse gönül ona ünsiyet eder. Gönlünü dünya ve masivaya kaptırmak, özünü ve gözünü hakka ve hakikate kapatmak demektir.
En bahtiyar insan; dünya için âhiretini unutmayan, âhiretini dünyaya feda etmeyen, ebedi hayatını dünyevi hayat için bozmayan, kendini misafir görüp misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket eden insandır...
alıntıdır
Ahmet AKCAN