Durumu: Medine No : 21422 Üyelik T.:
08 Kasım 2012 Arkadaşları:35 Cinsiyet: Mesaj:
3.298 Konular:
784 Beğenildi:132 Beğendi:34 Takdirleri:141 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Anlamsızlık ve yanlış anlamlandırmalar Anlamsızlık ve yanlış anlamlandırmalar Bir davranışın kendisinden daha çok, o davranışa yüklenen anlam önemlidir. Aile içi çatışmaların temelinde “anlamlandırma farklılığını” ilk sıralarda görüyoruz. Örneğin, mutfak çöpünü dışarı çıkartması için oğluna seslenen bir anne, çocuğunun azıcık gecikmesine birden anormal bir tepki verebilir. Böylesi bir annenin öfke patlaması, çöpün çıkmaması değil, çocuğunun kendi sözünü dinlememesini “saygısızlık” olarak anlamlandırdığı içindir. Hâlbuki çocuğun gecikmesindeki “gerçek sebep” annesine saygısızlık değil, oyuna dalmışlığı olabilir. , Çocukluğu otoriter bir aile içinde geçmiş kişiler, anne-baba olup kendi çocuklarından bir işin yapılmasını istediklerinde, bu işin hemen yerine getirilmesini isterler. Böylesi yetişkinler, bir işin gecikmesini saygısızlık olarak anlamlandırır. Çocukluğunu baskıcı, otoriter, hırslı yetişkinlerin yanında geçirmiş yetişkinler buyurgandırlar. Buyurdukları işlerin yerine getirilmesi kendi kişiliklerinin onaylanması anlamındadır. Eksiklikler, kişiliğine saygısızlıktır. Bir gün yanıma çocukları sebebi ile anlaşamayan bir ebeveyn gelmişti. Kadıncağız çok dertliydi: “Hocam, eşim çok tahammülsüz. Geçen gün 5 yaşındaki oğlumuz koltukların üzerinde zıplıyor diye hem bana hem de çocuğa olmadık sözler söyledi. Artık kaldıramıyorum eşimin bu gergin hâlini.” Eşine sordum “Nedir sorun?” diye. Hanımefendiden daha dertliydi: “Hocam, akşam vakti yorgun argın evime geldim, azıcık dinlenmeye ihtiyacım vardı. Oğlan sanki bana inat koltukların üzerinde zıplayıp duruyordu. ‘Zıplama, oradan in aşağı.’ dedim. Eşim ‘Ne var canım, çocuk değil mi, zıplasın biraz!’ deyince kan beynime sıçradı, kendimi kaybettim, bağırıp çağırdım artık ne yapayım.” dedi. “Neden kan beyninize sıçradı ki?” diye sordum. “Ben yorgunum, dinlenmek için eve gelmişim. Çocuğa yapmaması gereken bir şey söylüyorum, eşim eğer bana ‘değer’ verse aslında, yorgunluğumu anlar, ‘Oğlum, baban biraz yorgun, zıplama orada.’ derdi.” dedi. Bu beyefendinin kanını beynine sıçratan şey, çocuğun zıplaması değil, değersizlik hissi idi. Çocuğuna bir baba olarak “buyurduğu” şeyin yapılmasının anne tarafından engellenmesi, onun kendini değersiz hissetmesine neden olmuştu. Eşinin kendisini anlamaması da değersizlik hissinin tuzu biberi idi… Bir başka örnek vereyim. Sorunlarına profesyonel bir yardım almak isteyen bir aile ile görüşmüştüm. Kadın, eşini şöyle anlatıyordu: “Hocam, eşim oldukça tahammülsüz biri. Özellikle akşam eve geldiğinde yemek hazır değilse, birdenbire morali bozuluyor, sinirleniyor, beni aşağılıyor. Azıcık beklese sofrayı hemen hazır edeceğim ama sinirlendiği zaman ‘İstemiyorum yemek memek!’ diyerek küsüp kenara çekiliyor. Bazen kendimi onun hizmetçisi gibi hissediyorum. Onu kızdırmamak için yemek yaparken sinir oluyorum kendi kendime. Eşimden nefret eder hâle geldim.” Beyefendiye, neden böyle davrandığını sordum. Biraz durdu, gözüme baktı: “Biz ailemizden böyle gördük. Bir kadının kocasına ne kadar saygı duyduğunu eşine hazırladığı sofrada görebilirsiniz. Eğer eşi akşam işten geldiği hâlde kadın hâlâ yemeği hazır etmemişse, eşine işte bu kadar saygı duyuyor demektir. Benim kızdığım şey, yemek değil, saygısızlık.” dedi. Kadın yemeğe başka anlam yüklemiş, erkek başka... Sorun yemek sorunu değil, yemeğe yüklenen saygı sorunu idi… Aile içinde bir davranışın gerçek anlamından daha çok, o davranışın eşler tarafından nasıl anlamlandırıldığı önemlidir. “Eşimin beni anlamasını istiyorum” diyerek küsmek, iletişimi kesmek, sorunu çözmez, daha da büyütür. alıntıdır Adem GÜNEŞ |