HZ. PEYGAMBER ÖLDÜ VE....
Hz Peygamber öldü.
Ve biliyorsunuz değil mi; Henüz elbiselerinin üzerinde kokusu duruyorken şeriatı eskimeye başlamıştı bile. Evet bugün her şeyi bir cümle ile özetlemek mümkün; Hz Peygamber ölmüştü ve aziz naaşı henüz soğumadan bizlerin insanlığımıza da kıymaya başlamışlardı.
İşte bu yüzden, asıl trajedi Hz Peygamber’in ölmüş olması değil…
Trajik olan, bizlerin Hz Peygamber’in vefatının hemen akabinde, en olmadık yalanlara, en hain tuzaklara alıştırılmaya başlanmamış olmamız.
Pekala kimdi bize bu tuzakları hazırlayanlar ?
Aleviler mi ? Hayır...
O halde Sünniler mi ? Hayır Sünniler de değil…
Zira Hz Peygamber’in vefatının ardından beliren gök kubbe altındaki manzaraya baktığımda gördüğüm şey, bugün Sünni ya da Alevi olarak tabir ettiğimiz insanlardan oluşmuş bir manzara değildi.
Biliyor musunuz; Hz Peygamber vefat ettiğinde dünyanın bütün insanları oradaydı. Farz edin ki; Dünyanın nüfusu o dönem 10 milyon idi…Ah evet 10 milyon insan vardı gördüğüm manzaranın içerisinde. Yahu bana ne Alevi’den Sünni’den ya da Mekke veyahut Medine ahalisinden...Dünyanın bütün insanları oradaydı, diyorum ya.
Ah Muhammed gitmişti işte…İnsanlar, bir yetimin vicdanından dünyaya haykıran o sesin sahibini göremiyorlar ya da işitemiyorlardı artık. Bazı geceler sabahlara değin mehtabı seyreden, bakışlarını yıldızlara diken, dağlarda dolaşan, insanlık için endişelenen, soru soran, yalnızlığa çekilen, tefekkür eden, kız çocukları neden toprağa gömülüyor, bu insanlar neden aç, hani adalet, hani eşitlik, hani kul hakkı, hani “Allah” diye tüm putları kıran ve sadece vicdanına yani Allah’ına iman eden Muhammed’in naaşıydı önümüzde duran.
Ve şunu Allah’ım gibi aşikar biliyorum ki; Hz Peygamber insanlığa sunulmuş en büyük hediyeydi, bir yetimin vicdanından insanlara seslenen o ses Allah’ın tenezzül ederek insanlara bahşetmiş olduğu büyük bir lütuftu.
İşte bu yüzden insanoğlunun görüp görebileceği en büyük kayıptı Hz Peygamber’in ölümü.
Pekala, Muhammed yalnızca bir peygamberdi. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmişti. Ve O ölür veya öldürülürse, bizim tabana kuvvet kaçmamamız gerekiyordu…
Tabana kuvvet kaçmamamız gerekiyordu…İmtihanların en büyüğü buydu işte…
Ancak, bu büyük kayıpla beraber dünyanın pencereleri de sonuna kadar açılmıştı adeta…Evlerimize şiddetli rüzgarlar doldu, içimizdeki tüm pencereler birbirine çarptı…
Bir garip pusular içerisinde kaldık…Gecelerimiz zehir zemberek oldu…
Fırtınalara, boranlara tutulduk.
Bir yetimin vicdanından dünyaya haykıran o ses sözle görülmez ya da işitilmez olunca, tüm değerlerimiz şiddetli rüzgarlara, fırtınalara, boranlara tutuldu. En olmadık yalanlara, en hain tuzaklara alıştırılmaya başlandık ve her şey birbirine girdi.
Adalet…Eşitlik…Özgürlük…Akıl…Merhamet…Zulüm…Saltan at…Sömürü…Kul-hakkı…
Bunların hepsi havada uçuşan birer takvim yaprağıydı adeta…
Diyoruz ya; Hz Peygamber öldüğünde tüm insanlık oradaydı ve her kim adeta birer takvim yaprağı gibi havada uçuşan değerlerden adaleti-eşitliği-özgürlüğü-aklı ve merhameti yakaladıysa bir adım öne çıksın…
Alevi’ymiş, Sünni’ymiş, Müslüman’mış, Hristiyan’mış ya da Buda Rahibi’ymiş hiç fark etmez…
Ateist olmuş, bu da hiç fark etmez…Ah biz ne ateistler gördük, Müslüman’ım diye bas bas bağırandan daha insan…Ne ateistler tanıdık zulmün karşısında kaya gibi duran, ne Müslümanlar tanıdık zalimin elinde oyuncak…
Haliyle lafa değil icraata bakar olduk, ne yapalım…
PEREN BİRSAYGILI /Haber10 NOT : Sn. Peren hanım yakında inşallah YAZARLAR bölümünde bizlerle birlikte olacak... Syglr...