|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Milena,Açılış Tarihi: 06 Ocak 2012 (23:33), Konuya Son Cevap : 29 Ekim 2017 (23:07). Konuya 12 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
06 Ocak 2012, 23:33 | Mesaj No:1 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri ünite özetleri 1-10 İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri ünite özetleri 1-10 GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 1 – Günümüz Fıkıh Problemlerinin Çözümünde İlke ve Yöntemler İslam bilginleri dini şu şekilde tanımlar: Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur. Fıkıh terminolojisinde Kuran ve Sünnet metinlerine ortak bir terimle “nas” adı verilir.Din ilahi kaynaklı naslar aracılığı ile Allah’ın insanlara hitabıyani buyurmasından ibarettir. İçtihat;”Fakih’in Şeri ameli bir meselenin hükmünü ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayretini sarfetmesi “şeklinde tanımlanmaktadır. Bu melekeye sahip olan kimseye müçtehit adı verilmektedir. Toplumsal hayat sürekli bir değişim içindedir.Sosyal bilimciler “değişmeyen bir şey varsa o da hayatın sürekli değiştiği gerçeğidir”derler. İslam’ın bir taraftan özünü safiyetini koruyup diğer taraftan durmadan değişen hayat realitesine uyum sağlama zorunluluğu ve yeteneği onun bazı hükümlerinde zamana çevreye ve şartlara göre nispi bir değişme olup olmayacağı meselesini gündeme getirmiştir.Bu konu klasik fıkıhta “ahkamın tağayyürü” hükümlerin değişmesi adı altında ele alınmıştır. Bu değişim fıkhın neshi iptali olmayıp belirli şartlarda uygulanması istenen hükmün o şartlar oluşmadığı için uygulanmaması demektir.Şartlar eski haline döndüğünde önceki hüküm tekrar yürürlüğe girebilir. Fıkhın Değişme İle Bağdaşmaz Gözüken Özellikleri 1.Dini Hükümlerin İlahi Nitelikli Oluşu:Kuran-ı Kerim bütün itibariyle vahiy mahsulüdür.İkinci kaynağı sünnettir ki o da vahye dayandığı en azından vahyin kontrolüne tabi olduğu kesindir.Fıkhın iki temel kaynağının vahiy oluşu onun ve ondan çıkarılan hükümlerin ilke olarak değişmez ve değiştirilemez oluşunu gerektirir. 2.İslamın Kemale Ermiş Olması:İslam dininin tamamlanmış bütünlüğe ulaşmış kemale ermiş olması da hükümlerin değişmesine engel olarak gözüken hususlardan biridir.İslam bilginlerinin geneli Hz Peygamber kabul edilmez olarak nitelendiren yenilikleri bid’at kavramıyla ilişkilendirmiş ve bununla kastedilen şeyin dinin özünde ve ibadetlerinde yapılan yenilikler olduğunu belirtmişlerdir. Fıkhın Değişmeye Açık Olduğunu Gösteren Özellikleri 1.İslam Dininin Evrenselliği: İslam herhangi bir coğrafi bölge olmaksızınbütün insanlığa hitap eden bir dindir. 2.Hükümlerin Esnekliği:Hükümlerin esnekliğinden anlaşılan bazı hükümlerin zamanamekenaortama ve şartlara göre farklı şekiller alabilme yeteneğidir.Esneklik hükümlerin yeni mesele ve olayları çözüme kavuşturma ve olayları çözüme kavuşturma ve onları yerli yerinde oturtma konusunda üstün bir kabiliyete sahip bulunduğunu anlatır.Fıkıhta özellikle kolaylık ve zaruret prensipleri hükümlerin esnekliğini sağlayan en önemli araçlardandır. İslam bilginleri değişmenin ilke olarak mümkün olduğunu kabul ederler.İslam bilginleri hükümleri 2’ye ayırmaktadır. 1.Taabbudi Hükümler:Taabbudi hükmün en temel özellikleri kesin nassa dayanmış olmasıdinin aslına dahil olmasıkıyasa konu olmaması ve özü itibariyle değişime kapalı olmasıdır. 2.Talili Hükümler:Talili hükümler genişletilmeye ve değiştirmeye elverişli alanlarını oluşturmaktadır. Hükümlerin bu şekilde ikiye ayrılması Zahiriler hariç tüm İslam bilginleri tarafından kabul edilmektedir. Nevazil kelimesi fıkıh tarihinin ilk dönemlerinde genel olarak yeni ortaya çıkan ve hakkında şeri bir hüküm verilmesi gereken mesele ve olayları ifade etmek üzere kullanılmıştır. *Hanefilerde nevazil görüşlerini toplayan ve günümüze ulaşan ilk eser Ebu’l-Leys es-Semerkandi’nin Kitabun Nevazil adlı eseridir. *Natifi = el vakıat *Sadruşşehid = el vakıat *Kadihan = el Fetava *Keşşi = Mecmu u’n Nevazil ve’l Havadis ve’ Vakıat GÜNÜMÜZ FIKIH PROPLEMLERİNİN ÇÖZÜMÜ 1.Modernist/tarihselci yaklaşım: Bu yaklaşım her şeyin tarihe göre değiştiği ve tarihsel olanın evrensel olamayacağı temel düşüncesine dayanmaktadır. 2.Yeni Selefeci Yaklaşım: Bu yaklaşım klasik fıkıh birikimini ve geleneğini büyük ölçüde yok sayan reddeden bir anlayışa sahiptir.Gelenekten kopuk ve gerçekle irtibatı zayıf olan bu yaklaşım günümüz fıkıh problemlerini çözmede yeterli bir yaklaşım olarak görülmemektedir. 3.Gelenekselci taklitçi yaklaşımlar: Bu yaklaşımın sahipleri belirli mezheplerin fıkıh eserlerinde yer alan görüş ve açıklamaları çoğunluk itibariyle değişmez evrensel değişmez hükümler olarak görürler. Günümüzde bu görüşü savunanlar gittikçe azalmaktadır. 4.Akademik Yaklaşımlar: Bu yaklaşımlarda klasik fıkıh geleneğindeki yöntem ve görüşlere büyük değer verirler günümüz fıkıh problemlerinin çözümünde öncelikle bunlara başvururlar. *Mısır’da Ezher’e Bağlı İslam araştırmaları akademisi 1961 yılında kurulmuştur. *Dünya İslam Birliği Akademisi 1976 yılında Mekke’de kurulmuştur. *İslam Konferansı Teşkilatı Fıkıh Akademisi 1983 yılında İslam Konferansı Teşkilatına bağlı olarak kurulmuştur.Merkezi Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindedir.Amacı dünyanın her tarafındaki Müslümanların karşılaştıkları çağdaş dini problemlere çözüm aramaktır. *Avrupa Fetva Ve Araştırma Kurulu (ECFR) Avrupa’daki Müslümanların dini ihtiyaç ve problemlerine çözüm üretmek üzere kurulmuş merkezi İrlanda’nın Dublin kentinde olan bir kuruldur. | |
Konu Sahibi Milena 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Yeterlilik Sınavı Stajer Vaiz İçin 2011 Çıkmış... | Vaiz - Vaize Yeterlilik Sınavı | Milena | 0 | 2845 | 02 Şubat 2012 22:36 |
Yeterlilik Sınavı Müezzin Kayyım İçin 2011 Çıkmış... | İmam-Hatip/Müezzin DHBT Sınavı | Milena | 0 | 3358 | 02 Şubat 2012 22:33 |
Yeterlilik Sınavı İmam Hatip İçin 2011 Çıkmış... | İmam-Hatip/Müezzin DHBT Sınavı | Milena | 0 | 3375 | 02 Şubat 2012 22:31 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Yaşayan Dünya Dinleri... | Yaşayan Dünya Dinleri | nurşen35 | 4 | 10255 | 02 Şubat 2012 11:20 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Yaşayan Dünya Dinleri... | Yaşayan Dünya Dinleri | sahra123 | 20 | 24674 | 02 Şubat 2012 10:47 |
06 Ocak 2012, 23:33 | Mesaj No:2 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 2. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 2 - İbadet Hayatı Vakit namazla sorumlu olmanın şartıdır.Namaz vakitleri güneş ve dünyanın hareketleri ile belirlenmektedir.Dünya üzerinde namaz vakitlerinin oluşmadığı bölgeleri iki kısımda incelemek mümkündür.Birincisi şafakla fecir arasında çok kısa bir zaman bulunan bölgelerikincisi ise uzun süre gece ve gündüz olan bölgeler. Bunlar kısa ve uzun süreli bölge diye ikiye ayrılır. Kısa Süreli Bölgeler: Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe yaz aylarındagüneşin batışı ve yaz aylarının doğuşu arasındaki süre azalmakta bununla ters orantılı olarak şafak ve fecrin oluşum süresi uzamaktadır.kutup bölgelerine yakın olan yerlerde ise güneş battığında şafak kırmızılığı oluşmakta ancak şafak sonrası beyazlık meydana gelmeden fecir doğmaktadır.Bu husus sabah namazına engel olmamakta ancak yatsı namazının vaktinin oluşup oluşmadığı tartışılmıştır. Bu konuda iki temel görüşe göre: *Bu bölgede yaşayanların yatsı namazındaki sorumluluğu düşer. *Bu bölgede yaşayanlar kendilerine en yakın namaz vakitlerine uyarak namazlarını kırmaları gerekir. Uzun süreli bölgeler: 66 derece enleminde itibaren sadece imsak ve yatsı vakitleri değil diğer namaz vakitleri de oluşmamaktadır.Kutuplara yaklaştıkça güneşin batmadığı ya da doğmadığı gün sayısı artmaktadır.Buralarda 24 saat içinde güneş doğup batmamaktaaksine uzun süre gündüz ve gece yaşanmaktadır.Uzun gecelerin yaşandığı bölgelerde günlerce gündüz namazlarının vaktiuzun gündüzlerin yaşandığı bölgelerde de gece namazlarının vakti oluşmamaktadır.Oluşmayan bu namaz vakitlerinin takdir edilip edilmeyeceği eğer edilecekse neye göre takdir edileceği tartışmalıdır. Bu konuda iki ana görüş bulunmaktadır: 1. Bu bölgelerde yaşayan insanların namaz sorumluluğu düşer. 2. Bu bölgelerde takdir yöntemi uygulanır. Bu konuyla ilgili sahabe uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuş Hz Peygamber cevap olarak ”Hayır bire günlük namaz yeterli değildir.Namaz vakitlerini takdir edersiniz” buyurmuştur. RAMAZAN HİLALİNİN GÖRÜLMESİ Kameri ayların başlangıcında hilalin görülmesi meselesini ifade etmek için ru’yet-i hilal terimi kullanılmaktadır. Hz. Peygamber hilali görünce oruca başlayınız ve hilalini (şevval hilali) görünce bayram ediniz.Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayınız buyurmuştur. *Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre zeval (öğle)vaktinden önce veya sonra görülen hilal ayın başlamış olduğuna işaret değildir. *Ebu Yusuf’a göre ise zevalden önce görülen hilan önceki geceye ait olduğu için onunla ramazan ve bayram gerçekleşmiş olur.dolayısıyla ramazan ayının öncesinde görülen bu hilal sebebiyle insanlar o andan itibaren oruca başlarlar. *İmam MalikŞafii ve Ahmet b.Hanbel kameri ayların başlangıcını tespitte sadece gece görülen hilale itibar edileceğini dile getirmektedirler. *Dünyanın yuvarlak oluşundan dolayı bir yerde görülen hilal başka bir yerde görülmeyebilir. Buna ihtilafu’l-****li yani ayın doğuş yer ve vakitlerinin değişmesi denir. Kabul gören ağırlıklı görüşe göre ihtilafu’l-****li dikkate alınmaz. Bu sebeple ramazan hilali bir yerde görülmüşse diğer yerlerde yaşayanlar bu görmeyi dikkate alarak oruç tutmalıdır. Şafiiler namaza kıyas yaparak konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Onlara göre güneş hareketlerindeki farklılık namaz vakitlerinin farklılığına sebep olmaktadır. Tıpkı bunun gibi ayın birbirine uzak bölgelerde farklı zamanlarda doğmuş olması da oruçların farklı günlerde başlamasına gerekçe olabilir. *Hz. Peygamberin “ biz ümmi biz toplumuz” şeklindeki hadisi o dönemin özelliği ile ilgili bir tespittir. O dönemin bilgisinin ince hesapları yapmaya elverişli olmadığına işaret eden bu hadis bu işin temelinde hesap olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. *Astronomi ilmi sayesinde artık bugün ay ve güneşin hareketlerini sağlıklı ve kesin şekilde tespit mümkün hale gelmiştir. İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK Cem iki şekilde gerçekleşmektedir. 1- Öğle ve ikindi namazlarını bu iki namazdan birisinin vaktinde kılmak 2- Akşam ve yatsı namazlarından birisini diğerinin vaktinde kılmak *İkindi namazını öğle namazı vaktinde veya yatsı namazını akşam namazı vaktinde kılmaya cem-i takdim denir. *Öğle namazını ikindi akşam namazını da yatsı namazı vaktinde kılmaya ise cem-i tehir adı verilmektedir. *Cem bazen öğlen namazını geçirtip son vaktinde kılma ve hemen arkasından vakti gelmiş bulunan ikindi namazını eda etme örneğindeki gibi sadece görünüşte olabilir. Buna şekli ( suri ) cem denmektedir. *Öğle ve ikindi namazlarından birini diğerinin vaktinde kılmak veya akşam ile yatsı namazlarından birisini diğerinin vaktinde kılmaya hakiki cem adı verilmektedir. CEM ETME SEBEPLERİ *Hac- Yolculuk – Yağmur – Hastalık Namazları Cem Etmeyi Caiz Görenlerin Delilleri *Arafat ve Müzdelife’de namazları cem etmenin gerekçeleri hac ibadeti dışındaki cemler içinde haklı bir gerekçedir.*Hac dışında da Hz. Peygamber’in cem ettiğine işaret eden rivayetler bulunmaktadır. Namazları Cem Etmeyi Caiz Görmeyenlerin Delilleri *Hz. Peygamberin bir defanın dışında cem etmediğini bildiren rivayetler vardır.*Hz. Ömer özürsüz olarak cem etmeyi büyük günahlardan saymıştır. *Savaşta bile namazın nasıl kılınacağını bildiren ayet olmasına rağmen cemi işaret eden ayet bulunmamaktadır. Cem Belirli Kurallara Uyularak Yapılmalıdır. *Namazları cem etmeye niyet edilmelidir. *Takdim ceminde önce vakti girmiş olan namaz daha sonra sünnetleri kılmadan diğeri kılınmalıdır. *Sabah namazı hiçbir namazla cem edilemez. Cem sadece öğle ile ikinde ve akşam ile yatsı namazları arasında olabilir. *İki namaz arasında uzun fasıla verilmemelidir. Kadınların Özel Hallerinde Oruç Tutulabileceği Görüşü *Bu görüşü savunanlar” kadınlar bu dönemlerinde mutlaka oruç tutmalıdır” demiyorlar. Onlara göre kadınlar isterse Hz. Peygamber zamanında kendilerine tanınan bu kolaylığı kullanabilirler ve oruçlarını kazaya bırakabilirler. Ama kadınlar bu hallerinde oruç tutmayı tercih ederlerse bu konuda dini açıdan bir sakınca söz konusu değildir. Kadınların Özel Hallerinde Oruç Tutamayacağı Görüşü *Hanefi Maliki Şafi ve Hanbeli mezheplerinde kadınların özel hallerinde oruç tutmalarının haram olduğu görüşü benimsenmiştir. *Özür kanaması olan kadınların ( müstehaze ) bu durumu oruç tutmamalarına bir gerekçe değildir. Adet kanaması olan kadın hasta kapsamında değerlendirilebiliyorsa müstehazenin öncelikle hasta sayılması gerekirdi. Hz. Peygamberin hadisinden hareketle hiçbir fakih bunların oruç tutmayabileceğini söylememiştir. Kadınların Özel Hallerinde Tavaf Yapmaları Diğer ibadetlerde olduğu gibi haccında kendine özgü bir takım kuralları vardır. Haccın rükünleri denen bu temel kurallar ; Hanefilere göre zilhitce ayının 9.uncu yani arefe günü zeval vaktinden sonra Arafat da vakfe yapmak ve bayram sabahından itibaren hayatın her hangi bir gününde Kabe’ye tavaf etmekten ibarettir. Bu tavafa ziyaret tavafı denir. Diğer tavaf türleri olan Kudüm tavafı ve Veda tavafı sünnet veya vacip olarak fıkhi değer taşımakta ve haccın geçerliliğinin ön şartlarından kabul edilmemektedir. “kadınların tavafı” ifademizle kast ettiğimiz kadınların ziyaret tavafındaki durumudur. Hükmi Kirlilikten Temizlenmenin Vacip Olduğu Görüşü Hanefilerin mezhep görüşüne göre tavaf sırasında hem boy abdestini gerektiren hükmi kirlilikten temizlenmek hem de abdestli olmak vaciptir. Hanefiler bunun farz değil vacip olduğunu söylerken bazı gerekçelerden yola çıkmışlardır. Bunlardan bir kaçı şunlarıdr: 1- Tavafı emreden ayetde şöyle denmektedir.”Sonra …o eski evi (kabeyi) tavaf etsinler” bu ayette geçen tavaf etsinler ifadesi mutlaktır. 2- Tavafı namaza benzeten Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Dikkat edin tavaf namazdır” 3- Hz. Aişe hac esnasında adet görmesi üzerine haccı tamamlayamayacağı endişesi ile ağlamış ve bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur “ bu hal Allah’ın kadınlar için yazmış olduğu bir kaderdir. Merak etme sen diğer hacıların yaptığı bütün hac fiillerini yerine getir ancak temizleninceye kadar tavaf yapma.” Bu ve bir önceki hadis haber-i vahid niteliğindedir. Hanefilere göre haber-i vahidlerle ayetin hükmüne ilavede bulunmak mümkün değildir. Hükmi Kirlilikten Temizlenmenin Farz Olduğu Görüşü 1. Hz Peygamber’in Hz Aişe ve Esma binti Humeys’a hitaben söylemiş olduğu “kabe’yi tavaf dışında hacıların yaptığı bütün amelleri yapabilirsin “hadisi 2. Hz Peygamber’in Mekke’ye geldiğindeÖnce abdest alıp sonra tavaf yaptığı’na dair hadis. 3. ”Kabe’yi tavaf bir namazdırancak Allah burada konuşmayı helal kılmıştırtavaf içinde konuşacak olan hayır konuşsun”hadisi. Çoğunluğun görüşüne göre; özel günlerde kadınlar tavaf hariç haccın diğer rükünlerini yerine getirebilirler. Kurban Kesme Yerine Bedelinin Verilmesi Görüşü Bu görüşün klasik fıkıh geleneği içinde bir desteği bulunmamaktadır.Onlara göre Kurbanın amacı fakirlere yardım ise bu durumdam fakirin neye ihtiyacı varsa onun verilmesi daha uygun olacaktır. Kurban Kesme Yerine Bedelinin Verilemeyeceği Görüşü Kan akıtmak kurbanın rüknü olarak kabul edilmektedir.Çünkü kurban kesmenin öncelikli amacı et elde etmekonu ikram etmek veya ihtiyaç sahiplerine et dağıtmak değildir.Bunlar sonuçlardır. ZEKÂT İslam’da mali ibadetlerin başında yer almaktadır. Sınai Servet ve Üretim Araçlarının Zekatı Bir malın zekata tabi tutulmasının iki temel gerekçesi bulunmaktadır.Birincisi bu malın asli ihtiyaçların dışında olmasıdır.İkincisi zekata tabi olacak malın nami yani artabilen ve gelir getiren mallardan olmasıdır. Sınai Servet ve Üretim Araçlarının Zekatı hususunda; 1. Bu üretim araçlarını bazı bilginlerzirai araziyebunlarla elde edilen geliri de toprak mahsüllerine benzetmektedir.Zekât oranları ise brüt gelirden %5 veya giderler düşüldükten sonra net gelirden %10 şeklinde belirlenmiştir. 2. Para ve ticaret mallarına kıyasla sanayi gelirlerinden de %25 oranında zekat alınmalıdır. Ziynet Eşyalarının Zekatı Bu konuda iki görüş bulunmaktadır. *Ziynet eşyalarında zekat yoktur.Bu görüş MalikiŞafii ve Hanbeliler tarafından savunulmuştur. *Zekat verilmesi gereken miktara ulaşmışsa zekat verilmelidir.Hanefiler bu görüşü savunmaktadır. | |
06 Ocak 2012, 23:34 | Mesaj No:3 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 3. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 3- Aile Hayatı *Günümüz aile sorunlarının önemli bir kısmıdaha evliliğin kuruluşu sırasında dini-hukuki gereklere bağlı kalınmamasından kaynaklanmaktadır. * Gerek Kuran ve Sünnet’te ele alınışı gerekse fıkıh doktrini ve edebiyatındaki yeri itibariyle evlilik karakteristik özellikleriyle ibadet mahiyetine de sahip tipik bir medeni sözleşmedir. *Aile bireylerinin haklarını hukuki güvenceye kavuşturmayı amaçlayan tedbirlerden birisi evliliğe iki şahidin tanıklık etmesidir. *Unsur ve şartları itibariyle herhangi bir eksiklik bulunmayan bir nikâh akdi dinen de geçerli ve muteberdir. *Nikah işlemi resmiyet kazanmadığı sürece nikahtan doğan hak ve sorumlulukların maddi hukuk yaptırımıyla desteklenmesinin mümkün olmadığı için mağduriyetlerin yaşanması kaçınılmazdır. *Evlenme iki kişinin karşılıklı iradeleriyle hayatlarını birleştirmeleri yönüyle tamamen bireysel gibi algılanabilinse de kuruluşundan itibaren tüm yönleriyle toplumsal bir mahiyete sahiptir. *Akde açıklığı sağlamanın bir gereği olmak üzere diğer bütün akidlerden farklı olarak nikah akdiyle ilgili biçimsel bazı hususlar da söz konusudur. - Evlenmenin çevreye duyurulması - Meşru çerçevede oyun ve eğlence tertip edilmesi - Misafirlere ikramda bulunulması - Nikahın mescitlerde akdedilmesi - Akde en az iki kişi tanıklık etmesi Sıralanan şartların tamamının evlenme akdinin topluma duyurulması ve böylece taraflarla ilgili olası dedikodu ve ithamların önüne geçilmesi amacı güttüğü açıktır. *Aile bireylerinden ve çevreden genellikle gizleme gereği duyulan ilişkiler nikahın diğer unsur ve şartlarını taşısa bile dinen meşru görülmez. *Hanefilere göre yetişkin kızlar mali tasarruflar da bulunabildiklerine göre tek başlarına evlilik kararı da alabilirler;bunun için velilerinin izin ya da onayı gerekmez. *Aralarında MalikiŞafiiHanbeli mezheplerinin de bulunduğu çoğunluğa göre ise yetişkin de olsa kızlar ancak velileri aracılığıyla evlenebilirler. Çağdaş İslam bilginlerinin görüş ve değerlendirmeleri *Ergenlik çağına gelmiş bir kız rızası olmadıkça evlendirilemez. *Meşru nikah akdi içinde evlilik hayatı yaşamış olan dul bir kadın eşini seçme konusunda tek başına yetkilidir. *Müslüman bayanın dini ne olursa olsun gayrimüslim erkekle evlenmesi sahabe neslinden itibaren İslam alimleriböyle bir evliliğin asla caiz olmadığı hususunda görüş birliği etmişlerdir. *Sırf birbirinin cinselliklerinde yararlanma amacı taşıyan evliliklere fıkıh literatüründe “müt’a evliliği”denir.Bu evlilik Hz Peygamber tarafından kesinlikle yasaklanmıştır. *Tek taraflı irade ile kocanın boşaması ( talak) * Yargı yolu ile boşanma (tefrik) *Tek taraflı iradesi ile boşama yetkisine sahip olan koca gerek evlilik akdinin kuruluşu sırasında gerekse nikahın devamı süresince boşama selahiyetini hanımına devredebilir. Buna fıkıh literatüründe boşama hakkının devri anlamında olmak üzere “tefoizü ‘t-talak” denilmektedir. *İslam boşamayı (talak) üç ile sınırlandırmıştır. Üçüncü boşama ile birlikte artık tarafların tekrar aile yuvası kurabilmeleri çok ağır bir şarta bağlanmıştır ki o da kadının başka bir erkekle doğal bir evlilik yapması cinsel ilişkinin yaşandığı bu evliliğin yine doğal bir sürece bağlı olarak ve tabii şartlarda sona ermesidir. => Aralarında sahabe ve tabiün neslinin önce gelen simaları ile Hanefi Maliki Şafii ve Hanbeli mezhebi fakihlerininde bulunduğu çoğunluk sünnete aykırı bir biçimde aynı anda gerçekleşen birden fazla boşamalarda kullanılan boşama yetkisinin tamamının geçerli olacağı görüşündedirler. => Sahabe Tabiün ve ilk müctehit imamlardan bazılarına İbn Teymiyyee İbn Kayyım El-Cevziyye Şevkani gibi fıkıh bilginleri ile günümüz İslam hukukçularının çoğunluğuna göre ise bu şekilde boşamalar sadece bir boşama olarak geçerlik kazanır. => Boşamanın gerçekleşmesi ile birlikte ödemesi geleceğe tehir edilen mehir (mehr-i müeccel ) derhal ödenmesi gereken bir hal almaktadır. İddet süresince koca boşadığı eşinin nafaka ve mesken ihtiyacını karşılamak zorundadır.Dönüşlü boşamalarda (ric’i talak) taraflardan birisinin ölümü halinde diğeri ona varis olabilmektedir. Fakat dönüşlü olmayan boşamalarda ( hain talak ) boşamanın gerçekleşmesi ile birlikte karı koca arasında evlilik sebebi ile meydana gelen akrabalık bağı ( sıhriyet ) sona erdiğinde miras sebebi de ortadan kalkmaktadır. => Bazı araştırmacılar yeni gelişmeler karşısında gözden geçirilmesi gereken fıkhi hükümlerden birisinin de nikahı sona ermiş bir kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için gereken süre ( iddet ) meselesi olduğu görüşündedirler. Günümüzde modern ultrasonografi cihazları ile gebelik birkaç dakika içerisinde ve kesin olarak tespit edilebildiğinden araç hüküm mahiyetindeki iddet uygulamasına gerek kalmamıştır. Kur’an’da iddeti gerektiren sebebe bağlı olarak yeni bir evlilik için beklenmesi gereken süreler şu şekilde belirlenmiştir. 1- Evliliği kocasının ölümü sebebiyle sona eren kadın; hamile değilse dört ay on gün hamile ise doğum yapıncaya kadar iddet bekler. 2- Evlilik hayatı eşinin boşaması fesih ya da tefrik kararıyla sonlanmış kadın: Adet/ hayız görüyorsa üç kuru normal yaşta olmasına rağmen adet görmüyorsa veya menopoz evresine girmişse üç ay iddet bekler. 3- Eşi ile fiili aile hayatı yaşamadan boşanmış kadın ise iddet beklemez. Kuru kelimesi Hanefilere göre üç adet dönemini Şafilere göre ise üç temizlik dönemini ifade eder. =>Günümüzde ultrasonografi gibi yöntemlerle hamileliğin saniyelerle ifade edilen bir zamanda ve kesin olarak belli olması Kur’an’da belirlenen şekli ile iddet uygulamasına gerek kalmadığını göstermez. Çünkü gebeliğin belirlenmesi iddetin amaç ve hikmetlerinden sadece bir tanesidir. Diğer amaç ve hikmetleri göz ardı eden görüş ve değerlendirmelerin dini-fıkhi açıdan geçerliliği yoktur. | |
06 Ocak 2012, 23:37 | Mesaj No:4 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 4. Ünite Özeti
GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 4– Gıda Maddeleri ve Bağımlılıklar *Kur’an-ı Kerim’de yeryüzünde ne varsa hepsinin insan için yaratıldığı göklerde ve yerde bulunan her varlık ve imkanın Allah’tan bir lütfü olmak üzere insanın emrine verildiği belirtilir.Helallik ilkesinin bir uzantısı olmak üzere Kur’anda haram kılınan yiyecek ve maddeleri sınırlandırılmış Hz. Peygamberin sünnetinde de bu çerçevede açıklamalara yer verilmiştir. Ayet ve Hadislerde Haram Kılınan Yiyecek ve İçecekler => Ölmüş hayvan eti ( meyte ): dini usule uygun kesilmeden öldürülmüş ya da kendiliğinden ölmüş hayvanlar meyte gurubuna girer. Ölmüş hayvan sınıfına balık ve çekirge ölüsü de girmektedir. Hz. Peygamberin beyanı ile helal olan gıdalardan sayılmıştır. => Akıtılmış kan: Eti yenen hayvanlardan da olsa canlı veya ölü hayvanın vücudundan akıp ayrılmış olan kan haramdır. => Domuz Eti : Kur’anda etinin haram olduğu belirtilen tek hayvan domuzdur. => Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar: Putlara ( dikili taşlar ) adanan hayvanlarda bu kapsamda değerlendirilir. Resül-i Ekrem ( s.a. ) ehli eşeklerin yırtıcı kuşların ve pençeli hayvanların da haram olduğunu ifade etmiştir. Zaruret durumunda istisnai hükümler geçerlidir. =>Zaruret halinde haram olan gıdadan tüketme izni geçici ve istisnai bir hükümdür. Zaruretin sona ermesi ile birlikte genel hüküm ( haram ) tekrar işlerlik kazanır. => Zaruret halinde haram gıdadan yararlanma zarureti asgari düzeyde ortadan kaldıracak ölçüyü aşamaz. *Kur’anın ilgili ayetlerinde haram kılınan gıdalar sayılırken domuzun sadece etinden söz edildiği görülür. Fakat İslam alimleri domuz etinin haramlığı ile ilgili ayetlerde bu durumun fısk ( hak yoldan sapma ) ve rics ( maddi ve manevi anlamda pis ve murdar ) olarak ifade edilmesinden ve bazı hadislerden hareketle haramlığın domuz eti ile sınırlı olmadığı görüşündedirler. Buna göre ister evcil ister yabani olsun domuzun eti gibi yağı kemiği ve sütü de dahil olmak üzere bütün parçalarının gıda olarak tüketilmesi haramdır. =>Domuz etinin insan dağlığı ve tabiatını olumsuz yönde etkilemesi bu çerçevede domuzun bünyesinde bir çok hastalık taşıdığı ölümcül hastalıklara yol açtığı cinsel arzu ve kıskançlık duygusunu ortadan kaldırdığı şeklindeki açıklamaların ön plana çıktığı görülmektedir. => Domuzun haram oluşunu sadece sağlık açısından zararlı olması ile açıklamak isabetli olmaz. =>İnsan sağlığı açısından bugün için bilinen bazı sakıncaların gelişen teknolojik imkanlarla bir şekilde ortadan kaldırılması domuz ve ürünlerinin yenilmesinin haram olması hükmünü geçersiz kılmaz. Dolayısıyla domuz ve cüzlerinin gıda olarak tüketilmesi zaruret halleri dışında haramdır. *İstihale: hayvansal veya bitkisel bir ürünün bir halden başka bir hale geçmesi demektir. *Karışım: iki farklı maddenin ayrıştırılamayacak şekilde iç içe geçmesi birisinin diğeri içinde çözülüp kaybolması demektir. * Fıkıh bilginleri ve mezhepler istihale konusunu kendiliğinden gerçekleşen ve dışarıdan müdahale sonucu oluşan istihale olmak üzere genellikle iki kısma ayırarak incelemişlerdir. Mevcut hali ile yenilip içilmesi dinen haram olan ( habis )bir gıda veya içecek kendiliğinden istihaleye uğrar ve dinen tüketilmesi helal bir maddeye ( tayyib ) dönüşürse bunun tüketilmesinin helal olduğunda görüş birliği bulunmaktadır. *Günümüz fıkıh bilginlerinden bazıları geleneksel ictihatlardan birisini tercih etmekte bazıları ise farklı değerlendirmelerde bulunmaktadır. Bu görüş ve tercihleri şu şekilde sıralamak mümkündür => Haramın istihale ile helal hale gelebilmesi için istihalenin kendiliğinden gerçekleşmesi gerekir. => İstihalenin kendiliğinden gerçekleşmesi ile iradeye bağlı olarak gerçekleşmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Her iki şekilde de istihale haramı helal eder. => İstihale domuz dışındaki ürün ve gıdalarda söz konusu olabilir. Domuzun ise – özü ve mahiyeti itibari ile lecis ve haram olduğundan istihalesinden söz edilemez ve hiçbir şekilde haramlık özelliği ortadan kalkmaz. =>İstihale helal gıda elde etmenin temel yöntemlerindendir. Dolayısıyla istihalenin iradeye bağlı olarak gerçekleşmesi hüküm açısından herhangi bir önemi bulunmadığı gibi istihaleye uğrayan mal veya ürünün de önemi yoktur. *Kozmetikten şekerlemelere unlu mamullerden ilaç sanayine kadar oldukça geniş bir kullanım alanı bulunan jelatin çağımızın en fazla tartışılan fıkıh problemlerindendir. Jelatin hayvanların deri kemik kıkırdak bağ dokusu gibi kısımlarının uzun süre kaynatılması asit ve kireçle belli işlemlere tabi tutulması sonucunda elde edilen şeffaf ve yumuşak bir maddedir. Ülkemizde jelatin üretilmemektedir. Kullanılan jelatinin tamamı ithaldir. Avrupa’daki jelatin üretiminin yaklaşık % 70’lik kısmı domuz kaynaklıdır. *Müslümanlar açısından eti yenen hayvanlar gurubuna giren bir hayvanın etinin helal olabilmesi için bir Müslüman veya Yahudilik Hıristiyanlık gibi özü itibariyle ilahi kaynaklı dine mensup birisi ( ehl-i kitap ) tarafından kesilmesi gerekir. *Allah inancı taşıması sebebiyle Ebu Hanife Sabiiler’iİbn Hazm da Mecüsiler’i ehl-i kitap çerçevesine dahil eder. İKÖ bünyesinde faaliyet gösteren İslam fıkıh akademisi Mecüsiler’in ehl-i kitap olmadığı yönünde karar almıştır. Buna göre putperestlerin tanrı tanımazların dinden dönenlerin ( mürted ) kestikleri Müslümanlara haram olduğu gibi Mecüsiler’in kestiği de haramdır. *Aralarında Hanefilerin ve Malikilerin de bulunduğu fakihlerin çoğunluğuna göre hayvan kesilirken Allah’ın adının anılması şarttır. *Şafilere ve bazı fakihlere göre ise kesim sırasında besmele çekmek sünnettir. Kesen Kişinin Dini Mensubiyeti ve Kesim Sırasında Allah’ın Adının Anılmasıyla İlgili Görüş ve Değerlendirmelerin Şu Noktalarda Birleştiği Görülmektedir: =>İslam Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi ilahi kaynağa dayalı bir dine mensup olmayanların kestiği hayvanların eti yenilemez =>Müslüman veya ehl-i kitaptan birisinin Allah’tan başkası adına kestiği hayvanın eti haramdır. =>Müslüman yada ehl-i kitap birisinin kesim sırasında Allah’ın adını unutması Zahiriler hariç o hayvanın etini haram hale getirmez. *Hayvana kesim sırasından acı çekmemesi ya da daha az acı hissetmesi amacıyla elektrik şoku uygulanması prensip olarak mümkün ve caizdir. Bu şekilde sersemleştirilmiş ya da bayıltılmış hayvan ölü olmadığından dini usule göre uygun şekilde kesilmesi halinde eti helaldir. Fakat şok uygulaması hayvanı bayıltma seviyesini aşıp ölümüne yol açmamalıdır. Aksi taktirde hayvan murdar sayılacağından eti yenilemez. İKÖ’ye bağlı İslam fıkıh akademisinin kararı da bu şekildedir. *çok sayıda hayvanın bir makinede ve düğmeye bir kere basmak suretiyle kesilmesi yani seri kesim her bir hayvan için Allah’ın adının anmanın gerekliliği açısından tartışılan bir konudur. =>Seri kesimlerde kesim işlemini başlatmak üzere düğmeye basarken Allah’ın adının bir kere anılması yeterlidir. Dolayısıyla bu harekete bağlı olarak gerçekleşen hayvanların tamamının eti helaldir. Fakat kesim sırasında herhangi bir sebeple makine duracak olursa besmelenin tekrar edilmesi gerekir. Bunun yanında kesim işlemini başlatmak için düğmeye basan görevlinin Müslüman veya ehl-i kitap hayvanın eti yenilenlerden olması da şarttır. *Günümüzde tavuk vb. kümes hayvanlarının tüylerini daha kolay şekilde ve çevreyi kirletmeden yolmak için çeşitli tekniklere başvurulmaktadır. Bu yöntemlerden birisi de boğazlandıktan sonra hayvanı ortalama 50 derecede sıcak su kazanına daldırma ve iki-üç dakika bu suda beklettikten sonra yolma usulüdür. Bu şekilde gerçekleşen yoluma sulu yolum sıcak suya daldırmadan yapılan yoluma ise kuru yolum denilmektedir. => Sulu yolum usulünün caiz olup olmadığına dair fıkhi değerlendirme ete pis su karışıyorsa pis su eti de necis hale getireceğinde sulu yolum usulünün caiz olmadığını söylemek gerekecektir. Uzmanlar suyun sıcaklığı ve bekleme süresi dikkate alındığında kan dışkı gibi necis şeylerle pislenmiş suyun ete işlemesinin mümkün olmadığını ifade etmektedirler. Dolayısıyla sulu yolum yöntemi fıkhen caiz olmaktadır. * İslam insanın beden sağlığını korumayı amaçlayan ilke ve hükümlere yer verdiği gibi akıl ve ruh sağlığını korumayı hedefleyen emir ve yasaklar da getirmiştir. Bu amaca dönük olmak üzere sarhoşluk veren akli ve ruhi madde kullanımını kesin bir şekilde yasaklamıştır. Yaş üzümde dışında başka ham maddelerden elde edilen içkiler sarhoşluk meydana getiriyorsa haramdır. => İçkinin haram olmasının gerekçesi ( illet ) sarhoş edicilik ( iskar ) özelliğidir. => Yanlışlıkla ( hata ) veya cebir ve tehdit ( ikrah ) sebebiyle içki içenler bir haramı çiğnemiş dolayısıyla günah işlemiş olmazlar. => Normal şartlarda tedavi amacıyla da olsa içki haramdır. Fakat alternatif bir ilacın bulunmaması ve dini değerlere saygılı olduğuna güvenilen doktorların tedavi edici olduğuna dair bilimsel görüşü üzerine içkinin tedavi amacıyla kullanılması zaruret hükümleri çerçevesinde caizdir. * İnsanın akıl ve ruh sağlığını bozan sinir sistemini uyuşturup beynin işlevini olumsuz yönde etkilen irade ve düşünme gücünü tamamen ya da kısmen yok eden her türlü keyif verici uyuşturucu aynen içki gibi haramdır. => Sarhoşluk veren veya uyuşturucu etkiye sahip olan şeylerin sıvı katı veya uçucu olması haramlık hükmünü etkilemez. Buna göre söz gelimi bali çekmek uyuşturucu özelliği sebebiyle diğer uyuşturucular gibi haram olmaktadır. * Günümüz fıkıh bilginleri sigara içmenin dinen yasak ve mutlaka uzak durulması gereken bir davranış olduğu konusunda görüş birliği halindedirler. Sigaranın aktif ve pasif içicilere ve çevreye verdiği zararların israfa ve hakların ihlaline yol açmasının kesin olduğu görüşünde olanlar bu yasağı haram olarak ifade ederler. Bu sakıncaların kuvvetli ihtimal olduğunu düşünenler ise yasağı harama yakın mekruh biçiminde ortaya koyarlar. Fakat bu son görüşü benimseyenler genel hükmü bu şekilde ifade etmekle birlikte söz konusu zarar ve sakıncaların kesinlik arz etmesi halinde sigara içmenin haram olacağını da belirtmektedirler. => Bilimsel araştırmalar sigaranın başta aktif içiciler olmak üzere pasif içicileri ve çevreyi de tehdit eden zararlı etkilerini kesin biçimde ortaya koymuş bulunmaktadır. | |
06 Ocak 2012, 23:39 | Mesaj No:5 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 5. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 5- Tıbbî Uygulamalar =>Klasik fıkıhta yenilip içilmesi haram olan maddelerletedavi konusunda üç ayrı yaklaşım vardır: 1.Hanbeliler’e ve onlarla aynı görüşü paylaşan bazı bilginlere göre haram maddelerle tedavi caiz değildir.Bu görüş sahipleri hastalık halini haramları mubah kılan bir zaruret olarak görmezlerdolayısıyla hastalığı tedavi için tek çare bu yiyecek ve içecek değildirbaşka birçok ilaç vardır. 2.Zahiri bilginleri yenilip içilmesi haram maddelerle tedaviyi ilke olarak caiz görürler.Önde gelen zahiri bilgini İbn Hazm bu konuda tedavi zaruret hallerden biridir .Zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar görüşünü savunmuştur. 3.İçinde Hanefi ve Şafiilerin de bulunduğu İslam bilginlerinin çoğunluğu haramla tedaviyi belli şartlarda caiz görürler.Buna örnek Hz Peygamber erkeklere ipek giymeyi yasakladığı halde cilt hastalığı sebebiyle bazı sahabelere izin vermiştir. =>Bu görüşlerden haram maddelerle tedavi konusuyla ilgili şu sonuçlar çıkmaktadır: 1.Şayet uzman bir doktor hayati bir tehlikeden ancak haram olan bir madde içeren ilaçla kurtulunabileceğini ve bunun alternatifinin de bulunmadığını bildirirse bu ilaçla tedavi caizdir. 2.Bu şekilde hayati bir tehlikenin bulunmadığı durumlarda bir grup bilgin haram madde ile tedaviyi caiz görmezkençoğunluk bunu belli şartlarda caiz görmektedir.Bunun için aranan iki temel şarttan birisi alternatif helal bir ilacın bulunmamasıdiğeri ise ehliyeti bir doktorun teşhis ve önerisinin bulunmasıdır. *Otopsiinsan cesedinin dıştan ve içten muayene edilmesidir.Sözlük anlamı “kendi gözüyle görme” dir.günümüz tıbbında otopsi amacı bakımında ikiye ayrılır.Birisi bilimsel ve eğitim amaçlı olup buna kadavra otopsisi veya tıbbiotopsi denir.İkincisi ise adli otopsi’dir.Bu da kazaintihar cinayet gibi şüpheli ölüm nedenini tarzını ve zamanını belirlemekdelilleri ve ölenin kimliğini tespit etmek amacıyla yapılan özel bir otopsidir. İslam bilginleri otopsinin caiz olması için şu şartların yerine gelmesini gerekli görürler: =>Otopsi yapılmasını gerektiren bir zaruretin veya zaruret hükmünde değerlendirilebilecek insani ve toplumsal bir ihtiyacın bulunması =>Otopsi yapılacak kişinin ölümünün tam olarak gerçekleşmiş bulunması =>Ölünün yakınları varsa onların rızasının alınmış olması =>Otopsinin uzman tabip tarafından yapılması =>Otopsinin zaruret ölçüsünü aşmayacak ve ölünün saygınlığını ihlal etmeyecek şekilde olması => Otopsinin herhangi bir menfaat karşılığında yapılmaması =>Otopsiden sonra cesedin mümkün olan en kısa zamanında usulüne uygun olarak defnedilmesi *Ötenazi sözlükte iyi ölüm demektir.Uygulanışı bakımından iki kısımdır. =>Aktif Ötenazi:İyileşmesi tıbben mümkün görülmeyen bir hastanın acı ve ıstırabını gidermek amacıylahayatına son verecek maddelerinkendisinin ve kanuni temsilcisinin isteği üzerine bilerek kullanılmasına denir.Hastanın zehirli iğne ile öldürülmesi gibi. =>Pasif Ötenazi:Hasta hayatının devamı için zorunlu olan tıbbi tedavinin durdurulması ve hastanın ölüme terk edilmesidir. *Her şeyden önce İslam insan hayatına büyük önem vermiştir.Dinin temel amaçlarının en başında canın korunması ilkesi yer almaktadır. *İslam’da kişinin haksız yere bir başkasını öldürmesi kadar kendi canına kıyması ya da buna teşebbüs etmesi de kesin bir şekilde yasaklanmıştır.Hz Peygamber tavrını göstermek amacıyla intihar eden birisinin cenaze namazını kıldırmamıştır.Aktif Ötenazi İslam Hukukuna göre bir tür cinayet olarak kabul edilmektedir.Pasif Ötenazi de dini ve ahlaki değerler bakımında benzer özellikler taşımaktadır. =>Ancak Ahmet bin Hanbel gibi bazı alimler hastalıklara karşı sabrı tavsiye eden hadislere dayanarak hastanın tedaviyi kabul etmemesinin caiz olduğunu savunmuştur. =>Çağdaş dönem de bazı bilginler de bu görüşleri dikkate alarak bazı şartlar altındakendilerinden ümit kesilmiş hastalarda hastanın veya velisinin isteği üzerine tedaviye son verilebileceğini belirtmiştir. *Birçok İslam bilgini prensip olarak diriden diriye organ nakline olumlu bakar.Ancak bunların baskın çoğunluğu zaruret ölçüsü temelinde yaklaşmaktadır.Sözü edilen bilginler ve kurullar canlıdan canlıya organ naklinde şu şartların bulunmasını gerekli görürler. =>Bir zaruretin bulunması =>Vericinin izin ve rızasının bulunması =>Organın alınmasının vericinin hayatını riske sokmayacak sağlığını ve beden bütünlüğünü bozmayacak olması ve bu durumun tıbbi raporla değerlendirilmesi =>Konunun uzmanlarının da operasyon ve tedavinin başarılı olacağına ilişkin güçlü bir kanaat oluşmuş olması =>Organ vermenin belli bir ücret veya belli bir karşılığında olmaması *Ölüden Yapılan Organ Nakli =>Organ naklinden bir zaruretin bulunması =>Konunun uzmanlarında hastanın bu tedaviyle iyileşeceğine ilişkin güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması =>Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması =>Tıbbi ve hukuki ölümün kesinleşmiş olması =>Organın bir ücret karşılığında verilmemiş olması =>Alıcının da organ nakline razı olması *Klasik fıkıh terminolojisinde ana rahmindeki çocuğa cenin adı verilmektedir. *Kuran’da insanın yaratılış evrelerine çeşitli ayetlerde yer verilmiştir.İnsanın ana karnında geçirdiği evreler sırasıyla anlatılmaktadır.Buna göre cenin önce nutfe iken sonra alakaya sonra da mudga’yadönüşmektedir.Bu aşamadan sonra ceninde kemikler yani iskelet oluşmakta ve buna et giydirilmektedir.Bundan sonra onun başka bir yaratılışla inşa edildiği belirtilmektedir. *Klasik fıkıh bilginlerinin çocuk düşürme ile ilgili görüşleri: =>Hanefilerin çoğunluğu ruhun 120 günde üflendiğini bildiren hadise dayanarak bu süreye kadar çocuğun düşürülmesini caiz görmüştür. =>Şafiiler cenine gebeliğin kırkıncı gününden sonra ruh üflendiğine ilişkin hadisi esas alarak bu süre içinde eşlerin rızasının olması ve anne adayının bundan zarar görmemesi şartıyla çocuk düşürmenin caiz olduğunu söylemişlerdir.Hanbeli mezhebinde de tercih edilen görüş ruh üflenmeden önce çocuk düşürmenin caiz olduğu yönündedir. =>Malikilere göre de kırk günden sonra çocuk düşürmek haramdır. =>Zahiriler de Malikilerdeki hakim görüşe paralel olarak çocuk düşürmenin hiçbir şekilde caiz olmadığı görüşündedirler. *Sözlükte kazımak anlamına gelen kürtaj teknik bir terim olarak rahim içindeki bir gebeliğin tıbbi bir müdahale ile sonlandırılması demektir. *İnsanın yaşama hakkı erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin gerçekleştiği andan itibaren sabit olur.Anne baba da dahil olmak üzere hiç kimsenin bu hakka müdahale etme yetkisi yoktur. *Tüp bebek uygulaması bir suni döllenme yöntemidir. Caiz Görülen Uygulamalar =>Kocanın spermi ve karısının yumurtası alınarak dışarıda döllendirilmesi ve oluşan embriyonun aynı kadının rahmine yerleştirilmesi =>Kocanın sperminin alınarak mikroenjeksiyon yöntemi ile karısının döl yatağı ve rahminde uygun bir yere yerleştirilmesi Caiz Görülmeyen Uygulamalar =>Kocanın sperminin yabancı yani aralarında bir evlilik bağı olmayan bir kadından alınan yumurta hücresiyle döllendirilmesiyle oluşan embriyonun karısının rahmine yerleştirilmesi =>Yabancı bir erkeğin spermi kullanılarak yapılan döllendirme sonucu oluşan embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi =>Eşlerden alınan yumurta ve sperm hücrelerinin dışarıda döllenmesi sonucu oluşan embriyonun gebe kalmaya gönüllü başka bir taşıyıcı kadının rahmine yerleştirilmesi =>Yabancı bir erkeğin spermi ile yabancı bir kadının yumurta hücresinin dışarıda döllenmesi ile embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi => Kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllendirmesiyle oluşan embriyonun kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi *Tüp bebek yöntemiyle bağlantılı önemli bir konu da yumurtasperm embriyo bankalarıdır. *Çağdaş İslam Bilginleri bu uygulamanın yararlı ve sakıncalı yönlerini birlikte değerlendirerek şu görüşlere varmışlardır.Hasta kadınlardan alınıp dondurulan yumurtalar ileride iyileşmeleri durumunda yine kendilerine verilecekse bunun dini açıdan bir sakıncası yoktur.Fakat kadınlardan alınıp başka kadınlara nakledilmesi caiz değildir. *Sperm konusuna gelincebankaya konulan spermileride erkeğin kendi nikahlı eşine verilecekse bu uygulama zarurete dayalı olarak caiz görülmektedir.Çünkü bu işlem çocuğun nesebinin sahih olmaması ve nesebin karışması sonucunu doğurmaktadır.Nitekim İslam’da zinanın yasaklanış gerekçelerinden biri de bu sakıncayı ortadan kaldırmaktır. ________________________________________ Farklı Bir Özet ÇalışmasıGÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 5- Tıbbî Uygulamalar *Klasik fıkıhta yenilip içilmesi haram olan maddelerletedavi konusunda üç ayrı yaklaşım vardır: 1.Hanbeliler’e ve onlarla aynı görüşü paylaşan bazı bilginlere göre haram maddelerle tedavi caiz değildir.Bu görüş sahipleri hastalık halini haramları mubah kılan bir zaruret olarak görmezlerdolayısıyla hastalığı tedavi için tek çare bu yiyecek ve içecek değildirbaşka birçok ilaç vardır. 2.Zahiri bilginleri yenilip içilmesi haram maddelerle tedaviyi ilke olarak caiz görürler.Önde gelen zahiri bilgini İbn Hazm bu konuda tedavi zaruret hallerden biridir .Zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar görüşünü savunmuştur. 3.İçinde Hanefi ve Şafiilerin de bulunduğu İslam bilginlerinin çoğunluğu haramla tedaviyi belli şartlarda caiz görürler.Buna örnek Hz Peygamber erkeklere ipek giymeyi yasakladığı halde cilt hastalığı sebebiyle bazı sahabelere izin vermiştir. *Bu görüşlerden haram maddelerle tedavi konusuyla ilgili şu sonuçlar çıkmaktadır: 1.Şayet uzman bir doktor hayati bir tehlikeden ancak haram olan bir madde içeren ilaçla kurtulunabileceğini ve bunun alternatifinin de bulunmadığını bildirirse bu ilaçla tedavi caizdir. 2.Bu şekilde hayati bir tehlikenin bulunmadığı durumlarda bir grup bilgin haram madde ile tedaviyi caiz görmezkençoğunluk bunu belli şartlarda caiz görmektedir.Bunun için aranan iki temel şarttan birisi alternatif helal bir ilacın bulunmamasıdiğeri ise ehliyeti bir doktorun teşhis ve önerisinin bulunmasıdır. --Otopsi insan cesedinin dıştan ve içten muayene edilmesidir.Sözlük anlamı “kendi gözüyle görme” dir.günümüz tıbbında otopsi amacı bakımında ikiye ayrılır.Birisi bilimsel ve eğitim amaçlı olup buna kadavra otopsisi veya tıbbi otopsi denir.İkincisi ise adli otopsi’dir.Bu da kazaintihar cinayet gibi şüpheli ölüm nedenini tarzını ve zamanını belirlemekdelilleri ve ölenin kimliğini tespit etmek amacıyla yapılan özel bir otopsidir. İslam bilginleri otopsinin caiz olması için şu şartların yerine gelmesini gerekli görürler: *Otopsi yapılmasını gerektiren bir zaruretin veya zaruret hükmünde değerlendirilebilecek insani ve toplumsal bir ihtiyacın bulunması *Otopsi yapılacak kişinin ölümünün tam olarak gerçekleşmiş bulunması *Ölünün yakınları varsa onların rızasının alınmış olması *Otopsinin uzman tabip tarafından yapılması *Otopsinin zaruret ölçüsünü aşmayacak ve ölünün saygınlığını ihlal etmeyecek şekilde olması * Otopsinin herhangi bir menfaat karşılığında yapılmaması *Otopsiden sonra cesedin mümkün olan en kısa zamanında usulüne uygun olarak defnedilmesi --Ötenazi sözlükte iyi ölüm demektir.Uygulanışı bakımından iki kısımdır. **Aktif Ötenazi:İyileşmesi tıbben mümkün görülmeyen bir hastanın acı ve ıstırabını gidermek amacıylahayatına son verecek maddelerinkendisinin ve kanuni temsilcisinin isteği üzerine bilerek kullanılmasına denir.Hastanın zehirli iğne ile öldürülmesi gibi. **Pasif Ötenazi:Hasta hayatının devamı için zorunlu olan tıbbi tedavinin durdurulması ve hastanın ölüme terk edilmesidir. --Her şeyden önce İslam insan hayatına büyük önem vermiştir.Dinin temel amaçlarının en başında canın korunması ilkesi yer almaktadır. --İslam’da kişinin haksız yere bir başkasını öldürmesi kadar kendi canına kıyması ya da buna teşebbüs etmesi de kesin bir şekilde yasaklanmıştır.Hz Peygamber tavrını göstermek amacıyla intihar eden birisinin cenaze namazını kıldırmamıştır.Aktif Ötenazi İslam Hukukuna göre bir tür cinayet olarak kabul edilmektedir.Pasif Ötenazi de dini ve ahlaki değerler bakımında benzer özellikler taşımaktadır. *Ancak Ahmet bin Hanbel gibi bazı alimler hastalıklara karşı sabrı tavsiye eden hadislere dayanarak hastanın tedaviyi kabul etmemesinin caiz olduğunu savunmuştur. *Çağdaş dönem de bazı bilginler de bu görüşleri dikkate alarak bazı şartlar altındakendilerinden ümit kesilmiş hastalarda hastanın veya velisinin isteği üzerine tedaviye son verilebileceğini belirtmiştir. --Birçok İslam bilgini prensip olarak diriden diriye organ nakline olumlu bakar.Ancak bunların baskın çoğunluğu zaruret ölçüsü temelinde yaklaşmaktadır.Sözü edilen bilginler ve kurullar canlıdan canlıya organ naklinde şu şartların bulunmasını gerekli görürler. *Bir zaruretin bulunması *Vericinin izin ve rızasının bulunması *Organın alınmasının vericinin hayatını riske sokmayacak sağlığını ve beden bütünlüğünü bozmayacak olması ve bu durumun tıbbi raporla değerlendirilmesi *Konunun uzmanlarının da operasyon ve tedavinin başarılı olacağına ilişkin güçlü bir kanaat oluşmuş olması *Organ vermenin belli bir ücret veya belli bir karşılığında olmaması Ölüden Yapılan Organ Nakli *Organ naklinden bir zaruretin bulunması *Konunun uzmanlarında hastanın bu tedaviyle iyileşeceğine ilişkin güçlü bir kanaatin oluşmuş bulunması *Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması *Tıbbi ve hukuki ölümün kesinleşmiş olması *Organın bir ücret karşılığında verilmemiş olması *Alıcının da organ nakline razı olması --Klasik fıkıh terminolojisinde ana rahmindeki çocuğa cenin adı verilmektedir. --Kuran’da insanın yaratılış evrelerine çeşitli ayetlerde yer verilmiştir.İnsanın ana karnında geçirdiği evreler sırasıyla anlatılmaktadır.Buna göre cenin önce nutfe iken sonra alakaya sonra da mudga’yadönüşmektedir.Bu aşamadan sonra ceninde kemikler yani iskelet oluşmakta ve buna et giydirilmektedir.Bundan sonra onun başka bir yaratılışla inşa edildiği belirtilmektedir. --Klasik fıkıh bilginlerinin çocuk düşürme ile ilgili görüşleri: *Hanefilerin çoğunluğu ruhun 120 günde üflendiğini bildiren hadise dayanarak bu süreye kadar çocuğun düşürülmesini caiz görmüştür. *Şafiiler cenine gebeliğin kırkıncı gününden sonra ruh üflendiğine ilişkin hadisi esas alarak bu süre içinde eşlerin rızasının olması ve anne adayının bundan zarar görmemesi şartıyla çocuk düşürmenin caiz olduğunu söylemişlerdir.Hanbeli mezhebinde de tercih edilen görüş ruh üflenmeden önce çocuk düşürmenin caiz olduğu yönündedir. *Malikilere göre de kırk günden sonra çocuk düşürmek haramdır. *Zahiriler de Malikilerdeki hakim görüşe paralel olarak çocuk düşürmenin hiçbir şekilde caiz olmadığı görüşündedirler. --Sözlükte kazımak anlamına gelen kürtaj teknik bir terim olarak rahim içindeki bir gebeliğin tıbbi bir müdahale ile sonlandırılması demektir. --İnsanın yaşama hakkı erkek spermi ile kadın yumurtasının birleştiği ve döllenmenin gerçekleştiği andan itibaren sabit olur.Anne baba da dahil olmak üzere hiç kimsenin bu hakka müdahale etme yetkisi yoktur. --Tüp bebek uygulaması bir suni döllenme yöntemidir. Caiz Görülen Uygulamalar *Kocanın spermi ve karısının yumurtası alınarak dışarıda döllendirilmesi ve oluşan embriyonun aynı kadının rahmine yerleştirilmesi *Kocanın sperminin alınarak mikroenjeksiyon yöntemi ile karısının döl yatağı ve rahminde uygun bir yere yerleştirilmesi Caiz Görülmeyen Uygulamalar *Kocanın sperminin yabancı yani aralarında bir evlilik bağı olmayan bir kadından alınan yumurta hücresiyle döllendirilmesiyle oluşan embriyonun karısının rahmine yerleştirilmesi *Yabancı bir erkeğin spermi kullanılarak yapılan döllendirme sonucu oluşan embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi *Eşlerden alınan yumurta ve sperm hücrelerinin dışarıda döllenmesi sonucu oluşan embriyonun gebe kalmaya gönüllü başka bir taşıyıcı kadının rahmine yerleştirilmesi *Yabancı bir erkeğin spermi ile yabancı bir kadının yumurta hücresinin dışarıda döllenmesi ile embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesi * Kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda döllendirmesiyle oluşan embriyonun kocanın diğer karısının rahmine yerleştirilmesi --Tüp bebek yöntemiyle bağlantılı önemli bir konu da yumurtasperm embriyo bankalarıdır. --Çağdaş İslam Bilginleri bu uygulamanın yararlı ve sakıncalı yönlerini birlikte değerlendirerek şu görüşlere varmışlardır.Hasta kadınlardan alınıp dondurulan yumurtalar ileride iyileşmeleri durumunda yine kendilerine verilecekse bunun dini açıdan bir sakıncası yoktur.Fakat kadınlardan alınıp başka kadınlara nakledilmesi caiz değildir. --Sperm konusuna gelincebankaya konulan spermileride erkeğin kendi nikahlı eşine verilecekse bu uygulama zarurete dayalı olarak caiz görülmektedir.Çünkü bu işlem çocuğun nesebinin sahih olmaması ve nesebin karışması sonucunu doğurmaktadır.Nitekim İslam’da zinanın yasaklanış gerekçelerinden biri de bu sakıncayı ortadan kaldırmaktır. | |
06 Ocak 2012, 23:40 | Mesaj No:6 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 6. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 6-Eğlence, Spor ve Sanat *Birey ve toplumların doğal ve fıtri yapının bir gereği olarak sevilmesi ve neşelenmesi gereken zamanlar vardır. Hz. Peygamber bu gibi zamanlarda eğlenmeyi teşvik etmiştir: evlilik merasimleri bayramlar hacca gidiş ve geliş yolculuktan dönüş savaş zaferi ve sünnet düğünü gibi olaylar bunlardandır. *Hz. Peygamber evliliğin etrafa duyurulacak şekilde yapılmasını istemiştir. Bu evliliğin duyulması ve bilinmesi içindir. Bu nedenle bu düğünlerin herkesin duyacağı şekilde tefler eşliğinde şarkılar söylenerek yapılmasını ve düğün ziyafeti verilmesini istemiştir. *Müslümanlara iki dini bayram meşru kılınmıştır. Bunlar kurban ve ramazan bayramlarıdır. Hz. Peygamber zamanında bayramlarda çeşitli eğlenceler düzenlenmiş bu gelenek günümüze değin sürmüştür. *İslam bilginleri eğlenceyi değerlendirirken hem eğlence adına yapılan uygulamaları hem de yol açtığı sonuçları dikkate almışlardır.Bu bağlamda eğlencenin mübah olarak değerlendirilebilmesi için aşağıdaki hususlara uygun olması gerekir: =>İslam dininin inanç ibadet ve ahlak esaslarını düşünce ve hayat tarzlarını ve kurumlarını tahrif edecek ya da küçük düşürecek içeriğe sahip olmaması =>İnsanların manevi kişiliklerine namus şeref ve diğer kişilik haklarını hedef almaması ve insan haklarına aykırı olmaması =>Eğlencenin bir dinlenme ve rahatlama aracı olmanın ötesine taşınarak hayatın merkezine konmaması ve hayatın eğlencenin etrafında şekillendirilmemesi =>İnsanların din ve dünya hayatı ile ilgili çalışmalarını ve görevlerini aksatmaya sebep olmaması =>İçki ve uyuşturucu gibi zararlı ve yasaklanmış şeylerin eğlence ile birleştirilmemesi =>Eğlencenin kumar yoluyla yapılmaması veya kumara alet edilmemesi =>İslamın kadın – erkek ilişkilerinde getirdiği mahremiyet kurallarını ihlal etmemesi *İslamın gelmesiyle birlikte Arapların geleneksel olarak uygulaya geldikleri müziğin bir anda değişmeyeceği muhakkaktır. Ancak Hz. Peygamberin irşadlarıyla müziğin özünü teşkil eden sözlerde büyük değişimler olmuştur. Putperestlik ırkçılık fuhuş ve kötülük teşkil eden sözler terk edilmiş bunların yerine tevhid inancına iyiliğe teşvike sevgiye ve insanların işledikleri güzelliklere dair sözler almıştır. *Hz. Peygamber döneminde çeşitli vesilelerle müzik icra edildiği görülmektedir. Bu durumlardan birisi yolculuktur. Hz. Peygamberden nakledilen örnekler O’nun kabiliyeti olan kimselere yolculukları esnasında şiir ve şarki söylettiğini ortaya koymaktadır. Arapların öteden beri var olan bu adetine hıda denir. *Kur’an’da güzel sese övgü vardır. Hz. Davud’a verilen güzel sesden bahsedilir. *Kur’an’ın okunuşunu güzelleştirmek Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilmiştir. Onun bu tavsiyesi dikkate alındığında kıraat kaidelerine aykırı olmamak koşuluyla Kur’an’ın okunuşunu güzel yapmakta ve bunda müziğin verilerinden yararlanmakta bir beis görülmemektedir. *Fıkıh eserlerinde müziğin mubah mekruh ve haram olduğuna dair görüşler zikredilmektedir. Müziğe karşı tavır alan alimlerin zaman zaman bazı ayeti kerimeleri delil getirdikleri görülür. Ancak gazali nablusi ve ibn hazm gibi birçok alim bu ayeti kerimelerin hiçbirinin doğrudan müzikle ilgili olmadığını belirtmiştir. *Kumar kelimesi Türkçeye Arapça “kımar” kelimesinden geçmiştir. Kumar “sonu belirsiz bir yarışma ya da olayın sonucu üzerine bahse tutuşarak kazanç elde etmek” şeklinde tanımlanabilir. *Alimler kumar kapsamına girmeyen oyunların yapılış şekilleri hakkında da bilgi vermişler. Buna göre =>bir kurum veya şahsın açtığı bir yarışmada kazananlara ödül vermesi kumar değildir. Böyle bir yarışmada para almak vermek helaldir. =>yarışanların sadece bir kısmı para koyar ve ben kazanırsam bir şey almam fakat sen kazanırsan şu kadar alırsın şeklindeki anlaşmalar kumar değildir =>karşılıklı olarak yarışan iki kişiye bir üçüncü şahıs eklenip yarışmayı kazanırsa ikisinden birinin mükafatı alması ve kaybederse bir şey ödememesi şartıyla yarışma yapılırsa kumar olmaz. *Günümüzde kurumsallaşan ve çeşitli isimler altında sürdürülen kumar türleri ortaya çıkmıştır. Örneğin şans oyunları ve yarış sonuçları üzerine bahis tutuşma gibi yaygın uygulamalar kumardır. Bunun yanında kumarhanelerde kumar makineleriyle yapılan işlemlerde kumar kapsamındadır. Burada iş yeri bir taraf ve oyuncuda diğer taraftır. =>Cep telefonlarıyla mesaj yoluyla ya da arama yoluyla ücret yatırılarak katılım sağlanan kumar türleri de gelişmektedir. Ayrıca internet üzerinden oynanan kumar da küresel bir olgu halini almış durumdadır. =>Günümüzde yaygınlık kazanarak büyük bir sektör haline gelen oyunlardan biri de piyangodur. Burada katılanlar para yatırdıkları ve kazanacak olanın belirlenmesi çekilişe/şansa bağlı olduğu için kumar gerçekleşmektedir. *Kumar oynamak katılmak oynatmak ve aracı olmak haramdır. Aynı şekilde kumardan elden edilen kazançta haramdır. Aslı haram olan paralarla cami vb. hayır işleri yapılmaz. *Kumarın ciddi bir bağımlılık yaptığından kuşku yoktur. Kumar bağımlılığı arttıkça kişide bireysel ve toplumsal problemlerde artar. Aile iş ve çevre ile ilgili problemler baş gösterir. Sürekli para ihtiyacı kişiyi yanlış yollara sevk eder. Kumar sinir sistemini tahrip eder. Uyku düzeni bozulur hırs güdüsü aşırı bir şekilde kendini gösterir. Kumar Toplumda sosyal dayanışmanın zayıflamasında ve bencilliğin ön plana çıkmasında olumsuz bir rol üstlenmektedir. *Kaynaklarda müsabakanın ittifakla caiz olduğu bildirilir. Bunun dayanağı Hz. Peygamberin bu yöndeki uygulamalarıdır. Sporla ilgili olarak kadın ya da erkek ayrımı yapılmaz. Mahremiyete riayet edilmek koşuluyla fıkhen kadınların spor yapmalarına veya yarışmalarına katılmalarını engelleyecek bir hüküm yoktur. =>Gerek cahiliye devrinde gerekse İslami dönemde biniciliğin yaygın olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber Medine’de at yarışları düzenlemiş ve kazananlara ödül vermiştir. =>Hz. Peygamber döneminde düşmanla mücadelenin başlıca araçları binek hayvanları ve atıcılıktır. Bu nedenle Hz. Peygamberin “ödüllü müsabakalar ancak at ve deve yarışları ile atıcılıkta olur” buyurduğu =>Hz. Peygamber ağırlık kaldırma konusunda yarışanları görmüş ve onları bundan men etmemiştir. Bu da halterin meşru bir spor ve eğlence olduğunun delili olduğu kabul edilmektedir. Yarışmalarda Ödül =>Yarışmalarda ödül konulabilir. Bu konuda alimlerin görüş birliği vardır. =>Ödül devlet hazinesinden karşılanabilir. =>Haram kılınmış bir konuda yapılan yarışma için ödül verilmez. Zira bu gibi şeylere ödül vermek kötülüklerin yaygınlık kazanmasına teşvik olur. Bu doğru bi tutum değildir. =>Yarışmada ödül kumara dönüştürülmemelidir. Bu nedenle ödülü yarışanların dışında birinin koyması vermesi gerekir. Kur’an ve Sünnette resim ve heykelcilik *İlahi dinlerde resim ve heykel yapımına olumsuz yaklaşımın putperestliği engelleme ile yakın bağlantısı vardır. Hz. İbrahim’in putçulukla mücadelesi Kur’an’da anlatılmaktadır. Yahudilikteki on emirden ikincisi put ve resim yasağıdır.İbn Abbas mesleği resimcilik olan birinin fetva sorması üzerine sadece cansız varlıkların resimlerini yapmasını tavsiye etmiştir. =>İbn Abbas putperestliğin saygın kişilerin hatırasını yaşatmak için heykellerin yapılması yoluyla ortaya çıktığını söylemiştir. *Resim Arapça literatürde daha çok “suret” kelimesi ile karşılanmıştır. Timsal kelimesi de anlam bakımından surete yakındır. Dilciler sureti iki kısımda değerlendirerek birincisinin gölgeli suretler ( timsal=heykel) ikincisinin ise resm edilen ve çizimlenen diğer şeyler olduğunu belirtmişlerdir. =>İnsanların ürettikleri ya da inşa ettikleri şeylerin resimlerinin yapılmasında sakınca yoktur. =>Ebru tezhip çinicilik halı dokumacılığı gibi soyut resimler ittifakla mübahtır. =>Canlı tasvirlerinin çocukların oyuncağı olmasında bir sakınca yoktur. =>Maliki mezhebinde canlıların resimlerini yakmak haram değildir ancak bu resimler putlar tapınılan ve kutsanan şeylerin resimleri olursa haram olur. => Hanifiler Şafiler ve Hanbelilere göre canlı resimlerini yapmak yasaktır. Bunda resim ile heykel arasında bir fark yoktur. =>Resim bulunulan yerde namaz kılmak mekruhtur. Resim namaz kılınan kıble tarafında ise Hanefi mezhebine göre bu daha da sakıncalıdır. __________________________________ Farklı bir özet çalışmasıGÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 6-Eğlence, Spor ve Sanat Birey ve toplumların doğal ve fıtri yapının bir gereği olarak sevilmesi ve neşelenmesi gereken zamanlar vardır.Evlilik merasimleri bayramlar hacca gidiş ve geliş yolculuktan dönüş savaş zaferi ve sünnet düğünü gibi olaylar bunlardandır. Evlilik Merasimleri Hz. Peygamber evliliğin etrafa duyurulacak şekilde yapılmasını istemiştir. Bu evliliğin duyulması ve bilinmesi içindir. Bayramlar Hz. Aişe ,bir bayramda Habeşlilerin mescitte kılıç kalkan oyunu ounadıklarını ve bunu Hz. Peygamberle beraber seyrettiklerini,Hz. Peygamber’in oyuncuları teşvik ettiğini nakletmiştir.—Hz. Peygamber döneminde başlıca eğlence türleri ziyafet,müzik ,şiir,yarışmalar,mizah ,çeşitli oyunlar ve sportif faaliyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğlencenin Dini Hükmü İslam bilginleri eğlenceyi değerlendirirken hem eğlence adına yapılan uygulamaları hem de yol açtığı sonuçları dikkate almışlardır.Bu bağlamda eğlencenin mübah olarak değerlendirilebilmesi için aşağıdaki hususlara uygun olması gerekir: *İslam dininin inanç ibadet ve ahlak esaslarını düşünce ve hayat tarzlarını ve kurumlarını tahrif edecek ya da küçük düşürecek içeriğe sahip olmaması *İnsanların manevi kişiliklerine namus şeref ve diğer kişilik haklarını hedef almaması ve insan haklarına aykırı olmaması *Eğlencenin bir dinlenme ve rahatlama aracı olmanın ötesine taşınarak hayatın merkezine konmaması ve hayatın eğlencenin etrafında şekillendirilmemesi *İnsanların din ve dünya hayatı ile ilgili çalışmalarını ve görevlerini aksatmaya sebep olmaması *İçki ve uyuşturucu gibi zararlı ve yasaklanmış şeylerin eğlence ile birleştirilmemesi *Eğlencenin kumar yoluyla yapılmaması veya kumara alet edilmemesi *İslamın kadın – erkek ilişkilerinde getirdiği mahremiyet kurallarını ihlal etmemesi --İslamın gelmesiyle birlikte Arapların geleneksel olarak uygulaya geldikleri müziğin bir anda değişmeyeceği muhakkaktır. Ancak Hz. Peygamberin irşadlarıyla müziğin özünü teşkil eden sözlerde büyük değişimler olmuştur. Putperestlik ırkçılık fuhuş ve kötülük teşkil eden sözler terk edilmiş bunların yerine tevhid inancına iyiliğe teşvike sevgiye ve insanların işledikleri güzelliklere dair sözler almıştır. --Hz. Peygamber döneminde çeşitli vesilelerle müzik icra edildiği görülmektedir. Bu durumlardan birisi yolculuktur. Hz. Peygamberden nakledilen örnekler O’nun kabiliyeti olan kimselere yolculukları esnasında şiir ve şarki söylettiğini ortaya koymaktadır. Arapların öteden beri var olan bu adetine hıda denir. *Kur’an’da güzel sese övgü vardır. Hz. Davud’a verilen güzel sesden bahsedilir. *Kur’an’ın okunuşunu güzelleştirmek Hz. Peygamber tarafından tavsiye edilmiştir. Onun bu tavsiyesi dikkate alındığında kıraat kaidelerine aykırı olmamak koşuluyla Kur’an’ın okunuşunu güzel yapmakta ve bunda müziğin verilerinden yararlanmakta bir beis görülmemektedir. *Fıkıh eserlerinde müziğin mubah mekruh ve haram olduğuna dair görüşler zikredilmektedir. Müziğe karşı tavır alan alimlerin zaman zaman bazı ayeti kerimeleri delil getirdikleri görülür. Ancak Gazali Nablusi ve İbn Hazm gibi birçok alim bu ayeti kerimelerin hiçbirinin doğrudan müzikle ilgili olmadığını belirtmiştir. Kumar Kumar kelimesi Türkçeye Arapça “kımar” kelimesinden geçmiştir. Kumar “sonu belirsiz bir yarışma ya da olayın sonucu üzerine bahse tutuşarak kazanç elde etmek” şeklinde tanımlanabilir. Alimler kumar kapsamına girmeyen oyunların yapılış şekilleri hakkında da bilgi vermişler. Buna göre *bir kurum veya şahsın açtığı bir yarışmada kazananlara ödül vermesi kumar değildir. Böyle bir yarışmada para almak vermek helaldir. *yarışanların sadece bir kısmı para koyar ve ben kazanırsam bir şey almam fakat sen kazanırsan şu kadar alırsın şeklindeki anlaşmalar kumar değildir *karşılıklı olarak yarışan iki kişiye bir üçüncü şahıs eklenip yarışmayı kazanırsa ikisinden birinin mükafatı alması ve kaybederse bir şey ödememesi şartıyla yarışma yapılırsa kumar olmaz. Günümüzde kurumsallaşan ve çeşitli isimler altında sürdürülen kumar türleri ortaya çıkmıştır. Örneğin şans oyunları ve yarış sonuçları üzerine bahis tutuşma gibi yaygın uygulamalar kumardır. Bunun yanında kumarhanelerde kumar makineleriyle yapılan işlemlerde kumar kapsamındadır. Burada iş yeri bir taraf ve oyuncuda diğer taraftır. *Cep telefonlarıyla mesaj yoluyla ya da arama yoluyla ücret yatırılarak katılım sağlanan kumar türleri de gelişmektedir. Ayrıca internet üzerinden oynanan kumar da küresel bir olgu halini almış durumdadır. *Günümüzde yaygınlık kazanarak büyük bir sektör haline gelen oyunlardan biri de piyangodur. Burada katılanlar para yatırdıkları ve kazanacak olanın belirlenmesi çekilişe/şansa bağlı olduğu için kumar gerçekleşmektedir. Kumar oynamak katılmak oynatmak ve aracı olmak haramdır. Aynı şekilde kumardan elden edilen kazançta haramdır. Aslı haram olan paralarla cami vb. hayır işleri yapılmaz. Kumarın ciddi bir bağımlılık yaptığından kuşku yoktur. Kumar bağımlılığı arttıkça kişide bireysel ve toplumsal problemlerde artar. Aile iş ve çevre ile ilgili problemler baş gösterir. Sürekli para ihtiyacı kişiyi yanlış yollara sevk eder. Kumar sinir sistemini tahrip eder. Uyku düzeni bozulur hırs güdüsü aşırı bir şekilde kendini gösterir. Kumar Toplumda sosyal dayanışmanın zayıflamasında ve bencilliğin ön plana çıkmasında olumsuz bir rol üstlenmektedir. Kaynaklarda müsabakanın ittifakla caiz olduğu bildirilir. Bunun dayanağı Hz. Peygamberin bu yöndeki uygulamalarıdır. Sporla ilgili olarak kadın ya da erkek ayrımı yapılmaz. Mahremiyete riayet edilmek koşuluyla fıkhen kadınların spor yapmalarına veya yarışmalarına katılmalarını engelleyecek bir hüküm yoktur. *Gerek cahiliye devrinde gerekse İslami dönemde biniciliğin yaygın olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber Medine’de at yarışları düzenlemiş ve kazananlara ödül vermiştir. *Hz. Peygamber döneminde düşmanla mücadelenin başlıca araçları binek hayvanları ve atıcılıktır. Bu nedenle Hz. Peygamberin “ödüllü müsabakalar ancak at ve deve yarışları ile atıcılıkta olur” buyurduğu nakledilir. *Hz. Peygamber ağırlık kaldırma konusunda yarışanları görmüş ve onları bundan men etmemiştir. Bu da halterin meşru bir spor ve eğlence olduğunun delili olduğu kabul edilmektedir. Yarışmalarda Ödül *Yarışmalarda ödül konulabilir. Bu konuda alimlerin görüş birliği vardır. *Ödül devlet hazinesinden karşılanabilir. *Haram kılınmış bir konuda yapılan yarışma için ödül verilmez. Zira bu gibi şeylere ödül vermek kötülüklerin yaygınlık kazanmasına teşvik olur. Bu doğru bi tutum değildir. *Yarışmada ödül kumara dönüştürülmemelidir. Bu nedenle ödülü yarışanların dışında birinin koyması vermesi gerekir. Kur’an ve Sünnette resim ve heykelcilik *İlahi dinlerde resim ve heykel yapımına olumsuz yaklaşımın putperestliği engelleme ile yakın bağlantısı vardır. Hz. İbrahim’in putçulukla mücadelesi Kur’an’da anlatılmaktadır. Yahudilikteki on emirden ikincisi put ve resim yasağıdır.İbn Abbas mesleği resimcilik olan birinin fetva sorması üzerine sadece cansız varlıkların resimlerini yapmasını tavsiye etmiştir. *İbn Abbas putperestliğin saygın kişilerin hatırasını yaşatmak için heykellerin yapılması yoluyla ortaya çıktığını söylemiştir. *Resim Arapça literatürde daha çok “suret” kelimesi ile karşılanmıştır. Timsal kelimesi de anlam bakımından surete yakındır. Dilciler sureti iki kısımda değerlendirerek birincisinin gölgeli suretler ( timsal=heykel) ikincisinin ise resm edilen ve çizimlenen diğer şeyler olduğunu belirtmişlerdir. *İnsanların ürettikleri ya da inşa ettikleri şeylerin resimlerinin yapılmasında sakınca yoktur. *Ebru tezhip çinicilik halı dokumacılığı gibi soyut resimler ittifakla mübahtır. *Canlı tasvirlerinin çocukların oyuncağı olmasında bir sakınca yoktur. *Maliki mezhebinde canlıların resimlerini yakmak haram değildir ancak bu resimler putlar tapınılan ve kutsanan şeylerin resimleri olursa haram olur. *Hanifiler Şafiler ve Hanbelilere göre canlı resimlerini yapmak yasaktır. Bunda resim ile heykel arasında bir fark yoktur. *Resim bulunulan yerde namaz kılmak mekruhtur. Resim namaz kılınan kıble tarafında ise Hanefi mezhebine göre bu daha da sakıncalıdır. Tasviri haram kabul eden alimler,bunun gerekçelerinde ihtilaf etmişlerdir.Onlara göre; *Tasvir,zamanla ALLAH’tan başkasına tapınmaya ve putçuluğa götürmektedir. *Yasağın sebebi,allah2ın yaratma vasfına benzemeye çalışmaktır. *Tasvirde müşriklerin tutumuna benzeme vardır. *Bir rivayete göre,sûretin olduğu yere Cebrail girmemiştir. | |
06 Ocak 2012, 23:42 | Mesaj No:7 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 7. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 7- Ticari Hayat İslam fıkhı:bir malın ticaretinin yasakladığına dair açık bir nass (ayet yada hadis) bulunmadığında onun ticaretinin Mübah olması esastır ilkesini benimser. Ticaret malında şu özellikler bulunmalıdır.
VADE FARKI CAİZ OLMADIĞINI SÖYLEYENLER VE DELİLLERİ Hadiste "bir satış içinde iki satış’’ "bir satış içinde bir veya iki şart’’ yasaklanmıştır. Veresiye satışta ‘’peşin şu fiyata peşin şu fiyata’’ denilerek sözleşme yapılıyor ise bu işlem yasak olmalıdır. Bedelli işlemlerde karşılıksız fazlalık faiz olup bu durum vadeli satışta vardır. Vadeli satışta hem peşin hemde vadeliden sözedilir ,malın fiyatının belirsizliği akdi ifsad eder. VADE FARKI CAİZ OLDUĞUNU SÖYLEYENLER VE DELİLLERİ
İslam alimlerinin çoğunluğu bu tür satışların caiz olduğuna hükmetmişlerdir. FİYAT BELİRLEMEDEN YAPILAN SATIŞ Alışverişi teberrü(hibe), ödünç, borç ve emanet gibi diğer işlemlerden ayıran en önemli özellik ,alışverişte satılacak mal için bir fiyatın belirlenmesi ve bu fiyat üzerinde tarafların anlaşmasıdır. Fiyat belirlemeden yapılan alışverişlerin İslam fıkhı açısından iki durum çerçevesiyle ele alınır: MALIN BİR KISMININ FİYATINI BELİRLEYEREK YAPILAN ALIŞ VERİŞ: Bir satış akdinde satılan mal yada fiyattaki bilinmezlik,akdi kusurlu yapar/ifsad eder. Buna bakılarak kusurlu fasid olarak kabul edilir alışveriş.ancak satış işlemine bakıldığında,bir akdin kurulması için gerekli şartlar mevcuttur. Az olan bilinmezliğin akde tesiri olmadığına hükmedilmiştir . EKENOMİK İSTİKRARSIZLIK NEDENİYLE FİYAT BELİRLEMEDEN YAPILAN ALIŞVERİŞ Bu tür veresiye alışverişin meşru olup olmadığı hususunda iki görüş mevcuttur. 1- Akit sırasında veresiye olarak satılan malın fiyatı belirlenmediği için bu tür alış veriş uygun değildir. 2- Fiyat belirtilmeden veresiye olarak satılan malın fiyatının müşterinin ödemede bulunacağı günün fiyatından hesaplanması caizdir.çünki bu tür satışa insanların ihtiyacı olup,söz konusu satış örf haline gelmiştir.Ahmed b.Hanbel ile bu mezhepten olan İbn.temiyye ve İbnül kayyımda bu görüşü benimsemiştir. ELEKTRONİK TİCARET Akit için gerekli olan icab ve kabul onayının ,taraflar birinden uzak olsalarda farklı iletişim cihazlarıyla Gerçekleşebileceğini kabul etmişlerdir. Ancak : bu hükmün ,hazırlar arsında gerçekleşen akde mi,yoksa gaibler arsındaki akdemi benzetileceğine dair Farklı görüşlerle ayrılmışlardır. Bu görüşleri benimseyen ve benimsemeyenlerde olmuştur. KAPARO Bir satış yada kira sözleşmesinde müşterinin,sözleşmeyi tamamlaması halinde toplam fiyattan düşülmesi Feshetmesi durumunda akitten dönmesinin karşılığı olarak mal sahibinde kalması şartıyla yapılan ön edemedir. Bunun caiz olduğunda bir tartışma yoktur. KAPARONUN SATICIDA KALMASININ CAİZ OLMADIĞI GÖRÜŞÜ Hanefiler,malikiler,şafiler bu işlemi sahih görmemiştir.satıcıya helal olmaz . KAPARONUN SATICIDA KALMASININ CAİZ OLDUĞU GÖRÜŞÜ Bir kısım sahabe ve genelde HANBELİ alimleri caiz olduğu görüşündedir. HAVA PARASI Bir ticarethanenin devri durumunda,ticarethanenin yeri, müşterileri, şöhreti gibi nedenler de göz önüne alınarak asli değerinin yanında manevi sermaye karşılığında ödenen paradır. KİRACININ MAL SAHİBİNDEN HAVA PARASI ALMASI Kiracılık devam ederken mal sahibinin iş yerini boşatmasını istemesi ve kabul edilmediği zaman verilen hava parasıyla iş yerini boşaltırsa.hava parası helaldır.çünkü aldığı bedelle hakkını satmış bulunmaktadır. KİRACININ SONRAKİ KİRACIDAN HAVA PARASI ALMASI Kiracının kiraladığı yeri kiracı olduğu süre içinde bir başkasına kiralaması veya ödünç vermesi kabul edilmektedir.ancak ikinci kiracının veya ödünç alanın işyerine birinci kiracıdan daha fazla zarar verecek şekilde kullanmamasıdır. Hanefiler kiracının ikinci kiracıya kiralama yaparken gayrimenkule bakım ,onarım gibi masraf yapılmış olmasını gerekçe görürler. İslam fıkhında bir haktan vaz geçme anlamı taşıyan durumlarda ücret alınması meşru görülmüştür. SİGORTACILIK SİGORTA VE SİGORTACILIK Sigotalar ikiye ayrılır. SOSYAL SİGORTALAR:kanunla kurulan iş kolunda çalışanların sosyal güvenliklerini temin amaçlı zorunlu sigortalardır HUSUSİ SİGORTALAR:özel menfaatlerin rizikolara karşı teminat altına alınması için serbes iradeyle meydana gelen özel sigortadır İkiye ayrılır husisi sigorta 1- Sabit pirimli sigorta 2- Değişken pirimli sigorta KONULARI AÇISINDAN: mal sigortaları, can/hayat sigortaları, mali mesuliyet sigortaları. TİCARİ SİGORTALARIN DİNİ HÜKMÜ TİCARİ SİGORTALARIN HİÇBİR TÜRÜNÜN CAİZ OLMADIĞI GÖRÜŞÜ Akdi yaralayan olumsuzluklar vardır. - İslam hukukna göre ‘’ belirsizlik’’ ve ‘’ karşılıklar arasında ciddi fark’’ gibi sözleşmeyi kusurlu yapan şeyler vardır - Gecikme nedini ile GECİKME FAİZİ( riben nesie) - Hem gecikme hemde FAZLALIK FAİZİ(ribel fadl) gerçekleşir. - İçerdikleri ‘’ihtimal’’ ve garar (aldanma) unsurları vardır. - Sigortalının pirim ödemesine rağmen risk oluşmayıp sigortasından tazminat almaması şirket için karşılksız kazanç hükmünde olup İslam fıkhında yasak olan’’batıl yollarla başkasının malına el koyma ‘’ şekli olacağıdır. TİCARİ SİGORTALARIN BÜTÜN TÜRÜNÜN CAİZ OLDUĞU GÖRÜŞÜ - Akitlerde asıl olan hüküm mubahlıktır ilkesi benimsenmiştir. - Ticari sigortalar toplum maslahatlarında işlev görmektedir. - Ticari sözleşmeler TEBRRU SÖZLEŞMESİ üzerine kuruludur ve cehalt ve garar ın akde tesiri yoktur. - GÜVEN unsurunu güven satışını caiz görmüşlerdir - - SİGORTACILIKLA İLGİLİ KURUMSAL KARARLAR a) genel olarak sosyal sigortalar ,karşılıklı sigortalar ve ticari sigortalar caiz b) kar payı esasına dayalı çalışan birikimli hayat sigortası ,bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sisteminin ise yatırılan pirimlerin dinen helal alanlarda kullanılması durumunda caiz c) konusu din tarafından yasaklanan sigorta cazi değildir. | |
06 Ocak 2012, 23:42 | Mesaj No:8 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 8. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 8- Faiz, Kredi ve Finans İşlemleri İslamda faizle borçlanma meşru olmadığından ,kredi bulma imkanı KARZI HASEN denilen BORÇ/ÖDÜNÇ ,kredili satışlar yada çeşitli ortaklıklar kurma yollarından biriyle gerçekleştirilmiştir. Fazisiz bankacılık /katılım bankacılığı uygulaması 1963 yılında mısırda başlatılmıştır. FAİZ Faiz kavramı Kuran da ve sünnette RİBA kelimesiyle ifade edilir. SÖZLÜKTE: fazlalık,artma ,çoğalma anlamına gelir. FIKHİ OLARAK: verilen borcun geri ödenmesinde şart koyulan fazlalık veya karşılıklı akitlerde ölçülebilir karşılıksız fazlalıktır. FIKIH LİTERATÜRÜNDE FAİZİN TÜRLERİ 1 BORÇ FAİZİ:’’ riben nesie’’ denir.verilen borcun karşılığında fazlalık alınır. 2ALIŞVERİŞ FAİZİ:’’ribel bey’’denir Alışverişte karşılaşılan faizler 1 FAZLALIK FAZİ: ribel fazl. Paranın para karşılığında veya misli malların birbiriyle takasında karşılıklardan birinde ölçülebilir fazlalıklardır MİSLİ MAL:aynı türe ait olup ölçü birimleriyle alınıp satılan mallardır. 3VERESİYE FAİZ: satım akdinden kaynaklanır. Bu tür işlemlerde paraya karşılık para,mala karşı mal satılmaktadır İslamın izin verdi vadeli satış türünün bedellerden birinin para diğerinin mal olduğu işlemdir.Ödünç akdinde de faiz olmaz.teberru/iyilik esası vardır . FAİZ GERÇEKLEŞEN MALLAR ALTI MAL HADİSİ esas alınır. "altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday,arpaya karşılık arpa,hurmaya karşılık hurma,tuza karşılık tuz cinsi cinsine eşit ve peşin olarak satılır.malların cinsleri değişirse peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın.’’ Bu hadiste zikredilen altın ve gümüşün faize konu olmasının ,onların para olma(semeniyyet) özelliğinden ileri geldiği konusunda günümüz fıkıhçıları görüş birliğine varmıştır. HANEFİ mezhebine göre mallardaki "cins birliği’’ve "ölçü birliği’’nedeniyledir. FAİZDE TEMEL PRENSİBİ:ölçülebilir karşılıksız fazlalıktır. FAİZİN YASAKLANMA SEBEPLERİ - sermaye sahiplerinin yatırıma yönelmesini ve kaynakların kullanılmasını engeller. - Yatırım olmadığı için işsizlik artar. - Yatırımlarda faizli kıredilerin kullanılmasından dolayı üretim maliyeti yükselir ve suni fiyat artışına/enflasyona yol açar. - Toplumsal değerler altüst olur,yardımlaşma ,dayanışma,sevgi,şevkat gibi insani özellikler yerini çok para kazanma hırsı almaktadır. - Faizli dış borçlar,ülkeleri ağır borçlara sokar ve ekonomik,siyasi özgürlüklerini riske sokmaktadır. - Tüketim borçlanmalarında,haksızlık borçlu aleyhinde gelişir. - Güçlünün sermaye sahibinin yararına,zayıf,muhtaç kimselerin durumlarının dahada kötüleşmesine sebep olmuştur. ZARURET KARŞISINDA FAİZ Zaruretlerin haram olan şeyleri ,zaruret miktarınca mübah kılar bu kural olarak benimsenmiştir. KATILIM BANKACILIĞI Sermaye toplama ve sermaye kullandırma aşamalarında faizli muamelelrden uzak duran,bunları ortaklık gibi yollarla yürüten kuruluşlardır. KATILIM BANKACILIĞI İŞLEMLERİ Hizmetler üç gurupta toplanır.:sermaye toplama,sermaye kullandırma,bankacılık hizmetleri. 1SERMAYE TOPLAMA:sermayelerinin bir kısmını kendileri koyar.buna öz sermaye denir. 2MEVDUAT:bankalara müşterilerin yatırdığı paradır. Mevduatı 2 şekilde toplar a)CARİ HESAP:istenildiği zaman yatırılan fonun/mevduatın geri çekilebileceği,faiz yada kar payı ödenmeyen hesaplardır. b)KATILIM HESABI:kar ve zarara katılma şartıyla oluşturulan hesaplar dır. Fıkıhta MUDAREBE adı verilir yani .emek sermaye ortaklığıda denir. SERMAYEYİ İŞLETME YÖNTEMLERİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ 1 MURABAHA:peşin satın alınan malı belli bir kar ilave ederek vadeli satmak demektir. Murabaha akdi fıkıhta güvene dayalı satış türlerinden sayılır. Malın alış fiyatıyla vadeli fiyatı arasındaki fark finans kurumunun karı olur. MURABAHA YAPARKEN AKDİN OLUŞTURULMASI İNCELENİR O HUSUSLAR: - murabaha ya konu olacak mal yada mali hakkın gerçekten var olup olmadığına bakar - mal yada mali hakkın satılabilir olup olmadığını kontrol eder. - Malın taksitle satışa elverişliliği kontrol edilir - Malın Önceden müşterinin zimmetine geçmemiş olmalıdır - Alım satım işleminin sahte olmaması gerekir. 2 ORTAKLIK YÖNTEMİ:kar zarar ortaklığıdır. a) sermaye ortaklığı (müşareke) b)emek sermaye ortaklığı (müdarebe) semaye ortaklığında İslam hukukçularının aradıkları şartlar: - tarafların sermaye üzerindeki haklarının belirlenmiş olması - başkasının zimmetinde bulunan bir borcun sermaye yapılmaması - karın anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde oransal olarak( %40 ) belirlenmesi 3 KİRALAMA:bir şeyin kendisinin değil de yararlanma hakkının belirli bir bedel karşılığında satımına kiralama denir. A) KASA KİRALAMA:ücret karşılığında kasa dairesinde kullanım hakkını müşteriye devretmesidir. B) FİNANSAL KİRALAMA:katılım bankası müşteri için ihtiyacı olan malı satın alır ve ona kiralar.kira bedelinin toplamı kiralanan malın bedelidir.taksitler bittiğinde malın mülkiyeti müşteriye geçer.bu tür sözleşmelere leasing denilmektedir BANKA (KREDİ)KARTLARI 1- DEBİT KART:hesabındaki kendi parasını kullanır.nakit taşımamak için kullanılır. 2- CHARGE CARD: yukarıdaki karta benzemekle beraber para olmasa bile bankanın tanıdığı limit ölçüsünde kullanılırlar.biray süresince faiz uygulanmaz ama sonunda ödenmek zorundadır.bu tür kartlarda borç ertelenmez. 3- KREDİ KARTI:hesabında para olsun olmasın belli bir limite kadar harcama imkanı veren kartlardır. Belirlenen süre bittiğinde ödenir ödenmezse gecikme faizi ilave edilir. BANKA MÜŞTERİ İLİŞKİSİ 1- kredi kartı anlaşmasında banka,kart hamilene kefil olmakta,alımların karşılığının ödeneceğini taahhüt etmektedir.bu işlemle banka ile müşteri arasında İslam hukukundaki KEFALET AKDİ tahakkuk eder. 2- Banka ile kart sahibi arsındaki sözleşme bir VEKALET SÖZLEŞMESİni de içerir.yapılan işlemlerde veya alınan hizmetlerin karşılığının ödeme husunda bankayı vekil kılmıştır.bankanın kart ve hizmet bedeli talep etme hakkı buradan doğar.vekalet ücretli olabilen sözleşmelerdendir. MÜŞTERİ-İŞYERİ İLİŞKİSİ Kart sahibi müşteri ile alacağını kart yoluyla tahsil eden işyeri arasındaki ilişki alacağını tahsil etme bakımından müşterinin hesabının bankasından işyerine HAVALESİDİR. | |
06 Ocak 2012, 23:43 | Mesaj No:9 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri ünite özetleri GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 9- Menkul Kıymetler Sahibine ortaklık veya alacaklılık sağlayan ve belirli bir meblağı temsil eden kıymetli evraktır. En yaygın olan menkul kıymetler: tahvil, hazine bonosu, kar zarar ortaklığı belgesi, hisse senedi. Menkul kıymetler ALACAK SENETLER ve ORTAKLIK SENETLERİ şeklinde ikiye ayrılır. PARA VE ALACAK SENETLER: para borcunu ve alacağını temsil eden evraklardır. ORTAKLIK SENETLERİ :mali haklarla beraber yönetime katılma hakkını sağlayan , gerçek ortaklık ilişkisi kuran hisse senetleridir. 1 TAHVİL: kamu kuruluşları veya özel şirketlerin ödünç para (kredi) bulmak için çıkardıkları bir yıldan uzun vadeli olan borç senetleridir.yani faizli borç senetleridir. Vadesi bir yıldan az olan devlet içi borçlanma senetlerine HAZİNE BONOSU denir. TAHVİLLERİN ÜÇ TÜRLÜ DEĞERİ VARDIR. NOMİNAL DEĞER: tahvilin üzerinde yazılı değer dir hiç birzaman değişmez. İHRAÇ DEĞERİ: tahvilin ilk çıkarıldığı andaki satış değeridir. PİYASA DEĞERİ:tahvilin piyasada o gün için geçerli olan ,vadesine kadarki getirisine göre hesaplanan fiyattır.bu değer piyasa şartlarına göre değişiklik gösterir. 2 HİSSE SENEDİ: bir anonim şirketin sermayesinin eşit paylara bölünmesi sonrasında bu paylardan her birini temsil eden kıymetli evraklardır.karda da zarar da ortaklık vardır. Hisse senetleri tahviller gibi nominal ve piyasa değeri ile ifade edilir. Hisse senedi ortaklık senedi olduğu için sahibine şu hakları tanır: - şirket karından pay alma hakkı - şirket yönetiminde oy hakkı - tasfiyeden pay alma hakkı - şirket faaliyetlerini takip etme hakkı - rüçhan hakkı (( sermaye artırımında yeni sermayeden elindekiler oranında yeni hisse alma hakkı)) 1-KAR VE ZARAR ORTAKLIĞI BELGELERİ: anonim şirketleri yurt içi ve dışında finansman ihitiyaçlarını karşılamak için satılmak üzere çıkardıkları kıymetlerdir.pay senedi değildir. 2-GELİRE ENDEKSLİ SENET: GES diye bilinir. İNTİFA senedi de denmekte. Devlete ait bir kurum ve kuruluşun gelirine ortak olunması.kar zarar ortaklığı senetleri. Köprü ,baraj gelirleri senetleri, oto-yol gelir senetleri evraklar intifa senedidir.kar ödenmesi güvencesi verilir. Menkul kıymetlerin satıldığı devlet tarafından kurulup ve denetlenen pazara BORSA denir. MENKUL KIYMETLERİN FAİZLE İLİŞKİSİ - tahvil ve hazine bonoları birer faizli borç senedidir. Dinen caiz görülmez. - Kambiyo senetleri olan poliçe,bono,ve çekler parayı veya borcu temsil eder ve değerlerinin altında veya üstünde satıldığı için faize girerler. - Kar zarar ortaklığı belgesi .caizdir.faizden uzak durmak isteyenler içindir. - Gelire endeksli senet (( GES)) bu konuda iki görüş vardır. 1-FAİZ OLDUĞU :senede fazlalık verilmesi sadece kar getirmesi. 2-CAİZ OLDUĞU : Hisse senedi ilk çıkarıldıklarında / ihraçlarında şirketin bütün mal varlığına (( aktif ve pasifine))ortak olmasını ve paylarını ifade eder.ortaklık gerçek tir ve şirketin mal varlığı paylara bölünmüştür ve küçük tasarruf sahiplerinin de şirketlere ortak olmasını sağladığı için bu senetlerin alınıp satılması caizdir. Senetlerin bağımsız bir mal olarak alınıp satılması meşrudur ve faizle alakası yoktur. BORSADAN MENKUL KIYMET ALIM SATIMININ MEŞRUTİYETİNİ ETKİLEYEN DURUMLAR - hisse senedi ihraç eden anonim şirketlerde görülen usulsüzlükler vardır. - Bu şirketlerde yöneticiler şirketin bütün zararlarından sorumlu değildir. - Bu şirketlerde sermaye her zaman nakit değildir. - Küçük ortaklar büyük ortakların insafına terkedilmişlerdir. - Büyük hisse sahipleri istemezlerse kar payı dağıtımı yapmazlar küçük hisse sahipleri zor durumda kalır HİSSE SENEDİ ALIM SATIMININ HÜKMÜNÜ ETKİLEYEN GEREKÇELER - Borsalara senet ihraç eden şirketlerdeki yapısal bozukluklar , - Borsanın spekülatif hareketlere açık oluşu, - Gerçek anlamda borsadaki hisse senetlerinin fiyatlarının oluşmasının bu spekülatörlerin hareketlerine bağımlı oluşu, - Borsada kıymetli evrakın fiyatlarının serbes iradeyle oluşmaması, - Borsada satılan hisse senetlerinin fiyat değerlendirmesinin gerçeğe uygun güncellenmemesi. SENET/ÇEK KIRDIRMAK FAİZ OLARAK DEĞERLENDİRLEN GÖRÜŞ - Senet ve vadeli çeklerin günü gelmeden,bir banka aracılığı ile nakde çevrilmesinin (borcun daha aşağı bir miktar para ile peşin satışı) bu işlemin faiz olduğu sonucuna varmıştır. - Aynı cins iki malın farklı miktarlarda vadeli değişimi hadisle yasaktır. - Sendi kırdıranın amacı onu satmak değil borç almaktır,bankanın amacı faizli kredi vermektir . CAİZ OLARAK DEĞERLENDİRİLEN GÖRÜŞ - senet kırdırmak, rehin karşılığında karz(( borç/kredi verme)) ve ücretli vekalete benzetmektedir. - Hanefilerden Züfere göre: alacaklının alacağına karşılık borçludan herhangi bir mal satın alması nasıl caiz ise buda caizdir. Çek veya senedin ciro edilmesine İslam hukukunda HAVALE denir. Havale satış değil,bir kişideki alacağın bir başkasına devrdir.faizli işlemle alakası yoktur.mal alım satımlarında müşteri çeki veya müşteri senedi vermenin sakıncası yoktur. MENKUL KIYMETLERİN ZEKATI - İSLAM FIKHINA GÖRE - Menkul kıymetler birer mal varlığı belgesi olması, - Asli ihtiyaç dışında kalan her nevi servetten zekat verilmelidir - Faizli borç senedi olmalarına bakılmadan tahvil ve hazine bonosu piyasa değeri üzerinden zekatı verilmelidir - Kar ve zarara ortaklık senetlerinde senedin nominal değeri ve karından zekat verilir - Hisse senetleri de ortaklık senetleri olduğundan zekat verilmelidir - % 2,5 olarak zekatları verilir. - Senetlerin ait oldukları şirketin cinsine görede zekatlar verilir - ZİRAİ şirketlerin senetlerinin zekatı 1/10 veya 1/20 oranında verilir. - FAİZ GELİRLERİNDEN ZEKAT VERİLMEZ: faiz İslam fıkhına göre meşru bir mal /mülk edinme yolu değildir. - Şirketin duran sermayesinden zekat verilmez bütün mal varlığından değil,artıcı olan artan mal varlığından zekat ödenir. | |
06 Ocak 2012, 23:45 | Mesaj No:10 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Günümüz Fıkıh Problemleri 10. Ünite Özeti GÜNÜMÜZ FIKIH PROBLEMLERİ Ünite 10- Gayrimüslimlerle İlişkiler Kuran ve hadislerde insanlar hz.peygamberin getirdiği mesajı kabul edip etmeme açısından ikiye ayrılır: Müslümanlar ve gayri müslümler. GAYRİ MÜSLİM İslam dinine inanmayan kişi anlamına gelir.kendi aralarında da isimlendirilirler. EHLİ KİTAP : Yahudi ve Hıristiyanları ifade etmek için. MECUSİ: ateşe tapanlar SABİİ: yıldızlara tapanlar MÜŞRİK: putperesler için kullanılmıştır. TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER İslam hukunda vatandaş ve yabancı ayrımı inanca göre değil ,kişinin bağlı bulunduğu ülkeye göre yapılmaktadır. Gayri Müslim ler kendi içlerinde arılır. ZIMMİ: İslam devleti ile vatandaşlık sözleşmesi yapan ehli kitap demektir. (( gayri Müslimlerin temel hak ve özgürlüklerini garanti eden ve hukuki koruma sağlayan düzenleme zimmet sözleşmesidir.sözleşmeyi yapan kişide zımmi denir.)) MÜSTEMEN:sınırlı bir süre içi izin ve pasaportla İslam ülkesine gelen gayrimüslümanları ifade eder. HARBİ:İslam ülkesi vatandaşı olmayıp bu ülkeye izinsiz olarak girmişlere denir. Müslüman ve zımmiler doğrudan vatandaşlık hakkına sahiptirler. Müstemen lere kısmi vatandaşlık hükümleri uygulanır. Harbi izinsiz olarak geldiği için vatandaşlık haklarından yararlanamaz. HANEFİ bilginleri putperes Araplarla zimmet (vatandaşlık) sözleşmesi yapılamaz görüşündedir. İMAM ŞAFİ ve İMAM HANBEL alanı daraltıp ehli kitap ve Mecusiler dışında gayri Müslimlerle zimmet akdi yapılmayacaktır. İMAM MALİK ve EVZAİ göre bütün gayri müslümlerle bu anlaşma yapılabilir. YAŞAM HAKKI İnsan haklarının temelini oluşturur.müslüman ve gayri müslümler arasında fark görülmemektedir. İslam ülkesinde bir müslümanın zımmi bir vatandaşı öldürmesi halinde : HANEFİLERE göre kasten öldürülmüş ise KISAS gerekir.bu konuda EBU HANİFE nin görüşleri fıkıh tarihnde önemli bir yeri vardır.cezanın uygulanmasının dayanağı ‘’ yaşam hakkının dokunulmazlığı noktasında herkes eşittir ‘’ buda din ve yönetim tarafından garanti altına alınmıştır. SERAHSİ : ünlü fıkıh bilgini YAŞAM HAKKININ EVRENSEL BOYUTLARINI ŞÖYLE İFADE EDER: ALLAH insanı yaratınca ,haklarından sorumlu bir varlık olması için ona emaneti yüklemiş ve onu akıl ve zimmetle şereflendirmiştir. Sonra yüklediği emaneti yerine getirebilmesine imkan tanımak için ona dokunulmazlık , özgürlük, ve mülkiyet hakkı vermiştir. Bu dokunulmazlık, özgürlük ve mülk edinme hakkı doğduğu andan itibaren her insanda mevcuttur ‘’ DİN ÖZGÜRLÜĞÜ Hz. Peygamber Kurandaki din özgürlüğünün nasıl anlaşılması gerektiğini uygulamalarıyla göstermiştir. MEDİNE SÖZLEŞMESİ nin 25 maddesinde’’ Yahudilerin dinleri kendilerine ,müslümaların dinleri kendilerinedir’’ hükmü bunun sözlü bir ifadesidir. Medineli Müşrik kabilelerle gerçekleşen bu sözleşmeye orada oturan Yahudiler sonradan katılmışlardır.’’……. sonradan kendilerine katılanlar….’’ İfadesi sonraki katılımlara imkan tanımaktadır.. Bu durum din özgürlüğünün evrensel boyutta genişleyebileceğini gösterir. İslam hukukçuları kendileriyle zimmet anlaşması yapılan gayri Müslim vatandaşların ÖZEL HUKUK alanında özerklik verilebileceği ifade edilmiştir. MÜLKİYET HAKKI Temel haklardan biridir. İslam a göre haram olan hukuk nazarında mal sayılmayan şeyle ,gayri müslümler için helal ise onlar için mal sayılır.üretilebilir,yetiştirilebilir,ticaretini yapabilir. HANEFİLER "zımmi nin içki ve domuzu, müslümanın sirke ve koyunu gibidir’’ derler. Eğer gayri müslümün malına zarar verilirse bunun bedelinin ödenmesi vaciptir.MALİKİLER de bu görüşe katılır. HAKLARIN HEPSİNE SAHİPTİRLER.TİCARİ İŞ İLİŞKİLERİ HANEFİ ve ŞAFİ fakhler bir müslümanın gayrimülimin özel özel hizmetinde çalışmasını aşağılayıcı durum olarak değerlendirmiştir. İMAM MALİK VE HANBELİ ler bu görüşe göre bu tür işlere ait sözleşmeler müslümanı küçük düşürücü davranış olduğu için uygun değildir. Gayri Müslimlere ait işlerde ÖLÇÜ : o işin yapılmasının aslı itibari ile dinen haram ve hukuken yasak olmamasıdır. Yasak ise sözleşmeler caiz görülmez. Gayri Müslimler şartlara göre zaruret hallerinde istihdam edilebilir aksi halde edilemez . GAYRİ MÜSLİMLERLE EVLİLİK İslamda evlenme engelleri ( sürekli) ve (geçici )olmak üzere ikiye ayrılır .((din ayrılığı)) geçici engeller arasındadır. MÜSLÜMANIN MÜŞRİKLE EVLİLİĞİ ALLAH a ortak koşan kişiye müşrik denir.fiillere şirk denir. Kuranda erkek yada kadın bir müslümanın müşrik biriyle evlenmesi yasak olduğu açıkça ifade edilir. "Müslüman oluncaya kadar ,müşrik kadınlarla evlenmeyin.inanmış bir cariye hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.müSlüman oluncaya kadar müşrik erkeklerle evlenmeyin .inanmışbir köle hoşunuza giden müşrik bir erkekten daha hayırlıdır.onlar (müşrikler) sizi ateşe davet ederler , ALLAH ise szi cennete ve bağışlamaya çağırır.öğüt alasınız diye ALLAH ayetlerini bu şekilde açıklamaktadır’’.(BAKARA 2/221) İRTİDAT HALİNDE EVLİLİĞİN DURUMU İRTİDAT : kişinin kendi iradesiyle Müslümanlıktan vaz geçtiğini söz veya yaşantı şekliyle ortaya koyması na denir.bu davranışları sergileyenlere mürted denir. -islam hukukuna göre bir kişinin dokunulmaz olması için ya Müslüman olması yada zimmet anlaşması yapmış olmalıdır.mürted bu guruptan hiçbirine girmez.temel haklarını kaybeder ve ehli kitap statüsüne geçerek zimmet sözleşmesi yappılmasınadaizin verilmez. -İslam hukukçuları Müslüman birinin irtitad etmiş biryle evlenemeyeceği konusunda birleşmişlerdir.’’ Kafirlere Müslüman kadınlar helal değildir,onlarda Müslüman kadınlara helal değildir….kafir kadınları nikahınızda tutmayınız’’(MÜMTEHİNE 60/10) - Evlilik akdinden sonra eşlerden birini irtidat etmesi halinde akitin bozulacağı fakihler tarafından görüş birliğine varılmıştır. - HANEFİLER ve MALİKİLERE göre: zifaf sonrası gerçekleşen irtidatlarda akit derhal son bulur . - ŞAFİİLER VE HANBEL : evlilik bağının kadının iddet süresince devam edeceğini kabul etmişlerdir.bu süre içinde irtidattan vaz geçip Müslüman olmaya karar verince nikah akdi devam eder. MÜSLÜMAN BİR ERKEĞİN EHLİ KİTAPTAN BİR KADINLA EVLİLİĞİ - Evlenme akdinde din farklılığı ,evlilik engellerinden biridir. - Bir gerekçe : ehli kitabın din özgürlüğünün zimmet akdiyle garanti altına alınmıştır.ehli kitapla evlenen Müslüman erkek, eşinin dinini sürdürme ve sürdürme icaplarını kabul etmiş olur. - "Bu gün size temiz olan şeyler ve kendilerine kitap verilmiş olanların yiyecekleri helal kılındı,sizin yiyecekleride onlara.ayrıca müminlerden iffetli bayanlarla evlenmeniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerin iffetli kadınlarıyla evlenmeniz de helal kılındı.’’( MAİDE 5/5) - HZ. PEYGAMBER Mecusileri kastederek ‘’ onlara ehli kitap işlemi yapınız.ancak onların kadınları ile evlenmeyin ve kestiklerini yemeyin’’ hadisi CUMHUR un kullandığı deliller arsındadır. MÜSLÜMAN BİR KADININ EHLİ KİTAPTAN BİR ERKEKLE EVLİLİĞİ - Bu tür evliliğin caiz olmadığı yönünde İslam bilginlerin ortak bir kanaati vardır. - Kuranda Müslüman erkeklerin ehli kitapla evlenebileceğine dair ayet vardır (maide 5/5) ama Müslüman kadınların ehli kitapla evlenmesine dair açık bir nass yoktur. EVLİ ÇİFTLERİN BİRİNİN MÜSLÜMAN OLMASI DURUMU - Gayri Müslim eşlerden her ikisinin birlikte Müslümanlığı seçmeleri (( İHTİDA)) larının mevcut evliliklerine bir etkisi yoktur. - EŞİ EHLİ KİTAP OLAN ERKEĞİN İHTİDASI: normal şartlarda ehli kitapla evlilikte sakınca olmadığı için ihtidanın zifaftan önce veya sonra olması evliliği etkilemez. - EŞİ EHLİ KİTAP DIŞI GAYRİ MÜSLİMLERDEN OLAN ERKEĞİN İHTİDASI: altta açıklanıyor. - SADECE KADININ İHTİDASI: kadının Müslüman olması evliliğin son bulmasını gerektirir. - EBU HANİFE :göre: eşlerden hangisi önce Müslüman olursa diğerine Müslüman olmasını teklif eder ,kabul edilirse evlilik akdi devam eder.reddederse kadının iddeti beklenmeden evliliği sona ermiş olur. - ŞAFİ VE HANBELİ göre: Müslüman olma işlemi zifaftan önce ise nikah akdi son bulur. - İhtida zifaf sonrası gerçekleştiyse ve kadın iddet döneminde ise nikahları devam eder iddet bitince evlilik kendiliğinden son bulur. - İBN TEMİYYE VE İBNUL KAYYIM görüşü:kadın Müslüman olunca kocasınında Müslüman olmasını bekler.süre ve sınırlama yoktur.fakat bu süre zarfında kadının cinsel ilişkiye girmemesi gerekir. - İslam alimlerinden YUSUF KARADAVİ ibn temiyye ve ıbnul kayyım görüşünü savunmaktadır.ileri giderek kadının bu süre içinde normal evlilik ilişkisine devam edebileceğini ileri sürer.başkanı olduğu AVRUPA FETVA VE ARAŞTIRMA KURULU tarafından kabul edilmemiştir. - Bu durumdaki kadının evliliği sona ereceği yönündedir. MÜSLÜMAN – GAYRİMÜSLİM MİRAS İLİŞKİSİ İslam hukukunda mirasa hak kazanmanın üç şartı vardır. 1- Miras bırakanın ölmüş olması 2- Mirasçının hayatta olması 3- Mirasçı olmayı engelleyici bir durumun olmaması MİRAS ENGELLERİ 1- Kölelik 2- Miras bırakanı öldürme 3- Din ayrılığı İslam fıkıh alimleri , Müslüman ve gayrimüslim şeklindeki din ve millet farkının mirasa engel olduğunu kabul etmişlerdir. DAYANAĞI "ALLAH müminlere karşı inkarcılara asla yol vermeyecektir.’’(en-NİSA) AYETİ "müslüman gayri Müslime, gayri Müslim de müslümana mirasçı olamaz’’ hadis "iki farklı din mensubu birbirine mirasçı olamaz.’’ Hadisi Bu ayet ve hadisler ışığında: HANEFİLER, MALİKİLER, ŞAFİLER, HANBELİLER, ZAHİRİ lere göre din farkı miras oluşumuna engeldir. SAİD İBNUL MÜSEYYEB din ayrılığını miras engeli olarak görmez. | |
Konuyu Toplam 6 Kişi okuyor. (0 Üye ve 6 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Günümüz Fıkıh Problemleri Ünite Soruları | Medineweb | Günümüz Fıkıh Proplemleri | 6 | 07 Ocak 2019 20:25 |
Günümüz Fıkıh Problemleri Ünite Özetleri Medineweb Çalışmaları | nurşen35 | Günümüz Fıkıh Proplemleri | 15 | 26 Aralık 2015 21:20 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Yaşayan Dünya Dinleri ünite özetleri | Milena | Yaşayan Dünya Dinleri | 20 | 07 Nisan 2014 20:27 |
günümüz fıkıh problemleri 7.-8.-9.-10.ünite soruları | makbergülü | Günümüz Fıkıh Proplemleri | 0 | 16 Ocak 2013 23:41 |
İlahiyat Önlisans 2.Sınıf Tefsir ünite özetleri | Kudüs* | Tefsir | 11 | 27Haziran 2012 19:21 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|