|
Konu Kimliği: Konu Sahibi _bülbül_,Açılış Tarihi: 13 Nisan 2009 (09:45), Konuya Son Cevap : 13 Nisan 2009 (09:46). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Nisan 2009, 09:45 | Mesaj No:1 |
İhtiyaçların sürekliliği ve ictahadın oluş felsefesi İhtiyaçların sürekliliği ve ictahadın oluş felsefesi Kemal KORKMAZ Mukaddime İnsan Allah’a, peygambere ve O’nun getirmiş olduğu şeriata iman ettikten sonra, bir kul olarak kendisinin bu şer’i hükümlerden sorumlu olduğu kanaatine varır Hayatı boyunca kendi yaşam şeklini bu kurallara göre tayin eder Bundan dolayı mükellef kimse, bu kuralları bilmek zorundadır Karşılaşacağı hadiseler esnasında uygun olana tabi olur Eğer karşılaşılan bütün olay ve hadiselerde, şer’i hükümler açık ve net olsaydı, bütün Müslümanlar onlara tabi olur ve üzerlerine düşeni üşenmeden yerine getirirlerdi Lakin asr-ı saadetin ve teşri zamanının üstünden asırlar geçtiğinden, şer’i hükümlerde belirsizlik meydana gelmiş bulunmaktadır Bu sebepten dolayı şer’i hükümlerde mevcut belirsizliği giderecek bir ilme, kaidelere ve usule ihtiyaç vardır Bundan dolayı fıkıh ilmi bu müphemliği bertaraf etme görevini üstlenmiştir Fıkıh, kapsamış olduğu genel kaide ve usule dayanarak şer'i hükmü istinbat etme yoluna gider Müçtehid, başka bir deyimle fakih, karşılaştığı olay ve hadiselerin hükmünü tayin ederken iki yol izler Karşılaşmış olduğu hadise hakkında Eğer nas ve şer'i bir hüküm varsa -ki ibadetlerin ve muamelelerin büyük bir kısmının İslam’da hükümleri bellidir- o delile binaen hükmeder Eğer hükmünü, bir şer’i delile dayandıramıyorsa üzerine düşen, o olayın hükmünü Kur’an, sünnet, icma, kıyas ve usul ulemasının beyan etmiş olduğu esaslara dayandırarak hadisenin hükmünü beyan etmektir Günümüzde birçok siyasi, sosyal ve ekonomik meselenin hükümlerini beyan edecek nadir müçtehidler vardır Örneğin, İslami olmayan bir yerde veya İslam şeriatıyla idare edilmeyen bir beldede, o beldenin kanunlarına tabi olma, devlet dairelerinde çalışma, hükümet ile olan ilişkiler, bankaların hükmü ve benzeri konulardaki şer’i hükümleri beyan edecek birilerine ihtiyaç vardır Bu olaylardan kaçınma imkânı yoktur Zaman ilerledikçe bunlara başka konular da eklenmektedir İslam, kâmil bir dindir İnsanın saadetini temin eden ilahi kurallar ve yasalardır İslam’da hükmü tayin edilemeyecek bir konu olamaz Çünkü bu imkânsızlık ve zaaf, İslam’ın kıyamete kadar daim ve kâmil olma sıfatlarıyla uyuşmamaktadır İslam ümmetinin bu kadar buhranlara duçar olduğu bir dönemde halen üçüncü asra münhasır fetvalara dayanarak hüküm verme zamanının geçtiğini söylemek yanlış olmasa gerek Bu sözümüzden Allah’ın rahmetine kavuşmuş büyük fakihlere saygısızlık anlamı çıkmamalı Çünkü onlar üzerlerine düşeni en iyi şekilde ifa ettiler Onların görüşleri bizler için gerekli önemi haizdir İstifade edildiği müddetçe kabulümüzdür Lakin, “ Bizim fetvamızdan daha iyi bir fetva bulduysanız bizimkini terk edin” diyerek bizlere istinbat ve ictihad yolunun açık olduğunu da göstermişlerdir Abbasiler döneminde fıkıh mezheplerinin dört mektebe münhasır kılınmasının altında siyasi nedenler yatmaktadır Hâkim sultanın yaratmış olduğu boğucu, siyasi ve korkutucu hava nedense zamanla bu dört mezhepten başka mezhep olamaz inancının şekillenmesine neden olmuştur Daha sonraları mezhep imamlarına tabi olanlar arasında önceki imamlar gibi güçlü kimseler çıkmadığından dolayı, Abbasiler kendi menfaatlerini gözetmek amacıyla meşhur dört mezhebi bırakıp diğerlerini ya bitirmişler veya bitirme derecesine getirmişlerdir Nitekim Emeviler'de de aynı tutumu görmekteyiz Emeviler, kendi dönemlerinde kendilerinin bekası için bazı fikir akımlarını desteklemiş ve onların yayılmasına özel önem göstermişlerdir Örneğin en büyük şiarları, “ Taat ve ibadetin küfre faydası olmadığı gibi günah işlemenin de imana zararı olmaz”(1) diyen fasid “Mücriye” ekolünü desteklemiş ve bu sayede kendi fısklarına delil bularak kendilerini topluma kabullendirme yoluna gitmişlerdir Eğer Emeviler, Abbasiler gibi uzun bir süre saltanat etmiş olsalardı herhalde bugün bu fasid fikir ekolünün etkisini daha da çok müşahede etmiş olacaktık Emeviler ayrıca cahiliyyete dönüş arzusu içinde olan “Hecmiye, Mücessemiye ve Keramiye” ekollerine de yaygınlaşmaları için imkân vermişlerdir Bu örneklerle totaliter iki yönetimi karşılaştırmak istedim Yoksa dört mezhep ile Emeviler'in destek vermiş olduğu ekolleri kıyaslamak abes ve akıldan uzaktır Maalesef bu olayları tarih kitaplarında bulmak pek kolaydır Araştırmacılar tarihi irdelediklerinde bu dört mezhepten önce Hicaz’da başka mezheplerin olduğunu bulabilirler Daha doğrusu Hicaz'daki bu mezheplere tabi olanlar, büyük fakihler etrafında toplanmış gruplar idi Çünkü sahabe ve tabiinler ümmet arasında büyük bir imtiyaza sahiptiler Kendilerine çok değer verilir ve millet onlara tabi olurdu Bu sebeptendir ki onların vermiş oldukları fetvalara büyük önem verirlerdi Zaman ilerledikçe bunların etrafında toplanan insanlar çoğaldı ve görüşleri bir meşreb, mezhep haline geldi Bu mezhepler dikkate alındığında, hak mezhep dört mezhepten ibarettir algısının yanlışlığı açıktır Kur’an ve sünnete dayalı olduktan sonra her mezhep İslamidir ve hükümleri mensupları için şer’i hükümler konumundadır Eğer mezhepler akli ve şer'i delillere dayandırılarak bu dört mezhebe münhasır kılınmıyorsa ki öyledir; neden yeni karşılaşılan hadiselere ilişkin başka mezheplere başvurulmasın veya şer’i delillere dayanılarak günün ihtiyacına uygun içtihadı hüküm verilmesin? Bu cihan şümul olan bir dinin en tabii hakkıdır Karşılaşılan yeni olaylar hakkında, insanın izzet ve şerefine en layık hükümleri istinbat etmek, mübin dinin şanındandır İctihadın mezhepler arasında tarihi seyri: Peygamber zamanında olduğu gibi, daha sonra da Medine ilim merkezi idi Zira Ehli Beyt, sahabe ve tabiin Medine'de ikamet etmekte idiler Müslümanlar şer’i meselelerin cevaplarını bu merkeze başvurarak bulabilmekteydiler Medine’nin ilgi merkezi olması Emeviler'in huzurunu kaçırıyordu Daha sonraları Emeviler'in pervasız tutum ve davranışlarından dolayı Medine uleması ve ahalisi Abdullah b Hanzale liderliğinde Emeviler'e karşı kıyam ederek Medine valisi olan Mervan b Hakem’i ve Emevi sülalesini Medine’den sürgün etti Daha sonra Emeviler, saltanatları elden gidecek korkusuyla Medine’nin üzerine bir ordu gönderdi, Abdullah b Hanzala’yı ve beraberindekileri şehit, Medine ahalisini de katletti Bu olayın acısını ve etkisini duymuş olacaklar ki bu olaydan sonra Medine ulemasını kontrol altında tuttular Hatta saltanatlarının hâkimiyet merkezi olan Şam’da kendi istedikleri bir İslam anlayışı aşılamaya başladılar Tarih kitapları bu olayı “Herre” hadisesi diye işlemiştir İsteyen okuyucular mezkûr hadiseyi Tarih-ul Bağdadi, Muruc-u Zeheb El Bidaye ve El Nihaye gibi kaynaklarda bulabilirler Emeviler'den sonra Abbasiler İslam ümmetini ve peygamberin sünnetini ihya etme iddiasıyla müslümanları kendi etrafında topladı Emeviler devrildikten sonra, kısa bir dönem için de olsa müslümanlar rahat nefes aldılar Din ve ahkâm tekrar anlatılmaya başlandı Medine’de önceden olduğu gibi tekrar ders halkaları kuruldu; özellikle imam Sadık b Muhammed bütün ulemanın tek mercisi durumuna geldi İlim Medine’den bütün İslami beldelere neşrolmaya başladı Bu kısa dönemde 4000 ilim adamının yetiştiği rivayet edilmektedir Örneğin Ebu Hanife iki sene süresince bizzat İmam Sadık’tan ders almıştır Abbasi halifesi Mansur’un saltanata gelmesiyle, ilim merkezinin, Medine olması Abbasileri rahatsız eden bir durum olduğundan, saltanatlarının bekası için siyasi planlar içine girmeye başladılar; Medine ulemasını dağıttılar Mansur’un aracığıyla ulema arasında “Hadis Ehli ve Rey Ehli” diye bir sürtüşme konusu gündeme getirildi Irak uleması dinde kıyasın taraftarları olduğundan Mansur onları destekleyip himaye etti; ta ki müslümanların teveccühlerini bu gruba yöneltsin Bu sayede Medine ulemasının değerini azaltıp onlara olan teveccühün önünü kesme arzusu içerisindeydi Zira Medine uleması hadis ehli ve büyük değere sahip ulema topluluğuydu Maalesef ulemanın kendisi Abbasiler'in oyununa gelerek korkunç bir şekilde birbirlerini karalama yoluna koyuldular Kıyas ehli olan Irak uleması şer’i hükümleri istinbat etmek için dinde kıyas yolunu tutarken, hadis ehli kıyasa hiç bir değer vermedi Bu durum daha sonraları ulema arasında birbirlerini suçlamaya yol açtı Örneğin Malik b Enes’in minberlerde Irak uleması için, “Onları –kıyas ehlini- ehl-i kitapla eş tutun Onlara sadaka vermeyin Onları sözlerinde yalanlamayın onlara deyin biz, bize nazil olana iman ettik İlahınız ve ilahımız birdir” Demektedir(Camı beyan-ul ilim c2 s157) Kufe ahalisini “Dar-u derb” diye tanıtırlardı Ata, Ebu Hanife’yi gördüğünde “ Nerelisin” diye sorar Ben Kufelim deyince, Ata “ sen dinlerini parçalayıp gruplara ayrılan beldeden misin?” der (Zuha el İslam s152) Bu durum o kadar çetin oldu ki, gruplar arasında büyük hadiselere ve kan dökülmelerine sebep oldu Bu arada Abbasiler de kendi emellerine ulaşmış oldu Ümmet içinde her bölgeye özgü âlim yetişmeye ve mezhep şekillenmeye başladı Aralarındaki ihtilaf ve taassuptan dolayı birbirlerine kanlı düşman oldular Böylelikle ümmet, Irak ahalisi, Medine ahalisi ve Kufeliler diye gruplaştı Böylece her beldede bir fıkıh imamı ve onun müntesipleri oluştu ve mezhepler çoğalmaya başladı Daha sonraları müntesipleri fazla olan ve fıkhi alanda camiayı doyuran mezhepler günümüze dek baki kaldılar Elbette bu nedenlerin yanında hâkim gücün etkisi de vardı Zayıf olan ve hükümetle sorunları olan mezhepler varlıklarını sürdüremediler O mezheplerden bazılarını zikretmekte yarar vardır Ömer b Abdulaziz'in mezhebi hicri 101 Şabi’nin mezhebi, hicri105 Hasn Basri’nin mezhebi, hicri 110 Ameş’in mezhebi, hicri 148 Evzai’nin mezhebi, hicri 157 Sifyan’ı servi’nin mezhebi, hicri 161 Leys’in mezhebi, hicri 175 Süfyan b U'ayne mezhebi, hicri 197 Eshak’ın mezhebi, hicri 238 Ebi Sevr’in mezhebi, hicri 240 Davud el Zahiri’nin mezhebi, hicri 270 Muhammed b Cerir’in mezhebi hicri 310 Mezkûr mezhepler ve kurucuları hakkında detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler “Tarih-ul Fethul el Arabî fi Libya” adlı esere başvurabilir Tarih ilerledikçe müslümanlar arasındaki taassup arttı her mezhep kendisini ayakta tutabilmek için çaba sarf etti Mezhep müntesipleri kendi mezheplerinin kaide ve kurallarının dışına çıkmayı kabullenemediler Karşılaştıkları hadiselerde Kur’an, sünnet ve kendi mezheplerinin usullerine göre fetva vermeye başladılar Bu durum mezheplerin sınırlandırılmasına kadar geldi Günümüzde dört mezhep kavramı yerleşmiş odu Lakin mezhep imamlarının, kendi mezheplerinin toplumda yer edinmesi ve fetvalarına uyulması gibi bir hedeflerinin olmadığı kesindir Ayrıca imamlar, asla ictihadı kendi mezheplerine münhasır kılmadılar Kendi sözleri bunun kanıtıdır İmam Malik: “ Ben bir beşerim verdiğim fetva bazen isabet eder bazen hatalı olur Benim sözlerimi Kur’an ve sünnete götürün” İmam Ebu Hanife: “Bu benim fetvam ve görüşümdür Benim görüşümden daha uygun bir görüş bulursam onu kabul ederim” İmam Şafii: “Benim görüşüme muhalif sahih bir söz bulsanız benim görüşümü duvara çarpın” Mezhep imamları bu nazar ve görüşte iken ictihad kapılarını yüzümüze kapatmanın hiç bir manası yoktur Dinde Fekahetin Önemi İslam, ilim talebine büyük bir önem vermiş ve bu olayın amallere sirayet etmesi için insanları teşvik etmiştir Teşvik edici ayet ve hadislerden bazılarını zikretmekde yarar vardır “Rabbim! İlmimi arttır” de(2) “Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır”(3) “De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar” (4) “(Ne var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar”(5) Hadislerde de ilmin faziletine dair mütevatir derecede hadisler vardır Aynı zamanda müslümanları, dinde müctehid ve fakih olmaları için teşvik etmektedir Buhari ve Müslüm Peygamberden, bu manada hadis nakletmekdedirler “Allah kimse için hayır dilerse onu dininde fakih kılar”(6) “İbadetlerin en faziletlisi fıkıh(derketme ve anlama)dır”(7) Ali b Ebi Talib kusım b Abbas'a yazdığı mektupta ona şöyle emreder: “İnsanlarla İki vakitte otur Fetva talebinde bulunana fetva ver Cahili bilgilendir Âlime hatırlat”(8) İbn-i Mes'ud’tan nakledilen bir rivayette, ilimin ve ilim sahibinin değeri şöyle ifade edilmektedir “Ancak iki kişiye hased edilir Allah’ın kendisine mal verdiği kimse, ki o malı hak yolda harcar ve Allah’ın kendisine hikmet verdiği kimse, ki o hikmetle amel eder ve onu başkalarına öğretir”(9) Ebu Derda’dan nakledilen hadis ise, aynı hususiyetleri ve fazileti ilim, müctehid ve fakih için ıspatlamaktadır “Kim ki bir yolda seyrederse ve o yolda ilim tahsil ederse Allah onu cennet yollarından birisinde yürütür”(10) İmam Şafii ilmin fazileti hakkında şöyle bir beyanda bulunur: “İlmin talep edilmesi, nafile namazlarından daha faziletlidir” “Bazı vacip ve farzlar ilmin tahsilinden üstün değillerdir Kur’an’ı öğrenenin, değeri büyür”(11) İmam Nevevi Âlimin, fakihin abidten olan üstünlüğüne aşağıdaki sözleriyle işaret etmektedir “Çünkü abid, âlimin mukallididir İbadetlerini öğrenmede âlime tabi olması onun için farzdır Ama âlim abide tabi olamaz Çünkü ilimin eseri daimi olup âlimin vefatından sonra da bakidir Abidin amelleri ise ölümüyle son bulur”(12) Mezkûr ayet ve hadisler ışığında, ilmin tahsil edilmesi, fakih ve müctehidlerin yetişmesi İslam'da büyük bir öneme sahiptir İmam Nevevi’nin tabiriyle müctehid ve fakihin yetişmesi farz-ül kifayedir Ümmet içinde bazılarının bu görevi üstlenmeleri farzdır Herkes bu görevi terk ederse bütün ümmet ondan sorumludur Mahşerde ümmet için istenmeyen azaplara sebep olur Nitekim dinin bekası ve karşılaşılan hadiselerde çağlara ışık tutmak peygamberin varisleri olan dinde derinleşmiş müçtehid âlimler ve fakihler sayesinde olur Dip Notlar: 1- El Milel ve El Nihel (Subhani) s72 2- Taha 114 3- Mücadele 11 4- Zümer 9 5- Tevbe 122 6- Buhari hadis: 7312/ Müslüm, 1037/ Müsned Ahmed c4 h 101 7- Muntahab- ul Mizan s412 8- Müstedrek-ül Vesail c17 s315 9- Buhari ilim babı(73) ve Ahkâm babı (7316)/ Müslüm(812)/ M Ahmed c1 h358 ve 432 10- Ebu davud ilim babı(3641)/ ibn Mace(223) M Ahmedc5 h 196 11- El Havi-ül- Kebir c1 s 13 12- age c:1 s:13 | |
Konu Sahibi _bülbül_ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Adem olmaktır tek hevesim | Şiirler ve Şairler | Kara Kartal | 4 | 2733 | 22 Mayıs 2010 11:27 |
Dostlarımız........ | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | su damlası | 4 | 2360 | 09 Mayıs 2010 10:35 |
İsmailce kurban olabilmek | Hacc-Umre-Kurban | kurtmehmet | 3 | 3113 | 21 Kasım 2009 20:58 |
Ömür seccadesini gönül dergahına serenlere...... | Makale ve Köşe Yazıları | _bülbül_ | 2 | 2334 | 12 Kasım 2009 21:52 |
çarpık çağ..... | Şiirler ve Şairler | _bülbül_ | 2 | 2060 | 12 Kasım 2009 21:43 |
13 Nisan 2009, 09:46 | Mesaj No:2 |
RE: İhtiyaçların sürekliliği ve ictahadın oluş felsefesi
İhtiyaçların Sürekliliği ve İçtihadın Oluş Felsefesi (İkinci Bölüm) Kemal KORKMAZ Kelime ve Kavram Olarak İçtihat Kelime anlamı: İçtihat ya cehd(جهد)ten türemiştir ki meşakkate tahammül etmek anlamındadır ya da cuhd(جهد)tan türemiştir ki takat, kudret manasındadır Her iki manayı da gözeterek anlaşılan odur ki müçtehit, nefsinde büyük ve güçlü bir melekeye sahip olmak zorundadır Bu kudret sayesinde karşılaşmış olduğu hadiselerin ve hükmü belli olmayan meselelerin hükmünü şer’i temellere dayanarak belirtir Bu araştırma ve inceleme esnasında büyük bir meşakkat çeker ama görevini tamamladığından dolayı da haz alır Kavramsal anlamı: Usul ulemasının yapmış olduğu tariflerde değişiklik göze çapmaktadır Farklı tanımlardan bazılarını zikretmede yarar var: İçtihat, fakihin zanni şer’i hükümleri elde etmesi için harcadığı takat ve kudrettir(1) İçtihat, nefiste bulunan bir melekedir ki müçtehit bu sayede fer’i hükümleri asıl hükümlerden istinbat etme kudretine sahip olur İstinbat etme gücü müçtehidte ya fiili ya da bil kuvve olarak vardır(2) İçtihat, şer’i hükümde, zan elde etmek için çaba harcamaktır(3) İçtihadın ıstılahı tarifinden çıkan netice: Usul ulemasının içtihat için yapmış olduğu tariflerde görünen ihtilaflar, içtihadın hakikat ve mahiyetinden kaynaklanmamaktadır Çünkü ulema, içtihadın tanımını yaparken mantıkta tarif edilen tanımı kastetmektedirler Ancak içtihadın anlaşılması için herkesin anlayacağı kelimeleri kullanmışlardır Birinci ve üçüncü tariflerden anlaşıldığı kadarıyla bazıları zannı, hüccet ve şer’i delil kabul etmektedirler Bu görüş, Sünni ve Şii mezhebine mensup bazı âlimler arasında var olan bir görüştür Lakin buna bir açıklık getirmek gereklidir Müçtehit karşılaşmış olduğu meselenin hükmünü sırasıyla Kur’an, sünnet, icma ve kıyasa(kabul edenler için) başvurur Hükmünü bulursa beyan eder, bulamazsa içtihat etmek zorundadır İçtihat da usul ulemasının tayin etmiş olduğu bazı kaidelere başvurularak mesele hakkında zahiri hükmü tayin eder Bu kaideler mezheplere göre değişir İstihsa, istishab ve ameli usuller(beraat, ihtiyat, tahyir, iştiğal) gibi Sadece zanna dayanarak hüküm belirtmek İslam'da hoş görünen bir fiil değildir Hatta Kur’an’da zan ile amel etme yasaklanmıştır Şia’da ise Ahbari ekol Kur’an’da hükmü bulunmayan bir meselede mutlak alarak ele geçebilecek her zanni delili hüccet olarak kabul etmiştir Ahbariler Usulilerin beyan etmiş olduğu ameli usullere başvurmazlar Bu durum daha sonraları büyük sorunlar doğurmuştur Genel olarak eğer zan ahad haberler gibi, mukaddes şeriat tarafından teyid edilen zan ise, kabul etmek gereklidir Ama şeriat tarafından teyid edilmemişse, o zanla amel etmek doğru değildir Eğer birisi içtihadın gerektirdiği hususiyetlere sahip değilse, istediği kadar istinbat alanında cehd ve çaba sarf etsin, o kimse asla müçtehit olamaz İçtihat, ehlinden sadır olduğu zaman kabul görür İctihat alanında sarfedilen bütün çabalar şer’i ameli hükümleri ispatlamak için olmalıdır İçtihat olarak kabul edilmesinin nedeni budur Ama hissi, luğevi ve akli ahkâmı tayin etmede sarf edilen çaba fıkhi ve usuli içtihat sayılmaz İçtihat, şer’i hükümleri istinbat yoluyla elde etmektir Bundan dolayı biri şer’i meseleleri ezberler, müftüden veya ilmi kitaplardan öğrenirse bunların hiçbiri içtihat sayılmaz Müçtehit, kendisinde içtihat melekesi bulunan ve bu kudret sayesinde şer’i ameli ahkâmı açık ve net olan delillerinden istinbat eden kimsedir Bu kimse usul uleması tarafından fakih ve müçtehit diye bilinir Müçtehidin Özellikleri: Zikredeceğimiz özellikler bir nevi içtihattan kaynaklanan hususlardır Müçtehidin Arapça diline vakıf olması şarttır Bunlar sarf, nahiv, beyan, bedi ve meani ilimleridir Kur’an ve Kurani ilimlere vakıf olmalıdır Peygamberin sünneti ve hadislerine hâkim olmalıdır Hadis ilminde bahsedilen yan ilimlere vakıf olmalı, ta ki hadisleri birbirinden ayırabilsin Usul-ü fıkıh ilmi bir müçtehit için olması gerekli unsurlardandır Zira müçtehit bu ilim sayesinde şer’i delilleri sırayla ve ehemmiyetine göre tanır Bu delillere rücu ederken o sıraya riayet eder Usul ilmi elfaz ve tercih kanunları gibi birçok meseleleri müçtehide tanıtır, ameli usul kaidelerinden bahseder Bunların hepsi bir müçtehit için lazım olan ilimi kaidelerdir İcmanın olduğu yer ve meseleleri bilmek müçtehit için zorunludur İçtihat, müçtehit için fıtri bir özelliktir Bir müçtehit adil, güvenilir, tasarruf sahibi ve doğru sözlüdür İstinbat işleminde sabırlı, dikkatli ve konuyu bütün detaylarıyla bütün şer’i kaynaklardan aramak zorundadır Mantık, kelam ve hikmet ilimlerine vakıf olmalıdır Siyasi olayları tahlil edecek kudrete sahip olmalıdır Müçtehit olur olmaz yerde fetva verme yetkisine sahip değildir Bu konuda çok titiz davranmak zorundadır Müçtehidin temkinli olması hakkında bazı örnekler vermede fayda vardır İmam Malik buyuruyor “Yetmiş kişi, benim fetva ehli olduğuma şehadet etmeyene dek ben fetva vermedim”(4) Abdurrahman b Leyla der “Ben ensardan 120 kişi gördüm ki bunlar peygamberin sahabesiydiler ve bunlara bir soru yöneltildi her biri diğerinin cevaplamasını istedi ta ki döndü dolaştı ilk sorulana geldi” (5) İbn Abbas der “Kim ki kendisinden sorulan her mesele için fetva verir ise o mecnundur”(6) Süfyan b Uyeyne der “Fetva verme konusunda insanların en cesuru en az ilme sahip olanıdır”(7) İçtihadın iki kısmı: Mutlak/salt içtihat: Ahkâmın bütün kısımlarında istinbat etme salahiyetinin olmasıdır Şer’i bütün kaynaklara vakıf olma ve gerektiğinde beklemeden gerekli kaynağa müracaat etmektir Kısmi içtihat: Ahkâmın bazı kısımlarında ehliyet sahibi olmaktır Örneğin âlim kimse fıkhın, taharet kısmında şer’i kaynaklarda bulunan bütün nas, emare, delil ve kaidelere vakıf olması gibi İçtihatta iki kısım olduğu gibi müçtehit de taşıdığı içtihat melekesine göre iki kısımdır Mutlak müçtehit: Bu kimse bütün ahkâm konularında gerekli ilmi dereceye sahiptir Meseleleri şer’i kaynaklardan, kendisinde bulunan içtihat yeteneğine dayanarak hükmünü belirler Böyle bir özelliğe sahip kimse artık amel ve ibadetlerinde kendi şer’i nazar ve görüşüne dayanarak amel etmek zorundadır Onun başkasını taklit etmesi haramdır Ve müslümanlardan, mutlak müçtehidi taklit etmek isteyen için hiç bir engel yoktur Hatta diyebiliriz ki, müslümanların bu şahıslara rücu etmeleri gereklidir Kısmi müçtehid: Bu kimse kendisinin ihtisas sahibi olduğu alanlarda kendi görüşüne göre amel etmesinde hiç bir sakınca yoktur Ama başkalarının onu taklit etmesiyle ilgili ulema arasında ihtilaf vardır Lakin bunu açıkça diyebiliriz ki, bu müçtehide ehliyet sahibi olduğu konuda rücu edilmeli, görüşünden istifade edilmelidir Tarihte içtihadi örnekler: Tarih, sahabenin peygamber zamanında içtihat yaptığına şahittir Hz Peygamberin kendisi, sahabesinin içtihat yapmasına izin vermiştir Peygamber sahabesini öyle terbiye etti ki kendisi hayatta iken ve kendisinden sonra onların karşılaşacakları meseleler ve hadiseler karşısında donuk kalmamaları için onlara İslam'ın asıl kaynaklarından istifade ederek cevap vermeyi öğretti İçtihat, sahabeler içinde yer edince, insanların heva ve heveslerine tabi olmaları ve temelsiz olan içtihad-ı birrey’in önü alınmış oldu Konunun pekişmesi için peygamber hayatta iken bazı sahabeden içtihatta bulunduklarına dair örnekler vermenin faydası olacaktır Sahabeden iki kişi beraber sefere çıkarlar, namaz vakti girer ve yanlarında su yok Teyemmüm ayetinin hükmüne uyarak teyemmüm ile namazlarını eda ederler Daha sonra namaz vakti çıkmadan su bulurlar Bunlardan birisi “abdestsiz namaz olmaz” hadisine dayanarak abdest alır ve namazı tekrar eder Diğeri ise namazını tekrar etmez Daha sonra peygambere gelerek durumu anlatırlar Peygamber namazını tekrar etmeyene “ kıldığın namaz yeterlidir” der Diğerine ise “sana iki kere sevap vardır” der(8) Hz Peygamber Muaz b Cebeli Yemen’e vali tayin ettiklerinde ona şöyle der: “Senden bir konuda hüküm bildirmeni istediklerinde ne yapacaksın? Muaz, “Allah’ın kitabıyla hüküm edeceğim” der Pegamber, “Eğer o hüküm Kur’an’da yoksa ne yapacaksın? Muaz, “O zaman peygamberin hükmü ile hükmedeceğim” der Peygamber, “Eğer peygamber bu konuda hüküm etmemiş ise ne yapacaksın?” Muaz, “Kendi nazar ve görüşüme göre içtihat edeceğim” der Ondan sonra peygamber bundan duyduğu hoşnutluktan dolayı Allah’a hamdeder”(9) Bu hadisi İmam Şafii “Marifet-üs Sünen ve El Asar” adlı eserinde nakletmektedir Hükmü Kur’an ve sünnette olmayan meselelerde içtihat yapılmasını farz bilmektedir İmam Şafii “El Risale” adlı eserinde içtihat kısmında mescid-ül haramdan uzaklaştıktan sonra onu göremeyen kimsenin içtihatta bulunmasının farz olduğunu beyan eder ve içtihat ile kıyasın aynı şeyler olduğuna açıklık getirir(10) Huzeyfe Medain’de bir yahudi kadınla evlenir Bunu duyan Ömer bin Hattab ondan ayrılmasını ister Huzeyfe Öme b Hattab’tan sorar: “bu yaptığım haram mıdır?” Ömer b Hattab ona der: “mektubumu elinden düşürmeden o kadını boşamanı dilerim korkarım ki, müslümanlar bu konuda sana uysunlar ve Ehl-i zimmeden güzelliklerinden dolayı kadınlarla evlensinler ve müslüman kadınlar fitneye duçar olsunlar”(11) Bu olaydan kolaylıkla Huzayfe'nin içtihatta bulunduğu anlaşılmaktadır Şimdi vereceğimiz örnek, Maide süresinin 5 ayeti hakkında yapılan içtihatlarla ilgilidir “ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ” Ömer b Hattab “muhsinat” tan kasdedilen müslüman kadınlardır demiş Hanefi mezhebinde “iffetli kadınlar “ diye tefsir edilmiş(12) İbn Abbas müşrik kadınlarla evlenmenin haram olduğu ayeti zikrederek daha sonra ehl-i kitap kadınlarını istisna etmiştir(13) Osman b Naile Mesihi kadınla evlenmesi, Talha b Ubeydullah'ın Yahudi kadınla evlenmesi(14) demeleri şeklindeki farklı görüşler, aralarında ki içtihat farklılığından gelmektedir İçtihat, sahabenin dönemine münhasır edilmedi Onların tabiinleri döneminde ve tabiinlerin tabiinleri döneminde de bu durum aynen devam etti Nitekim Ata, İklime, Ali b Hüseyin dört mezheb imamları ve onlara tabi olan öğrencileri Ebu Muhammed, Ebu Yusuf, Maverdi ve Nevevi bunlar içtihat sahipleriydiler ve içtihat kapısını hiç bir zaman kapatmadılar Özellikle Maverdi genelde imam Şafii’nin usul ve kurallarının dışına çıkmaz iken aynı mezhepten olan Nevevi mezhep müntesiplerinin fetvalarına muhalif görüş beyan etmekten çekinmemektedir Nevevi’nin bu görüşleri “El havi El Kebir c1 s16-21” adlı eserde mülahaza edilebilir Netice: 1- Asr-ı saadet döneminden uzaklaştıkça, cevapsız yeni siyasi, içtimai ve iktisadi meselelerle karşılaşmaktayız Bu durum dünya hayatı baki kaldığı müddetçe devam edecektir Öte yanda İslam dininin son din olma ve beşerin saadetini temin etmeye dönük olduğu için insanları, karşılaştıkları meselelerde cevapsız bırakması muhaldir İslam ise cevap verme görevini, makalenin evvelinde zikretmiş olduğumuz ayet ve hadislere binaen, peygamberin varisleri olan âlim, fakih ve müçtehidlere bırakmıştır 2- Özellikle Tevbe süresinin 122 ayetine dayanarak, her zaman ve mekânda ilmi tahsil eden, ilimde derinleşip fakih olacak kimselere ihtiyacın olacağı söylenebilir 3- Müçtehit olmak ve içtihat hiç bir şekilde zaman ve mekânla sınırlandırılmamıştır Konu hakkındaki ayet ve hadisler mutlaktır, içtihadı, bir mekân ve zamana münhasır kılmamıştır Bu gün mevcut olan mezhep öncülerinin hayatlarında, içtihadı kendi mezheplerine münhasır kılıcı bir söz, makale ve risale bulamazsınız Tarihte vuku etmiş siyasi nedenlerden dolayı tarihin seyri, içtihat meselesini bu noktaya sürüklemiş ise, müslümanların hususen âlimlerin içtihat döneminin bittiğini kabullenmeleri doğru bir tutum değildir İçtihadın şartları kimde bulunursa o kimse müçtehidtir, içtihatta bulunma hakkına sahiptir İçtihat yeteneği ve ilmine sahip olma meselesi, her zaman ve her mekânda mümkündür Çünkü Allah’ın rahmet ve fazileti geniştir Bütün zaman ve mekânları kuşatmıştır Eğer dersek içtihat asr-ı saadet, sahabe, tabiinler ve mezhep imamlarının dönemine münhasır idi, bu iddia Allah’ın kuşatıcı rahmetiyle çelişmektedir İlim ehli/âlimler, her zaman ümmet içinde müçtehidlerin bulunmasının ve gerekli durumlarda ümmetin maslahatı için fetva vermelerinin şart olduğunu açıkça ifade etmişlerdir İçtihat kapılarının kapalı olduğunu iddia edenler gerekli ilmi dereceye sahip olmayan kimselerdir Dolayısıyla içtihatta bulunma hakkı, şartlarına haiz kimseler için kıyamet gününe dek bakidir Kur’an’ı tedebbür ve tefekkür eden kimseler ve şer’i usul ve kaideleri bilen kimseler için bu hak, Kur’an’nın hükmüyle bakidir Çünkü içtihat ilmin yüce bir mertebesidir İlmin tahsili ise bütün insanlar için mübahtır Kur’an ise ilim tahsilini teşvik etmektedir Ayrıca müçtehit, “ zikir ehlinden sorun” ayetinin muhatabıdır Hükmü meçhul olan konularda ona rücu etmek müslümanlar için bir vazifedir Ayetin hükmü ise mensuh olmadığına göre müçtehidin, ümmet içinde olması ve ona rücu edilmesi Kur’an’i bir emirdir 4- İslam'da hükümleri belli olan ibadi ve ameli meselelerde içtihatta bulunmak caiz değildir Namaz ve orucun vacip olması, zinanın haram olması gibi Çünkü bunlar hakkında kesin naslar ve deliller vardır Adeta bunların hükmünü bütün müslümanlar bilmektedirler Ama Kur’an ve sünnette hükmü belli olmayan ve hakkında delil olmayan meselelerde, müçtehit şer’i kaynakları tamamen araştırdıktan sonra eğer bir delil bulamıyorsa bu durumda usul ilminde bahsedilen usul ve kaidelere dayanarak içtihatta bulunabilir 5- Ayet ve hadislere dayanarak İslam’da müçtehidin olmasının farz-ül kifaye olduğu söylenebilir Kendisinde içtihat melekesi ve yeteneği bulunan kimse gerekli şart ve salahiyete sahip olduktan sonra içtihadi meselelerde içtihatta bulunması onun için vacibtir Bir kısım usul ulemasının görüşüne göre müçtehit başkasını taklit edemez İmam Gazali, içtihadın, müçtehit için farz olduğuna ve başkasını taklit etmenin ona haram olduğuna işaret etmiştir(El Mustesfa c2 s384) 6- Müçtehidin hükmü zahiri hükümdür Vakii ve gerçek hüküm değildir Bu konuyu açıklamada yarar vardır İslam uleması arasında özellikle usul uleması müçtehidin hükmü hakkında üç görüşü dile getirir a-Müçtehit bir mesele hakkında eğer Kur’an ve sünnetten, bütün çabasına rağmen delil bulamıyorsa, içtihatta bulunur Verdiği hüküm Allah'ın hükmüdür Çünkü Allah levh-ul mahfuzda o meselenin hükmünü belirtmemiştir Müçtehidin verdiği hüküm Allah’ın yanında da gerçek hüküm olur( Aşarii tesvib anlayışı) b-Allah levh-ul mahfuzda bütün her şeyin hükmünü belirtmiştir Ama Allah'ın hükmünü insanlara bildirmediği meselelerde, müçtehit içtihadı ile hüküm belirttiği zaman, levh-ul mahfuz’daki hüküm silinir ve müçtehidin hükmü o meselenin gerçek hükmü olur( Mutezilenin tesvib anlayışı) c-Allah bütün meseleler hakkında levh-ul mahfuz’da gerçek hükümleri belirtmiştir Hiç bir şekilde bunlar değişmezler Müçtehidin verdiği fetva ve hüküm eğer o hakiki hükümle uyuşursa müçtehit isabetli karar vermiş demektir; iki sevap alır Ama eğer müçtehidin hükmü Levh-ul mahfuz’daki gerçek hükümle uyuşmazsa, artık Allah’ın hükmü değişmez Bu durumda müçtehit elinden gelen çabayı sarfettiğinden dolayı ahirette mazeret sahibidir ve Allah ona azap etmez hatta çabasından dolayı bir sevap verir(imamiyenin anlayışı ki “muhettee” diye bilinir) 7- Müçtehidin beyan ettiği hüküm mütearef şer’i delillere dayanmalıdır Keşf-u şuhud ile birine ilham edilen meselenin hükmü yalnızca keşf sahibini bağlar, müslümanlar için şer’i geçerliliği yoktur 17/12/2007 Dip Notlar: 1- El Mustesfa c2 s 353 2- Şerh- ül Muhtar –el usul s 460 3- Kifayet- ül usul c33 s353 4- El Havi El Kebir c1 s 15 5-age 6-age 7- age 8-Alam-ül Muqinin s 244, 245 / El İçtihat s 30 9-Ebu Davud h 3592/ Tırmizi h 1328/ m Ahmed c10h 115/ Sunen- El Kubra c1 s 114 10- Marifet- el sünen ve Asar c1 s 99 11- Asar-u Hasan Şeybani s 74, 75/ El İçtihad s 32 12- El İçtihad s 33 13- Ahkam-ül Kur’an ( Cessas) c1 s332/ El İçtihad s 32 14- Ahkam-ül Kur’an ( İbn Arabi) s 555 / El İçtihad 33 | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
İslam Felsefesi 1-5 Özet | Mihrinaz | SİVAS İlitam | 0 | 30 Aralık 2020 22:21 |
Islam ahlak felsefesi | f_kryln | Din Felsefesi | 0 | 01 Kasım 2013 16:40 |
Din felsefesi soru ve cevapları | f_kryln | Din Felsefesi | 0 | 25 Ekim 2013 16:30 |
Din felsefesi ıı soruları | f_kryln | Din Felsefesi | 0 | 25 Ekim 2013 15:56 |
Ölüm Bir Yok Oluş Mudur? | Belgin | Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader | 0 | 14 Ekim 2008 09:23 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|