Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  15Haziran 2007 (14:29), Konuya Son Cevap : 25 Mart 2024 (23:22). Konuya 137 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı3Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 20 Kasım 2008, 16:38   Mesaj No:51
Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart her abdest bir yemindir...!

söyleyin ki ;

Her Abdest Bİr Yemİndİr Aslinda

Bu Eller Bİr Daha Harama GÜnaha Uzanmayacak!

Bu AĞiz Harama AÇilmayacak!

Bu Dİl Bİr Daha KÖtÜyÜ SÖylemeyecek,İftİra Etmeyecek, Yalan SÖylemeyecek,dedİkodu Yapmayacak!


Bu Burun Denİ Arzularin PeŞİnde KoŞmayacak!


Bu Kollar Harama Sarilmayacak!


Bu GÖzler Harama Bakmayacak!


Bu Beyİn KÖtÜyÜ Planlamayacak!


Bu Kulaklar Harami Duymayacak!


Bu Ayaklar Harama Adim Atmayacak!


SÖz Verİyorum Allahim!


Evet İtİraf Edİyorum Bunlari Yaptim,affet!

Temİzle, Arit Benİ, Sen Temİzlemezsen Ben Temİzlenemem!

Bana Yardim Et, Benİ Temİzle , Benİ Arit!


Her Abdest Bu Anlama Gelİr

Ya Da Gelmelİ


Farkindamiyiz?


Abdestmİ Aliyoruz?

Yoksa El YÜzmÜ Yikiyoruz?


Abdest Ruhumuzda Beynİmİzde BÖyle Algilaniyormu? Yankilaniyormu?


EĞer Abdest BÖyle AlinmiŞsa


Uzakta DeĞİl Hemen Evİnİzİn ÖnÜnde,

Çok Yakininizda,hatta Evİnİzİn İÇİnde

İstedİĞİnİzde Hemen BulabİleceĞİnİz

Aritici, Temİzleyİcİ, Durulayici Bİr Nehİr Bulursunuz

BÖyle Bİr Nehİrde GÜnde 5 Kez Yikananda

Kİrden, GÜnahtan Eser Kalirmi?



[URL=http://img91.imageshack.us/img91/2752/3978561098520495855da2.jpg target=_blank rel=lightbox[smf]]
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Kasım 2008, 16:39   Mesaj No:52
Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: her abdest bir yemindir...!

Suya vardığında, aslında ateşi kucaklamaya gidiyorsun. Zira suyun aslı ateştir. Suyun yapıtaşlarından biri yakar, biri yanar.

Yakan ile yananın bir araya geldiği yere elini hiç endişesiz değdiriyorsan, ateşin ortasından sana serinlik lûtfeden Rabbinin takdirine güveniyorsun demektir. Bil ki, ateşi sana serinlik eyleyen, senin için suyu da paklık vesilesi eyliyor. O’na kul olmazsan yeryüzünde hiçbir su aklamaz seni.

Suya vardığında, aslında avucuna gökleri sığdırıyorsun. Zira su sana indirilir. Sana indirilen senin erişemeyeceğin yerde demektir. Göklerde bulutlara bindirilen, rüzgârların önü sıra gezdirilen, yağmurlardan damla damla süzülen, ince ince alnına değdirilen lûtufla tanışıyorsun şimdi. Sana hiç erişemeyeceğin yerden nimetler indiren Rabbin, her şeyin gelip geçtiği, her bulduğunun bitip tükendiği, her güzelin bırakıp terk ettiği yerde, sana sonsuzluk çağrısı yapıyor. Eline dokunan su, tenini serinletmekle kalmıyor, sonsuz sevdalar yüklü kalbine teselliler yağdırıyor.

Abdeste hazırlanıyorsun. Gövdeni kutlu bir paklığın gölgesine çekiyorsun. Sanki Leylâ vurgunu bir Mecnun gibi çölde suya kanıyorsun. Şadırvanda su şakırtısı bir vaha serinliği değil mi sana?

Abdeste niyetleniyorsun. Kalbini Sevgililer Sevgilisi’nin [sas] kalbine yanaştırıyorsun. Suların bile yolunda akarak paklandığı Sevgili’nin [sas] yolunda akıyorsun. Resûl’ün [sas] pak niyetine dudağını değdirerek, suyun serinliği ile değil, rahmetle ıslanıyorsun.


İşte abdeste başlıyorsun. Önce ellerini yıkıyorsun.

“Terk-i dünya ile yıka ellerini!” Ellerinle biriktirdiklerinden yu kendini... Varlığının suların akışı gibi gelip gittiğini bil evvelâ. Eline avucuna sığan bir şey yok şu fani dünyada. Parmakların arasından kayıp gidiyor sevdiklerin ve biriktirdiklerin. Ne onlar sana kalıyor, ne sen onlara kalıyorsun. Bunu bil ki, eline değen abdest suyuyla, elini şerden çek; hayra yanaştır. Elini fani olanlardan çevir; sonsuza eriştir. Elinle ettiklerinden tövbe et. Dünyanın kirini avuçlarından akıt.

“Anmakla yıka dilini, damağını ve dudağını!” Yalanı yıka ağzından. Boş sözden arındır dilini damağını. Tattıklarının su gibi gelip geçtiğini bil. Dudağına suyu değdiren Rabbindir. Dudağını dudağına dokunduran Rabbinin rahmetidir. Dudağının dudağına değmesi, billûr sulardan daha serindir. Suyu sana verdiği gibi suya hasret dudağı da veren O’dur. Suyun paklığını damağına değdirirken, Rabbini anmakla tatlandır ağzını. Dilini suyla serinletirken, yalan ve gıybetin, boş söz ve lakırdının tortularını da yak!

“Kibirden arınmakla temizle burnunu!” Ne efsunkârdır güzel koku! Burnunun dikine gidenleri bile ardı sıra sürükler. Uzakta kalmış hatıralar, unutulmuş bahçeler ince bir kokuyla hatırlanır hemen. Burnuna değen su, cennetin kokusunu hatırlatsın sana. Burnuna çektiğin su, gülleri gül eyleyen Muhammed’in [sas] gül kokusuna yanaştırsın seni.

“Yüzünü hayâ ile temizle!” Yüzün ki varlığının odağıdır, ruhunun billûr âyinesidir; abdest niyetiyle yüzüne değen su seni Rabbinin vechine yönlendirir.

Abdeste niyet, yüzünü ’a teslim etmek gibidir.
“Ben O’nu görmesem de, O beni görüyor!” diyenlerin işidir abdest.
Kimsenin görmediği yerde, kimsenin bilmediği kuytularda, kimsenin tanık olmadığı yalnızlıklarda, sırf O’nu razı etmek için yüzünün her noktasında suların serinliğini hisseden, yüzünün her noktasını Rabbinin nazarına tutar; Rabbine teslim eder. Yüzünden sular süzülürken, sen de O’na bakarmışçasına hayânı kuşan. O’nun nazarında olduğunu bil ki, aynalardan utanma. O’nun seni gördüğünü bilerek yaşa ki, kendini kendine mahcup etme. Yüzündeki serinliği O’nun seni bildiğine tanık bil ki, başkalarını razı etme telaşından kurtar kendini. Yüzünü Rabbine teslim et.

“Kollarını tevekkül ile yıka!” Yapıp ettiklerini kendinden bilme. Elini işlere eriştiren de, işlerini sonuca ulaştıran da Rabbindir. Tembellik edip elini işten çekme; çünkü tevekkül sana düşeni yapmanı gerektirir. Kibirlenip elinin işlere yettiğini de sanma; çünkü tevekkül elinden geleni yaptıktan sonrasını Rabbine havale etmeni gerektirir. Öyle yıka ki kollarını, tembellik de kibir de akıp gitsin parmak uçlarından.

“Kulaklarını söz dinlemekle ve sözün güzeline tâbi olmakla yıka!” Dinlemek edebin de, öğrenmenin de başıdır. Kulağını hakka açmayan, dudağını hakka değdiremez. Dosta kulak vermeyen dost sahibi olamaz. Öyle yıka ki kulağını, boş söz ve yalandan, gıybet ve lakırdılardan temizle; güzeli duymaya ayarla. Çirkinliğe sağır ol.

“Ayaklarını O’ndan başkasından vazgeçmekle yıka!” Nasılsa bir gün ayakların yerden kesilecek, adımların bitecek, bir adın kalacak yeryüzünde. İki ayağını birden yıkarken de, buraya geldiğini ama burada kalmayacağını hatırlat kendine. Sular ayaklarına değdikçe, bir yolcu edâsı dolsun yüzüne. Ayaklarını yerden kes; sırata değdir. Öylece at adımlarını. Düşmekten kork! Öylece yürü. Ateşten çekin! O’na razı ol ki, O da sana razı olsun.

Senai Demirci
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Kasım 2008, 13:32   Mesaj No:53
Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Hasretle beklendiğini bilmeyen çöl kaçkınlarına…

Hasretle beklendiğini bilmeyen çöl kaçkınlarına…




Çölde devesini kaybetmiş olan bir adamın hesabını yapalım bugün. Çölden uzakta, şehrin elini uzatsan istediğini alabileceğin caddelerinde yürürken bu sorunun gerçek cevabını vermek hayli zor görünüyor.
Versek de matematiksel bir cevap olur bu. Çöldeki adamdan deveyi çıkarıp geriye kalanı kuru kuru hesap etmekten öteye geçemeyiz. Ancak bir deve sırtında geçebileceği çölden çıkma ümidi devenin yuları gibi elinden kayıp gitmiştir en başında.
Yalın ayak kumların ortasında kala kalmıştır adam.
Devesi, giderayak, sadece ümidini götürmüş de değildir; sırtında taşıdığı yiyeceğini, giyeceğini, içeceğini de hiç lüzumsuz yerlerde dolaştırıp durmaktadır artık.
Yaya kaldığı yetmiyormuş gibi, aç ve susuz da kalmıştır; gecenin ayazına karşı korunaksız, gündüzün alev alev sıcağında gölgesizdir.

Böylesi bir hesap karşısında, devenin sahibi “Olmasa da olur!” diyebilir mi devesi için? “Amaaan, canım sen de!” deyip gözden çıkarabilir mi devesini?

Kırk yılı aşan ömrümde ne bir deveye ihtiyacım oldu ne de bir deve elimden kayıp gitti.
Şu halde, çölde devesi kaybolan adam meselini anlamaktan fersah fersah uzaktayım.
Çölde devesini kaybeden adamın, hiç ummadığı bir anda devesin yanı başında bulunca yaşadığı sevinci de hissetmekten çöller kadar uzağım. Ama az da olsa bir empati kurarım diye çöle götürdüm aklımı, uçsuz bucaksız kum yığınının orta yerinde bıraktım.
Ne bir yöne dair ipucu var etrafımda ne de bir yol görünüyor. Çöl ki, her an değişiyor, dönüşüyor. Vadiler tepe oluyor, tepeler bir anda düzleşip kayboluyor.
Hiçbir şey yerli yerinde durmuyor. Susuzluk had safhada. Ne bir dere şırıltısı duyuluyor ne de pınara giden patika umudu hayal edilebiliyor. Mecalim sıfırlanmış; ayağımı yerden kaldırmaya halim yok; tek bir adımım tonlarca yükü taşımak gibi omzumda.


Devem yoksa, hiçbir şeyim ben. Varsa, ümidim var. Öyleyse, her şeyin tükendiği, dilimin damağıma yapıştığı, ayaklarımın kumlara gömüldüğü, bakışımın bulandığı bir anda, aniden başını munisçe üzerime doğru uzatan devemin sürpriz varlığına ne kadar sevinmeliyim?
Billur suların dilimi damağımı okşayışı kadar… Soğuktan buz kesmiş tenimi sımsıcak örtecek battaniye kadar. Açlıktan önümü göremez olmuşken, ağzıma aldığım sıcacık bir lokma kadar..
Çölün öbür kıyısında beni bekleyen, gözleri yolda kalmış sevenlerimin yüzlerine yayılan eşsiz tebessümler kadar…
En az bu kadar. Kesinlikle bundan kat kat fazlası kadar. Yo, yo, sıcaktan kavrulmuş tenimi, sususluktan çatlamış dudağımı “daha daha daha”ların yetmeyeceği derinlikte bir serinliğe daldırmış kadar sevinmeliyim.


Matematiksel bir hesabın kuruluğundan sıyrılabilmişse duygularımız, belki şimdi o Nebevî tesellinin serinliğine bandırabiliriz kalbimizi:
“Bir kulunun günah işledikten sonra tövbe ederek hatasından dönmesi karşısında Rabbinizin hoşnutluğu, sizden birinizin ıssız çölde devesini kaybedip tekrar bulduğu andaki sevincinden daha fazladır.”


Belki daha önce de duyduk bu sözü.
Ama çölde değiliz nasılsa diye, hiç çölde deve kaybetmedik diye, hem sonra kaybetsek ne olacak ki üstünkörülüğüyle geçip gittik o çölleri yeni baştan kurutan rahmet umutsuzluğuna vaha olabilecek Peygamber tesellisinin yanından. Durup içmedik. İçip kanmadık o serinliğe.


Şimdi biraz duralım o pınarın başında: O meselde çölde devesini kaybeden adam Rabbimize benzetiliyor.
Kul ise deveye. Devesini kaybeden adamın halini uzun uzadıya anlatışımın sebebi, Rabbimiz ile biz kulları arasındaki ilişkiyi daha hissedilir kılmaktı. Adam ile devesi arasındaki ilişki şiddetli ihtiyaç ekseninde derinleşiyor.
Issız bir çölde adam devesine öylesine muhtaçtır ki, vazgeçemez devesinden, gözden çıkaramaz devesini.

Ben kulu ile Rabbim arasındaki ilişki elbette ki ihtiyaç eksenli değil; bana muhtaç değil O. Haşa; O’nun bensiz edemeyeceğini söylemek aklımın ucundan bile geçmez.
Ama Rabbimin sadık elçisi (asm), Rabbimle aramdaki ilişkiyi ihtiyaç eksenli bir meselle anlatıyor. Sanki ben O’na değil de, O bana muhtaçmış gibi anlamam gerekircesine… Neden ki?

Rabbimin üzerimdeki rahmetini anlayayım diye olsa gerek bu tersinden mesel. O öylesine şefkatli ki üzerimde, beni kolayca gözden çıkarmıyor.
“Bu kulum günah işledi, sürüden ayrıldı. Olsun, başka kullarım var zaten!” istiğnası rahmetle uyuşmuyor olmalı ki böyle bir meselle anlatıyor Rabb-i Rahimimi bana.
“Madem günah işledin, üstelik ısrarla ve bile isteye hata ettin, ne halin varsa gör!” denmeyi hak ettiğim halde bile, benden vazgeçmediğini, yüz üstü bırakıp arkasını dönmediğini bilmem gerekiyor olmalı Rabbimin rahmetinin derinliğini anlamam için.

Üstelik kaybolmuş deve ne bilir sahibinin bunca yolunu gözlediğini diye hatırlatırcasına, hem sonra cahilcesine sahibiyle birlikte kendisini de boş yere çölde ölüme terk ettiğini bildirircesine, Rabbimin rahmetinden ümit kesme kusurumu bile rahmetinin serinliğiyle bağışlayıp, kazara O’na dönsem bile, seve seve yeni baştan beyaz bir sayfa açmaya hazır olduğunu görmem için anlatılmış olmalı bu mesel.


Develer hâlâ çölde ve avare…
Sahiplerinin kendilerinin hevesle beklediğini bilmeksizin yanlış yollarda yürümekte… Ah, bir bilseler ne kadar sevinç borçlu olduklarını Sahiplerine.



Senai Demirci
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Kasım 2008, 15:49   Mesaj No:54
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Seher Yeli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 778
Üyelik T.: 03 Şubat 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:54
Mesaj: 421
Konular: 138
Beğenildi:14
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Kur'ân niye bu kadar kalın?

Kur'ân niye bu kadar kalın?


Çantamda taşımaya çalışıyorum. Ama zorlanıyorum. Kolayca sığmıyor. İnce kâğıda basılmışları da var ama sayfa sayısı yine fazla. Bir de meali ve meale dair notları ekleyince, iyice kalınlaşıyor. Kur'ân'dan söz ediyorum. Toplam 30 cüz ve her biri 20şer sayfa. Kur'ân'ı okumuyoruz. Okuyamıyoruz.

Kolay mı? Tam 600 sayfa. Niye bu kadar kalın? Sanki Rabbimiz, Alın size sayfalarca Kurân; okuyabilirseniz okuyun bakayım diye meydan mı okumuş biz kullarına? Hafız olmak isteyenlere de haddini bildirmek mi istemiş? Yıllarca ezber yap da göreyim seni? Yüzlerce tekrar yap da, adam ol! Azıcık olsaydı Kurânın sayfaları, hemen hepimiz az bir gayretle hafız olabilirdik! Sayfalar sayfaları izlemeseydi, meselâ otobüs beklerken bir hatim indirebilirdik! Ne hoş olurdu! Celâlini göstermek için mi bunca kalın tuttu Rabbimiz Kur�ân�ı? Korkutup da hizaya getirmek için mi bunca cüz, bunca uzun sureler, ayetler?
Hayır, hayır; eğer bizi vahiy karşısında ezmek olsaydı Rabbimizin dilediği, aksine, yarım sayfalık bir Kurân indirirdi. Ve derdi ki bize İşte sizden istediklerim; bunları yaptınız yaptınız, yapmadınız yandınız! Bizi korkutmak isteseydi, yıldırmayı tercih etseydi , meselâ sadece Fatihayı indirip Ben anlattıklarımı anlattım; size anlayacak akıl da verdim, göreyim sizi anlayın! Hadi bakayım, kendinizi beğendirin bana! Bir yolunu bulun, gözüme girin! diye kestirebilirdi. Ne gerek vardı ki Bakarada uzun uzun konuşmalara? Niye anlatsındı ki kulu Mûsayı (as), Meryemi, Yusufu (as), Yunusu (as), Eyyûbu (as) ve onca kıssaları hoş bir sohbet edasıyla? Mecbur muydu ki Rabbimiz, sanki biz Ona değil de O bize muhtaçmış gibi nezaketle, sabırla, her defasında yeni baştan hatırlatarak konuşmaya?
Kurânın uzunluğu ve tekrarları, bir bakıma, Hadi arkana yaslan benim güzel kulum, sana anlatacağım kıssalar var! rahatlığını sunar bize. Böylece kalınlaşır Kurân. Sayfa üstüne sayfa eklenir. Der ki adeta Rabbimiz bize: Bakarayı kaçırdıysan, Al-i İmran var! Maidede uyuduysan, Rahman var! Dilersen, sana anlatacağımın hepsini bir satırda bile anlatırım: İhlas var! Bu da olmadıysa, kulağına pınar suyu gibi akacak, kalbine bahar meltemi değdirecek Rahman var! Rabbinin hangi nimetlerini edersiniz inkâr? diye diye hatırlattıklarım, bir bir saydıklarım var!
Yani ki... Kurânın bunca kalınlığının sebebi, Rabb-i Rahimimizin tekrar etme şefkatindendir. Anlayamayabileceğimizi anlayışla karşılama inceliğindendir. Unutabileceğimizi de unutmama olgunluğundandır.
Ey kulum, [az önceki surede] açıkça ve defalarca söyledim sana, anlamadın mı? Bak bir daha söylüyorum! Unuttuysan da, üzülme! Ben bıkmam, usanmam, umut kesmem senden. Olsun, yine söylüyorum.
Sevgili kulum, kendine yazık ediyorsun, biricik ömrünü heba ediyorsun; işin ciddiyetini kavramamış gibisin. Demiştim ya sana; Şeytan sana apaçık düşmandır! İyi dinle, tekrar ediyorum!
A benim güzel kulum; az önce hatırlattım sana, yine mi unuttun? Bir daha hatırlatıyorum. Kulum ve elçim Mûsanın başından gelenleri anlattığımda yok muydun? Öyleyse, şimdi sana biraz da kulum İbrahimden (as) bahsedeyim, kulaklarını iyi aç. Hem böyle daha iyi anlayabilirsin. Olmadı mı? Hadi gel, bir de İsâdan (as) söz açalım.
Bak yine yanıldın, şeytana yeniden kandın. Hadi sil gözünün yaşını. Yeni baştan başlayalım. Hani demiştim ya sana, rahmetimden ümidini kesmeyeceksin diye. Yine söylüyorum... Sözümdeyim ben! Sen gel, yeter ki.. Gel!
Ne şefkatli ki Rabbimiz, bize kalınca bir Kurân indirmiş! Bizimle uzun uzun konuşmaktan usanmamış, bıkmamış... Her hatamızda, yeni baştan beyaz sayfalar açacak denli severmiş bizi. Gözden çıkarmazmış. Ne haliniz varsa, görün! demezmiş! Kalınmış Kurân, çok kalınmış! Diyorum ki, bundan böyle, Kurânı hiç olmazsa kitaplığımıza kalınlığını görecek şekilde koyalım. Sırtı değil, sayfaları görünür olsun. Kurânı okumasak da, Rabbimizin rahmetini sayfa sayfa sayalım.


senai demirci
__________________
Şu an yaptığınız hiçbirrr iş,

Kılınmayı bekleyen vakit namazından

daha önemli değildir!!
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Şubat 2009, 10:31   Mesaj No:55
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:17
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Gazze'den bize ne kaldı, ya Aişe?

Senai Demirci

“Hâlâ ara[m]ızda olan Allah Rasûlü” [Hucurat, 7], yüzünde o sonsuz tebessümüyle soracaktı:
-Ya Aişe, bize Gazze’den ne kaldı?”
-Yâ Rasulallah, gördüğünüz gibi, sadece şu hayatta kalanlar…
Efendimiz (sav) şöyle diyecekti:
-Hayır, ya Aişe, hayatta kalanlar değil, hayatından olanlar bize kaldı.”


Sözünün arkasına eklediği olurdu ara sıra: "Sanki dünya hiç yok ve sanki ahiret de sonsuz..." Sonunda uyanacağımız yerden bakıyordu bize O kutlu nebî. Uyuduğumuzu görüyordu. Uykumuzun diplerinde gördüğümüz rüya ile kendimizi uyanık sanacak kadar derin bir uykuda olduğumuzu biliyordu. Yanı başımızda bekleyen ışıl ışıl uyanıklıktı O'nun gönlü. Göz kapaklarımızı aralamamızı bekleyen müşfik bir "ana yürekli" olarak nöbet tutuyordu aldanmışlıklarımızın başucunda O Ümmî (sav).
"Gözlerim uyur ama gönlüm uyumaz" diyen Rahmet Elçisi, rüyasıyla sevinen ama uyanınca sevinmemesi gerektiğini bile bilemeyecek kadar uykuda kalan Yusuf'u (as) uyarır gibi babalık ediyordu biz dünya kuyusuna atılası biçare Yusuf'lara. "Sanki dünya sonsuz ve sanki ahiret de hiç yok gibi..." diyordu bize uykumuz. Ama o öyle demiyordu, çünkü öyle görmüyordu.
O'na göre, bir kediciğin uykusunun bölünmemesi uğruna pahalı bir elbise kesilebilirdi. Canların huzurunun yırtılmaması ahiret kumaşıydı, dünya kumaşı ise yırtılabilirdi. O'na göre, bir cesedi bile rahatsız edecek tümseğin düzeltilmesi ahiret yurdunun ovasıydı, kalplerimizde tümsekler oluşmasın diye olsun diye cansız toprağın tümseği dünyadan gitmiş bir ceset uğruna düzeltilmeliydi. Çünkü "kalb-i selim" ahiretin biricik cevheriydi.
"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi...." derken, demek ki kendisinin bulunduğu ahiretten bizim bulduğumuz dünyaya bakıyordu. Bizim gibi dünyamızı asıl kabul edip, ahireti uzakta hayal ediyor değildi. Dünyanın kaybı, ahiretin kazancıysa, O kazançlı biliyordu bizi. Dünyadan eksilen ahirete eklendiyse, O'na göre kârdayız demekti. Ömürden sökülen ebede yamanıyorsa, O'nun nazarında kazanıyoruz demekti.
Gazze gibi kurbanlar verdiğimiz günlerin ertesindeydi. Evlerinde besledikleri koyunu kesmişlerdi. Gerisini Aişe (ra) validemiz anlatıyor:
-Efendimiz koyunun etini pay ediyor ve "bunu filana, şunu filancaya" gönder diyordu. Bütün eti pay edip dağıttıktan sonra geriye sadece kürek kemiği kalmıştı.
Efendimiz (sav) bana sordu:
- Ya Aişe, bize ne kaldı?
- Ya Rasulallah, gördüğünüz gibi, bize sadece kürek kemiği kaldı.
Efendimiz (sav) ise şöyle dedi:
- Hayır ya Aişe, kürek kemiği dışındakiler bize kaldı!


Gazze'de beslediğimiz kardeşlerimizi kestiler şimdi. Ateş kesenlerin kalplerindeki ateş hiç kesilmeyecek. Onlar kendilerini hep galip sanacaklar ama sadece bu dünyanın galibi olduklarını asla öğrenemeyecekler. Ateşe kesilmiş kalplerinden dudaklarına hep ateş dökülecek. Yine de kendilerini ıslah edici bilecekler ama bilmeyecekler ki sadece yeryüzünü değil ahiretlerini de yaktılar yıktılar.
Gazzeli masumların mazlumların dünyalarını başlarına yıkanlar, Kerbela'da Hz. Zeynep'in (ra) Hz. Hüseyin'in (ra) katillerine söylediği o sözü bin defa milyon defa hak ettiler: "Siz Gazzelilerin dünyasını yıktınız ama Gazzeliler sizin ahiretinizi yıktılar."
Ne derdi Hz. Zeynep şimdi tankların ardında beklerken bile korkudan tir tir titreyen zalimlere: "Ebediyen zalim olarak anılacaksınız. Kalplerinizdeki ateşlerden kabirlerinize şimdiden ateşler doldurdunuz. Şehitler değil sizler mağdursunuz artık. Ölenler değil artık sizler"ölü"sünüz. Enkaz altında bıraktığınız mazlumların ölüsü Hâlık-ı Rahîmlerinin nazarında ebedî diri adayı olmaya değer. Allah o ölülerden diri çıkaracak olandır, şüphesiz. Ama siz zalim diriler, ebedî ölü olmaya adaysınız artık. Kalplerinizi öldürdünüz. Rabbinizin nazarında artık bir cesetsiniz."
Eğer Gazze'yi anlatsaydı bize Hazreti Aişe annemiz... Verdiğimiz kurbanları saysaydı bir bir... Annesini emerken ölen bebelerin çığlıklarını aktarsaydı ... Bebeğini özlerken vurulan hamile kadınları anlatsaydı... Çocuğunun başında iyileşmesini beklerken, hastanede çocuklarıyla birlikte ölüme pay edilen anaları babaları saysaydı... "Onlar gittiler... Yoklar artık evlerinde.." deseydi gözyaşları içinde... Gidenlerin bini aştığını söyleseydi Efendimizin (asm) mübarek yüzüne... Ayağını kurban verenlerin, gözlerini yitirenlerin, evlatlarını Allah adına verenlerin de adlarını saysaydı bir bir...
...Allah'ın "muhakkak" diye vurguladığı haberiyle, hiç kuşkuya yer kalmaksızın bilmemizi istediği üzere, "Hâlâ ara[m]ızda olan Allah Rasûlü" [Hucurat, 7], yüzünde o sonsuz tebessümüyle soracaktı:
-Ya Aişe, bize Gazze'den ne kaldı?"
-Yâ Rasulallah, gördüğünüz gibi, sadece şu hayatta kalanlar...
Efendimiz (sav) şöyle diyecekti:
-Hayır, ya Aişe, hayatta kalanlar değil, hayatından olanlar bize kaldı."
Ne mutlu O'na kalanlara.. Ne mutlu, O'nun adına şimdiki canını verip ebedî can alanlara..
Ne mutlu canını imanına şahit kılıp, imana can katan şehitlere...
O'na (sav) kalmaya değer kurban oluncaya kadar hayatta kalmak duasıyla...
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Şubat 2009, 11:20   Mesaj No:56
Medineweb Sadık Üyesi
AŞK'ÜL İSLAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:AŞK'ÜL İSLAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38
Üyelik T.: 30Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 984
Konular: 245
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:146
Takdir Et:
Standart Cvp: Gazze'den bize ne kaldı, ya Aişe?

Ne mutlu canını imanına şahit kılıp, imana can katan şehitlere...
O'na (sav) kalmaya değer kurban oluncaya kadar hayatta kalmak duasıyla...

Senai Demirci Ağabey ne güzel de yazmış..
Kalemine sağlık.. Yürek tellerimize dokundun gene...
Doğru ya.. Sevinç vaktidir şimdi.. Hayatından olanlar bize kaldı.. HAMD OLSUN...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Şubat 2009, 13:55   Mesaj No:57
Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Kimselere Diyemem-

[CENTER]Öyle çok pazarlık ettim ki seninle ey Rabbim..
Sen çağırınca kendime ait vakitlerden çalındı sandım.

Ezan okununca mesela,
Sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından kaygılandım.
Vakit girince, içim cız etti hep.
Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, keyfimi bozdum.
Öylece namaza durdum.

Ayak diredim, “az sonra kılsamda olur” dedim.
Az sonralarım çok sonralara döndü.
Geç kaldım.
Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna.
Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek,
yeniden ileri sürdüm.
Kaçıyordu ya namaz, o yüzden çabucak kıldım.
Hemen selam verdim, hemen kalktım, rahatladım..

Oysa rahatlığı sana borçluyum.
Bunu biliyorum..
Ama unutuyorum..
Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum sana.
Tenimin acımayan her bir noktası kadar,
rahatlık borçluyum sana.
Kazara dişlerim ağrıyacak olsa,
her biri için harcıyacağım zaman senin.
Tenim her noktasından yırtılacakmış gibi acıyacak olsa,
kendi kendime dar geleceğim huzursuz günler senin.
Neyi kimden kaçırıyorum ki ben ey Rabbim..
Aldanıyorum..
Kendimi aldatıyorum..
Bu kadarla kalsa iyi,
Gün oldu usandım.
Sabırımı tükettim.. tükendim..
Kendime yontmaya heveslendim.
Benden istediğin zamanı çok gördüm.
Benden istediğini benim için istediğini bile bile
huzurunda huzursuz durdum.
Günümü delik deşik etmeni,
işimin arasına kesintiler sokmanı,
hayatımın ortasına duraklar koymanı,
uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm.
Beni bana bıraklarla durdum huzurunda.
İçim başka yerlerin türküsünü söylerken
Ben seccademde belki sadece bedenimle mıhlı kaldım.
Oysa sen, dilersen dar edebilirsin zamanı bana.
Korkulu bir savaşın orta yerinde,
Ateş ve kan kusan bombaların altında,
Günümüde, işimide, uykumuda hatta rüyalarımıda
delik deşik etmelerini takdir edebilirdin.
Düşmeyen bombalar kadar,
Tenime uğramayan sancılar kadar,
Yöreme uğramayan kaygılar kadar,
Farkına varamadığım sessizlikler kadar
genişlik borçluyum sana..
Ben neyi kimden saklıyorum ki..
Öylesine bir pazarlık benimkisi..
Tuhaf.. Anlamsız.. Ama pazarlık işte..
Kendimi bir yere koyuyorum, seni bir başka yere.
Kefenin birinde benim istediğim
Öbüründe senin dilediğin.
Sanki benim istediğim senin dilediğinin dışındaymış gibi..
Senin dilediğin benim isteklerimin aleyhineymiş gibi..
Bir tür pazarlık yani..
Öyle içten pazarlıkki bu,
kendime bile söyleyemiyorum.
İtiraf ediyorum, gözlerimle birlikte
gönlümüde secdene kilitlemeye çok gördüm
Kendimi sıfırlamayı secdede
Benliğimi hiçe indirmeyi beceremedim.
Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissettirecek
o teslimiyetin vadisine bir türlü inemedim..
Acelem vardı..anlımı koyduğum gibi kaldırdım seccadeden
Bütün benliğimle aşağı inemedim.
İşim vardı..secdemi kısalttım.
işime zaman kazandım..
Secdeye kalbimide sığdırmaya çalışmadım..
Uykum vardı..secdemi sığ bırakıp,
uykumu derinleştirdim.
Ey Rabbim..
İtirafımdır, şuracıkta söylüyorum.
Bencilliğimide sırtıma alıp rükularda eritemedim.
Bedenim eğilirken huzurunda,
emrolunduğum gibi dosdoğru olmanın ağırlığını sırtıma almayı
hep erteledim..
Sırası değildi..Hele dur sonra da olur’du.
Oysa sen dileseydin,
Sevdiğimin cılız nabızlarının eşliğinde,
Loş ve neşesiz bir yoğun bakım odasında,
Uykusuz, kaygılarla dolu, umutsuz,
çaresizlikler içinde, ürpertiyle, korkuyla,
Secdeden sakladığım gözümü, gönlümü
bir mönitörün ekranına kilitleyebilirdin.
Dileseydin,
Yeryüzünün sükunetini bir anda kesip
Küçücük bir duvar kıpırtısının gölgesinde
mini mini bir sarsıntının beklentisi içinde
Secdene çok gördüğüm saçlarıma aklar düşürebilirdin.
İçten pazarlık mı denir buna bilmem..
Ben biliyorum..
Sen beni, benim bildiğimden daha iyi biliyorsun.
Bir sen duydun beni ey Rabbim.
Sırrımı bir sen bildin.
Kendimi gereksiz görürken seccadenin üzerinde,
Dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için oynarken,
Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun.
Söyleyemediğimde, dile getiremediğimde bildin.
Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde,
Bir bedenimi bıraktığım halde huzurunda,
Kovmadın beni kapından..
yanında tuttun.. yakınlığında tuttun..
İtirafımdır,
Öyle anlatıldığı gibi özlemeyi beceremedim henüz namazı.
Aradan çıkarmaya çalıştığım oldu,
Geçiştirdim.. bir sorundu çözdüm.. hallettim..
Selam verip sonra yaşamaya başladım.
Yaşamayı namazın içinde aramalıydım ama..
Olmadı işte..
Kafa tuttum açıkça..Ayak diredim.. pazarlık ettim..
Ama sen utandırmadın.
Yine yine yine huzuruna aldın beni.
Her secdede rahmetinle okşadın anlımı
Her rükuda aferinler fısıldadın gönlüme.
Her vakit yeni bir sayfanın aktığına çağırdın ruhumu
Yüzüme vurmadın.. azarlamadın beni.. aşağılamadın..
Hepten umut kesmedin benden.. Yok saymadın.. Utandırmadın..
Ey Rabbim.
Benim içimin içini bilen Rabbim.
Pazarlık ettiğimi seninle bir sen bildin.
Kimselere söylemedim.
Bir sana açabilirdim içimi.
Bir sen ayıplamadın beni çünkü.
Ben böyleyim işte..
Yine bana aitlerin hesabını yapıyorum.
Oysa herşey sana ait.
Ben bile bana ait değilken..
Ben senden neyi sakınıyorum ey Rabbim..
Niyedir bu pazarlık..
Nedendir..
İşte böyle..
İtirafımdır..
Kimseye söyleyemediğim..
Kimselere diyemediğim..
Yalnız sana söylediğim.
Öyle ya, başka kime söyliyim
Başka kimin anlayışından medet umayım..
Ben böyleyim Rabbim..
Dil sizin..
Çare sizin..


Senai Demirci
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Şubat 2009, 09:44   Mesaj No:58
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:MescidiAksa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2830
Üyelik T.: 29 Temmuz 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:
Memleket:MEVLANA DİYARINDAN...
Yaş:38
Mesaj: 391
Konular: 55
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Kimselere Diyemem-

Ayak diredim, “az sonra kılsamda olur” dedim.
Az sonralarım çok sonralara döndü.
Geç kaldım

böyle kullardan olmamak dilegiyle

allahım namazsız müslüman olunmaz

müslümansan kıl namazını

allah razı olsun aysima

emegine saglık
__________________
her şeyin bir zamanı vardır sadece sabret....
Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Mart 2009, 12:36   Mesaj No:59
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:TıLSıM isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 6118
Üyelik T.: 09 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 53
Konular: 21
Beğenildi:5
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Evlilik Yemini Etmek İster misiniz? (Okuyun Lütfen)

İki insanın ömür boyu birlikteliği hem zordur hem de hoştur.

Zordur; çünkü insanın belirsizliği ve kolayca çerçeveye girmemesi, ilişkiyi bir maceraya dönüştürür.

Hoştur; çünkü her şeye rağmen insan kalbine mukabil bir kalbi bulmakla, neşelerini ve sevinçlerini çoğaltır, hüzünlerini ve kaygılarını azaltır.

Bu zor ve hoş birlikteliğin başlangıcında iki insanın birbirlerine üstü kapalı söz verişleri vardır. Değişik kültürlerde, bu söz verişler, bir tür nikâh manifestosu, evlilik yemini ya da duası adıyla açık edilir. Örneğin, Apaçi Kızılderililerinin ‘evlilik yemini’ aynen şöyledir:

Artık yağmurda hiç ıslanmayacaksınız; çünkü her biriniz bir diğeriniz için sığınak olacaksınız.

Artık hiç üşümeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğeriniz için sıcaklık olacaksınız.

Artık hiç yalnızlık çekmeyeceksiniz; çünkü her biriniz bir diğerinize yoldaş olacaksınız.

Artık bir bedensiniz; çünkü önünüzde tek bir hayat var.

Şimdi yuvanıza gidin, birlikteliğinize tanık olacak günlere başlayın.

Her gününüz mutlulukla dolsun, ömrünüz mutlulukla uzasın.

Bu fikirden hareketle, yeni evlenen çiftlerin ağzından, nikâhlarına şahit olan herkese söyleyebileceklerini/söylemek isteyebileceklerini/söylemek isteyip de söyleyemediklerini dillendirecek ‘evlilik yeminleri’ oluşturmaya çalıştım.


Dikkatinize ve rikkatinize sunuyorum ki, sizin de ekleyeceğiniz/teklif edeceğiniz bir şeyler olsun, siz de bir zamanlar birbirinize nasıl bir söz verdiğinizi hatırlayın…

I.

Ben ... / Ben... (Noktalı yerlere gelin ve damadın adı yazılır.) Biz ikimiz birbirimizi sevdik. / Biz ikimiz birbirimizi seçtik. / Biz ikimiz birbirimize eş olduk.

Biz ikimiz yolcuyuz. / Hayat yolunu birlikte adımlamaya söz verdik. / Yokuşları da, inişleri de beraber yürüyeceğiz. / Mutlulukları da, hüzünleri de beraber karşılayacağız. / Bizim için iyi yolculuk duası edin.

Biz ikimiz yoksuluz. / Başka herkesi terk edip birbirimizi tercih ettik. /

Başka her şeyi bırakıp aşkımıza razı olduk. / Birbirimize verdiklerimizle zenginleşeceğiz. /

Bizim için bereketli kazanç duası edin.

Biz ikimiz öksüz ve yetimiz. / Annelerimizi ve babalarımızı bırakıp da geldik. / Anne ve babamız çoğu kez yanımızda olmayacaklar. / Birbirimize şefkat edip birbirimizi sevindireceğiz. / Bizim için teselli duası edin.

Biz ikimiz kör ve sağırız. / Birbirimizden başkasını görmeyecek gözlerimiz. / Kulaklarımıza başkalarının fısıltıları erişmeyecek. / Birbirimize göz kulak olacağız. / Bizim için hayır duası edin.

Biz ikimiz evliyiz. / Aşkı oldurmak için paylaşacağız hayatı. / Kalplerimize gizli kapılar açılacak evliliğimizle. / Birbirimizi daha çok seveceğiz bundan böyle. / Bizim için mutluluk duası edin.

II.

Ben... / Ben... …

Biz ikimiz birbirimizi sevdik. / Sizi sevincimizi çoğaltmaya çağırdık. / Biz ikimiz birbirimizi seçtik. / Sizi seçimimize tanıklık etmeye çağırdık.

Rabb’imizin lûtfuyla ısındı kalplerimiz birbirine. / O kalplerimize aşkı vermeseydi birbirimizi sevemezdik, hep yabancı kalırdık. / Yaratıcı’mızın izniyle helal olduk birbirimize. / O ruhlarımızı terbiye etmeseydi birbirimizi seçemezdik, hep uzak kalırdık.

Biz biliyoruz ki, Rabb’imiz bizi birbirimize örtü eyledi. / Her kötülüğe karşı birbirimize örtü olacağız. / Hatalarımızı ve eksiklerimizi hoş görüp örteceğiz.

Biz biliyoruz ki, Rabb’imiz bizi birbirimize elbise eyledi. / Başkalarına aşklarımızı giyinip de görüneceğiz. / Birbirimizin varlığını birbirimize süs eyleyeceğiz.

Kalplerimize aşkı bahşeden Rabb’imizi, kalplere düşen aşklar sayısınca tesbih ediyoruz. / Ruhlarımızı birbirine tanış eyleyen Yaratıcı’mıza, kâinatı şenlendiren ruhlar sayısınca şükrediyoruz.

III.

Ben... / Ben...…

Biz ikimiz/Birbirimizi sevdik. / Birbirimizi seçtik. / Birbirimize söz verdik. / Birbirimize eş olduk.

Şimdi birbirimize verdiğimiz söze tanık olmanızı isteriz.

Bundan böyle; / İkimiz birbirimizin en yakınıyız. / Yalnızlığımızda ilk birbirimizi bulacağız. /

Sırlarımızı önce birbirimize açacağız. / Sevinçlerimizi birlikte çoğaltacağız.


Bundan böyle; / İkimiz birbirimiz için en iyi kılavuzuz. / Hep birbirimizin iyiliğini istiyor olacağız. /

Olur da şaşırırsak doğruyu birlikte bulacağız. / Olur da düşersek birlikte ayağa kalkacağız.

Bundan böyle; / İkimiz birbirimizin yol arkadaşıyız. / Yokuşlarda ve inişlerde hep el ele kalacağız. / Dağlarda ve çöllerde yan yana yürüyeceğiz. / Yolun sonuna birlikte varacağız.

Bundan böyle; / İkimiz birbirimizin en büyük yardımcısıyız. / Eksiklerimizi birlikte tamamlayacağız. / Kusurlarımızı örtüp hatalarımızı hoş göreceğiz. / Yuvamızı birlikte şenlendireceğiz.


Bundan böyle; / İkimiz birbirimizin en yakın dostuyuz. /

Üzüldüğümüzde birbirimizi teselli edeceğiz./

Sevinçlerimizde birbirimize sarılacağız. /

Mutluluklarımızı birlikte tamamlayacağız.

Bundan böyle; / Birbirimizi daha çok seveceğiz. /

Birbirimizi seçtiğimize daha çok sevineceğiz...

Bundan böyle; / İkimiz birbirimize emanet olacağız.

Senai Demirci
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Nisan 2009, 13:15   Mesaj No:60
Medineweb Emekdarı
KuM TaNeSi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KuM TaNeSi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5998
Üyelik T.: 02 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:40
Mesaj: 1.956
Konular: 885
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Kadınlar Neden Konuşur?

Kadınlar Neden Konuşur?
Çok iyi bildiğiniz gibi,günlerden bir gün, Nasrettin Hoca iğnesini kaybeder İğnesini evin avlusunda aramaya başlarFakat onca zaman aramasına rağmen bulamazKomşusu iğneyi nerede düşürdüğünü sorarHoca kendinden emin cevap verir;"Ahırda!"Hayretler içinde kalan komşusu,"Ahırda kaybettiğini ahırda aramalısın!"derNasrettin Hoca cevap verir;"Ama avlu daha aydınlık!"
Nasrettin Hoca fıkralarının ilk başta sadece komik görünen,ama temelde derin bir anlama işaret eden paradoksal mesajları vardır
Psikoterapist/psikiyatrist dostlarım bu paradoksal anlamları çoktan tedavi seçenekleri içine kattılar bileBugünlerde yolunuz onlardan birine düşerse,en azından bu öykünün hangi derin sorununuzun çözmeye yardımcı olacağını size çıtlatmış olayım
Kaybettiğiniz şeyi niye ararsınız?Elbette bulmak için,değil mi?Bulunca onu aramaktan vazgeçersiniz;böylece arayışınız biterPeki ya ,size arama eyleminin kendisi güzel ve anlamlı geliyorsa?
Yani, bizzat arama eyleminin kendisi aradığınız şeyse?İşte,Nasrettin Hoca'nın fısıldadığı bu:"İğneyi aramıyorum ki onu düşürdüğüm yere bakayım Benim için önemli olan aydınlıkta olmak,ışıkta kalmakBu yüzden avluda arıyorum"Onun önce ve öncelikle aradığı iğne değil ışıktırVe işte avluda yeterince ışık vardır!
Zen geleneğinde de öğrenci üstadına safça sorar:"Gün doğumu sırasında yaptığımız ayinin güneşin doğuşuna bir katkısı var mı?
"Üstadı "Hayır! "anlamında başını sallayınca,öğrencinin bütün dünyası yıkılır:"O halde yıllardır bu ayinleri boşuna mı yaptım?
"Şefkatli bir tebessümle cevap verir üstadı:"Güneş doğarken seni hep uyanık tuttu ya!"
Bilgelik farklı dillerde de olsa,aynı şeyi fısıldıyor bize
Nasrettin Hoca'nın aradığı "ışık"ile,Zen öğrencisinin her ayinde farkına varmadan tanık olduğu "ışık" aynıdırSonuç kadar sonuca giden yolda yaşadıklarımız da önemlidir
Kadınların ve erkeklerin iletişim farklılıklarını da bu meseller eşliğinde anlayabilirizErkekler "iğneyi bulmak" için konuşurlarYani onlar için önemli olan,eylemin kendisi değil eylemin sonucudurKonuşurlar çünkü bilgi aktarmak isterlerKonuşurlar çünkü bilgi toplamak isterlerKonuşarak aradıkları şey bilgidir
Kadınların da "iğneyi bulmak" için konuştukları olurAncak,kadınlar,çoğunlukla,hemcinsleri olmayan Nasrettin Hoca gibi iğneyi aramayı bahane edip,avluda ve aydınlıkta kalmayı tercih ederler
Kadınlar konuşurlar,çünkü ne söylemek istediklerini konuşarak bulurlarYani,sesli düşünürlerErkekler ise,istediklerini bulmak için susmayı yeğlerler
Kadınlar konuşurlar,çünkü üzüntü ve kederlerini konuşarak hafifletirlerBu durumda bir şey iletmek istedikleri yoktur;sadece konuşmak için konuşurlarErkekler ise üzülünce susarlar,ağızlarını bıçak açmaz,taş duvara dönüşürlerErkekler,bu konuda, Zen öğrencisi kadar cahildirlerOnlara göre ayin güneşin doğmasına katkıda bulunmak için yapılıyor olmalıdırFakat kadınlar sözcükleri uyanık kalmak için kullanırlarSözcüklerin anlamlarının peşinde değillerdir,sözcüklere eşlik eden ışığın peşindedirler;yani "avluda kalmak"isterler
Kadınlar konuşurlar,çünkü yakınlık kurmak isterlerKadınlar için sözcükler bir başkasının ruhuna uzattıkları küçük halatlardırSözcüklerin içeriği değildir önemli olan;sözcüklere tutunabilmektirOysa erkekler,yakınlık kurmak istediklerinde sözcükleri değil,suskunluklarını kullanırlar;onlar için sözcüklerin anlamlarından öte bir amacı yokturKadınlar için ise içinde hiç iğne bulunmasa da avlunun aydınlık olması önemlidir
Kadınlar konuşurlar,çünkü duygularını paylaşmak isterlerKadınlar için sözcükler iç dünyalarının kuyularına sarkıttıkları kovalar gibidirÖnemli olan kovanın varlığıdır;kovada ne olduğu önemli değildirErkekler ise,duygusal yakınlığa ihtiyatla bakarlar,iç dünyalarına dönmek istediklerinde susarlar,üzerlerine gelinmesin isterler
Özetlemeye çalıştığım gibi,erkekler ve kadınlar sadece bilgi alıp vermek için konuşma konusunda mutabıktırlarKonuşmanın diğer amaçları kadınlara özgüdürKadınların diğer konuşma amaçlarında erkeklere düşen sessizlik ve suskunlukturİşte bu yüzden,erkekler suskun kalmayı ve suskun kalınmasını yeğledikleri özel durumlarda kadınlara dinleyici olmayı beceremiyorlarYine bu yüzden, kadınlar kendilerinin konuşmayı ve konuşulmayı yeğledikleri özel durumlarda erkeklere suskun kalmayı ve beklemeyi beceremiyorlarSorunların çoğu da bu karşılıklı beceriksizliklerden kaynaklanıyor
Bilmem,anlatabildim mi?

Senai Demirci "Ve Aşk Evliliğin Ellerinden Tuttu"
__________________
Söz işlemez yüreklere sükûtum dağlar gibi...
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 23 Kişi okuyor. (0 Üye ve 23 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
senai hocamdan bir hoş dua _bülbül_ Dua Bölümü 1 30 Ocak 2023 15:09
Senai Demirciden Vakit Öğle Şiiri Videosu MERVE DEMİR Videolar/Slaytlar 1 11Haziran 2021 00:13
Şeyh Sadi' den Sözler/İnciler-Medineweb MERVE DEMİR Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler 14 30 Mart 2020 01:03
La Tahzen ( Üzülme ) Senai Demirci Medineweb nurşen35 Şiir Dinletileri 2 18 Ağustos 2017 00:50
Siz ve Eşiniz // Senai Demirci enderhafızım Evlilik-Nikah Konuları 3 24 Ocak 2014 01:12

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.