|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi: 03Haziran 2011 (20:12), Konuya Son Cevap : 03Haziran 2011 (20:12). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
03Haziran 2011, 20:12 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Ebced Ve Cifir, Yahudi Kabalasının şirkidir Ebced Ve Cifir, Yahudi Kabalasının şirkidir Ebced Ve Cifir, Yahudi Kabalasının şirkidir EBCED VE CİFİRİ SAVUNAN SAİD NURSİYE REDDİYE Ebced sisteminin İbranice ve Aramice'nin etkisiyle Nabatice'den Arabca'ya geçtiği bilinmektedir. Arap alfabesindeki harflerin sayısal karşılığının İbranice ve Aramice'nin harfleriyle aynı değerde olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir. (Mustafa Uzun, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "ebced" maddesi, c: 10, s. 70) Cifr, ansiklopedilerde, "gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine inanılan ilmin adı" olarak tanımlanır. (Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "cefr" maddesi, c: 7, s. 215) Said Nursi; Yahudilerin bilhassa büyücü ve sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal mahsulü ve yalan olan gaybdan ve gaybii haber vermeye dayanan ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini (kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmişdir. “Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). …… Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. ….” (Nisa 46) “Yazık o kimselere ki kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki, karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara 79) Bu ayetlerin muhatabı sadece Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir. ‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi ) yapınca tefsir’ mantığı yanlıştır. Reşid Rıza, Ebced-Cifir hakkında şunları söyler: “Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları, valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.” Katip Çelebi ise der ki; “Cefr ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline gelmiştir.” İşin ilginç bir tarafı da şudur: Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu gaybî anahtarı (!) "gelecek" kapısının kilidine sokmuşlardır. Edebiyatçılar, ebced hesabını meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı anahtarı zaten açık olan "geçmiş" kapısının kilidine sokup durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını Kur’an ayetlerine ve hadislere, hatta Hz. Ali’ye isnat edilen uydurma kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya çalışmaktır. Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesapla yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi. Tefsirci Cerrahoğlu bu konuda şöyle der; "Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur’an’ın asıl maksadını ve manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca remiz, işaret ve bâtın adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek için delillerini Kur’an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ” Remil Bir takim çizgi ve noktalarla gaybe dair haberler verme sanatı-şirki. Kelime olarak remil, kum demektir. Bu ad, eskiden kağıt bulunmadığı için bu şekillerin kum üzerine çizilmesinden almıştır. Remil işlemini yapan kimseye "remmâl" denir. Remil'in esası noktalar ve on altı şekilden oluşur. Her iki nokta bir hat kabul edilir ve bunların burçlarla bağlantılı olduğuna inanılır. Çizilen bu şekillerin anasır-i Erbaa (4 Tabiata göre) (toprak, su, hava, ateş) ve burçlarla olan nisbetleri hesap edilerek incelenir, sonuçlar çıkartılır ve niyet edilen şey hakkında bilgi verilir! Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini kendi yazdığı (pardon habersiz ve iradesiz yazdırılan!) Risale-i Nur’dan misallerle görelim : (…) “Acaba Risale-i Nur’u, Kur’an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?” denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur’an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev’indeki tabakattan “mâna-yı işârî” tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat’î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim. (…)” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 67-68 “(…) Seyranîdir. Bu zat, Husrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. “Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!” Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.” Lem’alar, Onuncu Lem’a ( Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i cifre karşı olmasında ve Said Nursî’yi bunlardan vazgeçirmek istemesinde bulan bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: “Sen bunca hapsi, kendi hevana ve hevesine göre Kur’an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ akıllanmıyorsun!” Ne cevap vereceksiniz?..) “(… su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen “toprak” (ﺪﻳﻌﺻ )ın Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir: (…) Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu âyetteki “sa‘îden” kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve Birinci Şua 31.ayette Ayet; açıkça abdestten, gusülden, teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki “eğer hasta iseniz” anlamına gelen “ve in küntüm merzâ” cümlesi çarpıtılarak “dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı, Nur Risaleleri’nin Kur’anî ilaçlarıyla giderilebilir” anlamı verilmiş “Bir sapık fırka, üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa- faaliyetlerine devam edecektir” diye de tahrif sürdürülmüştür. “Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. …” (Nûr,35) “Hem işaret eder ki; Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. … Hem, nasılki bu cümlenin mânevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.” Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de Nur suresi 35.ayet Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları bir yana, görüldüğü gibi, Kur’anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya çıkabilmektedir. “Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur’an)den şüphe içindeyseniz, haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz.” (Bakara,23) ayetinin ebcedî tefsiri “Fe’tû bisûratin min mislihi” (ebced hesabı ile) 1880′dir. Son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur’ân’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Tılsımlar Mecmûası, 193 Nur Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre “tağut” Mustafa Kemal kabul edilirken aynı yolun (Ebced-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in “Mehdî” ilân edildiğini görüyoruz. Bu da bizlere; uygulanmasıyla aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar sapıklık olduğunu gösterir. SAİD NURSİ KENDİNİ KURANIN İÇİNE SOKUYOR !!!! Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 72 Elhasıl: Bu âyet, müteaddit ve çok tabakalarından, bir işârî tabakadan hem Risaletü’n-Nur’a, hem müellifine (KENDİNE), hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki Risaletü’n-Nur’un mebde’ine remzen, belki işareten, belki delâleten bakar. ¨ âyetinin tetimmesi * EN'AM 122 AYET âyetinin kuvvetli işaretini hem teyid, hem letafetlendiren üç münasebet birden Ramazan’da kalbime geldi. Kat’î bir kanaat verdi ki, kelimesine tam münasip Said’dir. Bu âyet Risale-i Nur tercümanı olan Said’i unvanıyla göstermesinin bir hikmeti budur ki: Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o açmış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sürurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevt-âlûd hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, hayat-âlûd, muvakkat bir mevt-i zâhirî ile galibâne mukabele eder. [Linkleri Görmek İçin Üye Olmasınız.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]] Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sayfa 73 Üçüncüsü: Bu âyet, cifir ve ebced hesabıyla, her tarafta Said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek, âyetteki kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi adedine tam tevâfukla hususi işarete mazhar bir mâsadak Saidü’n-Nursî’dir. Sabri’nin sadâkatinin bir kerametidir. Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman’ın halefi Emin, Sabri’nin âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazan’ın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin’e gösterdim. Hayretle dedi: "Bu hem Sabri’nin, hem Risale-i Nur’un bir kerametidir." [Linkleri Görmek İçin Üye Olmasınız.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]] Şimdi de Said Nursi'nin ebcet yoluyla tahrif ettiği bazı ayetlerden sonra şimdi de tahrif ettiği hadislerden bazılarına bakalım: “Ve vasfuke’s-Sa‘îdu fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (…) Yani: (Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın “es-Said”dir. Sen, Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye “Hâşiye” düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍﺏﻧﺠﻦﻤﻠﺪﻴﻌﺳﻠﺍﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç def’a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (…)“ Tılsımlar Mecmûası, 186 “Mes’ut kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (…)” mealindeki bu hadiste geçen “es-Sa‘îd” sözcüğünden kastedilenin “Said Nursî” olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba? “Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir’at-ı Peygamberî’dir.” Tılsımlar Mecmuası, 205 diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir. Hâşâ ve kellâ… Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır: “Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184) Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki: ” Kur’an’da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?” Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman (!) Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder. Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa; “Bakara 220’. ayette “(…) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (…)” buyurulmaktadır. “Müfsid” (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin “Bediüzzaman”a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.) ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: " Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” dese ne yaparsınız? Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif (“Ümmetinden birtakım insanlar, kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir).” hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi: ….. Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye’tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil’ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (…) Tılsımlar Mecmuası, 205 Said Nursî, hadiste belirtilen topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E, Said Nursî’nin muhtırası durur mu, hemen ihtar eder hadisi… Said Nursî’nin, hesap aralarına “Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez” anlamına gelen “lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu” cümlesini koymasının da üzerinde durmak gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba muttali olunmaya çalışılacak… Bu, fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken “tövbe, tövbe” demelerini andırmaktadır. Şatibi derki; “Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur’an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur’an’da zikredildiğini iddia etmesi bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.” Said Nursî’nin ve onun bu saçma sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı yolun yolcuları için etmiş. Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım: “Aklı zayıf olanlar, hakkı adam ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar, hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır. Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir dalâlettir.” Esasen Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesaplarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için, ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla Said… Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman… İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür. Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır. Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini istediği “hamd”, “köpek”le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz. Nurcular Risalelerdeki bütün bu çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir: 1. Bâtın mananın, Kur’an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması, 2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer’î bir şahidin bulunması, 3. Verilen bu manaya, şer’î veya aklî bir muarızın bulunmaması, 4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi. İşarî tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin olmadığı görülmektedir. Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin, işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir. Bâtınîler; lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani, manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima… ettiğinin delili kabul edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır. Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler, lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir. Nesefî akaid risalesinde Said-i Nursi gibilerine şöyle der: “Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve küfürdür.” Gazalî, Said-i Nursi gibilerine şöyle der: “Bazıları tevil yaptıklarına inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür. Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir." Muhsin Abdulhamid, Said-i Nursi gibi hurafeciler için şöyle der; “Evet, bu işle uğraşan kişi Kur’an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest bırakılsa da Kur’an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi, birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.” Ne yazık ki Said-i Nursi, ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müridleri de Said’e kanıp Risalelere iman ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır. Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur’an-ı Kerim tefsirinde Kur’an-ı Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır? Allah (c.c) Ali İmran,7’de; “Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” buyuruyor. Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği, yoruma açık ayetler konusunda biz Müslümanların “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” demesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor; “yalnız gözü bulunan kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur’an’ın bir nevi alamet-i i’câzı vardır. Şöyle ki: Hâfız Osman hattiyle ve basmasiyle olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: “ve sâminuhum kelbuhum” kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki “kıtmîr” kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.” Mektubat, Ondokuzuncu Mektub Kehf suresinin bu ayeti, Kur’an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (müteşabihtir) olduğu iddia edilen “kıtmîr” (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk, çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet 435. sayfadadır. “Ve sâminuhum kelbuhum” ifadesinin altındaki yapraklar delinse (!) bile, “kıtmîr” kelimesi açılan deliğe denk gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295. sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; “kıtmîr” kelimesi 435. sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin isminin “Kıtmîr” olduğunu ve bunu Kur’an’ın şifreli bir şekilde belirttiğini göstermez. Kur’an’ın icazını bu şekilde gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevaplarını bulmamız için Kur’an’ın hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin tutarlı olmasının bir gereğidir. 1. Ashab-ı kehfin isimleri ne idi? Her hâlde Kur’an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir. 2. Yiyecek almaya giden hangisiydi? 3. Şehirden alınan erzakın cinsi ne idi ve miktarı ne kadardı? 4. Köpek hangisinindi? 5. Köpeğin cinsi ve rengi ne idi? Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat herhâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir. Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur’an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir. Hele bunları Kur’an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur. Bir de cifir ve ebced hesabları, değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin mabeyninde câri bir medar-ı istihrac ve esrardır. Kur'an-ı Azimüşşan’ın sureleri başındaki mukattaat-ı hurufun bu hesabla münasebeti bulunduğunu, bu Hadis-i Şerif isbat ediyor: Bir zaman Yahudi ulemâsından bir kısmı, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam’a demişler: "Senin ümmetinin müddeti azdır ki, Elif lam mim işaret ediyor." Peygamber Aleyhissalâtu Vesselam ferman etmiş ki: " kef he ye ayn sad , ha mim , ayn sin kaf gibi daha çok var." Onlar bu cevabtan sonra susmuşlar... Demek işârât-ı Kur'aniyenin cifir ile münasebeti var. ( Siracü'n-Nûr, 215; Müdâfaalar, 120, Denizli Müdâfaası.) **************************** Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u ebcedî olduğuna deliller pek çoktur. Burada yalnız dört-beş tanesini nümune için beyan edeceğiz. Birincisi: Bir zaman Benî-İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberîde surelerin başlarındaki ELİF LAM MİM kef he ye ayn sad gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: "Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır." Onlara mukabil dedi: "Az değil." Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: "Daha var." Onlar sustular... [(Şuâlar, 559-560; Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 98, Birinci Şuâ/İzahtan Evvel Mühim Bir İhtar/Beşinci Nokta.) ************************************************** Said Nursî, bu hadisin ne kaynağını ne de sıhhat derecesini belirtmiş, üstelik hadisi hem eksik, hem de yanlış nakletmiştir: Hadisi İbn İshak, İbn Abbas (r.a.)’tan rivayet etmiştir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.), Bakara suresinin başındaki "Elif, lâm, mîm. Zâlike’lkitâbu (...)" ayetlerini okurken, yanına Ebu Yasir b. Ahtab geldi. Sonra Ebu Yasir’in kardeşi Hayy b. Ahtab ile Ka‘b b. el-Eşref de geldiler. Hepsi, Hz. Peygamber’e "elif, lâm, mîm"in manasını sordular ve: -Kendinden başka ilâh olmayan ALLAH için söyle, bunun sana gökten geldiği doğru mu? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: -Evet, aynen böyle indi, buyurdu. Hayy da: -Eğer doğru söylüyorsan, ben bu ümmetin ecelinin kaç sene olduğunu bilirim, dedi ve şöyle devam etti: -Ümmetinin ömrünün sadece 71 sene olduğunu, bu harflerin ebced hesabının gösterdiği bir adamın dinine nasıl gireriz? Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) güldü. Hayy: -Bundan başkası da var mı? deyince, Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, sâd, dedi Hayy da: -Bu, birinciden daha çok ve ebced hesabı ile 160 sene eder. Başka var mı? dedi. Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, râ, dedi. Hayy da: -Bu, birinciden ve ikinciden daha çok. Biz şehadet ederiz ki, eğer doğru söylüyorsan, ümmetinin 231 senesi var. Daha var mı? deyince, Hz. Peygamber: -Evet! Elif, lâm, mîm, râ var, dedi. Hayy: -Şehadet ederiz ki, sana iman etmiyoruz ve hangi sözüne inanacağımızı bilemedik, dedi. Ebu Yasir de: -Ama ben, peygamberlerimizin bu ümmetin hükümran olacağını haber verdiklerine, yalnız ne kadar hükümran olacaklarını açıklamadıklarına şehadet ederim. Eğer Muhammed doğru söylüyorsa, ben onu, bütün bu söylediklerini birleştirmiş olarak sayıyorum, dedi. Bunun üzerine Yahudiler kalktı ve şöyle dediler: -İş büsbütün karıştı. Azı mı, çoğu mu alacağımızı bilemiyoruz. (Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 1/418-419; İsma‘îl Ebu’l-Fidâ İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur'âni’l-‘Azîm: Hadîslerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, çev. Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul 1984, 2/146-147; Suyûtî, İtkān, 2/25.) İmam İbn Kesir, bu hadisin zayıf olduğunu belirtmektedir. ( İbn Kesir, aynı yer.) Bu hadis, sahih değildir. Bunu naklettikleri şeyin gerçek olup olmadığını araştırmayan bazı müfessirler, İbn İshak’ın Siyer’i gibi makbul olmayan siyer ve meğazî kitaplarından almışlardır. Bu gibi kitaplardaki rivayetlerin çoğu mutemet değildir. ( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51. Reşid Rızâ, İbn İshak’ın Siyer’inin siyer ve meğazî kitabı olması açısından makbul olmamasını kastetmemiş, "Hadisler, siyer kitaplarından alınamaz, bu kitaplar hadis rivayetinde delil olarak kabul edilemez" demek istemiştir) İbn Münzir de bunu, başka bir tarîkle İbn Cüreyc’ten mu‘dal olarak rivayet etmiştir. ( Suyûtî, aynı yer. Mu‘dal: İsnadında birbirini takip eden iki ve daha fazla râvîsi düşmüş hadîslerdir. (...) Mu‘dal hadîsler, isnadlarından düşürülen râvîlerin kimlikleri bilinip adalet ve zabt yönünden hâlleri tesbît edilmedikçe merdûd hadîslerden sayılırlar. (Talât Koçyiğit, Hadîs Istılahları, AÜİF Yayınları, Ankara 1985, 356-357.)) Her şeyden önce, bu hadis zayıftır, hüccet olarak ileri sürülemez. Zaten, siyer kitapları zayıf rivayetler ile doludur ki, bu rivayetler asla delil olamazlar. Said Nursî birçok ayeti ebced hesabı ile tefsir ettiğine göre, buna delil olarak ileri sürdüğü bu hadisin, en azından herhangi bir hadis kitabında yer alması gerekmez miydi? Sonra, bizzat İbn İshak, bu rivayetinden sonra şöyle der: Surelerin başındaki bu harfler, müteşabih ayetlerdendir. Bunların ne manaya geldiğini ancak ALLAH Tealâ bilir. Yahudilerin bunları cümmel usûlüne göre hesaba kalkışmaları ve böyle anlamaları üzerine "Kitabı sana indiren odur. Onun bazı ayetleri muhkem (açık anlamlı)dir ki, bunlar Kitabın anasıdır. Diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için müteşabih ayetlerin ardına düşerler. Oysa onun tevilini ALLAH'tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler: 'Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır' derler. Bunu akıl sahiplerinden başkası düşünmez." (Âl-i İmrân, 7) ayeti nazil olmuştur. (İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; A. Hamdi Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, (M.Reşid Rızâ, Muhâverâtu’l-Muslih ve’l-Mukallid tercümesi içinde), sad. Hayreddin Karaman, DİB Yayınları, Ankara 1974, 48) Haydi diyelim ki, Yahudiler ile alâkalı hadis, rivayet bakımından sahihtir; fakat bu takdirde de bunu dirayet bakımından inceleriz. Bu inceleme sonunda görürüz ki, hadis yine onların çektiği manaya gelmez. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Ahtab oğlu Hayy ile Yasir’e verdiği cevaptan maksadı, onların anladığı manayı iptal ve şüphelerini gidermek olması da mümkündür. Hz. Peygamber biliyordu ki, onların maksatları gerçeği gizlemek ve insanları şüphe içinde bırakmaktır. Hatta verilen cevap üzerine kötü maksatlarını açıklamaya mecbur olan Hayy: "Muhammed! Senin işin bize karışık geldi" demiştir. ( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 51-52) İmam İbn Kesir de şöyle der: Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler ise; Kur'an’da olmayan şeyler iddia etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya kalkışmaktadırlar. Bu husus, zayıf bir hadiste varit olmuştur ki, bu hadis bile istihracın doğruluğundan çok, batıl olduğuna delâlet etmektedir. ( İbn Kesir, aynı yer) İbn Haldun da der ki: Şurası da bilinmektedir ki; Ebu Yasir ve Hayy’den nakledilen kıssa, İslâm milletlerinin ömrünün mezkur adet ile tayinine ve tahdidine delâlet etmez, bunu ifade ve ispat edemez. Çünkü, bu harflerin muayyen sayıları ifade etmesi akla, yahut da tabiatta bunun böyle olduğuna dayanmaz. Bunun temeli hesap ve cifir ilimleriyle uğraşanların "cümmel hesabı" dedikleri sonradan icat edilmiş bir esasa dayanır. Bu hesap öteden beri kullanılmaktadır, şairler ve nâsirler ( yazanlar) bundan faydalanmışlardır; ancak bu mezkur harflerin ALLAH nezdinde de aynı sayıları ifade ettiğini göstermez. Ebu Yasir ve Hayy’in bu husustaki görüşleri Müslümanlar arasında değil, Yahudiler arasında bile delil olmayıp, istidlâl için elverişli değildir. ( İbn Haldun, Mukaddime, 2/193; Akseki, Mezâhibin Telfîkı ve İslâmın Bir Noktaya Cem'i, 48.) Arapların, sayılara delâlet etmek üzere huruf-u mukattaa kullanmaya alışkın oldukları izaha muhtaç bir konudur. Belki de, onların böyle bir şey kullandıkları bulunamaz... Siyercilerin söylediklerine göre, onun aslı Yahudilere dayanır. ( Cemâleddin el-Kāsımî, Mehâsinu’t-Te'vîl: Tefsir İlminin Temel Meseleleri, çev. Sezai Özel, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 69) Reşid Rıza da, cümmel hesabının eski olduğunu, bunun Araplara Süryanîler ve İbranîlerden geçtiğini belirtmektedir. ( Rızâ, Muslih ve Mukallid, 49) İmam Şatıbî de şöyle der: Bazılarına göre huruf-u mukattadan maksat, bu ümmetin ecelini belirleyen sayı remizleridir (cifr hesabı gibi). Siyer kitaplarında bu manaya delâlet eden sözler vardır. Bu iddianın dikkate alınabilmesi için, Kur'an indiği sırada Arapların harflere belli sayılar yükleyerek tarih düşme ya da zaman belirleme gibi bir usûlü bildikleri sabit olmalıdır. Oysaki onların böyle şeyleri bildikleri asla sabit değildir. Bunun aslı, siyer müelliflerinin de zikrettiği gibi Yahudilere dayanmaktadır. (İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, Muvafakāt, çev. Mehmed Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 1990, 3/383) İbn Abbas’tan rivayet edilen haberlerin bir kısmının uydurma olduğu, bilinen bir gerçektir. Tefsirde bir çok söz, söylemediği hâlde kendisine isnat edilmiştir. Bu hadisin ravisi olarak gösterilmesine karşın, İbn Abbas ebced hesabının bir çeşit sihir olduğu görüşündedir: Allâme İbn Hacer şöyle der: Bu (ebced hesabı ve ondan ümmetin beka müddeti, olaylar, fitnelerin ve savaşların zamanlarının çıkarılması vb. şeyler) batıldır, ona itimat edilemez. İbn Abbas’ın Ebî Câd hesabından sakındırdığı ve onu sihir cümlesinden saydığı sabittir. Bu (sihir saymak) uzak bir görüş değildir, çünkü bu işin şeriatta aslı yoktur. ( Suyûtî, İtkān, 2/26 el-İtkān fî ‘Ulûmi’l-Kur'ân, Dâru Kahramân, İstanbul 1978/1398, 2/14. Ayrıca bak. Salih, Kur'an İlimleri, 188-189; Rızâ, age, 51.) Subhi es-Salih bu konuda der ki: Bu nevi hesaba dayalı neticeler "Ebî Câd hesabı" olarak isimlendirilir ki, âlimler şiddetle buna karşı çıkmış ve ondan sakındırmışlardır. ( Salih, Kur'an İlimleri, 188.) Manidardır ki, yine İbn Abbas (r.a.)’tan, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nice Ebu Câd harflerini öğrenen vardır ki, ancak müneccimlik yapmıştır. Kıyamet günü ALLAH indinde, onun için iyilikten ve hayırdan bir nasip yoktur." Râmûz, 1/288. Hadisi, Taberânî Kebîr’de rivayet etmiştir. Hadisin metninde geçen "hurûfi Ebî Câd" tabirini, Râmûz mütercimi Abdülaziz Bekkine "Ebced Harfleri" diye tercüme etmiştir ki, bu, hadisin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Hem âlimlerin kitaplarından, Arapların ebced hesabını bilmediklerini, bunun Yahudi kaynaklı olduğunu aktarmamız, hem de bu hadisi burada nakletmemiz okura tutarsız gelebilir. Denilebilir ki: Madem Araplar bu hesabı bilmiyorlar, Hz. Peygamber, çoğu okuma yazma bilmeyen sahabîleri, bilmedikleri bir şeyden nasıl men etmiş olabilir? Cevaben deriz ki: Said Nursî’nin ebced hesabına delil olarak getirdiği hadisi inceledik ve bunun delil olamayacağını ispat ettik. Bu hadisi Taberânî’nin rivayet etmiş olması, İmam İbn Hacer’in ebced hesabı hakkındaki açıklamaları, İmam Suyûtî’nin de bu açıklamaları aktarması ve huruf-u mukattaanın bu ümmetin ecelini bulmaya yarayan sayı remizleri olduğu yönündeki sözlerin siyer kitaplarında yer alması, bize bazı sahabelerin bir şekilde bu hesaptan haberdar oldukları yönünde bir kanaat vermektedir. Nitekim, özellikle hicretten sonra Müslümanların Yahudilerle birçok ilişkilerinin olması, bazı Yahudilerin Müslüman olması ve İbn Abbas gibi bazı sahabilerin Yahudi âlimleriyle ilmî alış-verişleri bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Doğrusunu ALLAH bilir, muhtemel ki bu hadis, bu hesabın teşmil edilmesini nehyetmek üzere varit olmuştur. Zaten, seleften hiç kimsenin bu hesaplarla uğraştığına dair bir rivayet yoktur. Biz, bu hadisi Râmûz’da gördük. "Uydurma olanlar dâhil, her tür hadisin yer aldığı Râmûz’da her hadisin alındığı kaynak ya da kaynaklar gösterilmektedir." (İsmail Lütfi Çakan, Hadîs Edebiyâtı, MÜİFY, İstanbul 1989, 131.) ( Gümüşhanevî, -bütün hadislerin olmasa da- birçok hadisin sıhhat derecelerini metnin kenarında vermektedir (ne yazık ki, bu durum tercümede dikkate alınmamıştır). Gümüşhanevî, bu hadis için bir not düşmemiştir. ) Yine İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis de şöyledir: Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Yıldızlardan bir ilim alan (muneccimlik yapan), sihirden bir şube alır. (Bilgisi) arttıkça o (sihir) da artar." (İbn Mâce, Edeb, 28/3726. İsnadı sahihtir.) Bu hesabın; adı ne olursa olsun, hangi milletten alınırsa alınsın, Araplar onu ister kullanmış olsun ister olmasınlar, incelediğimiz bu hadis ister zayıf ister sahih olsun , varacağımız son nokta şudur: Arap elifbasındaki harflere verilen sayı değerlerinin -bu değerlerin muhtelif olduğunu da biliyoruz-, ALLAH indinde de aynı sayıları ifade ettiğini ileri sürmek, ALLAH hakkında bilmeden söz söylemek demektir. İbn Abbas (r.a.) ebced , cifir ile uğraşan ve müneccimlik yapanlar hakkında şöyle demiştir: "Kıyamette ALLAH katında hiç bir menfaatleri olmayacaktır." demiştir. (Heysemi-Mecmeu'z-Zevaid: 5/117) İbn Mesud'tan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Nice ebced harfleri öğretenler (veya nice Ebu Cad'ın yıldızlarla ilgili harflerini öğretenler) var ki, Kıyamet gününde bunların ALLAH katında bir nasipleri yoktur." (Taberani, 11/14, Elbani, Daifu'l-Camia: 418) Ondan da Hamd b. Zencuye şu lafızla rivayet etmiştir: "Nice yıldızlara bakanlar ve ebced (Ebu Cad'ın) harflerini öğrenenler var ki, onlar için ALLAH katında bir nasip yoktur." |
Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Aile Edep demekti | Şiirler ve Şairler | YaŞuHa | 2 | 2275 | 04 Mayıs 2014 21:47 |
Kardeşimize dua lütfen | Dua Bölümü | MusabBinumeyr | 4 | 2527 | 04 Aralık 2013 19:38 |
Kilonuz mu var? sorun degil artık/Medineweb | Diyet/Spor | gün ışığı | 4 | 2957 | 27 Kasım 2013 21:45 |
Üzüm çekirdeği mucizesi | Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp | YaŞuHa | 2 | 2454 | 27 Kasım 2013 21:34 |
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 7 | 3340 | 26 Kasım 2013 20:23 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kur'an'i kerim'de yahudi'ler | Yitiksevda | Kur'ân-ı Kerim Genel | 1 | 26 Ekim 2023 19:51 |
İşte Sen Busun Ey Yahudi! | FECR | Serbest Kürsü | 3 | 26 Ekim 2023 19:43 |
Ebced | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 1 | 16 Mayıs 2009 12:59 |
Hatırla Yahudi !! | Aysima | Serbest Kürsü | 0 | 19 Ocak 2009 11:56 |
Günümüz Yahudi Mezhepleri | Emekdar Üye | İslam/Dinler/Mezhepler | 0 | 13 Temmuz 2008 05:14 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|