|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi: 01 Ocak 2008 (21:23), Konuya Son Cevap : 07 Ocak 2015 (20:25). Konuya 13 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
01 Ocak 2008, 21:23 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Vefa Vefa VEFA Görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etme. Böyle olanlara vefakâr denir. Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir. Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder. En büyük vefâkarlık, yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlükte kulun, Rabbı'nı inkâr etmesi, O'nun yüceliğini tanımamasıdır. İnsan, Allah'a ibadet etmek suretiyle, Elest bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır. Fertleri arasında vefâkarlık olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir. Vefâkarlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)'de görülmektedir: Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen'i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime'yi, süt kardeşi Şeyma'yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib'in hanımı Fatıma'yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi'sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine'ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir. Verilen söz ve yapılan anlaşmalarınız gereği olan ahde vefa ise islam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır. Arif KÖTEN |
Konu Sahibi Emekdar Üye 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hz. Ali ile Fatıma'nın Aç Kalmaları | İslam/Dinler/Mezhepler | Emekdar Üye | 0 | 2441 | 31 Temmuz 2008 02:53 |
Seleme bin el-Ekvâ'nın Hz Peygambere Ölüm Üzerine... | Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader | Emekdar Üye | 0 | 2295 | 31 Temmuz 2008 02:52 |
Mekke, Savaşılmadan Nasıl Fethedildi? | İslam/Dinler/Mezhepler | Emekdar Üye | 0 | 2713 | 31 Temmuz 2008 02:51 |
Hz. Peygamber'in Hac Esnasındaki Hutbeleri | Hacc-Umre-Kurban | GÖKCEN_AZRA | 1 | 3051 | 31 Temmuz 2008 02:49 |
Bu Mübarek Zat kimdir ?? | Hz.Muhammed(s.a.v) | Mihrinaz | 4 | 2866 | 31 Temmuz 2008 00:27 |
01 Ocak 2008, 21:24 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Bizim Yamaçlarımızın Gülü: Vefa İnsanın insanı unutmaması, insanın yakınını, arkadaşını, bir dakika bile birlikte zaman geçirdiği unutmaması, herkesin üzerinize abandığı, sizi bir kaşık suda boğmaya azm u cezm u kast ettiği dar günde, bütün riskleri göğüsleyerek size arka çıkan, "Hayır hayır yanlış düşünüyorsunuz, benim kendi şahsi fikirlerime, yaşadığım hayattan ve onların hayatlarından edindiğim izlenime, göre onlar sizin dediğiniz gibi değiller" diye bilme nezaket, cesaret, civanmertliğinde bulunanlara karşı, onları yine aynı tavır ve düşüncelere, indi yorumlara rağmen unutmama, rahmetle, şükranlar anabilmektir vefa. Söylenmesi ne kadar rahat ve huzurluysa, ruha rehavet veriyorsa, hayata geçirmenin de en az o kadar zor olduğu bir kelime vefa. Sözlüklerde sözünde durma, verilen sözü yerene getirme, dostluk ve muhabbette sebat etme, sevgide süreklilik bağlılık ve sadakat anlamlarına gelen vefanın başka kullanım şekilleri de var. Tasavvufta "Ezelde bezm-i elestte verilen söze sadık kalma" anlamında kullanılan vefanın Vefa etmek: sevgi ve dostluk göstermek Yani neresinden bakarsanız bakınız tam bir "Adam gibi adam olma" durumu ile karşı karşıyayız. Günümüzde ne yazık ki toplumun bütün kesimlerini kemiren, alt üst eden topyekûn bir vefasızlık durumuna karşılık, bu üstün insan olma özelliğini hayatına düstur edinenlerin ellerinden öpülmeli değil mi? Vefa-bîgâne: sözünde sevgisinde durmayan, vefasız Vefa-perver: sevgisinde sebat eden Vefa-şiar: âdeti vefa olan, vefa ile sıfatlanmış Vefâdar: vefalı, dostluğuna bağlı olan Vefâdarlık: dostlukta süreklilik Vefakâr: Vefa gösteren, vefa sahibi, gibi kullanım şekilleri var. Vefa öyle enteresan bir şey ki o karşıdaki insanda din, milliyet, ideoloji, fakir, zengin, büyük, küçük, beyaz, siyah, canlı ve cansız gibi ayrımlar kabul etmiyor. Vefa, kim ve ne olursa olsun, her halükarda onu unutmamayı vefalının boynuna borç kılıyor. Ve o civanmert insan da bu borcu uhdesine alarak onu bihakkın yerine getiriyor. Vefa en çok mü'mine yakışıyor. Vefa duygusuyla süslü mümin her şeyden önce elest bezminde verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getirmenin ızdırabıyla dolu bir hayat yaşamalı. Ona yeryüzü sultanlığı da teklif edilse, yeryüzünün bütün maddi manevi güzellikleri verilse de o, kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Habib-i Zîşan olan Efendimiz (sas) gibi "güneşi bir elime, ayı da diğerine koysalar, yine de ben bu davadan vazgeçmeyeceğim. Ya Allah nurunu tamamlayacak, ya da bu yolda ölüp gideceğim!" diyerek bir vefa kahramanı, vefa sultanı olduğunu aleme ilan etmeli. Bediüzzaman hazretleri eşyaya karşı da çok vefalıymış. O'nun kullanıla kullanıla artık son derece yıpranan kaşığını çöpe atan arkadaşını ikaz ederek "yirmi yıldır bana hizmet ediyor, git ve çabuk getir onu" demesi, O'nun vefasının boyutlarını göstermesi açısından oldukça manidardır. Belki birçoklarına anlamsız gelen bu sözün ardından onun insana ve canlıya karşı olan vefasını artık siz tasavvur edin. |
01 Ocak 2008, 21:25 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Vefanın zıddı vefasızlıktır. Ve Allah dostlarının vefasızlıkta bulunmaktan dolayı tir tir titredikleri görülür. Onlara göre vefa öncelikle bizi yoktan var eden Rabbi Rahim'e ve Onun aziz Resulüne karşı olmalı. Onları bir an bile unutmamanın adı vefa iken, onlardan bir lahzacık bile ayrı düşme, gafletle malul olma düpedüz vefasızlık olarak addediliyor. Bu durumda vefasızlık yeryüzünde Allah dostlarına verilmiş en ağır cezalardan biri olarak değerlendiriliyor. Yani o bütün bir hayatını hiç düşünmeden bir kere bile olsa vefasızlık damgası yememek için bir anda verebilecek kadar vefaya talip ve vefa isteklisidir. Bir yerde vefayı anlatırken Hocaefendi "Eğer vefa, Allah'a verilen söze bağlı kalma ise ki öyledir; insan, Allah ve Resulullah'a müteveccih, rıza mülahazasına kilitli, iman ve Kur'an'a hizmet aşkıyla başı sürekli Hak kapısının eşiğinde olmalı; her nefes alışverişinde: "Henüz derinleşemedim. Gönlümce olamadım. Hâlâ sofada dolaşıyorum ve salona giremedim. Harem dairesi ise bana fersah fersah uzak." demeli ve konumunun hakkını verememiş olma hissiyle inlemelidir. Evet, Hak'la halvet çok önemlidir. Halvet–i sahîha bir vuslat ve bir şeb–i arûs'tur. İşte böyle bir duyguyla meşbû bulunma Cenab–ı Hakk'a karşı bir vefa ifadesidir; sadece O'nu duyma, O'nu bilme, O'nun tecellîleri ile mest u mahmur yaşama ve başka şeyleri duymama veya O'ndan ötürü görme vefası.." ifadelerini kullanıyor. Bunu biz öncelikle bütün peygamberlerde görüyoruz. Başlarına gelen binlerce musibete rağmen Allah'tan bir an olsun ayrılmama işte peygamber vefası. Her şeyde zirve olan Efendiler Efendisi hiç şüphesiz vefada da erişilmez bir noktadaydı. Ve bu vefası ile yeryüzünde ikinci bir faniye nasip olmayan gökler ötesi bir yolculuğa çıktı. Çıktığı o mekândan, gözlerin kamaştığı ve gönüllerin hayrette kalıp kendinden geçtiği o mutlular âleminden tekrar ümmetine olan vefa duygusuyla terk edip arkadaşlarının yanına döndü. "Onlara karşı bir vefa sözüydü O'nu, başı semavî ihtişamlara ulaştığı bir zamanda, bütün manevî payeleri bir tarafa bırakarak, bu ızdıraplı ve elemli dünyaya yeniden onların yanına döndüren!" (Fasıldan Fasıla–2) Hz. Adem'i şeytanın bir anı seyyale devreye girmesi ile yüzüne kapanan kapıları açtıran vefadan başka neydi? Hz. Eyyub'un vücudunu saran kurtlara rağmen, Onu o halde bile Allah'a yönelten ve ardından rahmeti celbettiren de vefaydı. Hz. Yusuf'u derin kuyulardan alarak mısıra sultan yapan sır vefadan başka ne olabilir di ki? "Tufan peygamberi olan Hz. Nuh'da asırlarca süren ızdıraplı, fakat vefalı bir hayat yaşadı. Ondaki bu vefa düşüncesiydi ki yerlerin ve göklerin hışımla insanlığın üzerine yürüdüğü hengâmda, ona bir necât gemisi oldu. Hakk'ın dostu ve nebiler babası Hz. İbrahim, Nemrut'un ateşini göğüslerken ne kadar vefalıydı! Onun gökleri velveleye veren "hasbî hasbî!" şeklindeki vefa solukları, öteler ötesinden coşup gelen rahmet esintileriyle birleşince, cehennem gibi ateşlerin bağrı "berd-ü selâm"a döndü." |
01 Ocak 2008, 21:27 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Vefanın fert, aile, millet ve devlet hayatında son derece önemli olduğuna dikkat çeken Hocaefendi bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor: "Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuş ise devam eder ve canlı kalır. Millet, bu yüce duygu ile faziletlere erer. Devlet, kendi teb'asına karşı ancak bu duygu ile itibarını korur. Vefa düşüncesini yitirmiş bir ülkede, ne olgun fertten, ne emniyet va'deden yuvadan, ne de istikrarlı ve güvenilir devletten bahsetmek mümkündür. Böyle bir ülkede fertler birbirlerine karşı kuşkulu; yuva kendi içinde huzursuz, devlet teb'aya karşı uğursuzlardan uğursuz ve her şey birbirine karşı yabancıdır. (Yağmur, Ocak-Şubat-Mart 2001, Sayı 10) Müminin vefasını anlatan bütün bu ifadeler, Muhterem Hocaefendi'nin Ecevit'in vefatından sonra yayınlanan taziye mesajına ve basında onunla ilgili çıkan yazılardan dolayı Hocaefendi'yi eleştiren bir kısım halden anlamayanlara gözden kaçırdıklarını göstermeyi amaçlıyor. Şimdi en zor zamanlarda, bütün sıkıntıları göğüsleyerek, yapılan bütün baskı ve şantajlara rağmen "siz yanılıyorsunuz" diyebilme cesaretini gösteren örnek bir davranışı temsil eden zatın birkaç açıklamasını veriyoruz. 2000 yılı Mart ayında başbakan olarak gittiği Arnavutluk'ta Türk okullarının temsilcilerini kabul ederken, "Bazı çevrelerin beni eleştirmesini göze alarak çalışmalarınızı tebrik ediyorum." CNN Türk Televizyonu 6 Aralık 2005'te yapılan röportajında: "Sayın Gülen ve arkadaşları yerinde bir kararla Türkçe eğitim sürecini başlattı. Gençler o okullarda hem İngilizce, hem kendi ülkelerinin dilini hem de iyi Türkçe öğreniyor. O öğrencilerin anneleri babaları da çocuklarını bu olanaktan yararlandırmak istediler. Bu ülkelerde çok başarılı oldular." Kendisini Fethullah Gülen ve Türk okullarına verdiği destekten dolayı eleştirenlere de "Haksız olduklarını zaman içinde anlayacaklardır ya da anlamışlardır." diyor. Sayın Ecevit'in dediği gerçekleşecek ve Allah'ın izniyle en yakından en uzağa, en kinlisinden, en azgınına bütün dünya zaman içinde bu büyük gayretli topluluğun yaptığı hiçbir şeyin ardında bu vatana, bu millete, bu milletin kendi öz değerlerine aykırı en ufak bir düşüncenin, hayalin bile olmadığını anlayacaklardır. Bu milletin kendi öz alın teriyle kurduğu ilim ve eğitim yuvalarına, inanılmaz baskıların yapıldığı zor ve talihsiz bir dönemde dik durarak destek olana karşı sessiz kalması "Bütün bir hayatını böyle vefa odaklı yaşayan birisi için" düşünülemezdi. Bir iki cümlecikle bile olsa destek olana karşı duyulan bu vefa hissi, bize Mevlana Hazretlerinin bir olayını hatırlatıyor. Uzun bir zamandır görmediği Şems Hazretlerinin geldiğini haber veren bir ulağa hemen bir kese uzatır Piri Muğan Mevlana Hazretleri. Bunun üzerine keseyi alan o ulak; "şaka yaptım" der. Mevlana Hazretleri de : "Biz onun şakasına bunu verdik, gerçek haberine canımızı veririz." diyerek Şems Hazretlerine olan sevgi ve muhabbetini ifade ediyor. Bütün manevi değerlerimize, Efendiler Efendisi'ne duyduğu sevgi ve muhabbeti dost düşman herkesçe malum olana Hocaefendi'nin öyle bir durumda takınacağı tavır da yine ondan beklenen bir şekilde olacaktır. Asrın baştanbaşa bir vefasızlık asrı olduğu karşısında yer yer dertlenen Hocaefendi bu sitemlerini bir yerde şu kelimelerle ifade ediyor. "Bıktık şu her gün birkaç defa yeminini bozup ahdinden dönenlerden. Her sözü mübalâğa, her davranışı sun'î muâmelelerden ve vefa duygusundan mahrum uğursuz gönüllerden!. Ve nerdesiniz! Ey bir vefa düşüncesiyle sözleştiği yerde günlerce kıpırdamadan bekleyen vefalı dostlar!. Nerdesiniz ruhuyla bütünleşmiş vefa timsâli eroğlu erler!. Nerdesiniz bir vefa uğruna harap olup, turâb olup gidenler ve çok bereketli bir devrin ak alınlı insanları!. Kalkın; girin ruhlarımıza! Kamçılayın hayallerimizi ve boşaltın vefa adına ruhlarınızda ne taşıyorsanız, hepsini sinelerimize! Mertliği, yiğitliği, vefayı bütün bütün unutmuş sinelerimize. Boşaltın da bizleri bu yeniden diriliş yolunda Hızır çeşmesine ulaştırın! (Fasıldan fasıla–2) Vefanın dosta ait bir sıfat olduğu bilgisini veren Hocaefendi, bu anlamda dostun, dostunu asla terk etmeyeceğini belirterek şöyle devam ediyor. "Dostluğun devamı da ancak vefaya bağlıdır. Vefasızlıktan müşteki bir şair şöyle der: "Dost bî–vefa, felek bî–rahm, devran bî–sükûn, Dert çok, derman yok, düşman kavî, tali' zebûn." Şimdilerde ben bunu değiştirdim ve şöyle söylüyorum: "Dert çok, derman daha çok; düşman şimdi zebûn, talih daha kavî." Ve son söz: "Aslında, insanın göstermiş olduğu vefa, dönüp dolaşıp yine kendisine gelir." Abdülkadir Süphandağı |
01 Ocak 2008, 21:28 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Kusurları Örten İksir: Vefa Fasıldan Fasıla'da "Vefa öyle bir şeydir ki bin kusur bile olsa örter." diyorsunuz. Bu sözü izah eder misiniz? Her şeyden evvel bu ifade, mücerret vefa ile alâkalı söylenmiş bir söz. İkinci olarak, vefanın da sadakat ve emniyet gibi kendine göre belli kriterleri vardır ve onlarla vefa vefa olur. Eğer vefa, Allah'a verilen söze bağlı kalma; insanlara verilen ahde riayet etme; dostluğun hakkını verme; Hak'tan halka kadar iyilik gördüğü herkese samimiyet ve sadakat içinde bulunma ise, –ki öyledir– insan, Allah ve Resûlullah'a müteveccih, rıza mülâhazasına kilitli, iman ve Kur'ân'a hizmet aşkıyla başı sürekli Hak kapısının eşiğinde olmalı; her nefes alışverişinde: "Henüz derinleşemedim.. gönlümce olamadım.. hâlâ sofa da dolaşıyorum ve salona giremedim.. harem dairesi ise bana fersah fersah uzak..." demeli ve konumunun hakkını verememiş olma hissiyle inlemelidir. Evet, Hak'la halvet çok önemlidir. Halvet-i sahîha bir vuslat ve bir şeb-i arûstur. İşte böyle bir duyguyla meşbû bulunma Cenâb-ı Hakk'a karşı bir vefa ifadesidir; sadece O'nu duyma, O'nu bilme, O'nun tecellîleri ile mest u mahmur yaşama ve başka şeyleri duymama veya O'ndan ötürü görme vefası... Sa'di; "Ağyâra gözünü kapamadıktan sonra O'na mahrem olamazsın." der ki, ne kadar yerindedir. Gerçek vefalı olma ancak, harem odasına girme, O'ndan "bî hurûf u lafz u savt" ses alma, O'nu dinleme, âlemin duyamayacağı hususî bir buudda O'nunla konuşma ve bunu devam ettirme, devam ettirme yollarını araştırmayla mümkün olur. |
01 Ocak 2008, 21:29 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Gerçek vefa, sarih ve zımnî olarak Allah'a karşı verilen sözlere sadık kalmaktır. Meselâ, "Ben, Allah'ın kuluyum, O da benim Mâbud'um.. Hazreti Muhammed'in (aleyhisselâm) ümmetiyim.. İslâm'ın müntesibiyim..." gibi ifadeler söz verme demektir. İşte bütün bunlarda en derine ulaşma; yani, yukarıda da ifade edildiği gibi harem odasındaki şekli yakalama tam vefadır. Bu ölçüdeki vefanın tarifine girecek şekilde vefalı olabilen bir insandan da yer yer kusurlar sâdır olabilir. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Âdem hata etti, evlâtları da hata etti."; "Âdemoğullarının bütünü hatakârdır. Hata edenlerin en hayırlısı ise tevbe edenlerdir." şeklindeki beyanlarıyla bu tür vefazedelere çare ve reçete sunar. Evet, yanılmak ve hata etmek insanın tabiatında vardır. Bu açıdan bir insan, çok vefalı olmakla beraber yine de hata edebilir. Ancak, o insan eğer vefalı ise, bin kusuru da olsa, kusurlarına bakılmaz ve ettiklerine göz yumulur. Değişik münasebetlerle misal olarak arz ettiğim, bir sahabi ile alâkalı hususî bir durumu müsaadenizle hatırlatmak istiyorum. Hem Bedir, hem de Uhud'a iştirak etmiş olan –ismini tasrih etmeyeceğim– bu sahabi, nebiz içmeyi bir türlü bırakmaz. Bu sebeple de, pek çok defa tecziye ve tedip edilir ve bir defasında –ihtimal– Halid b. Velid onun hakkında oldukça ağır konuşur. Bunu duyan Allah Resûlü'nün (aleyhi ekmelüttehâyâ) canı sıkılır ve şöyle buyururlar: "Ona öyle konuşma; zira o, Allah'ı ve Resûlullah'ı çok sever." Bu hâdiseden şu hakikatleri çıkarmak mümkündür: 1. İnsan, Allah (celle celâluhu) ve Resûlü'nü sevdiği hâlde zaman zaman hatalara girebilir. 2. O zatın nebiz tiryakiliği vardır; bu sebeple de, yer yer düşüp kalkmaktadır. İhtimal, ileride Allah lütfedecek, o da o işten kurtulacak ve bir daha da nefsine uymayacaktır. Burada esas vurgulanmak istenen ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinde durduğu hususa gelince; o, bu sahabinin Allah'ı ve Resûlullah'ı sevmesi ve onlara karşı ciddî bir vefa hissi içinde bulunmasıdır. İntisabın hayatî önem ifade ettiği bir dönemde o zat, Allah'a teslim olmuş, teslimiyetini devam ettirmiş ve Allah Resûlü de onun bütün kusurlarına göz yummuştur; hepsi o kadar. Objektif olmayan, konuyla alâkalı benim de bazı müşâhedelerim olmuştur: İyi tanıyıp bildiğim, çok erken hak ve hakikate gözlerini açmış bir şahıs vardı. Bu zat, yürekleri hoplatacak hakikatlere şahit olmuş ve bu hakikatleri temsil etme ve düşünce aksiyonunun içinde, hatta önünde bulunmuş; lâakal öyle bilinmişti. Ne var ki, ben bir türlü onu, gönlüme göre koyduğum yerde bulamıyordum. Bazen beklenen ölçüde uyanık olmayabiliyor, çok defa yaya kalıyor ve hatta bazen gaflet diyebileceğim durumlara bile düşebiliyordu. Bazen aklımdan, "Onun ve benim gibi dikkatsizlerin Odetta gibi taş kesilmeleri gerekmez mi?" diye geçtiği de olurdu. Levsiyâtın her çeşidine açık böyleleri hep gayriciddî davrandıkları, çarşıda-pazarda günaha açık durdukları, dahası onun ızdırabını ruhlarında duymadıkları hâlde, nasıl oluyor da bu işin önünde görünebiliyor ve tokat yemiyorlardı?! Tokat yemeliydiler gibi geliyordu bana. Zira herkes idrak ve irfan seviyesine göre tokatlanır. Mukarrabîn, aklından geçen şeyden dolayı tokat yer; eğer aklından, birinin kusuruyla alâkalı bir şey geçse hemen ayağına bir iğne batar. Öyle ise bu insan, ön saflarda koştuğu hâlde nasıl oluyordu da tokat yemiyordu? Bu soru belki elli defa zihnime takılmıştır. Neden sonra aklıma geldi ki: Bu insanı tanıdığım günden beri o, onca kusur ve gafletinin yanında Allah'a karşı öyle vefalıydı ki, bütün zorluklara rağmen hiçbir zaman boyunduruğu yere bırakmıyor ve bir kuvvet-i zahr gibi her zaman Hakk'a sahip çıkıyordu. Demek ki, Allah, elli bin kusuru dahi olsa kulunun vefasından dolayı "ma veddeake Rabbüke vemâ kalâ"[1] âyetinin ifadeleriyle o kulunu terk etmiyor ve onu yalnız bırakmıyordu. Zira Allah (celle celâluhu), vefalıların en vefalısıydı. Evet, Hak kapısındaki vefa, koruyucu bir sütre ve kalkandır; işte bu hakikat, o şahıs hakkında da tecellî etmişti. Esasen bu değerlendirme objektif görünmeyebilir ve benim şahsî değerlendirmem de sayılabilir; ama öyle olmuştu. Vefa, bir mü'min vasfıdır. Bir hadis-i şerifte münafıkların özellikleri zikredilirken onların üç vasfından bahsedilir: "İzâ haddese kezebe ve izâ vaade ahlefe ve iza'tümine hâne- Konuştuğu zaman yalan söyler. Söz verdiği zaman sözünü tutmaz. Emanete hıyanet eder." Hadis–i şerifteki "ve izâ vaade ahlefe"nin karşılığı "ve izâ vaade vefâ- "Söz verdiği zaman yerine getirir." ifadesidir. Yani, hulfu'l-vaad bir münafık sıfatı olduğu gibi, va'dinde vefa da kâmil mü'min sıfatıdır. Vefa kelimesi aynı zamanda "sıdk"ı ve kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete riayeti de tazammun eder. Bu itibarla o, hadis-i şerifte zikredilen üç hususun hemen hepsinde Allah ve Resûlü'nün bizden beklediği çok önemli durumu ihtiva eden şümullü bir kelimedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'in pek çok yerinde mü'minlerin Allah'a verdikleri söz, "yûfûn"[2] veya ism-i fâil "Allah'a ahdettikleri zaman sürekli verdikleri sözü yerine getirme gayreti içindedirler."[3] şeklinde zikredilmektedir. Va'de vefanın, –yukarıda da bahsedildiği gibi– Hak kapısının düğmesine henüz dokunanın yöneliş vefası.. koridora adımını atan birinin vefası.. salona ‘buyur' edilmeye karşı adım atmakla cevap verenin daha engin vefası.. salona girdikten sonra ‘Acaba hareme nasıl kabul ediliriz?' şeklinde düşünenin vefası.. ve hareme girdikten sonra da oradan atılmama heyecanını yaşama vefası.. gibi kendine göre dereceleri vardır. Üstad buna benzer bir derecelendirmeyi ‘ihdina's–sırata'l–müstakim' ifadesine bağlı olarak serdeder. Ona göre ‘ihdina's–sırata'l–müstakim'de, ‘bizi sırat–ı müstakime, yani şer–i şerifin yol olarak tayin buyurduğu şehrâha hidayet eyle.' ‘Hidayet ettikten sonra o yolda bizi sabit kadem eyle ki, o yol bizim Hakk'a ulaşmamız için bir yol olsun.' gibi mânâlar ve daha sonrasına ait mertebeler vardır. Evet, herkes kendi seviyesine göre vefasının mükafatını mutlaka görecektir. ‘Evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum – Siz bana karşı va'de vefaya dair verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de va'dimi yerine getireyim."[4] ayet–i kerimesi bu hakikati hatırlatır. Esasen çok derinlemesine sezip sistemleştiremediğim bir hakikat yer yer vicdanıma aksediyor; ama tam evirip çevirip ifade edemiyorum. Şöyle diyebilirim: Vefa öyle yüce bir vasıftır ki; kul, bir hamlede onunla Hakk'a muhatap olma seviyesine yükselir; yükselir de böyle birinin Cenâb-ı Hakk'a karşı olumlu bir tavrı ne teveccühlere vesile olur ve ona: "Sizin şartınız, Benim şartım..." "Siz bir lâzımı ortaya koyun, Ben de koyayım..." denir. Allah (celle celâluhu) ile kul arasında mukaveleye benzeyen böyle bir teveccühte Cenâb-ı Hak, kuluyla âdeta mükâleme ve muamelede bulunuyor gibi onu teşrîfen ve tekrîmen terakki ettirerek çok yüksek bir pâyeye ulaştırmaktadır. Tabir caizse burada, ilâhî teveccühle kulun yönelişinin buluşması söz konusudur. Zira Allah, bunu "evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum" tabiriyle ifade etmektedir. Söz buraya gelmişken vefayla alâkalı bir şey daha arz etmek istiyorum: Vefa, dosta ait bir sıfattır. Dost, dostunu asla terk etmez. Dostluğun devamı da ancak vefaya bağlıdır. Vefasızlıktan müşteki bir şair şöyle der: "Dost bî-vefa, felek bî-rahm, devran bî-sükûn, Dert çok, derman yok, düşman kavî, tali' zebûn." Şimdilerde ben bunu değiştirdim ve şöyle söylüyorum: "Dert çok, derman daha çok; düşman şimdi zebûn, tali' daha kavî..." Mehmet Âkif de başka olumsuzluklarla beraber vefasızlıktan şöyle dert yanar: "Vefa yok, ahde hürmet hiç... Emanet lafz-ı bî-medlul; Yalan râyiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhûl! .................................................. .............................. Beyinler ürperir, yâ Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş: Ne din kalmış, ne iman, din harâb iman serâb olmuş." M. Âkif ilk mısrada önemine binaen vefayı zikretmektedir. Şairlerin eserlerinde bazen vefayla beraber sıdkın da ifade edildiği görülür. Zira sıdk, vefanın bir buududur. Sadık, vefalı olur. Zaten vefalı olmayan da sadık ve dost olamaz. Aslında, insanın göstermiş olduğu vefa, dönüp dolaşıp yine kendisine gelir. Meselâ, her ezandan sonra mü'minler, "Allahümme Rabbe hâzihî'd–daveti't–tâmmeh ves's–salâti'l–kâimeh" diye başlayan ezan duasını okurlar. Bu dua, "Allahım! Efendimiz'in derecesini insanın ulaşabileceği noktaların en zirvesine ulaştır. Öyle ki, alttan bakanlar takdirle başları dönsün. Yandan bakanlar oranının makam-ı hamd olduğunu görsün. Kendisi onun Livâü'l-Hamd olduğunun şuurunda olsun. Ve oraya koşanlarda ‘Elhamdülillah' deyip kurtulsunlar." demektir. Bu şekilde, her ezandan sonra bu duayı yapan ve her fırsatta salât u selâm getiren bir mü'mine –inşâallah– Allah Resûlü de ötede gereken vefayı gösterecektir. Sözlerimi şu duayla noktalamak istiyorum: Yâ Rabbi! Pekçok günah işledim. Nihayet tasmalı boynumla Sana geldim. Eğer, elde olarak veya olmayarak yer yer günah işlemek bir düşmek ve çamura batmaksa, hâlimi öyle arz etme ve şefaat dileğimi hâlimle ortaya koyma yolunu seçtim. Vefalı olamasam da, vefana güvendim. Sıdk u emanet bilmesem de, rahmetinin enginliğine yürekten iman ettim. Sermayesiz bir müflisim.. "ci'tü bi bidâatin müzcâtin feevfi lî ya Vefiyy"[5] deyip vefana sığındım. Sen Yusuf değil, hem onun hem de hepimizin Rabbisin; Yusuf, hâllerini arz edip eşiğine baş koyanları boş çevirmemişti... [1] Duhâ sûresi, 93/3 [2] Ra'd sûresi, 13/20; İnsan sûresi, 76/7 [3] Bakara sûresi, 2/177 [4] Bakara sûresi, 2/40 [5] "Değersiz bir sermaye ile geldim. Ey vefa sahibi Rabbim, vefana sığındım, bana vefanla muamele etmeni bekliyorum!" Fethullah Gülen |
01 Ocak 2008, 21:30 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa BİR VEFA Şems-i Tebrizî, Allah dostları ile sohbet ediyor, esrarlı şeyler söylüyordu. Buyurdu ki: - Eğer bir adam, ömründe bir defa bize Hak yolunda vefa gösterse, sonra ondan bin cefa gelse, biz onun o bir defalık vefasına bakar, cefasına hiç bakmayız. Çünkü asıl olan Hak için yapılan vefadır. O vefanın hakkını bilen, cefaya bakmaz. Allah vefalıların en vefalısıdır. Onun yolundaki bir vefa, Onun hatırına olduğu için, binlerce vefasızlığa galiptir. Onun hatırı her şeyin ötesindedir de ondan... Şems, bir vefayı o kadar cefaya tercih ederse, Allah (c.c), Onun yolunda, Onun hatırına gösterilen vefaya kim bi¬lir nasıl mukabele edecek, onunla ne hataları temizleye¬cektir. Yeter ki insan bir defacık olsun o vefayı bütün samimiyetiyle yakalayabilsin. "Bir an-ı seyyale vücud-ı enver, binlerce saat vücud-ı ebter'e müreccahtır." Nura boyanmış bir an, birlerce saatlik karanlığa tercih edilir. Meyveleri, ne¬ticeleri çok faklıdır. |
01 Ocak 2008, 21:31 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Vefa ve sadakat Vefalı olmak Cenab-ı Hakk’ın istediği bir husustur. Buyurun size ilgili ayet-i kerimeler: “Bu, sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır”. ALLAH onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur. (Maide, 119) Kur'ân'da İsmail'i de an; çünkü o, vaadine sadık bir kuldu ve gönderilmiş bir peygamberdi. (Meryem, 54) Müminlerdendir o erler ki ALLAH'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler. (Ahzab, 23) Çünkü ALLAH sadıklara sadakatleriyle mükafat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir. Şüphe yok ki ALLAH çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir. (Ahzab, 24) Herhalde sana bey'at edenler ancak ALLAH'a bey'at etmektedirler. ALLAH'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de ALLAH'a verdiği ahde vefa gösterirse ALLAH ona büyük bir mükâfat verecektir. (Fetih, 10) Ali Budak |
01 Ocak 2008, 21:33 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 25 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Vefa Ve Allah dostlarının vefasızlıkta bulunmaktan dolayı tir tir titredikleri görülür. Onlara göre vefa öncelikle bizi yoktan var eden Rabbi Rahim'e ve Onun aziz Resulüne karşı olmalı. Onları bir an bile unutmamanın adı vefa iken, onlardan bir lahzacık bile ayrı düşme, gafletle malul olma düpedüz vefasızlık olarak addediliyor. Bu durumda vefasızlık yeryüzünde Allah dostlarına verilmiş en ağır cezalardan biri olarak değerlendiriliyor. Yani o bütün bir hayatını hiç düşünmeden bir kere bile olsa vefasızlık damgası yememek için bir anda verebilecek kadar vefaya talip ve vefa isteklisidir. |
01 Ocak 2008, 21:39 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Vefa Vefa Kahramanı Vefa, kelime anlamı itibariyle; sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine getirmek, borcu ödemek, sevgi ve dostlukta sebat etmek, dostluk ve sevginin gerektirdiği davranışlarda devam etmek, istikrarlı olmak mânâlarına gelir. İman ehlinin hayatında ise, onun ahlâk güzelliğinin mühim bir unsuru, faziletinin bir parçası, istikametinin en mühim göstergelerinden birisi, doğru ve dürüstlüğünün de en güzel alâmetidir. Vefa, sadakatla arkadaştır. Hemen hemen her zaman bir arada bulunurlar ve birbirini tamamlayan güzel bir ikili teşkil ederler. Bu iki hasletin en güzel temsilcisi, herşeyde rehber ve rehnümâ, her hususta birinci, her güzellikte en önde olan İnsanlığın İftihar Tablosudur. Şimdilerde, vefanın sözünü eden pek çok ama hiç olmazsa o Vefa Kahramanı'nı taklit ölçüsünde dahi vefaya sahip çıkan, vafakâr olan insan sayısı ne kadar da az. Her mevzuda yıkılışların yaşandığı geçtiğimiz asrın dertli şairi devrini bakın ne acı resmeder: "Vefa yok, ahde hürmet hiç... Emânet lafz-ı bî medlûl; Yalan râyiç, hiyânet, mültezem her yerde, hak meçhûl! Ne tüyler ürperir, yâ Rab! Ne korkunç inkılâb olmuş: Ne din kalmış, ne îman, din harâb îman serâb olmuş." Mehmed Akif Hemen her mevzuda yeniden dirilişin yaşandığı, geleceğe ümitle bakmaya teşvik edici aydınlık geleceğin şafak emarelerinin zuhur ettiği bu günlerde, diriliş kahramanlarının taşımaları, sahip olmaları gereken en önemli hasletlerden biridir vefa. O bizim bağımızın meyvesi, bizim bahçemizin gülüdür. Tâ, atamız Adem'le başlar bizim vefamız. O vefasıyla döndü Alemlerin Rabbinin kapısına ve vefaya mukabil vefa ile mukabele gördü. Kur'an Hz. İbrahim'i de bir vefa abidesi olarak nazara verir.(Bkz. Necm, 53/37) Hiçbir zaman Rabbinin isteklerine, O'nun arzularına muhalif hareket etmemiş, verdiği bütün sözleri yerine getirmiş ve hep vefalı davranmıştır. Ve son nebi, son peygamber.. o, her şeyde olduğu gibi vefada da zirvedir. Vefa.. vefalı olma.. ama kime ve nasıl? Elbette her şeyden önce Allah'a karşı vefa.. Rasûlüllah'a karşı vefa.. Kur'an'a karşı vefa.. sahabeye karşı vefa.. ana-babaya karşı vefa.. üstada-hocaya karşı vefa, eşe-evlâda karşı vefa.. yakına-akrabaya karşı vefa.. arkadaşa-dosta karşı vefa.. vatana-millete karşı vefa.. alınan borca-verilen söze karşı vefa.. hakka-hukuka karşı vefa.. ve daha Rabbin razı olacağı nice mevzularda vefalı olmalı. Evet, bütün bunlara karşı vefa ile dolup taşmalı. Hem de riyasız, süm'asız, içten ve samimi bir vefa ile. Peki nasıl? Nasıl vefalı olunmalı? Yolu nedir bunun? Bu soruların cevabı ise hiç şüphesiz yine Efendiler Efendisinin hayatında, sünnet-i seniyyesindedir. Zira, en güzel hasletlerin, en güzel ve doğrusu yine O’ndadır. Bu tür güzel hasletlerde asıl olan, sözlüklerin tarifi, kitapların izahı değil, onların nasıl en doğru şekliyle gerçekleştirileceğidir. En kâmil manada bunların temsili, hiçbir zaman eskimeyecek bir edada, hiçbir zaman pörsümeyecek bir kıvam ve ölçüde ancak Rasûlüllah'ın bize gösterdiği şekliyle olabilir. Zaten Kur'an’da: "Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Rasûlünde güzel bir örnek vardır.” buyurulmaktadır (Ahzâb, 33/21). |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
bir vefa hikayesi | fedra | Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler | 1 | 19 Ekim 2017 20:39 |
Vefa ile kal can | akgün | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 5 | 11 Nisan 2017 12:14 |
Ahde vefa | GÖKCEN_AZRA | Ashab-Kiram(r.a) | 0 | 26Haziran 2014 16:34 |
Ahde Vefâ | iklimya | Muhtelif Konular | 3 | 06Haziran 2011 23:10 |
27.Haftanın konusu ***VEFA*** | Hazan Mevsimi | Hafta'nın Konusu | 9 | 08 Şubat 2010 14:59 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|