|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Truly,Açılış Tarihi: 25 Ekim 2012 (14:07), Konuya Son Cevap : 14 Kasım 2012 (18:45). Konuya 70 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
29 Ekim 2012, 01:55 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah ben bu dusuncelerinizi seyh olarak bilinen insanlarla tartistiniz mi cok merak ediyorum...kimseye-söyleme000
__________________ " Âhh Duâ ... Ne GüzeL Dost'sun İnsana .. " |
29 Ekim 2012, 11:38 | Mesaj No:12 |
Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
Tasavvuftan dönen (tevbe eden) şeyhlerden Ferit Aydın var bildiğim. Diğer tarikatleri bilmiyorum ama yakın akrabalarımdan İsmailağa cemaati mensupları var ve Mahmut Ustaosmanoğlu ile Cübbeli Ahmet'in Yitik Sevda kardeşin anlattığı bilgilere ulaştığı ve reddettiğini, internetteki reddiyelerinden bilmekteyim. Diğerlerinin de bu Tevhid akidesini bildiğini ve ısrarla yaptıklarının şirk olmağını savunduklarından eminim. (Tasavvufun içinde olduğunu söyleyip de, Gavslardan imdat istemediklerini söyleyen bir-iki kişi tanıdım ama ya bunlar apayrı bir tasavvuf içindeler, ya da içinde bulundukları tasavvufu bilmiyorlar) Yitik Sevda ve Telmiha kardeşim Allah razı olsun. Ben de dün değindiğim rüya ile hadis sahihleme mevzusuna dair tasavvuf ehlinden birinin yazısını aktarıp yorumlarınıza arz edeyim inşallah. "Kabir ehlinden yardım isteyin" sözünü nasıl kaynak haline getirmişler, bir örnek işte: " Demem o ki, bir Allah dostu, ölümünden sonra Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i rüyâda veya uyanıkken görse, ondan bir söz işitse ve Resûlüllah sallal-lâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki, yahud, Allah celle celâluhû’yu rü'yâda görse ve ondan bir söz işitse ve Allah celle celâlühû buyurdu ki,dese bu sözler onlara i'timâdı olanlarca dilden dile nakledilse, bir hadîs veya hadîs-i kudsî gibi aktarılsa, bundan bir yalan ve iftirâ lâzım gelmez. Hadîs ve akâid ilmi açısından bu böyledir. Hüccet olup olmaması mes'elesi ise ayrı bir husûstur. Selef’den bu husûslarda birçok rivâyetler vardır. Sûfiyye’nin, gerek Mevlâ Teâlâ’dan bir çeşit kudsî hadîs ve gerekse Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den hadîsi bu yollarla alabileceğini, bunca âlimin ifâdelerine dayanarak kabûl edecek olursak, geriye, bu rivâyetlerin sıhhat dereceleri mes'elesi kalıyor. Keşif hatâsı ihtimâli yüzünden, bu rivâyetler, elbette zann ifâde ederler. Haber-i Vâhid’in, yani Mütevâ-tir (ve -Henefîlerin çoğuna göre de- Meşhûr) olmayan sahîh rivâyetlerin bile Cumhûr’a göre az da olsa zann ifâde ettiğini ilim erbâbı bilir. Bu, Haber-i Vâhid türünden olan rivâyetlerin zayıf isnâdlı olanlarının dahî her hâl ü kârda atılmadığını, hele, tercîh bahis mevzûu olmadığında, yahud nasslarla çelişmediğinde veya zayıflık çeşitli sebeblerle şiddetli olmadığı ve telâfisi olduğu hâllerde, veya başka nass bulunmadığı ve hiç değilse mücerred reyden daha iyidir denilerek bunlarla müstehablığın bile sâbit olabileceğini ilim sâhibleri bilirler. Nitekim büyük İmâm Muhakkik İbn-i Hümâm, Fethu’l-Kadîr’inde bunu açıkça ifâde eder.[30] Öyleyse, Allah dostlarından gelen, isnâdsız ve vâsıtasız rivâyetler, koysunlar Sûfiler’in ve onlara i’timâdı olanların olsun. Kur'ân’a ve Sünnet’e paralel oldukları zaman zâten asıl hüccet ve delîl bunlar değil paralel oldukları nasslar olmuş olur ki, ortada hüccet olup olmamaları müşkili de kalmaz. Nasslara şâhid olmaları ve onları te’yîd etmeleri de az şey değildir. Geriye, bunlardan nasslara hangilerinin uygun olduğu hangilerinin de uygun olmadığı mes'elesi kalıyor ki, bu da ilim erbâbının işidir. Zamâne cazgırları ve ham Haricîler’in işi değildir... Bir daha tekrâr etmiş olalım ki, keşfe ilhâma ve sâlih rü'yâya istinâden,Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki.. demek, isnâdsız olduğundan O’na sallallâhu aleyhi ve sellem’e yalan iftirâ etmek değildir. Hem, Kim kasden bana yalan iftirâ ederse cehennemdeki yerini hazırlasınhadîsini bu noktada câhilce diline dolayan, İbn-i Kemâl gibi büyük âlimlere Cehennemden arsa ayıran, cehennemin topraklarını parselleyip önüne gelene hibe eden cömert emlakçılığa soyunanlar unutmasınlar ki, bu hadîsin palasının her iki tarafı da keskindir; hasımlarına salladıkları bu palanın arka kısımlarıyla kendilerini de doğrayabilirler. Resûlullah sallal-lâhu aleyhi ve sellem’in demediğini dedi demek ona yalan iftirâ oluyor da, dediğini demedi deyip inkâr etmek ne oluyor? İftira olmuyor mu? Elbette olur. Çünki, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle de buyurdu: “Kime benden bir söz ulaşır da onu yalanlarsa, O, üç kişiyi yalanlamış olur; Allah celle celâluhû’yu, Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve onu haber vereni.”[31] Öyleyse sâbit bir rivâyet için uydurmadır diyenler de cehennemden arsa ve köşk veyâ villâ beğen sinler. -------------------------------------------- Burada, mü'minlerin, insan şeytânları tarafından şaşırtılmalarına mâni' olmak için bir suâlin cevablandırılarak mühim bir noktanın iyice açıklık kazanması lâzımdır.Beşinci Nokta Hadîs Âlimlerinin, Bazı Hadîslerin Uydurma Olup Olmadığında İhtilâf Etmeleri Neyi Gösterir? -------------------------------------------- Süâl:Hadîs âlimlerinin, bazı hadîslerin uydurma hadîs olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Öyleyse ikisinden, yani uydurmadır diyen ile uydurma değildirdiyenden biri Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’e iftirâ etmiş oluyor; öyle mi? Cevâb: Hayır, iftirâ etmiş olmaz. Çünki, şu husûs yukarıda dediğimizden ayrı bir şeydir. İctihâdla alâkalı bir mes'eledir. Ortada kasıdlı bir isnâd yoktur. Ancak, ictihâd ehliyetine sâhib olmayanlarca, ilmî bir mesned olmadan, mücerred kanaatleuydurmadır demek ise, iyi niyetle de olsa kasıd makamında olabilir. Doktorlukla ve cerrâhlıkla alâkasız bir kimsenin doktorluğa soyunup kalb ameliyyâtı yapmaya kalkışması ve adam öldürmesi, kasden adam öldürmek ma'nâsına gelmese bile, diyet tazmîn etmeyi/ödemeyi de mi îcâb ettirmez? Elbette diyet ödeyecektir. Zîrâ, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Kim önceden doktorluğu bilinmediği halde, doktorluk yapar (da can veya uzuv/organ telef eder) ise, (telef ettiğini) tazmîn eder/öder."[32] İmâm Hattâbî şöyle demiştir: "Tedâvî eden kimsenin haddi aşıp da hastayı öldürdüğü zaman tazmîn edeceğinde/diyet ödeyeceğinde (âlimler arasında) hiçbir anlaşmazlık bilmiyorum. Bilmediği bir ilmi ve işi kullanan kişi de haddi aşan biridir. Bu yüzden O'nun işinden telef doğarsa, diyeti öder ve kısâs O'ndan düşer. Çünki O, bu işi, hastanın izni olmadan tek başına yapmamıştır…."[33] Muhammed Hayât es-Senbelî de İmâm Hattâbî'nin yukarıdaki sözünü O'ndan aktardıktan sonra, Fetâvâ’da böyle denilmiştir; onu Hâşiyelerden birinden[34]naklettik" dedi.[35] Yine Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: "Hangi doktor, önceden doktorluğu bilinmediği bir topluluğa doktorluk eder, hastaya zarar verir ve O'nu ifsâd ederse, O, (diyeti) tazmîn eder/öder."[36] Abdü'l-Ğenî el-Müceddidî,bu hadîsin şerhindeşöyle söyledi: “Ed-Dürr’de şunu dedi: Hacamat yapan birisi, mütehassis olmamasına rağmen (bir kimsenin) gözünden (bir şey) keser de gözü kör olursa, üzerine diyetin yarısı vâcibdir. Eşbâh."[37](Müceddidî’den nakil bitti.) Demek ki, ehil olmayanların telef ve zararları, bir ilimden yeterince haberi olmayanların açtıkları zararlar yanlarında kalmıyor ve iş zâyiâtı kabûl edilip affedilmiyor. Kaldı ki, müctehidler, -çok azı müstesnâ-, dediklerini, kesin söylemezler. Söyleyenler de bir çok defa hatâ ederler. Bu işin müctehidi olduklarından dolayı da yanılsalar bile sevab alırlar. Zîrâ, “Hâkim ictihâd eder de isâbet ederse iki, hatâ ederse bir sevâb alır.”[38]Câhiller ise kendilerini onlara kıyâs edemezler. Çünki, “Allah, şübhesiz ki, emânetleri ehline vermenizi size emretmektedir.”[39] “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[40] -------------------------------------------- Cevâb: Sûfîlerin dilinde, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki… diye başlayarak çokça söylenen bu sözün, hadîs mecmûalarında bulunamadığı bir hakîkattir. Allah celle celâlühû en iyisini bilir. Böylesi bir sözünBüyük Fakîh ve Usûlcüİbn-i Kemal’in Erba'în'inde isnâdsız olarak bulunması ve Allâme MuhaddisAclûnî’ninKeşfu’l-Hafâ’sında, onu zikredilen kitâbdan nakletmesi hadîs ilimlerinden nasîbi olanları elbette tatmîn etmez. Lâkin İslâm’da yüksek mertebelere ulaşmış kimselere hüsn-i zann etmek ve onları bir kalemde yalanlamamak, elden geldiğince mes'elenin sahîh bir te’vîline gitmek de ilmin ve İslâm ahlâkının îcâblarından olduğundan olmalı ki, Aclûnî zamâne kendini bilmezleri gibi bu söz için birden uydurmadır diye kestirip atmamış, hüsn-i zannın îcâbını yerine getirmiştir.[41]Asıl Süâl ve Netîce-i Kelâm “İşlerinizde Ne Yapacağınızı Şaşırdığınızda Kabir Ehlinden Yardım İsteyiniz,”Sözü Bir Hadîs midir? -------------------------------------------- Burada, bahis mevzû’u sözü nakledenlerinin hâfıza kirliliğinden uzak olmaları, adâlet ve diyânetlerine olan i’timâd îcâbı üç cihetle, hatta bunlardan biriyle bile sâbit olabileceği kanâatindeyiz: -------------------------------------------- Şurası da bir hakîkattir ki, hadîs ilimlerinde ma'nâ ile rivâyet -belli şartlarla- Cumhûra göre câiz ve herkese göre vâki'dir. Evet, şu sözün belli lafızlarının kimi hadîs âlimlerince bilinen Hadîs Usûlü ilmi ölçülerine göre sâbit olmadığı söylenmiştir. Lâkin büyük muhaddis ve fakîh Abdü’l-Hayy el-Leknevî rahimehullah bu sözün ma'nâsının, aslında, geçmiş sâlihlerin fetvâsına mürâcaat etmek,demek olduğunu söylemiştir. Bu arada,ma'nâsının birçok bakımdan doğru olduğunu da ifâde ettikten sonra, bu doğru dediği tevcîhlerin bir kaçını zikretmiştir.[42] Büyük Muhaddis, koca fakîh, asrının İmâmı Leknevî’nin, bu sözü, zamane hâricîleri gibişirksaymayıp sahîh ma'nâlara hamletmesi, yorması ilim, akıl ve idrâk sâhibleri için ibret alınacak bir husûstur. Kendini bilmez câhillere ise her yol asfalt...Birinci Cihet Rivâyet bi’l-Ma’nâ -------------------------------------------- Leknevî’nin bu mes'eleyi değişik yanlarıyla değerlendirip îzâh edişleri bize, aşağıdaki rivâyetleri hatırlattı: Dârimî Hazreti Ömer radıyallâhu anhu’dan rivâyet etti: “Ömer radıllahu anh Şüreyh’e şöyle yazdı: Sana (hükmü) Allah’ın Kitâbında bulunan bir mes’ele gelirse onunla (Allah’ın kitâbı ile) hükmet… Eğer sana Allah’ın Kitâbında (açık bir şekilde) bulunmayan bir mes’ele gelirse Resûlüllah’ın Sünnet’ine bak ve onunla hükmet. Eğer sana Allah’ın ve Resûlüllah’ın Sünnetinde bulunmayan bir mes’ele gelirse, İnsânların üzerinde toplandıklarına bak ve onu al….” [43] Dârimi ve Nesâî,Abdullah ibn-i Mes’ûd radıllahu anhu'dan rivâyet etti: Bu günden sonra kime bir hüküm mes’elesi gelirse, Allah azze ve celle’nin Kitâbındaki ile hükmetsin. Eğer ona Allahın Kitâb’ında (açıkça) bulunmayan mes’ele gelirse Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hükmettiğiyle hükmetsin. Kime de Allah’ın Kitâb’ında bulunmayan ve Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hüküm vermediği bir mes’ele gelirse sâlihlerin hükmettikleriyle hükmetsin….[44] Yine Dârimî Abdullâh b. Mes’ûd radıyallâhu anhu’nun kendinin şu sözünü rivâyet etti: …Eskiye sarılın.[45] Kabirdekilerden yardım isteyin sözünün aslının, Hz. Ömer radıllahu anhu'nun ve Abdullah b. Mes’ûd’un yukarıdaki sözleri olabileceğini düşünüyorum. Râşid halîfelerin sözlerinin, geniş ma'nâsı ile Sünnet’e dâhil olduğu ilim erbâbınca bilinen bir şeydir. Üstelik bu sözün Merfû'/Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e âid olma ihtimâli de vardır. Olmadığı farzedilse bile, Sünnet’ime ve hidâyet üzere olan, Râşid Halîfelerimin Sünnet'ine uyun,[46] hadîsi bu sözün bir cihetle Hükmen Merfû' olduğunun açıkdelîlidir. Hasılı, bu cihetten bakarsak diyebiliriz ki, kabirdekilerden yardım isteyiniz, sözü, muhtemelen Hz. Ömer ve İbn-i Mes’ûd radıyallahu anhumâ'nın yukarıdaki sözlerinin ma'nâ ile yapılan rivâyetleri netîcesinde bu şekli almıştır. Allahu a’lem... Ancak, Sûfiyye'nin bu sözden (sadece) bu ma'nâyı anlamadıkları da bir hakîkattir. Öyleyse devâm edelim: -------------------------------------------- Bu noktada dahi deriz ki, Sûfiyye'nin kullana geldikleri bu söz, muhtemelen, Dârimî ve Nesâî'nin yukarıdaki rivâyetlerinin işârî mâ'nâsıdır.[47] İşârî ma'nâlara Ehl-i Sünnet’in tefsîrlerinde[48] sıkça rastlanır.İkinci Cihet İş’ârî Olan Ma’nâ -------------------------------------------- Asrımızın yaşayan Müfessirlerinden Muhammed Ali es-Sâbûnî, Et-Tibyân isimli, tefsîr Usûlüne dâir yazdığı eserinde bu bahse genişçe yer verir. O, sözü edilen eserinde, Zerkeşî’nin el-Burhân'ından, Taftazânî'nin Şerh-i Akâid’inden ve Süyûtî’nin el-İtkân’ından nakiller yaparak zâhir ma'nâya zıt olmayan işârî ma'nâların makbûl olduğunu isbât eder. [49] -------------------------------------------- Şâyet bu söz, hadîs mecmualarında isnâd ile gelen rivâyetlerde lafzan veyama'nen veya işâreten yoksa, deriz ki, muhtemeldir ve mümkindir ki, velîlerin keşfi ve ilhâmı ile sâbittir. Süyûtî’nin ve risâlesinde ismi geçen bir nice âlim yanında Hâfız Muhaddis Zebîdî, Müfessir Âlûsî, Allâme Ebyârî ve nice âlimler tarafından bu kabûl görmektedir. Bu takdîrde elbette muhâlifi bağlamaz. Münkire şifâ yerine maraz olur; ancak Onlara i’timâdı olanlar için bir kıymet ifâde eder. Fakat şunu da burada söyleyelim ki, sadece keşif ve ilhâm kaynaklı hadîs(olduğu söylenen söz)ler, Şer’î bir hüküm isbâtında değil, bazı fazîletler, teberrükler, veya sırlar yâhud irşâd noktalarında gelirler. Sadedinde olduğumuz bu sözü de Sûfiyye-i Aliyye Şer’î bir hüküm isbâtında değil de, bir takım fazîlet ve sırlar isbâtı veya kolaylığa sebeb olması maksadıyla telaffuz etmektedirler. Öyleyse ortada hiçbir yanıyla mahzûr yoktur."Üçüncü Cihet Keşif veyâ Sâlih Rü’yâ[50] -------------------------------------------- Kaynak: Hüseyin AVNİ [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Not: Alimlerin senedi bile olmayan bu söze (güya hadise) uydurma demesine rağmen, "rüyada keşif yoluyla gelmiştir, senetsiz de olsa itibar edilmelidir." diye reddiye vermesi şeklinde kısaca özetleyebileceğim bu yazı, bana ancak şu ayeti hatırlattı: Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla "Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar."Enam 116 Hani takva sahiplerine Allah, hak ile batılı ayıracak anlayış verir ya: Takva şirkten hakkıyla korkmaktır. Allah'ın Tek olduğunu, benzeri olmadığını, katından kimseyi yardımcı edinmediğini, Kur'an'da belirtildiği üzere kabul etmektir. Takva evde oturup binlerce tesbih çekmek, gözleri namahremden sakınmak değildir sadece. Günümüzde takva, bunca ihtilafın olduğu şeylerde sağlam delillere itibar etmektir. İlk mesajımda sorduğum gibi, rüyada görülenin Peygamber olup olmadığı, yardıma gelenlerin şeytan olmadığından nasıl emin olunuyor? Şeytanın da vahyettiği Kuranda geçmekte.. Evet İslam teslim olmaktır, ama Allah'a.. Ya Allah'tan deyip, Şeytanın vahiylerine teslim olunuyorsa.. bunu nasıl ayırt ediyorlar. Bana bunu anlatın. Tasavvufu açıklayan onlarca sayfa değil, tasavvufun delil elde etme yolu ile ilgili bilgi lazım bana.. Yoksa ömrüm yetmez onca bilgiyi okumaya.. (Not: Tasavvufun içindeki edebe, ibadete verilen öneme hiç bir zaman kimsenin birşey dediği olmadı bildiğim kadarıyla. Peygamberimizin (sav) sabit hadislerinden bu üstün ahlak delilleriyle durmakta. Sorun şirk olduğu iddia edilen kabir ehlinden, gavslardan yardım isteme kısmında ve diğerlerinin uydurma dediği hadislere, onların sahihtir demesinde.. Üstelik "O'ndan başka yalvardıklarınız, O'ndan başka dua ettikleriniz" şeklinde Kuran'da onca reddedilen sahte ilahlara rağmen, "gavslardan yardım istemek caizdir" demekte ısrar etmekte..) Notlar bitmiyor: Hidayet çok kitap okumak değil, Rabbimizin dilemesiyledir. Hani "neden şeyhler bunları reddediyor" diyecek olunursa, cevabımdır. Bu oldukça belli ki islam aleminin imtihanı. Allah'ın emrettiği gibi anlaşmazlıklarda Kuran ve Sünnete gideceğiz. Ama işte tasavvufun sünnet/hadis kaynağı anlayışına bakar mısınız? Bunlar nasıl delil oluyor? Şeytanın vesvesesinden nasıl emin olunuyor? Vallahi gördüklerime, duyduklarıma şaşırıyorum. | |
29 Ekim 2012, 11:39 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah Sayın ablam Menzil Şeyhi ile görüşme taleb ettim Malazgirt'te bulunan vekilleri ile bu konuyu Tartışmaya açtım Aramızda Kur'an ve Sünnet Hakem olsun dedim Muhsin abim onlar ile konuşmalarımı tartışmalarımı en iyi bilen kişidir Allah'ın ayetleri ile konuşmamız sonucunda kendi sapkınlıklarına delil sunamayanlar beni kendi içlerinde bulunanlara bu bizim düşmanımızdır sözleri ile karalamaktan başka bir şey yapamadılar.Şeyh ilahları ile görüşme talebime Türkçe bilmediğini Şeyhin benim onun ile Kürtçe konuşmam ve tartışmam gerektiğini söylediler Bende Kürtçe bildiğim halde İlmi manada izahatları ancak Türkçe lisanı ile yapabileceğimi söyledim ve tamam dediler ama bir türlü geri dönmediler bana Şeyh ile görüşüp görüşmemem çok şeyi değiştirmez Çünkü ana felsefesini kaynaklarında okuduğum için fikirlerini çok iyi bilmekteyim En basit örnek Mahmut bey efendilerinin Abdulaziz bayındır ile tartışmaları kitabı yada Menzilin kendi basımları olan kitapları...
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
29 Ekim 2012, 11:45 | Mesaj No:14 |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah Eline kalemine sağlık,hacı mevlüt,abi, yalnız istihare ile ilgili bi mevzuya değinmeden geçmiyecem,istihare bi nevi gaybe taş atmak gibi bi durum haline getirilmiş,eğer istiihare ile doğru ve yanlış ortaya çıksaydı ve rasulullah bunu insanlara öğretmiş olsaydı,rasulullahın vefatından sonra ilk uygulayan AİŞE ra ve Ali ra. olurdu ve birbirleriyle savaşmazlardı demi..neyin doğru ve neyin yanlış olduğunun,neyin hayırlı,neyin şer ,doğuracağının yolunu yordamını binlerce vahiy göndererek anlatan Allahın kelamını eliyle itip bi istihareye yapışmaktave bunuda İLİM sanıp ayrıca BUNUDA YAPANLARI ALİM OLDUĞUNA KANAAT GETİRENLERİN GELDİĞİ ,sonuçta ortaya çıkan tablo tabiki şirki ekber tasavvuf olur... Biraz aklı selime gelelim inşaallah....
__________________ önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ... |
29 Ekim 2012, 11:49 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
Kur’ani Kerim’de R-B-T Kelime kökü ile geçen Kelimenin halleri toplamda 6 olup hal anlamları ile geçtiği yerler 5 tir… رَبَطَ يَرْبِطُ رَبْطًا Bağlamak, Cesaret vermek, takviye etmek, temkin vermek… وَرَبَطْنَا Ve yüreklerini (imanda) sabit kılmıştık.(Küfre) başkaldırdıkları zaman (aralarında) şöyle konuşmuşlardı: ‘’Bizim rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! Asla O’nu bırakıp da, İlah diye başkalarına kulluk etmeyiz! Doğrusu eğer böyle yaparsak, asıl o zaman haktan uzaklaşıp haddi aşmış oluruz. (Kehf–14) اَنْ رَبَطْنَا Musa'nın annesi, gönlü bomboş, sabaha kadar oğlunu düşündü. Eğer biz, vaadimize inananlardan olması için kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, saraya alınan çocuğun oğlu olduğunu açığa vuracaktı. (Kasas–10) وَلِيَرْبِطَ Hani Allah, korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Ayrıca sizi temizlemek, şeytanın vesvesesinden arındırmak,kalplerinizi pekiştirip kaynaştırmak ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için size gökten su indirdi. (Enfal–11) وَرَابِطُوا Siz ey iman edenler! Zorluklara karşı direnin, direnişte birbirinizle dayanışma içinde olun, mevzilerinizi koruyun ve Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşanın ki ebedi saadete erebilesiniz. (A’li İmran–200) Rabitu ‘’İrtibatı kesmeyin’’ şeklinde de anlaşılabilir. Aslında Ribat nöbet tutulan yerdir. Zımnen: İmana saray olan yüreğinizin kapısında şeytan’a ve şeytanlaşanlara karşı nöbet bekleyin! İç ve dış saldırganlara karşı hazırlıklı olun! Ya da Ebede saadet yurdu Cennet yolunda vardığınız hedeften geri adım atmayın ayaklarınızı sabit tutun. رِبَاطِ O halde, onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve binek hayvanı hazır edin ki bununla hem Allahın, hem sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz ama Allahın bildiği başkalarını caydırabilesiniz (ve bilin ki), Allah yolunda her ne sarf ederseniz size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır. (Enfal–60) رَابَطَ يُرَابِطُ رَبَاطًا مُرَابَطَةً Muhafaza etmek gözetmek, devam etmek müdavim olmak. Mevzileri tutmak, nöbet beklemek. Kur’anda geçen Rabıta Kavramı hâlihazırda Tasavvuf dininde kullanılan yozlaştırılmış anlamı ile uzaktan yakından alakası olmayıp, Allah’a ve Resulüne iftira atarak kendilerine softa bir din anlayışı sunanların yozlaştırma çabalarından başka bir anlam ifade etmemektedir. Hadislerde Murabata ve Ribat Kavramı: "Allah yolunda sınırda bir gün bile nöbet tutmak, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Birinizin cennette kamçısının yeri, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır. Kulun, Allah yolunda savaş için her yürüyüşü, dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır.” (Buhari-Cihad) “Size, yaptığınız zaman hatalarınızı giderecek, günahlarınızı örtecek bir şeyi (ameli) haber vereyim mi?” Ashab dedi ki: ‘Evet.’ Buyurdu ki: “Zorluğuna rağmen abdestinizi imkân ölçüsünde alınız, mescitlere doğru adımlarınızı artırınız, bir namazdan sonra da diğer namazı bekleyiniz. İşte böyle yapmak sizin için ribat’tır. Bunu üç defa söyledi.” (Müslim, Tahare 40, Hadis no: 250) Rabıtacıların Kur’andan delil olarak kendilerini haklı gösterme çabalarında Maide–35 Tevbe–119 Ayeti kerimelerini kendi anlayışlarına uydurma çabaları asla başarıya ulaşamayacaktır. Kur’anın nüzulünden bugüne dek, hiçbir değişikliğe uğramadan, bizlere ulaşmış olması din simsarlarının Kur’anı kendilerine uyarlama çabalarını boşa çıkarmaktadır. Siz ey imana ermiş olanlar! Allaha karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, Ona daha yakın olmaya çalışın ve Allah yolunda gayret gösterin ki mutluluğa erişebilesiniz. (Maide–35) Zemahşeri, el-Keşşaf’ta ‘vesile’yi şöyle tarif etmiştir: “Vesile, kendisiyle tevessül edilen ve yaklaşmaya araç kılınan fiil ve davranıştır. Burada kendisiyle Allah’a yaklaşılan itaatleri yapmak ve isyanlardan kaçınmak anlamlarından mecaz olarak gelmiştir. (Zemahşeri, el-Keşşaf an hakaiki ğavamidi’t-tenzil, Beyrut, 1995, I, 615) (Ey müminler!) Sabır ve namazla yardım dileyin: Bu, tam bir sığınma duygusu içinde yürekten Allah'a yönelenler dışında herkes için zor bir iştir. (Bakara–45) Siz ey imana ermiş olanlar!Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın; zira, unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir. (Bakara–153) Siz ey imana erişenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincine varın ve dürüst kimselerle olun! (Tevbe–119) Ayeti kerimeyi Ahkaf suresi 22 Ayet ile birlikte değerlendirelim: Tevbe suresinde ‘’ meas sadikîn’’ Ayetini Ahkaf suresi 22’de ‘’Mine’s sadikîn’’ okunuşuna dayandırarak ‘’Dürüst kimselerden olun! Keşşaf tefsiri Fakat genel okuyuşu olan ‘’ meas sadikîn’’ çok daha kapsamlıdır. Sadık olmak İmana sadakatin ön şartıdır. Dürüstlerle olmak emri ise, her toplumsal çevre şartlarına hemde iyilik hareketlerinin toplumsal bir dayanışma içerisinde yürütülmesine işaret eder… Bugün rabıta anlayışını yozlaştıran kesimler evliyalık velilik şeyhlik makamı atfettikleri şahıslar ölü dahi olsa, onlar ile röportaj yapmakta, ruhlarından medet ummakta, istimdat/yardımı Allah’tan değilde ölülerden kendilerine bile faydası olmayan bir iğnenin acısını dahi hissetmekten kendini alıkoyamayan aciz beşerden beklemektedirler. İlahi kelamda ise bu beklentilerinin acizlikten boş kuruntudan başka bir şey olmadığı, Ölülerin, duymadıkları ve konuşamadıkları açıkça bildirilmektedir… ‘’ Eğer biz onlara melekler indirsek, ölüler kendileri ile konuşsa ve her şeyi bir araya getirip karşılarına koysaydık, Allah dilemedikçe yine inanmazlardı. Fakat çoğu bunu bilmez. (En’am–111) Gerçek şu ki, sen ölülere de işittiremezsin, sırt çevirip uzaklaşan sağırlara da işittiremezsin bu çağrıyı; (Neml–80) Ey Muhammed! Sen ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrını işittiremezsin. ( Rum–52) Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar; (Nahl–19–20) Mürşitin Suretini Zihninde Canlandırarak onu Kendi ile Allah arasında vesile kılmak kuralıdır. Bununla birlikte Ölmüş ruhlardan medet ummak… Tasavvuf dinine göre sağ olanlar yetmezmiş gibi ölü olan Mürşitlerinden de yardım beklemek, feyiz almak aracı kılmak dinlerinin esasıdır. Şimdi bu kısa özetten sonra bu inanç sisteminin dayanmış olduğu asıl kavrama geçelim: “Animizm” terimi Latince “anima” dan gelmektedir ki Batı dille'rinde hayvan anlamını veren “animal” sözcüğü de bu kökten gelir. Temelde hayvan veya animal, canlı demektir. Dolayısıyla canlılığın kay*nağı olan ruha tapınmaya bu ilgiyle “animizm” denilmiştir. Tevhidi inancı yozlaştırmak isteyen güçlerin dine karşı din anlayışının başında animist yaklaşımlar gelir. Yalnızca Allah’a ibadet/kulluk etmeleri emredilen canlılar çeşitli faktörlerin etkisiyle, yaradılmış olanları yüceltmeye ve onlara doğaüstü güçler atfetmeye başlarlar. Şehid Doktor Ali Şeriatinin Dine Karşı Din Kitabından bir kısım ile konuya açıklık getirelim: ŞİRK DİNİNİN TEMELİ Şirk dininin temeli, bir grup insanı zenginleştiren, diğerlerini ise fakir bırakan ekonomik anlayıştır. Bu ekonomik sistem, var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için dine ihtiyaç duymaktadır. Zira din kadar insanları kendiliklerinden boyun eğmeye sevk eden güçlü hiçbir etken yoktur. Bu görevi daima, şirk dini, statükoyu muhafaza ederek yerine getirmiştir. Şirk dini bu görevi iki şekilde yapmıştır: 1-İnsanlara, egemen güç ve aileler sayısınca tanrı inancını aşılayarak… 2-Kendine mensup olan egemen sınıfa, alt tabakadaki insanlara karşı imtiyazlar sağlamak ve bu imtiyazları tarih boyunca muhafaza etmek suretiyle… UYUŞTURUCU DİN Din karşıtlarının da söylediği gibi, şirk dininin ana unsurları, cehalet, korku, ayrımcılık, sermayedarlık ve bir sınıfın insanlarını diğer insanlara karşı üstün tutmaktır. Din karşıtlarının bu değerlendirmesi, hak din için değil, şirk dini için doğrudur. Doğru olan bir şey daha vardır ki, o da şirk dininin, zillet, sıkıntı, çaresizlik ve cehalet içinde yüzen halkları, içinde bulundukları durumun kendileri, ataları ve çocukları için ilahi bir takdir olduğuna inandıran ve buna teslim olmaya çağıran bir uyuşturucu görevini görmesidir. ŞİRK DİNİNİN HAREKET BİÇİMİ Şirk dini tarih boyunca iki şekilde hareket etmiştir: 1-Dinler tarihinde görüldüğü gibi şirk dininin, kendine mahsus bir hareket çizgisi vardır. Bu hareket, Totem, tabu, mana, grup tanrısı, çok tanrıcılık ve ruhlara tapınma şeklinde bir seyir çizmiştir. Dinler tarihindeki bu şirk dinleri, aslında şirk dininin farklı tezahür biçimleridir. 2-Şirk dininin en tehlikeli, en sinsi olan ve insana ve hakikate en çok zarar veren şekli gizli şirktir. Bu, tevhid perdesi altında gizlenen şirk biçimidir. Tevhid peygamberleri şirke karşı çıktığı sürece şirk dini de onlara karşı çıkmıştır. Ne zaman ki peygamberler, muzaffer olmuşlar ve şirk dinine diz çöktürmüşlerse, şirk dini, tevhid dininin takipçileri arasında gizli bir şekilde varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mesela Musa"ya (a.s) ve onun davasına karşı çıkan Bel"am-i Ba"ur, Musevî din adamları olan hahamlar ve İsa"yı (a.s) öldürmeye teşebbüs eden Ferisiler kılığında ortaya çıkıp iş yapmıştır. Rahmetli Ali Şeriatinin muhteşem tespitleri, Sözde İslam kisvesi altında kendi şirk inançlarını benimsetmeye çalışan, Şeyh ve benzeri isimlere kutsal kimlikler verenler, öldüklerinde dahi olağanüstü güçler ile insanlara yardım edebilecekleri görüşleri ve bu görüşleri Kur’an ve Sünnet’e yamamaya çalışanlar İslam inancından değil bilakis Şirk dinindendirler. İster bilinçli ve ister bilinçsizce bu inanç sistemi içerisinde olanlar bu sapkın anlayışları ile kendilerince. Müslüman adına layık yaşam sunduklarına inananlar asla İslam inancının vermiş olduğu berrak apaçık nurundan faydalananlar değil. Bilakis rabler edindikleri sapkın anlayış sahiplerinin dinindendirler ve Allah’a değil put edindikleri görünmez uçan kaçanların kulları-dırlar. Bizler bizden önceki nesillere ilim ehline muvahhidlere saygı ve sevgi duyulmasına asla karşı değiliz. Karşı olduğumuz nokta ilim ehli gözüküp kendi batıl inanç sistemlerinde var olan şirklere sessiz kalarak onları yüceltmek, Allah’ın görmediği hesabı kıt aklımız ile görerek onları cennetlik veya cehennemlik ilan etme anlayışlarıdır. Onlara sevgi ve saygımız Allah’tan onlar için af dilemek, ortaya koymuş oldukları hakikatleri almak yanlışları ise reddetmek olmalıdır. Bugün yatırlar olarak bilinen geçmişte kalan ölü kişiler üzerinden, mülk edinme anlayışı sunan kurumlar koca-koca anıtlar dikerek, yapıtlar yaparak insanların saf inancından beslenerek şebekeler halinde yardım sanduklarından en iyi şekilde malı götürmektedirler. Bunun farkında olmayan cehil insanlar adeta bunlardan medet umarcasına onlara mektuplar yazmakta, dilekçeler vermekte sorunlarının çözülmesinde kendilerine dahi faydaları olmayan ölülerden çözüm beklemektedirler. Asrımızın en büyük felaketlerinden biri olan Şeytan ordularının ve yardımcılarının Müslüman halkları zayıflatmak, İslamı yeryüzünden silmek gayesi ile yapıp ettikleri soykırımlar, zulümler, talanlara sessiz durarak, tekke ve medreselerde rabıta ile meşgul olmak Muhammedi misyona uygun değildir. Bilakis Muhammedi misyonu yeryüzünden kaldırmaya çalışan şer güçlere sessiz kalarak destek vermektir. Ribat şer güçlere karşı daima birliktelik ilkesi ile karşı koymak. Allah’ın dininin yeryüzünde hâkimiyetinin evrensel değerler olan Hak, Adalet, Özgürlük, Namus ve benzeri kavramların hâkim olmasına yardımcı olmaktır… Bizim gibi yaradılmış olanlardan medet ummak değildir. Bu tür anlayışlar ŞİRK dininin esaslarıdır. İslam ile hiçbir alakası yoktur olamazda. Mitolojik uçuk kaçık bir takım kimlik sahibi kişilerden yardım beklemek, onları kendi ile Rabbi arasında vesile kılmak, onlar olmadan rabbe ulaşılamayacağı inancını taşımak ancak ve ancak ŞİRK dininin öğretisidir… Kuran ve Allah resulünün sünnetinde bulunan bir kavramı Özünde var olan anlamı ile anlamak esastır.Kur’an ve Sünnete var olan kavramlar sabitlenmiştir artısı ve eksisi olamaz Bugün kendilerince icat ettikleri dinlerini hakk gösterme gayretinde olanlar Kur’ani Kavramları katletmek ile meşguldürler ve hali hazırda var olan Sapkın bidatler ile... Mahrem sınırlarını dahi aşan Tasavvuf anlayışı insanların Cima esnasında kendilerini düşünmelerini isteyebilecek kadar ileri gitmiş ve üçüncü kişi olarak araya girmeye çalışmıştır. “Bütün bidatler dalalettir ve bütün dalaletler de cehenneme götürür”. Madie 35 Kehf 15 Tevbe 119 Kasas 10 Enfal 11 Ayeti kerimelerini Rabıtaya delil olarak sunan Cüppeli efendiniz Kur'an ayetlerini heva ve hevesine uygun bir şekilde yorumlamaktan çekinmemiş ne yazıkki ... Dikkat ederseniz Konu içerisinde Bu ayetleri vermişim ve Tasavvufi anlayışın yorumladığı şekilde bir anlam ihtiva etmediği aşikardır Tasavvufun Rabıta kavramı Şirk üstüne Şirktir başkada söze hacet yok Siz İlahlaştırdığınız Efendileriniz ile Rabıta kurmaya devam edin ve söylemlerini delil kabul edin Bize Allah'ın kelamı Resululllahın Sünneti yeterde artar bile tercih sizin ... Ölüye Ruhlara Rabıta darda kalanların kabir ehlinden yardım istemeleri vs hangi kısmına el atsam Şirk çıkıyor daha ne dememi bekliyorsunuz... Yine şu uydurma sözü hadis diye kabul ederler: “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut Ustaosmanoğlu başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.) «Bu tarikde şeyh, kemâl-i marifet ile mütehakkık olursa, ifâzada (yardım etme konusunda) ölü ile diri müsavi olurlar» Aslında müsavi olmaktan da öte, (yine tarîkat rûhânîlerine göre) velî, öldükten sonra bir «tîğ-i üryân» gibi, yani kınından çıkmış olan bir kılıç gibi çok daha keskin olur ve onu çağıran insanın imdadına çok daha çabuk yetişir. (Mehmed Zâhid Kotku (H. 1313/M. 1897-H. 1401/M. 1980) Tasavvufî Ahlâk: 2/272) Ölüye rabıta yapma k onusuna, özellikle son dönem Nakşi şeyhleri tarafından çok önem verilmiştir. Bu cümleden olarak Abdulhakim Arvasi'nin, «Mezarlara Rabıta Keyfiyeti» başlığı altında aşağıya alınan sözleri ilginçtir. Arvasi şu öğütleri vermektedir: «Mezar ziyaretçisi mürid, nefsini her türlü dış alâkadan boşaltır. İçini dünya kayıtlarından uzaklaştırır. Kalbini ilimler ve nakışlardan ve hadiselere bağlı duygulardan çekip çıkarır. Ziyaret ettiği mevtânın rûhâniyetini hissî keyfiyetlerden mücerret bir nur farz eder. O kabir sahibinin Feyizlerinden bir Feyiz ve hallerinden bir hal zuhur edinceye kadar o nuru kalbinde tutar. (...)» «Feyiz istekçisi ziyaretçi, Feyiz vericinin kabrine yaklaşıp selâm verir. Mezarın ayak ucuna yakın sol tarafına durur. Ona karşı hayattaki tavrını muhafaza eder. Bir fatiha ve on bir ihlas okur. Sevabının mislini mevtâya hediye eder. Sonra çöker oturur. Feyiz almak için kabirdeki mevtânın rûhâniyetine teveccüh eder....» (Abdulhakîm Arvâsî, Râbıta-i Şerîfe Risâlesi s. 23 Sadeleştiren N. F. Kısakürek) Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan ALLAH'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.” (Maide 116-117) İsa (a.s) Vefat ettirildikten sonra Ümmetinden habersiz oluyor da Ölen Efendilerinin ruhları kınından çıkmış kılıç oluyormuş tabi ki doğrudur onların Efendileri Peygamberleri sollamış ve Onlardan Üstün... Tasavvufun icat ettiği Şirk adeti olan Rabıtanın Kur’an ve Sünnet ile hiçbir alakası olmayıp uydurma bir adetten başka bir şey değildir.
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
29 Ekim 2012, 12:04 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
Allah Resulü Muhammed (s.a.a) ve Yareni Ebubekir (r.a) ile müşriklerin bir araya gelip geceleyin baskın düzenleyecekleri haberi üzere gece karanlığında gidecekleri yönü karıştırmamak için Ebubekirin 2 deve karşılığı deve rehberi yol bilen birini kiralayıp gidecekleri yöne götürmesini istemesi hadiseni hemen- hemen herkes bilir… Bu hadisede dikkatinizi çekmek istediğim nokta Allah resulü ve Ebubekir sahip oldukları makamlarına rağmen gece karanlığında yanlış yola sapmamak için rehber kiralıyorlar… Bu denli üstün makama sahip iki zat gece karanlığında yollarını dahi göremiyor ve rehber kiralıyorlar da gavs kutup evsad mürşit vb isimler yeryüzünün hâkimiyetine tasarrufuna ortak oluyorlar bu tezat ve şirkin ta kendisidir… Resulullahtan Ebubekirden kendilerini üstün görenler aşağılık maymunlardırlar kim olursa olsun… Kutub Yaverleri 1- İmâmân (İki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekût, diğeri mülk âlemi ile görevlidir. 2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişi olduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'1-Aktab'tan bir feyizdir. Bunlar ölecek olursa, bütün âlem bozulur. 3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattir. Sayılan kırktır. Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi Irak’tadır. 4- Nuceba' (Soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar. Yerleri Mısırdır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler. 5- Nukeba' (Başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz olduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır. Rakipsiz En Büyük Kutuptur İbn Arabî Aktab, evtad ve ebdal için İbn Arabî, bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu unvanlardan biriyle niteleyecektir. Ne var ki aşağı bir unvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine yakıştıracağını sanmayınız. Onun için kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir: "Bu asırda ubudiyet makamında benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü Rasulullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir. (İmam İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 – 438) 3'ler, 7'ler, 40'lar... Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavsı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır. Kur'ani Kerim'den ve Resulullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir Müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır. Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır. Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazen hayatta olup okuma yazma bilmeyen koyu cahiller, bazen ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazen yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunaklar hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia edenler, bazen hayat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan murdar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bildikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini iddia ederler. (eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65–66) İslam inancında ricalu'1-gayb inancı olmadığı halde tasavvufçular başka batıl dinlerden bu inancı almış ve İslam inancı gibi benimseyerek hayatın ve kâinatın tasarruf yetkisini ricalu'l gayb dedikleri kişilerin eline vermişlerdir. Şimdi tasavvuf hocalığı yapan bir kişiden bu masalı dinleyelim: (Cüppeli Ahmet'ten) "Abdal, Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir. Onlar âlemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ederler. Abdal 40'ı Şam'da; 30'u diğer memleketlerde olmak üzere 70 kişidir. Bulunduğumuz asırda Baba Firavun Hafız esadın Firavun oğlu Beşar Esadın İslam şeriatına ve Müslümanlara yaptığı zulümlere katliamlara ya yardım etmekte ya da onun emrinde çalışmaktadırlar. Şamda bulundukları iddia edilen 40 ve benzeri rakamlardaki, şahıslar bu zulümleri gördükleri halde ne halt ediyorlar yardıma koşsunlar da görelim. Ama edemiyorlar çünkü işleri var bu ara izne ayrılmışlar inşallah hiç dönmezler. Şam'ın kuzeyinde bulunduğu söylenen Kasyun dağında yüz yirmi üç bin peygamberin bulunduğu, o dağın evliya ve enbiya yatağı olduğu, onun için ışık olmadığı halde geceleyin nur yalımlar halinde parladığı iftirasını da isterseniz [BNazım Kıbrısi (Şeyh Nazım)'ın sohbetlerinden okuyunuz:[/B] (Tasavvufi Sohbetler, 59) Bu iddialara Kur’an cevabı: Peki kimdir, kendisine başvurduğunda darda kalmış olanın darına yetişen, kötülüğü gideren ve sizi yeryüzüne mirasçı kılan? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? Aklınızda ne kadar az tutuyorsunuz (bütün bu gerçekleri)! (Neml 62) Çünkü neyi ki gizliyor ve neyi ki açığa vuruyorsanız, hepsini bilen Allah'tır. Allah'tan başka o yalvarıp yakardıklarınıza gelince -bunların kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre- hiçbir şey yaratamazlar; (Nahl–19–20) Tasavvufçuların hayalleri ve gülünç hurafeleriyle uydurdukları masal ülkelerinin hiyerarşisi bu tür sapkın isimlendirmelerdir.İnsanları kendi heva ve heveslerine kul etmek amacında olan şarlatanlar insanları Allah’tan korkar gibi kendilerinden korkutmak kendilerine kul köle etmek boyun eğdirmek için kendilerine uydurma yetkiler vererek İslam ile uzaktan yakında alakası olmayan isim ve tanımlamaları İslam’dan gibi göstermeye çalışmakta bu konuda iftira ve yalanlarına her şeyi alet edebilmektedirler…
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
29 Ekim 2012, 12:10 | Mesaj No:17 |
Durumu: Medine No : 15316 Üyelik T.:
18 Aralık 2011 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
[QUOTE=Truly;193833]Selamun aleykum. Sorularıma tasavvuf ehlinden kardeşler cevap verirseler sevinirim. Karşı görüşleri az çok bildiğim için, tasavvuf ehlinden kişilerin görüşünü bilmek istiyorum. Not: İlmim çok geniş değildir, anlayabileceğim düzeyde kısa cevaplarla özetleyebilirseniz sevinirim. Şimdiden teşekkürler. Ve aleyküm selam sevgili kardeşim biz daha tasavvuf ehli olamasakta tam anlamı ile dilimizi döndüğünce değinelim inşaallah , ilminizin genişliğini ve sorulardaki inceliği ve hatta amacınıza kadar bir çok şey sorularınızdan çıkmakta .... 1. Peygamberimizin (s.a.v) "mezarları yükseltmeyin, üzerine bina yapmayın" emri bulunmakta. Dolayısıyla türbeler en baştan haram. Kabirdekilerden yardım istemek için, türbe ziyaretlerinin delili olarak neler biliyorsunuz? Evvela şunu unutmamak lazım Resulullah s.a.v getirdiği tüm yasaklarda insanları bidat ve şirke düşmekten korumayı hedef almıştır ki Peygamberlerin amacıda budur zaten... Bu nedenle imanları olgunlaşıncaya kadar da sahabelere bir çok şeyi yasak kılmış daha sonra serbest bırakmıştır.Bunlardan bazıları hadislerin yazımı , mezarları ziyaretler v.s dir.Ama sahabeler hazır olduklarında da bunlara cevaz vermişlerdir. Mezarların yükselmesi şaaşalı bir halde olması insanları farklı yönlendireceğinden dolayı böyle bir yasak elbetteki gereklidir.Bugün bazı alimlerin bu icma ile haramdır iddası her ne kadar yanlış isede aslolan mezarın şekli boyutu v.s değil oradaki hal ve hareketlerdir. Nitekim Resulullah s.a.v dünyasını değiştirdiğinde vefat ettiği yerde defnedilmiştir.Eğer bu sorun teşkil etseydi Resulullahın s.a.v odası yıkılır veya üzeri yüksek olmayan bir yere defnedilirdi.Ayrıca Hz Ömer r.a Resulullahın kabrini duvarla bölmüş ve Hz Aişe belli bir zaman hayatını bölünmüş diğer alanda devam ettirmiştir.Dolayısı ile ibadetlerinidie burda yaptığı anlaşılmaktadır. Burada önemli olan mezarların mahiyetidir.Mezarda nasıl davranılması gerektiğini bilmektir sonuçta yasaklama da bunun içindir.Bunun bilincinde olan bir kişi istediği kadar mezar ziyareti yapsın gerçek Hükümdarın ve Yardım istenecek olanın Allah Azze ve cel olduğunun da bilincindedir. 2.Kuranda Allah'ın savaşlardakileri melekleriyle desteklediği belirtilmekte. şehitlerin ise dünyaya gelmek istedikleri ancak Allah'ın buna izin vermediği hadisde geçmekte. Siz şehitlerin ve evliyaların dünyaya geldiklerinin delilleri olarak ayet ve hadis olarak hangilerini biliyorsunuz? Allah c.c. savaşlarda melekleri ile desteklediğini bizlere bildirmekte sizce bu desteği kaç sahabe yada desteklediği topluluk gördü ? üç bin melek beş bin melek denir bu melekler nerdeydiki kimse görmedi e Allah c.c. yalan söylemeyeciğine göre demekki vardılar. İşte Şehitlerde bu şekildedir sonuçta Kuranda onların ölü olmadığı ama bunu bizim sezemeyeceğimizi bildirmiştir demekki sezilemeyecek şeylerde illa delil aranması garip ve usule uymamaktadır ... 3.Hadislerin doğru olup, olmadığını belirlemek için istihare yapıldığı, görülen rüyaya göre "sahih yada değil" denildiği doğru mu? Bunu sizden duydum şimdi , hadis ilmi ve hadis usulü araştırırsanız hadislerin nasıl toplandığını sahih olup olmadığının nasıl anlaşıldığını ve hadis çeşitlerini orada rahatlıkla görebilirsiniz bu başlı başına bir ilim olduğundan burda iki kelime ile anlatılmaz elbette... Birde kısa bir not düşmekisterim , Ehli Sünnet itikadında ilham ve ilahmın çeşitleri asla bilgi kaynağı değildir.Bu kişiyi bağlar kişi bunu hüküm olarak vermez ve idda edemez ... 4. Rüyada Peygamberimizi (s.a.v) görmekle alakalı olarak: "Kim beni rüyada gördü ise gerçekten görmüş gibidir, Şeytan benim suretime giremez." hadisi var. Peki Peygamberimizin (s.a.v) cemalini hiç görmemiş olan bizler, gördüğümüzün Peygamber (sav) olduğundan nasıl emin olacağız. Evet şeytan onun suretine giremez, ama başka birinin suretinde görünüp. "Ben peygamberinim" diyebilir, değil mi? Evvela hergün herkes bu hadise ile karşılaşmıyor, Eğer kişi Resulullahı s.a.v Rüyasında görecek kadar bir olgunluktaysa Allah c.c. ona hak olanı bildirecektir.Resulullahı s.a.v rüyasında görmek için defalarca uygulama yapıpta göremeyenler vardır.Ama salih bir kul bu rüyayı görürse elbette Şeytan onun rüyasına giremez çünki şeytan salihlerden beridir ... 5. Üstün güçleri olan evliyaların (Gavsların) imdada yetiştiğiyle alakalı anlatılanların, Şeytanın veya Kafir Cinlerin evliyaların kılığına girerek isteklere cevap vermesi, dolayısıyla Gavslardan yardım istenmesinin caizliğine inandırması (Ki Şeytan yemin etmiştir ki, Senin yoluna inananları saptıracağım" diye) mümkün değil mi? Öncelikle üstün güçler çok yanlış olmuş çünki bilgi edinmek isteyen bir kişi helede ilmim falan yok derken direk tanırcasına bu şekilde bir giriş yapması manidar olmuş açıkcası ;) Bu konuda Tasavvuf ehlinin maalesef büyük kayıpları bulunmakta, Kişiler tasavvufu sadece ucmak, kaçmak, alemlerden alemlere dolaşmak , yok olmak, v.s gibi olgulardan ibaret gördüklerinden bu olayları çok yaşamakta, unutmamak lazım kişi Kuran ve Sünnet yolundan çizgisinden dışarı çıkamaz Aslolan Şeriattır. Tasavvufun gayeside Şeriat ve Peygamber ahlakıdır.. Tasavvufta manevi haller yaşanabileceğinden dolayı Şeytan bunu iyi kullanablir burada da kişi eğer Şeriat ve Sünneti iyi bilmiyorsa bu sorudaki hataya düşme payı çoktur.Allah muhafaza etsin , Konu uzar lakin kısaca şunu söylemek istiyorum madem bu kadar merak ediyorsunuz , Tasavvuf Kuran ve Sünnet dairesinde İslami bir İLİMDİR amacı insanlara Şeriatı ve Peygamber ahlakını aşılamak ve Allah c.c. giden yolları telkin etmektir. Bazıları din olarak kabul etsede Tasavvuf AHLAKTIR Allah c.c. Ahlaksızlardan eylemesin , vesselam veddua |
29 Ekim 2012, 12:13 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
Konu uzar lakin kısaca şunu söylemek istiyorum madem bu kadar merak ediyorsunuz , Tasavvuf Kuran ve Sünnet dairesinde İslami bir İLİMDİR amacı insanlara Şeriatı ve Peygamber ahlakını aşılamak ve Allah c.c. giden yolları telkin etmektir. Bazıları din olarak kabul etsede Tasavvuf AHLAKTIR Allah c.c. Ahlaksızlardan eylemesin , vesselam veddua Esedullah Tasavvufun Kuran Sünnet ve Şeriat yolu olduğunu ispatlamanız lazım Bakın kendi namıma Kur'an Sünnet ve Şeriat dairesinde olmadığını deliller ile sunmaktayım sizden ricam Gavs ve yarenleri kısmında anlatılanları izah edermisiniz O yarenleri kabul ediyormusunuz ?
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
29 Ekim 2012, 12:16 | Mesaj No:19 | |
Durumu: Medine No : 15316 Üyelik T.:
18 Aralık 2011 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah Alıntı:
| |
29 Ekim 2012, 12:18 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah
Başım üstüne ayarlayalım görüşelim Kuran ve Sünnet Hakemimiz olsun Siz belirleyin ben ve gelmek isteyen kardeşlerimde buyursunlar konuşalım misafiriniz olalım...
__________________ Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır . -İmam Ali- (a.s) |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Bekleriz inşallah | Nebevi Sevda | Nebevi Sevda/Kişisel | 22 | 18 Ağustos 2024 22:30 |
inşallah... | GÖKCEN_AZRA | Serbest Kürsü | 0 | 12 Eylül 2014 19:10 |
Seni Arıyorum ! | KuM TaNeSi | Şiirler ve Şairler | 2 | 07 Temmuz 2014 23:13 |
TAĞUT'LA SAVAŞMAK DURURKEN NİÇİN TASAVVUFLA UĞRAŞIYORSUNUZ ? | YorgunSavaşçı | Tevhid Ve Şirk Konuları | 9 | 10 Mart 2014 13:12 |
Adet İle İlgili (Soru Cevap) | Şuara | Kadın Mahrem Konular | 1 | 11 Ocak 2014 02:28 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|