|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Yitiksevda,Açılış Tarihi: 05 Temmuz 2009 (21:35), Konuya Son Cevap : 07 Temmuz 2009 (11:37). Konuya 9 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
05 Temmuz 2009, 21:35 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | 13. Haftanın Konusu (TAHRİF) 13. Haftanın Konusu (TAHRİF) TAHRİF:Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma. Bir ibarenin anlamını değiştirme.ilahi kitaplar üzerinde herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesi. İslam dinine göre birkaç çeşit tahrif vardır: 1. Bir kelimenin bazı harflerini yanlış telaffuz ederek ona başka mana vermek 2. Bir hadis veya ayete tefsir yoluyla değişik mana vermek 3. Metinler arasında bile bile değişiklik yaparak Kuranıı Kerim ve Hadislerde mevcut olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle varmış gibi göstermek. Haftanın konusuna bu haftadan itibaren Kuran Kavramları üzerinde durularak devam edilecek herkesin katılımını bekleriz. |
Konu Sahibi Yitiksevda 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Akılsız Bedenler | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 1 | 2306 | 20Haziran 2017 01:11 |
Kibir hastalığı / mevlüt hönül | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 0 | 2213 | 24 Mayıs 2016 17:24 |
Hainler! – Dokuzlu Çete ve Karakter(siz)leri /... | Makale ve Köşe Yazıları | İslaminesil | 1 | 2020 | 19 Mayıs 2016 23:06 |
Çocuk İstismarı ve Ensest – Modern Lût Toplumu /... | Makale ve Köşe Yazıları | İslaminesil | 1 | 2010 | 19 Mayıs 2016 23:02 |
Vicdanla Cüzdan Arasında / MEVLÜT HÖNÜL | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 0 | 1973 | 19 Mayıs 2016 22:59 |
07 Temmuz 2009, 11:10 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
GENEL OLARAK TAHRİF I- TAHRİFİN TANIMI A- LÜGAVÎ TANIM 1- Genel Olarak H.R.F (ح.ر.ف ) Maddesi a- H.R.F Maddesinin Kök Anlamı H.R.F. maddesinin isim kökü olan “Harf” kelimesi “uç”, “kenar”, “sınır” anlamına gelir. Mesela, başın iki tarafını anlatmak için “Harfe’r-re’ s” ( حرف الراْس ) denir. Yine, geminin uç tarafları, bir dağın en yüksek ve en ince tarafı; yine, bir kılıcın en keskin uc tarafı “Harf” lafzıyla ifade edilir. Kısacası, bir şeyin harfi demek, o şeyin ucu, kenarı demektir. İbn Abbas’ tan rivayet edilen bir hadiste: Ehl-i kitap, kadınlara yalnızca tek bir harften yaklaşırlar (الا على حرف) buyurulmuştur. Tek bir harften kasıt tek bir yönden demektir. b-H.R.F. Maddesinin Diğer Anlamları ba- Kök Anlamına Yakın Anlamları (1) Alfabe Harfi Arapça’ da alfabeyi oluşturan işaretlerden her birine “Harf” denmiştir. H-R-F maddesinin kök anlamının “uç”, “sınır”, “kenar” olduğunu düşündüğümüzde bir kelimeyi oluşturan her bir işaretin de o kelimenin bir ucu, kenarı olması niçin harf değinildiğini anlamlı kılmaktadır. Ayrıca, (an), (ila) ve (min) gibi kelimeleri birbirine bağlayan bağlaç ve edatlara da harf denilmiştir. (2) İşin Ucundan Tutmak Harf kelimesi, bir şeyin içi, kenarı şeklindeki kök anlamından hareketle bir işe dört elle sarılmayıp, kenarda durmak anlamında mecazi bir kullanıma da sahiptir. Bu kullanımın bir örneği Kurân-ı Kerim’de mevcuttur. “İnsanlardan kimi de Allah’ a bir kenardan (على حرف ) ibâdet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse onunla huzura kavuşur (sevinir). Allah’ tan ayrı olarak kendisine ne zarar ne de yarar veremeyen şeylere yalvarır. İşte (doğru yoldan) uzaklara sapma budur. Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O) ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac suresi, 22 / 11-13 ) Ayette bir kenardan (harf), yani tek yanlı olarak, sadece bolluk ve nimet gördüğü sürece Allah’a bağlı olarak, işine geldiği zaman kulluğunu sürdüren ama çıkarı olmayınca kulluktan vazgeçen insanın tutumu kınanmaktadır. El-Ezherî bu ayetle ilgili olarak şöyle demiştir; “Sanki hayır ve bereket bir uç; zarar, şer ve çirkinlik diğer bir uçtur. Yani bu ikisi birer harftir, uçtur. Kula yakışan hem bollukta hem de darlıkta yaratıcısına ibâdet etmesidir. Allah’ ın imtihan ettiği darlık hallerinde değil de yalnızca bollukta Allaha kulluk edenler bir kenardan kulluk etmiş olurlar. Durum ne olursa olsun Allah’ a kulluk eden kimse, ister darlık vererek imtihan etsin, isterse bollukla nimetlendirsin, dilediği gibi tasarrufta bulunan ve bunda da zalim veya haddi aşmış olmayıp adil ve lütüfkar olan, hayrın elinde olduğu, kulun ise kendisine karşı hilesinin olmadığı bir yaratıcının varlığına yürekten inanarak kulluk etmiş olur. Kişinin Allaha karşı kulluğunu her halükarda devam ettirmeyip, işine geldiği hal ve zamanlarda sürdürmesi bir nevi kulluğun tahrifidir. (3) Sapmak ( حرف) ( انحرف), ( تحرف), (احرورف ( fiil kalıpları (an) harf-i ceriyle sapmak anlamında kullanılır. El-Ezherî şöyle demiştir: “Kişi bir şeyden yüzünü çevirip başka bir şeye meylettiğinde (teharrefe), (inharefe), (ihravrafe) fiilleri kullanılır.” bb- H.R.F. Maddesinin Kök Anlamına Uzak Anlamları (1) Okuyuş Şekli (Kırâat) Kurân-ı Kerimdeki kelimelerin birbirinden farklı okunuş biçimlerinin her birine (harf) denmiştir. Mesela “bu, İbn Mes’ûdun harfinde ( فى قراءة ابن مسعود ) yani okuyuşunda mevcuttur.” denir. Bir hadiste “ Kuran yedi harf üzere nazil olmuştur ( نزل القران على سبعة احرف ) Her biri şifa ve kâfidir” buyurulmuştur. (2) Zayıf ve Cılız Deve Harf kelimesi Arapça’da zayıf düşmüş cılız deveyi ifade etmek için kullanılır. Bu haldeki deve inceliğiyle ve cılızlığıyla tıpkı elif harfine benzemektedir. Yolculukların yorgun ve bitkin düşürdüğü soylu Arap devesinin gücünün son sınırına gelmesi ( الحرف من الابل ) (el-harfü mine’l-ibili) anlamında kullanılan mecazî bir ifadedir. (3) Kalem Açmak Kalemin bir meyil verilerek kesilmesine “tahrifü’l-kalem (تحريف القلم )” denmiştir. Muharref kalem, bir ucu sivriltilerek, diğer ucundan farklı hale getirilmiş kaleme denir. (4) Değiştirmek (Tağyîr) H.R.F. kökü tef’îl babında değiştirmek anlamına gelir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de bu kullanım görülmektedir. “Şimdi (Ey Müminler) siz, bunların size inanmalarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki, Allah’ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi ( يحرفونه ) (yuharrifûnehû).” “Yahudilerin öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar (yuharrifûne’l- kelime an mevâdııhi) (يحرقون الكلم عن مواضعه ) dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak “işittik ve isyan ettik” , “dinle dinlemez olası” ve “râ’ina” diyorlar. Eğer onlar: “işittik ve itâ’at ettik” , “dinle ve bize bak!” deselerdi elbette kendileri için daha iyi olurdu. Fakat Allah, inkârlarından dolayı onlar lânetlenmiştir, pek az inanırlar”. Ayetlere göre Yahudiler Tevrat’taki bir takım ifadeleri lafzen benzerleriyle değiştirmekte, böylece onları gerçek manalarından saptırarak hoşlarına gidecek manaya çekiyorlardı. (5) Bir Halden Başka Bir Hale Getirmek Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir hadîs-i şerif’de “kalpleri halden hale sokana (muharrif) (محرف القلوب ) iman ettim” buyurulmaktadır. Hadis’te Cenab-ı Hakk’ın dilediği kalpler arasında sevgi peyda ederek birbirine yakınlaştırması, yine dilediği kalpleri birbirinden uzaklaştırması “muharrif’ul-kulub” ifadesiyle sunulmuştur. (6) Yoksul Muharref (محرف), malını kaybetmiş kişidir. Muhâref (محارف ), yöneldiği bir işten hayır görmemiş sonuç almamış kimse, mastarı “hıref”şeklinde gelir. Hurf, mahrumiyet demektir. El-Ezherî şöyle der: “Az nimet sahibi mahrum kişi için muhâref denir” “Mallarında dilenci ve yoksul (mahrum) için hak vardır”. (Zâriyât,51/19) ayetinin tefsirinde mahrum lafzı muhâref kelimesiyle karşılanmıştır. Fakir kişi, sanki rızkı kendisinden saptırılarak, başka bir tarafa gönderilmiş kişidir. Zaten bir şeyden inhiraf etmek o şeyden yüz çevirip, başka bir şeye veya yöne meyletmek anlamına gelir. (7) Meslek-Kazanç H.R.F. kökünün anlamlarından birisi de geçimini sağlamak için para kazanmaktır. Arapça’da “hüve yahrifü bi ıyâlihi” (هو يحرف بعياله ) “Ailesinin geçimi için para kazanıyor” denilir. 2- Özel olarak “Tahrif” kelimesi Tahrif kelimesi lafız olarak 4 ayet-i kerîmede; Bakara 75, Nisâ 46, Mâide 13 ve 41. ayetlerde tef’il vezninde çoğul kullanımlarıyla birlikte kullanılmıştır. İsim olarak tahrif kelimesi Kuran-ı Kerim’de mevcut değildir. |
07 Temmuz 2009, 11:14 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
B- ISTILAHİ TANIMI Tahrif, iki manaya hamledilme ihtimali olan kelimeyi tek bir manaya gelecek şekilde söylemektir. Kelime ve harflerin yerlerinden tahrifi yani onların manasını bozacak şekilde değiştirilmesi anlamındadır. Bunun yakın bir kullanımı Kuran-ı Kerim’de Yahudilerin Tevrat’ın manasını benzerleriyle değiştirmesi şeklinde geçmektedir. “Şimdi ( ey müminler siz, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardır ki, Allah’ın sözünü işitirlerdi de düşünüp akıl erdirdikten sonra bile bile onu değiştirirlerdi”. (yuharrifûnehû) ( يحرفونه) Tahrif, bir sözü anlamını değiştirecek şekilde bozma manasındadır. Sözcük anlamında bir sözün harflerinin yerini değiştirmeyi dile getirir. Tahrif edilmiş olana da muharref (bozulmuş) denir. Tahrif, bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma, bir ibarenin anlamını değiştirme, tahrif etmek, değiştirmek, bozmak, dini bir yazının veya sözün değiştirilmesi anlamına gelir. Tahrif, “Hadislerde ve Kuran’da geçen herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesi” anlamına gelir. İslam dinine göre tahrif birkaç türlüdür: a) Bir kelimenin bazı harflerini, bazılarını yanlış söyleyerek (telaffuz ederek) ona başka anlam vermek, b) Bir hadis veya ayete yorum yoluyla yanlış anlam vermek, c) Metinler arasında bile bile değişiklik yapmak, Kurân’da, Hadislerde olmayan bir kelimeyi onlara ekleyerek, varmış gibi göstermek. İslam Dini’de çeşitli açılardan bozulmaya çalışılmıştır. Bunların başında da İsrailiyât adı verilen Yahudi masalları gelir. Birçok tefsirciler bu masalları, İslam dinine sokmuşlar ve Müslümanları tanrısal ve tarihsel temelden yoksun bırakan bu masallara inandırmışlardır. Büyük bilgin geçinen kimi İslam yazarlarının yapıtlarında bile örneğin Hz. Davud’un bir kadına aşık olarak kocasını öldürsün diye savaşa gönderdiği gibi masallar anlatılmıştır. Hemen her peygamber üzerine yüzlerce öykü uydurulmuştur ki bunları ne Kuran’da ne de hadislerde bulabilirsiniz. Hz. Peygamber’in ağzından birçok hadisler uydurulmuş, birçok hadislerin anlamları kasten değiştirilmiştir. Denilebilir ki sadece Kuran’a ayet uydurmaya cesaret edememişler, ama onu da yanlış yorumlarla bozmaya (tahrife) çalışmışlardır. II- İSLAM LİTERATÜRÜNDE TAHRİF A- NASSLARDA TAHRİF KAVRAMI 1- Kurân’da Tahrif Kavramı a- Kurân’da H.R.F. Maddesi ve İştikâkı Harafe maddesi Kurân’ı Kerim’de fiil olarak tef’il vezninde çoğul kullanımlarıyla birlikte dört ayeti kerimede, kelimenin kökü olan harf şeklinde iki ayeti kerimede olmak üzere toplam altı yerde geçmektedir. Fiil şeklinde geçen ayetlerde değiştirme, bozma anlamı vardır. Daha geniş bilgi ikinci bölümde verilecektir. b- Kurân’da Tahrif Istılahı Harrefe fiilinden türeyen tahrif lafzı Kurân’ı Kerim’de daha önce belirttiğimiz gibi tef’il vezninde çoğul ve fiil kullanımlarıyla dört ayeti kerimede geçmektedir. Kutsal kitapların değiştirilmesi anlamlarına gelir. 2- Hadislerde Tahrif Kavramı a- Hadislerde H.R.F. Maddesi ve İstikâkı Harefe’nin hadislerdeki anlam ve alanı lügavî manasına oldukça yakındır. Harefe maddesinin anlam sahasını inceleme bakımından isim ve fiil kullanımları olarak ikiye ayırmak, anlam gruplandırması bakımından kolaylık sağlar. aa- İsim Kullanımları Harf: Harefe maddesinin isim kullanımlarından ilki bildiğimiz heceleri oluşturan harftir. Örneğin Peygamber (s.a.v.) : Abdullah’tan rivayet edildiğine göre : “ Bu Kurânı öğrenin. Çünkü siz onun her harfini tilâvet etmekle on ecir elde edeceksiniz” demiştir. Yine İbn Abbas’ tan rivayet edilen bir hadiste: Peygambere hitaben : “ Müjde! Sana senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Fatiha-i Kitap ve Sûre-i Bakara’nın son ayetleri! Bundan okuyacağın her harfe mukabil mutlaka sana o harfin tazannum ettiği sevap verilecektir” denilmiştir. Lehçe: İbn Abbas’tan naklen: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.”Cibril bana Kuran-ı bir okuyuş üzerine okuttu. Ben ona müracaat ettim ve durmadan bunun artmasını istedim. Oda bana arttırdı. Nihayet yedi türlü okunuşa erişti.” Yine İbn Hişam’dan naklen Ömer İbn Hattab’ın şöyle dediği nakledilmiştir. “Ben Resulullah’ın sağlığında (namazda) Hişam İbn Hâkim’i el-Furkan suresini okurken işittim ve onun okuyuşuna kulak tutup dinledim. Bir de baktım ki Resulullah’ın bana okutmadığı bir takım lehçelerle okuyordu.” Aynı hadis içerisinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “ Şüphesiz bu Kuran yedi harf ( Yedi lügat ve yedi lehçe) üzerine indirilmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse onu okuyunuz” buyurmuştur. Bu üç Hadis’i Şerif’te de harf, lehçe anlamında kullanılmıştır. Hadis: Harf hadis anlamında Müslim’de geçen bir hadiste kullanılmıştır. Bu Hadis içerisinde: Zühri’nin Peygamber (s.a.v.)’den rivayet ettiği doksan kadar hadisi vardır.” Diye bir cümle geçmektedir. Burada ( روى حرفا ) şeklinde bir ibare vardır. Yani harf Hadis anlamında bir alternatif olarak kullanılmıştır. Lafız: Abdullah b. Mesûd tabiinden birine şöyle dedi: “ Öyle bir zamanda yaşıyorsun ki o zamanın fakihleri pek çok, kârileri pek azdır; Kur’â’nın ahkâmı öğrenilir ama lafızları üzerinde gereği gibi durulmaz.” Bu hadisi şerifte lafızlar ( روى حد يثا ) şeklinde ifade edilmiştir. Meslek ( Hırfet ): Aişe (r.a.) şöyle demiştir. Ebu Bekr es-Sıddık halife yapıldığı zaman şöyle dedi: Muhakkak ki benim kavmim, benim kazanç cihetimin kendi ailemi geçindirmekten aciz olmadığını bilmiştir. Harfe kökü burada ( حرفة ) şeklinde meslek, kazanç yolu ticaret veya zanaat gibi geçim vasıtaları anlamında kullanılmıştır. ab-Fiil Kullanımları Saptırmak, çevirmek Harefe’nin kök manası sapmak, meyletmek, yönünü değiştirmektir. Bu temel anlamın geçtiği hadis Ebu Hureyre’den rivayete göre şöyledir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; “(…) miraç gecesinde dünya semasına indiğimde duman ve ses karışımı bir manzara ile karşılaştım. Bunlar kimdir diye sordum. Denildi ki: Bunlar yeryüzünün ve semâvâtın melekûtunu tefekkür etmemeleri için insanoğlunun basiretini bağlayan (gözlerinin hakikati görmesine engel olan) bakışları çeviren, saptıran şeytanlardır. Eğer insanların gözlerini çeviren bu şeytanlar olmasaydı mucizeleri ayan beyan görebilecektiler.” Eğip bükmek Salim İbn Abdullah şöyle demiştir: Ben Ebu Hureyre’den işittim ki Peygamber (s.a.v.): “İlim kabzolunacak (yani kaldırılacak). Cehalet ve fitneler zuhur edecek, herc çoğalacaktır.” Buyurdu. Ya Resûlâllah, herc nedir diye soruldu. Resûlullah, katli kasteder gibi elini eğip indirerek,”işte böyle!” buyurdu. Yerini değiştirme Harefe’nin türevlerinden harrefe; yerini değiştirmek, bulunulan noktayı değiştirme anlamında kullanılmıştır. “Hz. Peygamber namazını kıldığında yerini değiştirirdi yani namaz kıldığı noktayı değiştirirdi.” Harefe’nin temel anlamı olan meyletmek, sapmak burada yerini değiştirmek, yerinden sapmak, bulunulan noktadan meyletmek anlamında kullanılmıştır. Yön değiştirme Kıble tahvili akabinde bir kimse Peygamber ile beraber Kâbe’ ye doğru namaz kıldı da, namaz kıldıktan sonra yola çıktı. Nihayet, Beytü’l-Makdise doğru ikindi namazı kılmakta olan bir Ensar cemaatine uğradı. Onlara Peygamber ile beraber namaz kıldığını, Peygamberin Kâbe cihetine yöneldiğini şahadet ederek söyledi. Bu haber üzerine o cemaat namazlarını bozmadan Kâbe tarafına yönelinceye kadar meyledip döndüler. Burada da yine harefe’nin kök anlamına uygun olarak yönünü, cihetini değiştirme anlamı vardır. Dönmek Hz. Aişe’ nin anlattığı bir hadiste: “ Sonra onun peşinden yola düştüm. Bâkia varınca durdu. Hem de epey durdu. Sonra üç defa ellerini kaldırdı, sonra geri döndü. Bende döndüm.( ثم انحرف فانحرفت )” demiştir. Hadisi şerifte, yönünü değiştirmekten biraz daha farklı olarak yüzü döndürme, tam anlamıyla bir dönme vardır. Başka bir hadis-i şerifte de Kuba halkına namaz esnasında kıblenin değiştirildiği haber verildi. Kuba halkı da Şam’ a doğru namaz kılarlarken Kâbe tarafına yöneldiler (و تحرف القوم حتى توجهوا نحو الكعبة ) şeklinde bir ifade vardır. Yönelmek, dönmek kelimesi yine harefe’nin türevlerinden inharefe fiili ile ifade edilmiştir. Bilal ezan okurken Peygamber efendimiz kendisine, sağa sola dönerek; “İşte bu şekilde yap yani sağa sola dön, (انحرف يمينا و شمالا ) hafif meylet, yönünü çevir” demiştir. Eğilmek Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur. “Helâya geldiğiniz zaman kıbleyi karşınıza almayın, kıbleyi arkanıza da almayın fakat Medinenin şark veya garb tarafına doğru dönünüz.” Ebu Eyyûb dedi ki: “ Sonra biz Şam’ a doğru geldik ve kıble tarafına doğru bina edilmiş birçok helâlar bulduk. Bu durumda biz kıble tarafına eğilip meyleder ( فننحرف ) ve yüce Allah’ tan mağfiret isterdik.” Sapma, çevirme anlamına yakın olan inharefe fiili burada eğilmek anlamında kullanılmıştır. Meslek edinme Hırfet’in fiil kullanımı ihterafe herhangi bir meslek, zanaat veya ticaretle uğraşma, kazanç elde etmek için çalışmak demektir. Hz. Ebu Bekir halife yapıldığı zaman: “Şimdi ben müslümanların işiyle meşgul kılındım. Onun için bundan sonra Ebu Bekir ailesi şu beytül maldan yiyecek ve Ebu Bekir de müslümanların Beytül mali hesabına kazanacaktır ( يحترف المسلمبن فيه ). Peygamber döneminde iki kardeş vardı. Biri Peygamber’ in yanına sıkça uğrar, diğeri ticaretle uğraşırdı. Ticaretle uğraşan (محترف ) diğer kardeşini Hz. Peygamber’ e şikayet etti. Bunun üzerine peygamber şöyle dedi: “Allah bilir sen onun sayesinde rızıklanıyorsun.” Tane Tane konuşmak İbn Ebi Mahzûreden rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) onu yanına oturttu ve kulağına ezanı tane tane ( حرفا حرفا ) okudu. Yani kelime kelime, tek tek ve anlaşılır bir vaziyette demektir. Ümmü Selemeden gelen bir rivayette İbn Cüreyc Peygamber (s.a.v.) kırâatini ayırırdı demiştir. Ümmü Seleme Peygamberin kırâatini harf diyerek |
07 Temmuz 2009, 11:16 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
b-Hadislerde Tahrif Istilahı Hadislerde tahrif ıstilahı ayetlerdeki kullanıma yakın olarak değiştirmek, bozmak, aslından uzaklaştırmak anlamlarında kullanılmıştır. Örneğin, Dârimî’ de buna örnek olarak şöyle bir hadis geçmektedir. “ Takva ehli olmayan iki adam İbn Sîrin ise siz okumayın da ben okuyayım dedi. Bunun üzerine adamlar çıktılar. Halktan bir grup İbn Sîrin’e sordu: “Niçin Allah’ ın kitabından sana ayet okumalarını istemedin”. İbn Sîrin ise: “bana ayeti yanlış okumalarından ( فيحرفانها ) ve ayetin zihnimde o şekilde yer etmesinden korktum.” Yanlış okumak yani asıl olan doğru okuyuşu bozmak, telaffuzunu değiştirmek suretiyle yapılan tahrif burada geçmektedir. İbn Abbastan rivayet edilen bir hadiste Peygamber efendimiz: “şeytanlar kulaktan bir şeyler kapmaya çalışırlar ve bunun üzerine onlara akan yıldızlar atılır. Onlar da meleklerden işittiklerini dostlarına iletirler. Bunlar onu (kendilerine iletileni) olduğu gibi getirirlerse o haktır. Fakat onu tahrif ederler ve ona bir takım ilavelerde bulunurlar.”( ولكنهم يحرفون و يزيدون ) demiştir. İKİNCİ BOLÜM KURÂN-I KERÎM'DE TAHRİF KAVRAMI I- KURANDA TAHRİF KAVRAMININ TANIMI VE TAHLİLİ A- KURANDA TAHRİF KAVRAMININ TANIMI l- Kurân'da HRF Maddesi ve İştikâkı Harefe maddesi Kurân-ı Kerîm'de fiil olarak tef’îl vezninde çoğul kullanımlarıyla 4 ayet-i kerîmede, isim olarak ise 2 ayeti kerîmede olmak üzere toplam 6 yerde geçmektedir. Harefe maddesinin fiil olarak kullanıldığı ayetler Bakara Suresi 75, Mâide 13 ve 41. Ayetler ve Nisâ suresi 46. Ayetlerdir. İsim olarak kullanıldığı Enfal suresi 16. Ayette savaşta bir tarafa çekilme anlamında yine Hac suresi 11. Ayet-i kerîmede ise kulun Allah'a tek taraflı yalnızca bolluk ve rahatlık dönemlerinde ibadet etmesi anlamında kullanılmıştır. Tahrif, bozmak ve değiştirmek manasınadır. Bunun aslı, bir şeyden dönmek ve meyletmek anlamındadır. Tahrif bir şeyi hakkından saptırmaktır. Tahrifin geçtiği ayetlerde tahrifin ne şekilde olduğu konusunda farklı görüşler söz konusudur. Tahrif kelimesinin geçtiği ayetlere baktığımızda; " Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi " Ayette kastedilen tahrifin hükümleri değiştirme, Tevrat'ta peygamberin sıfatlarını değiştirme veya gizleme, recm ayetini tevil yapma, dillerini kalplerindekine göre eğip bükme şeklinde olduğu söylenmiştir. Nisa süresi 46. Ayette "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak;" işittik ve karşı geldik", " dinle dinlemez olası", "râina" derler. Eğer onlar " işittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar." "Dilleri eğip bükerek dine dokunarak" ifadesiyle iki manaya hamledilmesi gereken kelimeyi hoş görülmeyen bir manaya hamledecek tahrif yapmak ve Peygamberin nübüvvetin gerçekliğini küçümsemek kastedilmişti. Yahudilerin dillerini eğip bükerek ayette söyledikleri ibareler, dini kötülemeleri ve Peygamber Efendimize hakaret etmek istemeleridir. Mâide Suresi 13. Ayette: "Sözlerini bozmaları nedeniyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler. Kendilerine öğretilen ahkâmın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." Bu ayette değiştirilen şeyin recm ayeti olduğu söylenmiştir. Râzî'ye göre buradaki tahrif işi " batıl, yanlış tefsir ve teviller yapma" manasınadır. Hükümlerde yapılan tahrifin dayanağı olarak Mâide 41. ayeti göstermişlerdir. Ayetin metni; " Ey Râsul! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde konuşanların hali seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen bazı kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler." "Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Müfessirlerin genel görüşü ayetteki tahrifin hükümlerde yapılan tahrif olduğudur. Recm cezasını sopa ve tahmini (yüzü karartma) cezası ile değiştirmeleri gibi. Ayrıca Nebi'den işittiklere şeye yalan isnat ederek değiştirmeleridir. |
07 Temmuz 2009, 11:18 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
2- Kurân'da Tahrif Istılahı ve Anlamı Kurân'da tahrif kavramı tahrif lafzı olarak geçmemektedir. Fiil kullanımlarıyla Tef îl vezninde çoğul olarak daha önce belirtildiği gibi Bakara 2/75, Nisa 4/46, Mâide 5/13, 41 ayetlerde geçmektedir. Harefe maddesinin iştikakı bölümünde açıklandığı gibi kutsal kitapların değiştirilmesi, asıl anlamından uzaklaştırılması anlamında kullanılmıştır. B- KURÂN'DA TAHRİF KAVRAMININ TAHLİLİ l- Kurân'da Tahrif Kavramının Anlam Alanı a- Temel Anlamı Tahrif kavramının geçtiği ayetlere baktığımızda ister lafızlarda yapılan değişiklik olsun, ister yorumda, ister hükümlerde ve isterse lisanla yapılan tahrif olsun ortak anlam kelimeyi asıl anlamından uzaklaştıracak şekilde bozmak ve değiştirmektir. Tahriften kasıt budur. b-Yan Anlamı ba-Tağyîr kavramı Kurân'da "tahrif kavramı ile yaklaşık aynı semantik alanı paylaşan iki kelime daha vardır. Bunlardan bir tanesi de tağyir kelimesidir ki, değiştirmek, olduğundan başka bir hale sokmaktır. Tağyir kelimesinin bu anlamda geçtiği ayet Ra'd sûresi 11. ayettir: "Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez." Tahrifin özünde olan değiştirme anlamı bu ayette de mevcuttur. Bir toplumun kendilerindeki özellikleri değiştirmesi bulunan özelliklerinin tam tersine bir özellik kazanmaları, huy ve tabiatta bulunan bir değişiklik olması anlamındadır. Aynı anlamda örnek gösterilebilecek başka bir ayette ise, "Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah, işitendir, bilendir." bb- Tebdil Kavramı Bir şeyi diğer bir şeyle değiştirme, bir şeyin diğer bir şeyin yerini alması anlamına gelir. Bu kelime, bir şeyin suretini değiştirmek, sözü tahrif etmek, bir şeyin yerine başka bir şeyi bedel getirmek ifadeleri ile anlamlandırılmıştır ki Kurân'da daha çok bu anlamı teyit eden örnekler vardır. "Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik " seyyie yerine hasene getirildiğini, "Biz bir âyetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir, "sen ancak bir iftiracısın" dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler ayeti de bir ayeti diğer bir ayetle değiştirmeyi, " Onların derileri pişip acı duymaz hale gelince, derilerini başka derilerle değiştireceğiz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakimdir." Ayeti cehenneme duçar olanların yanan derilerinin yenileceğini, Yunus Sûresi 15. Ayeti kerîme ise: Allah'a, ahiret'e inanmayanların, Peygamberden işlerine gelmeyen ifadelerin yerine başka ifadelerin getirilmesini talep ettikleri belirtilmektedir. Tebdil kelimesinin geçtiği ayetlerde ortak olan nokta; bir şeyin yerini alternatifinin alması yani değişen şeyin yerine bedel olabilecek başka bir şeyin olmasıdır. 2- Kurân'da Tahrif Kavramının Müteradifleri a- Tebdîl "Tebdil", Arapça beddele fiilinin mastarıdır. "Tahrif gibi "değiştirmek" anlamına gelir. Kurân-ı Kerîm’de tahrif anlamında sadece iki ayette geçen "tebdil" kelimesi, Hz. Musa dönemi İsrailoğulları ile ilgilidir. Bedelle kelimesinin bu anlamda geçtiği ayetler Bakara suresi 2/59, Araf suresi 7/162. ayetlerdir. (İsrailoğullarına) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yeyin, kapısından eğilerek girin, (girerken) "Hıtta!" (Ya Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım, zira biz iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik" "Fakat zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik." Bakara 2/58-9) Müfessirlerin zikrettiklerinin özeti ve hadislerin akışından ortaya çıkan husus şudur: İsrailoğullarının "Arz-ı mev'ûda" şükür ve nimet duygularıyla gelip yerleşmeleri gerekiyordu. Burası ister Kudüs ister Şittim ister Eriha olsun, onların asırlarca özlemini duydukları bir ülkeydi. Onlara secde ederek girmeleri emrolunmuşken, başlarını kaldırarak emekleyerek girdiler. Hitta, yani "günahlarımızı bağışla" demeleri emredilmişken "arpa içinde buğday" diyerek alay ettiler. Böylece Yahudiler Allah'ın emrine kavlen ve fiilen boyun eğmediler ve buyruğunu değiştirdiler. Bu, işe direnmenin ve muhalefetin son sınırıydı. Bunun üzerine Allah; onlara gazabını, Allah'ın itaatinden çıkmaları sebebiyle azabını indirdi. Tevbe ve istiğfarla emredilen şeyi, dünya nimetlerini talep etmek suretiyle değiştirdiler. Yani af yerine menfaat istediler. Esasen bunların kendilerine emredilen sözü değiştirmeleri mutlaka bir kelime yerine başka bir kelime söylemeleri anlamına gelmez. Kendilerine emredilen tersine davranmaları da, Allah'ın buyruğunu değiştirmeleri demektir. Yani muhalefet etmeleri bir tahriftir. İsrailiyyat'tan rivayet edildiğine göre; bu tebdil Arapça ve İbrani'ce lafızlar arasında olmuştur. Fakat bunun bir güvenilirliği yoktur. Bu tür rivayetler Ka'bil- Ahbardan rivayet edilmiştir. b-Kitmân "Kitmân" Arapça keteme fiilinin mastarıdır. Birisi bir haberi saklamak anlamına gelir. Medine Yahudilerine ve Hıristiyanlara hitap eden ayetlerde geçmektedir. ba- Kitmânm Mahiyeti Bakara sûresi 146. Ayette bile bile gerçeği gizlemek ifadesi vardır. Zararlı olduğunu bile bile zararlı bir şeyi yapmak, zararlı olduğunu bilmeden yapmaktan daha kötüdür. Bakara suresi 42. Ayet hakkı bilen kimsenin onu ortaya koymasının vacip, gizlemesinin ise haram olduğunu gösterir. "Bile bile, bildiğiniz halde" sözüne gelince bunun manası şudur: "Yani siz insanları saptırmanızdan dolayı, kıyamet günü size dönecek olan büyük zararı biliyorsunuz, bunu bile bile yapmayınız" Çünkü hakkı batıl ile karıştırmak kıyamet gününe kadar onları haktan men etmeye ve kıyamete kadar onların batıl üzerinde bulunmasına sebep olmaktadır. Bu her ne kadar Yahudiler hakkında varit olmuşsa da, diğer bütün insanlar için de bir uyan ve onları böyle bir şeyden sakındırmadır. Allah, kendisine kitap verilenlerden "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler, Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü" Allah kitap verilenlerden hakkı konuşacaklarına ve onu amelle tasdik edeceklerine dair söz almıştı. Onu arkalarına attılar, sözü yerine getirmemekle, onunla ameli terk etmekle, mîsâkı boşa çıkarmak, kitabı değiştirmekle kötü bir alışveriş yaptılar. Rasulullah (s.a.v.), Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir kimseye bir ilimden sorulur, o da onu ketmederse, o kimse ateşten gem ile gemlenir" buyurmuştur. Katâde: "Şu mîsâkı Allah, Ehl-i İlim üzerine almıştır. Bir kimse bir şey biliyorsa, onu başkalarına öğretsin, ilmi gizlemekten sakının, zira: hakikaten bu helaktir" demiştir. Yine Katâde: Konuşulmayan ilmin benzeri, istifade edilmeyen hazinenin benzeri gibidir" bb-Kitmanın Şekli (1) Hz. Peygamber'in Risâletini Gizleme Bakara suresi 146. Ayet Ehl-i Kitabın Peygamberin nübüvvetini, misakını gizlediklerini çok açık bir şekilde dile getirmektedir: "Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (o kitaptaki peygamber) öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler." Buradaki zamir, Rasulullah (s.a.v.)' e aittir. Yani "Onu apaçık bir bilişle bilir, kendi oğullarım bilip, onları başkalarının oğullarıyla karıştırmadıkları gibi peygamberi de başkalarından kolayca ayırt ederler. Buradaki hu zamiri kıble meselesine râcidir diyenler olmuştur. Peygamberlik, ilim kelimesiyle söylenmiştir. Onlar bu ilmi oğullarım bildikleri gibi bilirler. Kurân-ı Kerîm'de kıblenin tahvili işinin Tevrat ve İncil'de zikredilmiş olduğu haber verilmemiştir. Fakat Muhammed (s.a.v.)'in nübüvveti Tevrat ve İncil'de zikredilmiştir. Yani buradaki hu zamiri Muhammed (s.a.v)'in nübüvvetine işaret etmektedir. Gizleme kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde de ortak olan Peygamberin ismini, sıfatlarını, nübüvvetini gizlemiş olduklarıdır. (2) Tevrat Sahifelerini Gizleme "(Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kağıtlara, yazıp(istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kurân'da) size öğretilmiştir. (Resulüm) sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar! Onlar, Tevrat'ı sahifeler (kitap) haline getirip, onu bölümlere ve kısımlara ayırınca, bir kısmını açıklayıp, bir kısmını gizlemeye imkan bulmuşlardır. Gizledikleri şeyler de Hz.Muhammed (s.a.v.)'ın sıfatları belirtilmiş olan Tevrat sahifeleridir. "İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder" "İndirmiş olduğumuz apaçık deliller" ifadesinden murat peygamberlere, akli deliller dışında indirilen semavi kitaplar, hidayet sözünün kapsamında ise akli ve nakli deliller girmektedir. Yani buradaki gizlemek, Peygamberin sıfatlarını, risâletini gizleme olabileceği gibi Kitabın kendisini gizleme manası da taşıyabilir. c-Lebs ca- Hakkı Batılla Karıştırmak "Lebs", Arapça lebese fiilinin mastarıdır. "Karıştırmak" anlamına gelir. Ehl-i Kitab, Kurân-ı Kerîm'de geçen iki ayette hakla batılı birbirine karıştırmakla suçlanmıştır. "Elinizdekini (Tevrat'ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğime (Kurân'a) iman edin. Sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden (benim azabımdan) korkun". "Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin" "Hakkı Batıl ile karıştırmayın", yani bu delilleri bilen kimsenin zihnini bulandırmaya çalışmayın. Hakkı gizlemeyin" buyruğu da hakkı bilmeyen kimselerin o delillere ulaşmaması için engel olmayın anlamındadır. Hakkı Batıl ile karıştırıp aldatmayın; doğruyu, yanlışlarla bulayıp da bile bile gizlemeyiniz demektir. Bu ayetin anlamı çok kapsamlıdır. İlme ve amele dair hususları kapsar. " İnsanları aldatmayınız. Sahtekârlık yapmayınız" mealinde bir genellemeyi ifade eder. Bunanla beraber kelamın şevki bilhassa ilmi değeri hedef oluyor. Nice kimseler vardır ki, ilmi gerçekleri bozarlar, kötüye kullanırlar, onları kendi gönüllerine göre evirerek çevirerek aslından çıkarırlar, bakırı yaldızlar, altın diye satarlar. Bu durum İsrail oğulları haberlerinde çok vardı. Bunlar kendi yazdıkları fikirleri, tevilleri, tercümeleri, Tevrat'ın aslı ile karıştırıyorlar, seçilmez bir hale getiriyorlardı. Bakara sûresi 79. Ayette: "Yazıklar olsun o kimselere ki, Kitabı elleriyle yazıp sonra "Bu Allah katındandır" derler. Kendi yazdıkları tercümeleri "İşte Allah'ın Kitabı" diye Tevrat yerine koyuyorlardı. Hakkı batılla karıştırmaktan kasıt yani onlar münezzel, vahyedilmiş ayetleri, muharref ve uydurma şeylerle karıştırıyorlardı. Yani Tevrat'ı tahrif etme anlamı verilmiş hakkı batılla karıştırmaktan kasıt budur. "Hakkı batıl ile karıştırmayın" Yani Yahudilik ve Hıristiyanlığı İslâm'la karıştırmayın. Hak olan Tevrat'tır, batıl olan onu elleriyle yazmalarıdır. |
07 Temmuz 2009, 11:22 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
cb- Halkı Hakka Karşı Şüpheye Düşürmek Hakkı batılla karıştırmanın kapsamına deliller arasına batıl unsurlar sokarak şüphe uyandırmak da girer. Bakara 2/42'de geçen: Hakkı batıl ile karıştırmayın yani; "Dinleyicilere yönelttiğiniz şüpheler ile onlar vasıtasıyla hakkı bürümeyin, gizlemeyin. Çünkü Tevrat ve İncil'de geçen Hz. Muhammed’le alakalı ayetler anlaşılması için istidlale ihtiyaç duyan kapalı metinler idi. Sonra Ehl-i Kitabın alimleri, şüpheler etmek suretiyle bu nassların delalet yönlerini bulandırmışlar ve onlar hususunda mücadeleye girişmişlerdir. Ali İmran 3/187. ayette geçen gizlemeden nehyetmenin manası bu ayetlere yanlış manalar verip arasına onları bozacak şüpheler sokmamalarıdır. Ali İmran 71. Ayet ile 72. Ayet arasında bir bağlantı kurulabilir. "Ehl-i Kitap'tan bir grup şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olanına sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkar edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler." Onlar, İslâm Dini hakkında insanları kuşkuya düşürmek için sabahleyin İslâm kabul etmiş görünüyor akşamleyin de döndüklerini söylüyorlardı. Bu da bir hakkı batıl ile karıştırmaktır. d- Leyy "Leyy", Arapça leva fiilinin mastarıdır. "Dinleyici anlamasın diye dili eğip bükmek" demektir. Yalan söylemekten kinayedir. Kurân-ı Kerîmde iki ayette geçmektedir. " Ehl-i Kitap'tan bir grup okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ediyorlar." Yalnız kitap değil, bir söz söyledikleri zaman duydukları ve kalplerinde bildikleri gibi dosdoğru söylemeyip değiştirerek söylemeleridir.. Çünkü Yahudiler Hz.peygamberin huzuruna gelirler, bazı şeyler sorarlar, yanından çıktıkları zaman Peygamberin sözlerini değiştirerek yaymaya çalışırlardı. e- Nisyân "Nisyan", Arapça nesîe fiilinin mastarıdır. "Unutmak" anlamına gelir. Kurân-ı Kerîm'de Hz.Musa dönemi Yahudileri ve Medine Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil olan ayetlerde olmak üzere toplam dört ayette Ehl-i Kitabın Allah'a verdikleri sözü unuttuklarından bahsedilmektedir. Mâide 13. Ayet-i kerîmede: "Onlar nasihat ve ihtar edildikleri şeylerden bir kısmını unutup terk ettiler" buyurmuştur. İbn Abbas (r.a.) "Onlar, kitapları (Tevrat'ta) emrolundukları şeylerden bir kısmını unuttular, terkettiler, o da Hz.Muhammed (s.a.v.)'e imandır." demiştir. "Biz nasârayız diyenlerden de misâklarını almıştık. Neticede onlar da kendilerine verilen nasihatlardan bir kısmını unutup terkettiler. Biz de aralarına, kıyamet gününe kadar düşmanlık, kin ve buğz yerleştirdik. Allah, onlara yapmış oldukları şeyleri tek tek haber verecektir." Bu ayet ile Allah'a verdikleri mîsâkları (sözleri) bozma hususunda, Hıristiyanların da tıpkı Yahudiler gibi olduğu kastedilmiştir. Mîsâklarını almıştık ifadesi "Hz.Muhammed (s.a.v.)'e iman etmeleri İncil'de yazılı idi" manasına gelir. Ayetteki bir kısım kelimesinin nekre olarak getirilmesi, bununla bir tek kısmın kastedildiğini gösterir ki, bu kısım, Hz.Muhammed (s.a.v)’e iman hususudur. Cenab-ı Allah, onlara emrettiği birçok şeyi terk etmiş olmalarına rağmen, bilhassa tek bir hisseyi terk etmelerinden bahsetmiştir. Çünkü bu en büyük ve en mühim kısımdır. Ehl-i Kitabın kitaplarına karşı kayıtsızlığını dile getiren diğer bir ayet: "Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği gün önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Şimdi bizin şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler veya geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kendilerinden kaybolup gitti." Ayetteki nesûhu kelimesinin, "Onlar, onunla amel etmeyi bıraktılar ve ona iman etmeyi bıraktılar" manasında olması da mümkündür. 3- Kuranda Tahrif Kavramının Dolaylı Müteradifleri a- İnkâr aa-Ayetleri (Vahyi) İnkâr "Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindekini (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır. "De ki Ey Ehl-i Kitab Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın ayetlerini inkar edersiniz" " De ki: Ne dersiniz, eğer o (kurân) Allah tarafından ise siz de onu inkâr etmişseniz o zaman haktan bir ayrılığa düşenden daha zalim kim vardır." "Kendilerine hak gelince bu apaçık bir büyüdür, biz onu tanımıyoruz dediler." "Bu Kuran eskilerin masallarından başka bir şey değildir." Aynı formatta başka ayetler de mevcuttur. ab- Peygamberleri İnkârı Kurân'daki tahrif kavramının genel çerçevesine baktığımızda kilit noktayı Ehl-i Kitabın (Yahudilerin) Peygamberleri yalanlamaları özellikle de son peygamberin nübüvvetini kabule yanaşmamaları ve gönderdiği kitabı tanımamaları gelir. "Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup bile bile gerçeği gizler." Aynı merkezde başka bir ayet de Enam sûresi 20. Ayettir. "O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrail bilginlerinin onu (Kurân-ı) bilmesi, onlar için bir delil değil midir? Şuarâ süresindeki bu ayet bilginlerin Peygamberin risâletini çok iyi bildiklerine iyi bir kanıttır. Fakat İsrailoğullarının bilginleri bu gerçeği bilmelerine rağmen inkâr etmişlerdir. "Hatırlayın ki, Meryem oğlu İsa : "Ey İsrail oğullan! Ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim demişti. Fakat, o kendilerine açık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler." b- Tekzîb Ehl-i Kitabın Kurân'ın ayetlerini tasdik etmesi gerekirken tam tersine davranmış, yapılması gerekenin dışında davranarak ayetleri yalanlamışlardır. Bu açıdan yalan da Ehl-i Kitabın Kurân ayetlerini tahrif etmesi ve değiştirmesiyle ilgili bir kavramdır. Çünkü tahrif etmeleri ve değiştirmeleri de bir çarpıtma, düzme ve yalan üzerine kuruludur. Ehl-i Kitabın Kurân ayetlerini yalanlaması ayetlerde sıkça bahis konusu edilir. Örneğin: "Allah'ın ayetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola iletmez ve onlar için elem verici bir azap vardır. Allah'ın ayetlerine inanmayanlar ancak yalan uydurur. İşte onlar yalancıların ta kendileridir." "Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir." "Halbuki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yapmakta oldukları amellerden başka bir şey için mi cezalandırılırlar." Yunus Sûresi 37-38-39. Ayetlerde de Kurân'ın yalanlanmasından bahsetmektedir. c- Şirk ca- Varlıkları Tanrı Edinme (Buzağıya Tapma) İsrail oğulları apaçık delilleri gördükten kısa bir müddet sonra Hz. Musa yanlarından ayrılır ayrılmaz buzağıya tapmışlardır. Sözlerinde durmamış Tevrat'ı kabul etmekten imtina etmiş de böylece tepelerine Tur dağı kaldırılmıştı. İsrailoğullarının buzağıyı Tanrı edinmesiyle ilgili ayetler Bakara ve Araf suresindedir. cb- İnsanları Tanrı Edinme 'Yahudiler, Üzeyr Allah'ın oğludur dediler. Hıristiyanlar da Mesih (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan batıla döndürülüyorlar). Yahudi ve Hıristiyanların "Allah'ın oğlu" sözü, ağızlarıyla söylenmiş sözleridir. Bu, onlara başkaları tarafından isnat olunmuş bir iftira değildir. Müşriklerde "Melekler, Allah'ın kızlarıdır" diyerek kâfir oluyorlardı ki Yahudi ve Hıristiyanların bu "oğul" cinsinden sözleri de tıpkı ona benzer, onun gibi küfür ve şirktir. Bunlar Ehl-i kitaptan olmakla beraber müşriklere benzerler. Bu açıdan müşrik sayılırlar ve Allah'a mümin değil, kâfirlerdir. "Şüphesiz Allah Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler and olsun ki kâfir olmuşlardır. De ki : Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih'i anasını ve yeryüzündekilerin hepsini imha etmek gerekirse Allah'a kim bir şey yapabilecektir!. Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O dilediğini yaratır ve Allah her şeye tam manasıyla kadirdir." cc- Din Adamlarını Rab Edinme "Yahudiler Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki onlara tek ilaha kulluk etmeleri emrolunmuştu. Ondan başka Tanrı yoktur. O bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." Bu ayette yine İsrailoğullarının yaptığı şirkten bahsediliyor. Onlar, Allah'ın emrine, Hakkın hükmüne değil, onların iradelerine tabi oldular Allah'ın emirlerini bırakıp açıkça Allah'ın emirlerine ters düşen keyfi arzularına itaat eylediler. Allah'ın haram kıldığı şeyleri onların emriyle helal gördüler. İsrailoğulları Allah'ın koyduğu hükümleri hahamların koyduğu hükümlerle değiştirmiş ve bir nevi tahrif yapmış oldular. Bu ise apaçık bir şirk ve zulümdür. cd- Allah'a Çocuk İsnadı "Rahman çocuk edindi" dediler. Hakikaten siz pek çirkin bir şey ortaya attınız." "Allah, çocuk edindi" dediler. Haşa! O bundan münezzehtir. Oysa, göklerde ve yerlerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir." ce- Teslis Andolsun ki "Allah, üçün, üçüncüsüdür " diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir." Allah bu ayette, teslis inancında olan bütün Hıristiyanların iddia ettikleri üçlemenin iç yüzünü, "üçün üçüncüsü" diye iki kelimede özetlemekle, her iki yönde küfürlerini yemin ve tekit ile açıklamıştır. d- İstihza Kurân-ı Kerîm’de Ehl-i Kitabın ayetleri yalanlamayla birlikte alaya aldıklarını, önemsemediklerini zikreden ayetler mevcuttur. "Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir." Şuarâ sûresi 16. Ayet de aynı anlamdadır. "Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince onlar kendilerinde bulunan (beşeri) bilgiye güvendiler (onu alaya aldılar) Alaya aldıkları şey kendilerini boğuverdi." "Eğer onlara sorarsan, elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyorsunuz." "İşte, inkar ettikleri, ayetlerimi ve resullerimi alaya aldıkları için onların cezası cehennemdir. Alaya alma Câsiye Suresi 35/ 8-9. ayetlerde geçmektedir |
07 Temmuz 2009, 11:27 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
II- KURAN'DA TAHRİF OLAYININ TETKİKİ A- TAHRİF OLAYININ TARAFLARI AÇISINDAN l- Tahrif Edenler Kurân-ı Kerîm'de tahrif ayetleri iyice tetkik edildiğinde bu ayetlerin medeni olduğu ve Yahudilere hitap ettiği anlaşılır. Aynı şekilde özelde Hıristiyanlara da hitap eden ayetler mevcuttur. "Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik. İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler, kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır. Hıristiyanların da Kitaba karşı olumsuz bir tavır içerisinde bulundular; "Biz Hıristiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık ama onlar da kendilerine zikredilen önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir." şeklindeki ayet dile getiriyor. Kurân'da mantıki olarak Yahudilere yapılan tahrif ithamı, aynı şekilde mukaddes kitaplardaki, Peygamberin risâletinin gerçekliğine şehadet eden parçaları gizledikleri için Hıristiyanlara da teşmil edilmiştir. Krş.III, 64-65'deki "Ey Kitap Ehli olanlar" hitabı ile İbn Hişam, s.3887'de Peygamberin risâletinin önceden bildirilmesi bahsi, aynı şekilde kendisi tarafından reddedilmiş olmasına rağmen İsa'nın Tanrı olarak tesmiyesi ve teslis akidesi de mukaddes kitabın tahrif edilmiş olmasına atfolunmaktadır.(V.l 16) Yahudi ve Hıristiyanları içine alacak şekilde genel bir tarzı da bulunmaktadır: "De ki Ey Ehl-i Kitab Tevrat'ı, İncili ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir esas üzerinde değilsiniz" 2- Tahrife Karşı Duranlar a- Ulûhiyyet Boyutu Kurân-ı Kerim’de kitaplarım tahrif etmeleri, kitabı uygulamamaları, inkar etmeleri ve tebliğ olayını gerçekleştirmek bir yana kitaplarında bir kısım hilelere başvuran mîsâklarını yerine getirmeyen Ehl-i Kitaba karşı çok sert bir üslup kullanılmaktadır. Bu tehditlerin en başında manevi bir vaîd olarak lanete uğramaları gelmektedir. Bunu elim bir azaba, cehennem ateşine maruz kalmaları, kalplerinin mühürlenmesi, dünyada iken zillete yoksulluğa mahkum olmaları, suretlerinin maymun ve domuza çevrilmesi gibi çeşitli tehdit ve azap ayetleri takip etmektedir. Ehl-i Kitabın kitaplarını tahrif etmelerine karşılık Ulûhiyyet boyutu çerçevesinde bir karşı duruş ve üslup olarak maddi ve manevi vaid ayetleri sonuç bölümünde ele alınacaktır. Fakat birkaç ayet örnek vermek gerekirse; "Allah'ın kitap'tan indirdiklerini gizleyen ve onu az bir bedel karşılığında satanlara gelince, işte onların yedikleri, karınlarında ancak bir ateş olur. Kıyamet günü Allah onlarla ne konuşur, ne de onları temize çıkarır. Can yakıcı azap onlaradır." "İşte bunlar, doğru yola karşılık sapıklığı ve bağışlanma yerine azabı satın alanlardır. Ateşe ne kadar da dayanıklıymışlar!" "Allah’ın ayetlerini inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere can yakıcı bir azap vardır." " İsrailoğullarına bir sor: onlara apaçık nice belgeler verdik, Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra kim değiştirirse, şüphesiz Allah'ın onu cezalandırması çetin olur" b-İnsan Boyutu Kuran ayetlerini tahrif eden gereğini yerine getirmeyen ve ihtilaf eden Ehl-i Kitabın aksine, vahyin gereğini yerine getiren Ehl-i Kitap içerisinde inanan gruplar ve Müslümanlar tahrif olayına karşı duran kesim içinde değerlendirilebilir. Allah'ın ayetleri inkar eden topluluğun yaptığının zıddına olarak: "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın…..” şeklindeki ayet kitaplarında ihtilafa düşen, paramparça olan Ehl-i Kitaptan farklı olması gereken inanan kesime hitap etmektedir. Tahrif ayetlerinde ön plana çıkan muhataptır. Muhatabın, yani ehl-i kitabın, kendi ilâhî kitaplarına karşı tavır ve davranışlarıdır. Ayrıca tüm Ehl-i Kitap değil, onlardan bir gruptur. "Hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk vardır..." "Ehl-i Kitap'tan öyleleri vardır ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır." Ehl-i Kitap'tan vahye karşı olumlu tavır içinde olduğunu dile getiren başka ayetler de mevcuttur. B-TAHRİF OLAYININ MAHİYETİ AÇISINDAN l- Tahrif Olayının Karakteristik Özellikleri a- Telaffuzda Yapılan Tahrif Yahudilerin kelimelerin söyleniş tarzlarını değiştirdiklerini örnekleriyle çok açık bir şekilde ifade eden ayet Nisa sûresi 46. Ayettir. "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) "İşittik ve karşı geldik" dinle, dinlemez olası", "ra’ina" derler. Eğer onlar "İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet" deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı, fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar." Dili eğip bükmek: Bu ayette geçen (yelûne) "eğerler" kelimesinin mastarı olan (leyy) kelimesi, bir şeyi büküp onu dümdüz ve dosdoğru olmaktan çıkararak eğriltmektir. Nitekim (leveytü yedehu) "elini büktüm", bir şey sapıp eğrildiğinde inhiraf ettiğinde (ilteva es-şeyü); bir kimse dilini sözünü eğip büktüğü zaman (leva lisanühü en keza) "sözünü şu şeye karşı eğdi büktü" denilir. Ayetten anlaşıldığı gibi Yahudilerin bazıları Hz.Peygamber ve Müslümanlarla konuşurken kullandıkları bazı kelimeleri, dillerini eğip bükerek, kendi dillerinde kötü anlama gelecek biçimde söyleyip böylece görünüşte güya iltifat, gerçekte ise hakaret etmek istemişlerdir. Yapılan tahkir ifadelerini şöyle sıralayabiliriz; "Semi'na ve ‘Asayna": Hz.Peygamber onlara bir şey emredince, onlar zahiren dinledik" diyorlar kendi kendilerine kaldıklarında ise " isyan ettik" diyorlardı. Veya onlar Hz. Peygambere muhalefetlerini açıktan yapmak ve onun emirlerini küçümsemek için "işittik ve isyan ettik" şeklindeki sözlerini açıktan söylüyorlardı. Arapça'da "isyan ettik" anlamındaki bu kelime İbrani'ce de ise " yaptık" demektir. Vesma’ gayra müsme’in: Dinle diyecek yerde ; "işit, işitmez olası "demişlerdir Bu iki manaya gelen bir ifade olup, hem medih manasına hem de horlama ve kınama manasına muhtemeldir. Medih manasında olursa: "Dinle, ey nahoş bir söz dinletilmeyecek insan" anlamına gelir. Zem ve Kınama ifade ettiğinde çeşitli anlamlara gelir. l- “Dinle, ey dinlemez olası” 2- “Dinle, ey söz dinlemez” 3- “Dinle ey haber duymayası!” gibi hakaret anlamlarını ifade eder. Râinâ: Onların sapıklıklarının dördüncü çeşidini de: "Onlar dillerini eğerek, bükerek ve dine de saldırarak "Râinâ" derler ifadesi belirtmiştir. Bununla ilgili şu vecihler vardır. a) Bu Yahudilerin kendi aralarında, alay ve istihza için çokça kullandıkları bir kelimedir. İşte bundan ötürü Bakara suresi 104. Ayetten de anlaşıldığı gibi, Hz.Peygamber (s.a.v.)'e bu kelimeyle hitap etmekten nehyolundular. b) Bu kelime, " Sözümüze kulak ver, bizi dinle ve anla" manasınadır. Bu ise kendilerinin peygambere hitap ederken kullanmaması gereken cümlelerdendir. Aksine peygamberlere, tazim ve saygı ifade eden cümlelerle hitap olunur. c) Onlar bu kelimeyi kullanıyor ve zahiren Hz.Peygamberin, sözlerine kulak vermesini istiyorlarmış zannını uyandırıyor, ama bununla kendi dillerindeki bir sövme ifadesini kastediyorlardı. d) Onlar dillerini eğip büküyorlar ve böylece "Râ’inâ" (bize bak) ifadesi "Râ’inâ" (bizim çobanımızsın) şekline dönüşüyordu. Onlar, bununla "Sen bizim koyunlarımızı güden bir çobansın" demek istiyorlardı. Cenabı Hak, onların dine saldırıp, onu tenkit etmek için bu gibi şeyleri yaptıklarını beyan buyurmuştur. Çünkü onlar, arkadaşlarına "Biz ona sövüyoruz, ama anlamıyor. Eğer o bir peygamber olsaydı bunu mutlaka anlardı." diyorlardı. Bundan dolayı Allah’u Teala, onların bu durumunu ortaya çıkarmış ve peygamberine, onların kalplerinde yatan o pisliği haber vermiştir. Dillerini eğip bükmekten maksat, "Onlar kelimeye yöneliyorlar, o kelimenin irabını, manayı değiştirecek bir biçimde tahrif ediyorlardı. Bu durum, Arapların lisanında çokça görülen bir durumdur. Aynı şeyin İbranice'de de yapılmış olması uzak bir ihtimal değildir. "Allah'ın kelamını dinlerlerdi ve akılları yattıktan sonra bile bile bunu değiştirirlerdi" ayeti konusunda şöyle denilmiştir. Bunlar Yahudilerdir. Onlar Allah'ın kelamını tahrif ediyor ve maksadından çeviriyorlardı. Cenab-ı Hakkın “akılları yattıktan sonra” ifadesi; onların uydurdukları şeyin bozukluğunu bildikleri halde, bu hususa inat ederek, kasıtlı olarak yönelmeleridir. İşte bu sebepten ötürü sözün onlardan alim olanlara hasredilmesi gerekir. Kâdi şöyle demiştir: “tahrif ya lafızda ya manada olur. Tahrifi, lafzı değiştirme manasına hamletmek manayı değiştirme manasına hamletmekten evladır. Çünkü Allah’ ın kelamı olduğu gibi kaldığı halde onlar onun manasını değiştirdikleri zaman kelamın bizzat kendisini değil, manasını tahrif etmiş olurlar”. İbn Abbas (r.a.)’ dan Yahudilerin dinledikleri ilahi kelama ilaveler ve çıkarmalar yaptıkları rivayet edilmiştir. Ayetlerde kastedilen tahriflerden murat, eğer Tevrat’ ın lafızlarını ve bu lafızların icablarını değiştirmek olursa, buna cüret edenlerin yalan üzerinde ittifak etmeleri mümkün olabilecek küçük bir grup olması gerekir. Lafızda yapılan tahrife örnek olarak Nisa 46’ daki “semi’na ve asayna” ifadesini örnek olarak gösterebiliriz. “Ata’na” ifadesinin yerine getirilen bu kelime harf değişikliği olmuştur. Yani lafzın kendisinde bir değişiklik söz konusu olmuştur. Lafızda yapılan tahrife diğer bir örnek de Yahudi bilginlerinin kendi kitaplarında Allah’ ın indirdiği şekilde Hz. Muhammed (s.a.v.)’ in sıfatlarını görmeleri ve onun yerini değiştirmeleridir. Mesela onlar Tevrat’taki “reb’a” kelimesini kaldırıp onun yerine “ademü tavil” uzun boylu adem ifadesini koymuşlardır. |
07 Temmuz 2009, 11:30 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
b- Yorumda Yapılan Tahrif Hükümlerin değiştirilmesi yoluyla yapılan tahrif yorumda yapılan tahrif olarak kabul edilmiştir. Hükümlerde yapılan tahrife Mâide suresi 41. ayeti örnek gösterilmiştir. Ayetteki: “onlar kelimeleri (Allah tarafından) konuldukları yerlerinden değiştirir (bozarlar)” ifadesi, yani, “Allah onu yerlerine yerleştirdikten sonra” demektir. Daha açıkçası: “Allah, farzlarını farz, helali helal, haramı da haram kıldıktan sonra…” demektir. Mâide suresi 41. ayetin sebebi nüzulü tefsirlerde şöyle rivayet edilir. Medinelilerden evli bir erkek evli bir kadın ile zina etmişti. Dediler ki biz bu davayı Muhammed’e soralım. Eğer yüz sopa ve tazir ile hüküm verirse bu kral olan bize bir zararı olmaz; eğer recm ile hüküm verirse o halde Nebi'nin elimizdekini bizden almasından korkalım. O'na geldiler. Peygamber onlardan Tevrat'ı en iyi bilen kişiyi sordu. Abdullah b. Surya olduğunu ona söylediler. Resulullah Abdullah b. Surya ile yalnız kaldı. O'na yemin verdirerek Tevrat'taki zina hükmünün recm olup olmadığım sordu. Abdullah b. Surya evet diyerek cevapladı. Rasulullah'ın bu konuda Tevrat'ın hükmü nedir diye yemin ettirdiği Yahudi alimi Peygambere cevaben: Tevrat'ta bunun cezası recm idi fakat zina Yahudiler arasında çoğaldı. Ve onlar cezayı kuvvetli ve soyluya değil, zayıf olanlara uygular oldular. Sonra Tevrat'taki recm hükmünü sopa ve yüz karalamaya çevirmek için fikir birliğine vardılar. Ayetin sebebi nüzulünden anlaşılacağı üzere Yahudiler recm hükmünün cezasını sopa (celd) ve tahmin (yüzü karartma cezası ile değiştirmişlerdir). Mâide suresi 41. Ayeti müteakip ayetlerde de Yahudilerin aşırılıklarından, kitaba uymamalarından bahsedilmektedir. Bu da hükümlerde yapılan tahrifin açık bir kanıtıdır. Mâide Suresi 5/87. Ve Cuma Suresi 62/5. Ayetlerde Yahudilerin Kitabı uygulamadıklarının veya yanlış uyguladıklarının bir delilidir. Ayetin sebebi nüzulü olarak gösterilen başka bir rivayette, Yahudiler içinden seçilen yetmiş kişi (Ehl-i Mîkat)Tur dağında Hz.Musa (a.s.) ile konuştuğu zaman Allah'ın sözünü, emirlerini ve yasaklarını duydular. Sonra: Allah'ın sözünün sonunda " Eğer bu işleri yapabilirseniz yapınız. Ama yapamazsanız bunda bir beis yoktur dediğini duyduk " dediler ve böylece inkarda ve tahrifte bulundular. İsrail oğullarının selefleri bu hal üzerine idiler. Ehli Kitabın dini yapısı içinde yaptıkları yorumların tefsirlerin ilâhî kitabın yerine geçtiği Kurân-ı Kerîm tarafından dile getirilmektedir. Kurân-ı Kerîm'e göre insanların elleriyle yazdıkları kitaba kutsallık atfetmek en kötü işlerden bir iştir. "Yazıklar olsun, elleriyle kitap yazıp sonra bu Allah katındandır diyenlere" ayetinin tefsirinde Makrîzî, Muhammed Abdullah ve Süleyman Ateş'in dediği gibi Ehl-i Kitap, kendilerine gönderilen kitaplar yerine bu kitapların tefsirlerine ve alimlerin yazdığı kitaplara iltifat etmiş, bunları yüceltmişlerdir, bunların yorumlarını daha önemli görmüşlerdir. Hatta kitabın yerine bunların hükümlerini uygulamışlardır. Mesela, Tevrat'ta İsrail oğulları için cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak karşılığında kısasın farz kılındığım hatırlatan Mâide 45. Ayette Yahudileri, Tevrat'ta açıkça yazılı olan bu hükmü değiştirmekle itham etmektedir. Mevcut, Tevrat'ta hala mevcut olsa bu hüküm aslında Talmud Rabbileri tarafından diyete çevrilmiştir. Talmud Rabbilerinin yaralamaların cezasını diyete çevirdiği hüküm Yahudi Şeriatı Halakhah'da yürürlüğe girmiştir. Tevrat'ın kısas hükmü ise Tevrat'ta yazılı kalmıştır. Bunun dışında zina, katl vb. ölüm cezası gerektiren suçların cezası Tevrat'ta ölüm olarak tespit edilmişken Talmud rabbileri bunu da değiştirmiş, suçun çeşidine gire ceza tespit etmişlerdir.Hz.Peygamber döneminde zina eden iki Yahudi'nin katranlanarak eşeğe ters bindirilip halk arasında gezdirilmesi muhtemelen buna dayanmaktadır. Görüldüğü gibi Yahudilikte yorumda ve tefsirler, ilâhî kitabın önüne geçmektedir. Bu kitaplara daha çok önem verilmektedir. Bu nedenle Kurân-ı Kerîm ilâhî kitaplara gereken önemin verilmesi için Ehl-i Kitaba ilâhî kitaplar karşısındaki yükümlülüklerini de bildirmektedir. Kısacası; Tevrat doğuda batıda, bütün insanlara ulaşmış ve pek çok ilim sahibi tarafından da öğrenilip ezberlenmiş bir kitap olduğu halde Yahudiler bu tahrifi nasıl yapabilmişlerdir? Böylesi (yaygın) bir kitaba ilavelerde bulunmak veya ondan bazı şeyleri çıkarmak (gizlemek) mümkün değildir. Zamanımızda bir kimse, Kurân-ı Kerîm'e bazı ilaveler yapmak veya ondan bir şeyler çıkarmak istese bunu yapamaz. Yani ayetlerde Yahudilerin Tevrat'ı tahrif etmelerinden muradın, günümüzde de batıldan yana olanların Kuran ayetlerine yaptığı gibi Tevrat'ın ayetlerini yanlış ve batıl şekillerde tefsir etmeleridir. Kelamcılara göre de tahrif lafızda değildir. Onlar Tevrat ve İncil'in gerçek tefsir ve tevilini gizliyorlardı. Hz.Peygamberin nübüvvetine delalet eden ayetleri yanlış bir şekilde tevil edip doğru manalarından saptırıyorlardı. Tefsirde tahrif kısaca, ortaya şüphe atma ve yanlış yorumlarla bir kelimeyi öteye beriye çekerek manasını haktan batıla çevirmektir ki, bu da tefsir ve açıklamada yapılan bir manevi tahriftir, bozmadır. Fahrettin Râzî "Nitekim zamanımızdaki bidat ehli de görüşlerine aykırı olan ayetlerde böyle yapıyorlar" demiş ve tahrifin tefsirinde bu ikinci şeklin asıl olduğunu da kaydetmiştir. 2-Tahrif Olayının Muhteva ve Form Özellikleri Tahrif ayetleri incelendiğinde tahrifin lafızda, telaffuzda, hükümlerde yapılmış olduğu sonucuna varılır. Şekil itibariyle tahrifin ne şekilde olduğu oldukça muğlaktır. Fakat ayetler bütünlük içinde okunduğunda ve anlaşılmaya çalışıldığında tahrifin bir bozma, değiştirme, anlamından uzaklaştırma şeklinde ilâhî kitaba karşı bir olumsuz tavır olduğu, kitaptaki hükümleri heva ve hevese göre yorumlama, değiştirme veya gizleme şeklinde kitabın gereğini yerine getirmemek olduğu anlaşılır. Kitap Ehl-i bilhassa adı geçen Yahudiler kitabı uygulamamakla hükümlerin zıddına hüküm koymakla suçlanmıştır. Kitabı gizlemeleri muhtemelen Peygamberin nübüvvetini gizlemeleri, işlerine gelmeyen yerleri beyan etmemeleridir. Hıristiyanlar da bazen Yahudilerin ayrı bir grup olarak bazen de Ehl-i Kitap içinde zikredilerek, kitabın gereğini yerine getirmemekle itham edilmiştir. Ehl-i Kitabın yaptıkları bu tahrif, bile bile kasıtlıdır. Bakara 2/75'de akıllan iyice yattıktan sonra ifadesi kullanılmıştır. Tahrifin niye kasıtlı olduğu Tahrif olayının illeti bölümünde açıklanmıştı. Ehl-i Kitabın kitabı gizlediklerini belirten ayetlerde de yine gerçeği bile bile gizlemek ifadesi vardır. Burada da yine bir kasıt vardır. Tahrif ayetlerinde ve tahrif kavramının müteradif yakın anlamlı ayetlerinde Yahudilerin genel anlamda Ehl-i Kitabın bu kötü tutumları acı ve azap dolu ayetlerle kınanmaktadır. |
07 Temmuz 2009, 11:36 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
C-TAHRİF OLAYININ İLLETİ AÇISINDAN 1- Psikolojik Sebepler a- İstikbâr Yahudi hiçbir zaman ulaşamayacağı bir üstünlük duygusuna sahiptir. Bunun sonucu olarak Allah'a peygamberlere ve diğer insanlara karşı büyüklük taslayarak aşırı gitmiştir. Bu aşırılık o dereceye varmıştır ki: " Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü and olsun ki Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini,haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: "Tadın o yakıcı azabı" ayetinde görüldüğü üzere Allah'a fakir, kendilerini ise zengin görmeye kadar varmıştır. Kendilerini üstün ve ayrıcalıklı görmenin bir ifadesi olarak “Biz Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz” iddiasında bulunmuşlardır. Vahyi reddetmelerinin temelinde, üstünlük duygusu vardır. “Kendilerine gelmiş bir kesin delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevasından başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın, kuşkusuz o, işiten ve görendir.” Kibirden bahseden başka ayetler de mevcuttur. b- Hased Yahudiler daha önce bilgi sahibi olmakla Araplara karşı üstünlük taslıyor, övünüyorlardı. Ama hak olduğunu ve Tevrat'la uyuştuğunu kesin olarak bildikleri Kuran gelince onu inkar ettiler, kabule yanaşmadılar. Bu tavırlarının temelinde kıskançlık ve kin yatıyordu. Yüce Allah'ın lütfunu kendi soydaşlarından olmayan bir kuluna bahşetmiş olmasını (son peygamber olarak Hz.Muhammed'i seçmesini) çekemiyorlardı. Aşağıdaki ayetler Yahudilerin bu kin ve kıskançlıklarını çok güzel işlemektedir. "Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. Ehl-i Kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir " "Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab-ı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşettik". "Onlardan bir kısmı İbrahim'e inandı, kimi de ondan yüz çevirdi, onlara kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter " c- Hırs (Dünya Hayatına Düşkünlük) "Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi” "Onların ardından da (ayetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitab'a varis olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki kitapta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamışmıydı ve onlar Kitap'takini okumamışlar mıydı? Ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınız ermiyor mu? " Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi." Mâide suresi 41. Ayette Yahudiler için "Alabildiğine yalan dinleyen ve haram yiyenlerdir onlar” buyurulmuştur. d- Hıyanet ve Nifak Yahudilerin ilâhî vahyi kabul etmemeleri ve değiştirmelerinde belki de en büyük etkenlerden biri hain ve ikiyüzlü olmalarıdır. "Müminlerle karşılaştıkları zaman, inandık derlerdi, birbirleriyle baş başa kaldıklarında Rabbinizin katında, aleyhinde delil göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz, buna aklınız ermiyor mu? diye birbirlerini uyarırlardı." Bu ayet herhangi bir zorlama olmamakla birlikte , içinde gizlediklerinin tam aksini izhar etmenin, kendi aralarında diğer insanlara söylenen şeyin tersini söylemenin bir Yahudi tabiatı olduğuna delalet etmektedir. Aynı şekilde, bu tür konumlarının asıl sebebinin Allah'ı gereği gibi tanımamak olduğuna da delildir. "Yanınızda inkarla girip inkarla çıktıkları halde size geldiklerinde "inandık" derler Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir. e-Döneklik (Tevellî ve I'rad) Yahudilerin inkarlarının temelinde hain ve iki yüzlü tabiatlarına yakın bir özellik olarak dönek bir millet olmaları verdikleri sözde durmamalarının da etkisi çok büyüktür. Hz.Musa yanlarından ayrılır ayrılmaz buzağıyı tanrı edinmeleri, anlaşmalara sadık kalmamaları, Allah'la bile yapılan ahitlerinde durmamaları onların dönek olma özellikleriyle açıklanabilir. Mâide 63-64. ayetlerde İsrail oğullarının döneklikleri sözlerinde durmamaları ifade edilmiştir. Sizden sağlam bir söz almıştık, Tur dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki korunursunuz." "Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz" Hz. Musa (Tur dağından elinde Tevrat levhalarıyla döndüğünde Yahudiler oradaki ağır yükümlükleri görerek bunları yerine getirmeyi gözlerinde büyüttüler ve onları kabul etmek istemediler. Yahudilerin dönekliğinden bahseden ayetler: Allah'a verdiği ahitlerinde durmamaları, hükümlere uymayı kabul etmekle beraber daha sonra bunlardan yüz çevirmelerinden bahsetmektedir. 2- Sosyolojik Sebepler a- İmtiyazlı Olmak İstemeleri "Yemin olsun ki (habibim!) sen Ehl-i Kitaba her türlü ayeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun." Yahudiler ve Hıristiyanlar "Bize Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlarsınız. "De ki: Ey Yahudiler: Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin." Ayrıcalıkları olmadıklarını belirten ayetler mevcuttur. b- Statü Kaybetme Korkusu: İslâm'a davette Yahudiler, insanların kendilerine sırt çevirdiklerini ve Hz. Peygamber’i en büyük mercii ve yol gösterici, itaat edilmesi gereken bir komutan olarak görmeye başladıklarını fark edince, haklı yada haksız oluşuna bakmadan bunu otoritelerine yönelik büyük bir tehlike olarak algıladılar. Ayrıcalıklarının ve çıkarlarının tehdit altında olduğunu düşündüler. Bu yüzden yeni bir strateji belirlemeye koyuldular. İslâm çağrısını etkisiz hale getirmek için münafıklarla, ardından müşrik Araplarla ittifak kurdular. Kısacası onların Hz. Muhammed nübüvvetini itiraf etmiş olmaları başkanlıklarının, mevkilerinin elden gitmesi demekti. Bunun için tasdikten kaçındılar ve inkârda ısrar ettiler. Yahudi ve Hıristiyan din adanılan şayet kitabı ortaya koyup açıklamakla makamlarının ve mevkilerinin sarsılacağından korkmasalardı, Kitabı ne tahrif ederlerdi ne de gizlerlerdi. Ancak davranışlarıyla kitaba ters düştüklerinden statükolarının sarsılmasını önlemek maksadıyla, yaptıklarını halktan gizlemişlerdi. Kitabı tefsir etmek suretiyle tahrif etmişlerdir. Kitabı tam manasıyla tahrif edemeyince onu gizleme yolunu tutmuşlardır. İsrailoğullarının alimleri, Yahudi milletinin başı idiler, belli makam çıkarları vardı. Zaman zaman hediyeler alırlardı. Eğer Rasulullah'a iman ederlerse bütün bu çıkarlarından mahrum kalacaklarından inkar ettiler. Bu yüzden dünyayı ahirete tercih ettiler. Rüşvet alıp Hakkı tahrif ettikleri de tespit edilen anormal hareketlerinin meyanında kaldı. c- Cehalet "Onlardan bir kısmı ümmidirler, kitabı anlamazlar. Onlar, sadece birtakım batıl şeyleri zan eder dururlar." Ümmi doğru dürüst okuma yazması olmayandır. Burada kitaptan kasıt Tevrat'tır. "Emaniyy": Batıl şeyleri zannedip durmak. Amel ile birlikte bulunmayan temenni anlamına geldiği gibi, yalan söylemek ve derinliğine kavramaksızın okumak anlamına da gelir. Burada anlatılmak istenenin birinci anlam olduğu tercih edilmiştir. Buna göre ayetin anlamı şu olur: Yahudilerden kimisi doğru dürüst okuyup yazamamaktadır. Bu bakımdan onlar Tevrat'ı mütalaa edip onun anlamlarını tahkik edemiyorlar. Bu sebeple onlar, hiçbir amel işlemeksizin Allah'ın kendilerini sevdiği, kendilerini bağışlayacağı ve ne yaparlarsa yapsınlar kendilerine acıyacağı kuruntusuna kapılırlar, fakat onlar bunu yaparken sadece zannediyorlar, herhangi bir yakin ve kesin bilgiden yoksundurlar. Bu ayette mukallit avam, ondan öncekine ise Tevrat'ı tahrif eden alimler, münafıklar ve saptırıcılar zikredilmiştir. İşte bir önder bulunur, onu izleyen kimseler de belirli bir hidayete tabi olmaksızın peşinden giderlerse, bu yerilen ve kabul edilmeyen bir taklit olur. Allah'ın kitabının naslarının kaldıramayacağı şekilde tevil edilmesi de en kötü sapıklık şekillerindedir. Avam, çoğunlukla Allah'ın kitabının değiştiren yahut nevalarına göre tevil eden ya da Yüce Allah'a buyurmadığı ve hükmetmediği şeyleri nispet eden kötü önderler sebebiyle saparlar, işte Yahudi alimleri bunların hepsini yapmıştır. III- TAHRİF OLAYININ SONUÇLARI A- Tahrifin Gerçekleştiği iddası 1- Mîsakın Gereğini Yapmamaları Ehl-i Kitabın kitapta ilişkisini anlatmak bakımından verdikleri sözde durmadıklarını, mîsâklerini yerine getirmediklerini söylemek gerekir. Kitapta bildiklerini beyan edeceklerine, gizlemeyeceklerine, kitaplarındaki hükümleri yerlerine getireceklerine dair onlardan söz alınmıştır. Onlar, beyan etmek bir yana gerçeği saptırdılar, hükümlerini değiştirdiler, bildikleri doğrulan gizlediler, dini hükümleri uygulamadılar. "Allah, kendisine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gözlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştirdiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü." Bir kitaba sahip olmuş bulunmak, kitap ehli ve okur yazar olmak o kitabın neşr ve beyanını üzerine almaktır. Tevrat ve İncil'de en son Peygamberin vasıfları ve Peygamberliğinin doğruluğu müjdelenmiş ve açıklanmış, buna iman o kitaplara imanla bir sayılmıştır. İlahi kitaplardaki haki katın hiçbirini gizlememek, beyan etmek, üzerlerine alınmış bir görev, özellikle de son peygamberin doğruluğunu da hiçbir şekilde saklamayıp, neşr ve beyan etmek, hem genel hem de öznel bir şekilde üzerlerine alınmış bir görev idi. İşte bu ayetin açıklama hedefi budur. Anlaşmayı yerine getirmeme bunu önce Yahudiler sonra Hıristiyanlar da o yola gitmiştir. "Biz Hıristiyanlarız" diyenlerden de kesin sözlerini almıştık. Ama onlarda kendilerine zikredilen önemli bir bölümünü unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara, yaptıklarını haber verecektir. Ayetin son cümlesi, Allah'a ve Resulüne karşı işledikleri yalandan dolayı bir tehdittir. Araf sûresi 7/169. ayet te Kitap ehlinin mîsâklannda durmadıklarını, kitabın gereğini yerine getirmediklerinden bahseder. Mîsâkı aralarına almaları, sözleşmeyi bozmaları, kötü bir gayeyle menfaat amacıyladır. 2- Kitabı Uygulamamaları " Sizden sağlam bir söz almış, Tûr dağının altında, size verdiğimizi kuvvetle tutun, onda bulunanları daima hatırlayın, umulur ki korunursunuz. Ondan sonra sözünüzden dönmüştünüz. Eğer sizin üzerinizde Allah'ın ihsanı ve rahmeti olmasaydı muhakkak zarara uğrayanlardan olurdunuz. " Sizler Kitab'ı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanıyor musunuz?" "Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarının altından yerlerdi..." "Ey Ehl-i Kitap" Siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça, bir yol üzerinde değilsinizdir " de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme. Yahudilerin Tevrat'ı uygulamadıklarını güzel bir teşbihle açıklayan : Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Aynı zamanda Yahudilere sert bir eleştiri, istihza ve uyarıdır. 3- Kitapta İhtilafa Düşmeleri "Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilırdi. Onlar Kuran hakkında derin bir şüphe içindedirler." Aynı paraleldeki bir diğer ayet Hûd Sûresi 110. ayettir. "O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Kitapta aynlığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir" İhtilaftan maksadın şu hususlar olması muhtemeldir. a)Yahudiler, Tevrat'ın Hz. İsa'nın nübüvveti hususunda delil olmadığını; Hıristiyanlar ise Tevrat'ın Hz. İsa'nın nübüvvetine delalet ettiğini söylemişlerdir. b)Yahudi ve Hıristiyanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in nübüvvetine delalet eden ayetlerin tevilleri hususunda ihtilaf etmişlerdir. Böylece onların her biri, o ayetler için değişik ve bozuk tevillerde bulunmuşlardır. Çünkü bir şey hak olmadığı, kabul edilmesi gerekmediği, aksine zoraki bir şey olarak ortaya atıldığı zaman, herkes diğerinin görüşünün aksi olan bir görüş zikretmiş olur ki, işte ihtilaftan maksat budur. Ayrıca bunlar Tevrat ve İncil'i nasıl tahrif edecekleri hususunda ihtilaf eden kimselerdir, bunlar kendi aralarında da derin ihtilaflar ve şiddetli anlaşmazlıklar içindedirler. "Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ağrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur." "Andolsun ki biz İsrailoğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden rızık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin kıyamet günü onların aralarında ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedecektir." Yunus Sûresi 93. Ayette kastedilen kişiler; Muhammed (s.a.v.) zamanındaki Yahudilerdir. Müfessirlerin çoğu bu görüşü kabul etmiştir. Onlar Kurân-ı Kerîm gelinceye kadar, kendi dinleri üzere kalakaldılar ve aralarında herhangi bir ihtilaf zuhur etmedi. "Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir erteleme sözü gelmemiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler." Aralarında kendisiyle amel edilen ve anlaşmazlığa düştükleri zaman hakem kabul edilecek hak bir kitaba iman etmemiş olanlar, tartışmadan ve anlaşmazlıktan kurtulamayacakları gibi, kitapları ayrı ayrı olan insanlar arasında birleştirici bir bağ bulunamayacağından ihtilaf ve anlaşmazlıklar ebedî olur. Bağlı göründükleri kitabın tamamına gerçekten sadakatle inanmayarak, onu kendi gönüllerine göre anlamak isterler. Kitaplarının bir kısmına inanırlarsa diğer kısmına inanmazlar ve böylece birinin inanır göründüğünü diğeri inkar eder. Bunlar da heveslerinin değişikliği ölçüsünde ihtilaf ederler. Bunun neticesi de kitapsızlığa ve en büyük münakaşa ve mücadeleye götürür. Haktan uzaklaştırır. Bu da toplumları perişan eder ve ebedi azaba sürükler. B- Tahrifin Gerçekleşmediği İddiası 1- Ulûhiyyet Boyutu a- Maddî Vaîd aa- Zillet ve Yoksulluk "Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah'ın ahdine ve insanların himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet vurulmuştur. Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberi öldürüyorlardı. Bu da onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır." "(...) İşte üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Bu musibetler, Allah'ın ayetlerini inkara devam etmeleri, haksız olarak peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir." Ayette geçen zillet (zül) değersizlik demektir. Ayetteki "zillet" ten ne kastedildiği hususunda çeşitli açıklamalar vardır. Genel olarak cizye vermeleri, öldürülme, esir edilme, nesillerin köleleştirilmesi, mallarının alınması, hor ve hakir hale getirme ve aşağılanma manalarını kapsamaktadır. "Rabbin elbette kıyamet gününe kadar onlara en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilan etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Ve o çok bağışlayan, pek esirgeyendir. Onları grup gurup yeryüzüne dağıttık . Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik. Ayette Yahudilerin esaret altında kaldıkları yerlerinden, yurtlarından edildikleri bahsedilmektedir. Kendileri aleme üstün kılınmışken onlar bu faziletleri kendilerine kazandıran peygamberleri önce inkar edip sonra da öldüre öldüre nihayet imtihanın sonucunda Allah'ın gazabına uğramışlar nimetleri gitmiş, vatanları ve devletleri mahvolmuş, kendileri şu veya bu milletin hükmü altında yaşamak zorunda kalmış, zillet ve meskenete düşmüşlerdir. ab- Helâk ( 1 ) Yıldırım Çarpması Kitaba olumsuz tavır takınan Ehl-i Kitaba verilen cezalar, bunlarla sınırlı değildir. Maddi bakımdan da yıldırım çarpması, suretlerinin değişmesi gibi bu dünyada verilen karşılık ve azaplarla kendilerine muamele edilmiştir. Örneğin Musa (a.s.)’ ın kavminin inatçılığını sergileyen ayet: "Ehl-i Kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar, Musa'dan, bunun daha büyüğünü istemişler de, "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahare kendilerine açık deliller geldikten sonra buzağıyı (tanrı) edindiler. Biz bunu da affettik. Ve Musa'ya apaçık delil (ve yetki ) verdik." Yıldırım çarpmasıyla Musa’nın kavminin helak edildiği anlatılıyor. ( 2 ) Veba, Açlık, Soğuk “Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik”. İbn Abbas (r.a.) onlardan yirmi dört bin kişinin bir saat içinde ansızın öldüğünü söylemiştir. İbn Zeyd ise şöyle demiştir. Allah onlara veba hastalığı verdi de bir kuşluk vaktinden yatsıya kadar yirmi beş bin kişi öldü, geriye kimse kalmadı. Bu helakin taun hastalığı, soğuk, ağrı ve hastalık olduğu da söylenmişti. ( 3 ) Suretlerin Değişmesi: "İçinizden Sebt günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik. Bu İbret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık." Bu ayette Hz.Peygamber (s.a.v.)'in çağdaşı Yahudilere seslenilmektedir. Onlar, yani atalarının cezası örnek gösterilerek halefleri uyarılmaktadır. Yahudilerin Cumartesi günleri avlanmaları yasaktı. Bu günü ibadet ve itaatle geçireceklerdi. Fakat onlar, bunu dinlemeyip, emri çiğnediler. Yasağın gereğini yapamayınca insanlığın gereklerinden olan ilim ve idrak ve marifetten mahrum edilerek maymun kılıklı, sefil, boynu bükük ve sürünen kimseler oldular ki buna "mesh" denir. Suret değişikliğinin nasıl olduğu ihtilaflıdır. Tefsircilerden pek çoğu, ayetin lafzına ve dış yüzüne nazaran tam ve gerçek mesih (suret değişikliği) olduğunu söylemişlerdir. Fakat Mücâhid ve onun izinden giden tefsirciler, bu hükmün temsili olduğunu, meshin manevi olması gerektiğini savunmuşlardır ki zamanımızın anlayışına bu daha uygun görünmektedir. b- Manevî Vaîd ba- Lânetleme Nisa suresi 46. ayetten sonra gelen ayet, Yahudilere kitaba iman etmeyi emrederken sert bir tehdit üslubu kullanıyor: "Ey ehl-i Kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden yahut onları Cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize iman edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir." Yüzlerin Silinmesi: Tams kelimesinin manası silmek, götürmek, izini imha etmek demektir. Lafız hakiki manasına hamledilirse bu gerçek anlamda yüzleri silip dümdüz etmektir. Lafız mecazi manaya hamledilirse, Hasan el-Basri'ye göre bu tabirden murat “Biz o yüzleri hidayetten çevirip, böylece onları gerisin geriye yani delâletlerine döndürürüz” demektir ki, bundan maksat o yüzlerin çok çeşitli mahrumiyet, terkedilmiş ve delalet karanlıklarına atılacağını beyan etmektir. Ayet Yahudi topluluğuna, sebt gününe riayet etmeyen babalarınıza lanet ettiğimiz gibi, size de lanet etmeden önce iman edin. Yani Cumartesi sahiplerini maymun ve domuzlara meshedip dönüştürdüğümüz gibi, bu yüzlerin sahiplerini de bu hale getirmeden önce iman ediniz" demektedir. "İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder." Burada Hz Muhammed (s.a.v)’in niteliklerini gizleyen Yahudi âlimleri ile Hıristiyan rahiplerinin kastedildiği söylenmektedir. Lanet edicilerden kastın müminler ve melekler olduğu söylenmiştir. “Lanet edebilen herkes de bunlara lanet eder” ayetinde, “Lanet edicilerin” lanetinin bir tesiri olan kimselere hamledilmesi gerekir. Alimlerin, meleklerin, peygamberlerin ve salih kimselerin böyle olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Melekler ve müminler, insanların hepsi böyle kişileri lanet eder. "Kendilerine Kitap'tan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve batıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kâfirler için : "Bunlar Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır." diyorlar! Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir. Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın." "Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindekini (Tevrat’ı) doğrulayan bir kitap gelip de bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkar ettiler. İşte Allah'ın laneti böyle inkarcılaradır." "İman etmelerinden Resul'ün hak olduğuna şehadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkarcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. İşte onların cezası Allah'ın meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramalarıdır." Lanetin geçtiği başka ayetler de mevcuttur. bb- Cehennem Azabı Ayetleri inkar edenlere karşı bir ceza olarak cehennem azabı, ateşi ayetlerde sık sık vurgulanmaktadır. “Şüphesiz ayetlerimizi inkar edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; Onların derileri bişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka delilerle değiştireceğiz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakimdir” "Ayetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar kendilerine ayetlerimizi okuyanların neredeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: Size bundan daha kötüsünü bildireyim mi? Cehennem! Allah, onu kâfirlere bildirdi. O ne kötü sondur" "Ayetlerimizi inkar edenler ise işte onlar soldakilerdir. Cezaları, kapıları üzerlerine sımsıkı kapatılmış bir ateştir" "Ayetlerimizi yalanlayanlar ve büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır" "İşte bu Kuran bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenlere gelince, onlara en kötüsünden, elem verici bir azap vardır." "Ayetlerimiz hakkında birbirlerini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar cehennemliklerdir." Ayetleri inkar etmenin yalanlamanın karşılığı olarak cehennem azabından bahseden başka ayetler de vardır. bc- Kâfir, Zalim, Fasık Nitelendirmesi Mâide sûresinin 43. ayetinden itibaren 47. Ayetine kadar tüm ayetler önceki ilâhî kitapların emir ve yasaklarının uygulanması gerektiği hakkındadır. 43. Ayette içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken Hz.Peygamberi niçin hakem tayin ettikleri soruluyor. Daha sonra yüce Allah, kendisine ebediyen sımsıkı sarılmakla emrettiği ellerindeki Tevrat'ta doğruluğuna inandıkları hükümleri terk edişlerindeki anlamsız maksatları ve tutarsız görüşleri reddetmektedir. Çünkü onlar hem ebediyen emrolunduklarını iddia etmekte, hem de onun hükmünün dışına çıkarak, başka hükümlere eğilim duymaktadırlar. Daha sonraki ayet, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyi terk eden kimselerin kâfir olduklarını belirtmektedir. Mâide suresi 45. Ayette kısas emrinin Tevrat'ta yazılı olduğundan bahsedilip, bu hükmü uygulamayanlar zalim olarak nitelendirilmektedir. Çünkü yalnız Allah'ın hükmü adalettir. Onun dışındaki bütün hükümler zulümdür. Mâide 46-47. ayetlerde İncil'den bahsedilip İncil sahiplerinin, Allah'ın kendilerine indirdiği ile hükmetmesi emredilmekte ve Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenlerin bu ayette ise fasık oldukları vurgulanmaktadır. Daha sonraki ayet Allah'ın indirmiş olduğu bütün vahiyleri toplayan musaddık ve muheymin sıfatıyla Kurân-ı Kerîmden söz ederek onun Resule alemlerin Rabbi tarafından hak ile indirildiğinde şüphe olmadığını açıklamaktadır. "De ki: Gördünüz mü, haber verin, eğer bu Kuran Allah katından ise, siz de onu inkar etmişseniz ve siz de büyüklük taslamışsanız bunun sonucu ne olacak? Şüphesiz Allah zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez. 2- İnsan Boyutu Tahrifi gerçekleştiren inanmayan Ehl-i Kitabın karşısında olumlu bir tavır içerisinde karşı duruş olarak, Ehl-i Kitabın vahye karşı samimi bir tavır içerisinde olan kesimine İslâm çağrısını kabul eden Müslümanlar kesimi diyebiliriz.Ayetlerin genel çerçevesine baktığımızda inananlar, Müslümanlar gibi genel ifadeler kullanılmaktadır. "Müminlere ayetler hatırlatıldığında sağır ve kör davranmazlar." "Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukta eğrilik birbirlerinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir." "Kendilerine kitap verdiğimiz bazı kimselerden onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar ona iman ederler. Onu inkar edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır." "Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namaz kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz." "Ehl-i Kitaptan öyleleri vardır ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerim az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır." |
07 Temmuz 2009, 11:37 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: 13. Haftanın Konusu (TAHRİF)
AHMED B. HANBEL :el-Müsned, Daru’l- Hadis, Kahire 1995. ARSLAN, Ali :Büyük Kurân Tefsiri, Arslan Yay., İstanbul 1989. ATEŞ. Süleyman :Kurân Ansiklopedisi, Kuba Yayınları, 1997. --------------- :Yüce Kurân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, tsz. BASRÎ, Hasan :Tefsirü’l-Haseni’l-Basrî, (tah. Muhammed Abdurrahman ) Dârû’l Hadis, Kahire 1992. BEYDÂVİ :Nasıruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed es-Şîrâzî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t -Te’vîl, Daru Reşid, Beyrut, tsz. BİLMEN, Ömer Nasûhi :Kurân’ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsîri, Bilmen Yayınevi, tsz. BUHÂRÎ :Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, el Camiu’s- Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. BUHL :F.R. “Tahrif Maddesi”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basınevi, 2.B., İstanbul 1979. BURSEVİ, İsmail Hakkı :Tefsîr-u Rûhi’l-Beyân, İstanbul, H.1389. DÂRİMÎ :Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. DERVEZE :İzzet, et-Tefsîrü’l-Hadis, Ekin Yayınevi, 2.B., 1998. EMİROĞLU, H.Tahsin :Esbab-ı Nüzûl, Can Kitabevi, Konya, tsz. ELMALILI, M.Hamdi Yazır :Hak Dini Kurân Dili, Azîm Dağıtım, İstanbul 1992. EL-MERAĞÎ, Ahmet Mustafa :Tefsîrü’l-Merâğî, 3.B, Beyrut ES-SABÛNÎ :Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefâsîr, Dersaadet, tsz. HANÇERLİOĞLU, Orhan :İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984. HAVVA :Said, el-Esâs fi’t -Tefsîr, Ter. M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yayınevi, İstanbul 1990. İBNÜ’L ESİR :Ebu’s Saâdet Mübarek b. Muhammed, en-Nihâye fi Garîbi’l -Hadis ve’l-Eser, Beyrut, tsz. İBN KESÎR :Tefsiru’l Kurân’il Azîm, Kahire 2000. İBN MANZUR :Cemalüddîn Muhammed b. Mükerrem, Lîsânü’l- Arab, Daru’l-Mearif, Kahire 1984. İSFEHÂNİ :Râgıb b. Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kurân, el-Matbaatü’l-Fenniyetü’l-Hadîse, 1970. KURTUBÎ, Muhammed :el-Câmi’u li Ahkâmi’l-Kurân, Beyrut 1985. MÂLİK B. ENES :el-Muvatta, Kütübü Sitte, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. MEYDAN LAROUSSE :Sabah Yayınları, İstanbul 1992. MÜSLİM :Ebu Hüseyin b. Haccac el-Kureyşî, el-Camiu’s –Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. --------------- :Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ter. Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1973. NESÂÎ :Ebu Abdurrahman b. Şuayb, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. NESEFİ :Ebu’l Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medarîku’t-Tenzil ve Hakikatu’t-Te’vil, Beyrut 1999. RÂZİ :Muhammed b. Ömer Fahruddîn, Mefâtihu’l-Gayb (Tefsiru’l Kebîr ), Beyrut 1999. TABERİ :Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vili Âyi’l-Kurân, Beyrut 1999. TİRMİZÎ :Ebu İsa, Muhammed b. İsa, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992. VEHBİ, Konyalı Mehmet :Hulâsat’ül-Beyân fi Tefsiri’l-Kurân, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1966. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
***26.Haftanın Konusu EDEP*** | CaferTayar | Hafta'nın Konusu | 42 | 28 Mayıs 2012 00:29 |
37. Haftanın Konusu ''Başörtüsü'' | Yitiksevda | Hafta'nın Konusu | 7 | 31 Aralık 2010 00:22 |
28. Haftanın Konusu ****KULLUK**** | Yitiksevda | Hafta'nın Konusu | 8 | 24 Şubat 2010 21:56 |
10.Haftanın Konusu MÜSLÜMAN'LIK ? | Yitiksevda | Hafta'nın Konusu | 15 | 19Haziran 2009 15:19 |
Haftanın Konusu | MERVE DEMİR | Hafta'nın Konusu | 6 | 15 Mart 2009 00:36 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|